11. DİRENİŞ VE SEVİNÇ
Bu ara İstanbul’da
göreneklere göre işleyen birkaç Protestan
kilisesi var. Bunlar genellikle biçimleşmiş
gelenekler kapsamında toplanmakta, insanın
yeniden doğuşa gereksinimi olduğunu anlayamamakta,
Mesih için tanıklığı, ev toplantılarını
yadırgama tepkisi göstermekte. İsteyenin
kiliseye gelip vaaz dinlemesini, Tanrı’ya
tapınmasını belirtmekte. Ama gelgelelim,
biçimleşmiş kilise toplantılarında o sıcaklığı,
canlılığı, içtenliği bulabilmek güç! Ne
var ki, kiliselerin yöneticileri bunu
kavrayamıyor, Vahram’la öbür inanlıları
‘Ruhçular’ adıyla aşağı görüyor. Çünkü
ev toplantılarında tek yönetmen Kutsal
Ruh.. Vahram’ın bu söze yanıtı şöyle:
“Kardeşim, bize ‘Ruhçular’ diyorlar, ‘Ruhsuzlar’
demedikçe bu ada itirazımız yok!”
Kilise vaizleri
arasında yeniden doğuşu bilen, bu gönençte
yaşayan ve konuşan Garabet Derhovannesyan
var. Gedikpaşa Protestan kilisesinin vaizi
olan bu saygıdeğer inanlı, beyaz sakalıyla,
dimdik duruşuyla, İsa Mesih’e bağlılığıyla
çevresine ruhsal etki aşılayan birçok
yılın İncil vaizi. O da, sonunda İstanbul’da
bir ruhsal uyanışa tanık olmanın sevincinde..
Söz zenginliğiyle dolu vaazları yeniden
doğuş bulanları toplantılara yöneltiyor,
onların iman yaşamında büyümelerine destek
sağlıyor. Bu adam sayılan, sevilen bir
baba. Vaizliğe kendi kendini hazırlamış.
Okuyarak, kitaplardan eğitilerek ve en
önemlisi, Kutsal Ruh’ça aydınlatılarak
çok etkin bir vaiz olmuş. Ruhsal çağrısını
kesenkes öneme alıyor. Vaizliğe ilk başladığında,
çokça yaya giderek bir yılda 1500 aileyi
ziyaret eder, onlara ruhsal bilgi iletir,
tüm aileleri yüreklendirirmiş. Bu türden
gerçek Mesih bağlıları otuzlu yıllarda
İstanbul’da yaşanan o benzersiz günlere
öncülük etmiş.
İntibah
(Ruhsal Uyanış) Kutsal Ruh’un kesinleştirdiği
göksel eylem.. Ama inanlı liderler bilerek
ya da bilmeyerek Rab’bin yolunu hazırlar.
Tıpkı Yeşaya peygamberin vurguladığı,
Yahya’nın da yinelediği gibi:
“Bir ses bağırıyor: Issız yerde
Rab’bin yolunu hazırlayın;
Çölde Tanrımız için geniş bir yol düzleyin.
Her kovuk yükseltilecek, dağ tepe alçaltılacak,
Çıkıntılar dümdüz, sarp yerler düzlük olacak
Ve RAB’bin görkemi açıklanacak.
Tüm canlı varlıklar bir arada onu görecek.
Çünkü RAB’bin ağzı bunu söyledi” (Yeşaya 40:3-5).
Garabet Derhovannesyan, Mosho Bekleyen,
James K. Lyman, Aleksan efendi Batmazyan,
Hagopos Karakoçyan, Davit Giray ve daha
birkaç erkekle kadın yıllar boyu sürüp
giden durumun doğal ortam olmadığını anlamışlar,
Kutsal Ruh’un bambaşka eylemleri sonuçlamaya
güçlü ve yeterlikli olduğuna iman etmişler,
içtenlikle oruç tutarak dua etmişler,
vaatlarını gerçekleştirsin diye Yakup
gibi, Tanrı’yla güreşmişler. Şimdi hem
onlar, hem de başkaları yüce Mesih’in
eşsiz işine tanık olmaktalar. Hamt ve
şükran ilahileri İstanbul’un her köşesinden
yükselmekte, RAB’bin daha da yüce eylemleri
gerçekleştirmesi için imanla yüklü dualar
sunulmakta. O günün diliyle buna ‘İntibah’
diyorlar. Günahları arıtarak canı kurtaran,
yürekleri eleştiren ve yenileyen, inanlıları
güçlendiren uyanış..
Kutsal Ruh’ça
etkilenen ve gelişen yenileme pek çok
kişiye sevinç ve gönenç getirirken, başkalarını
sertleştirmekte, onları direnişe dek sürüklemekte.
Bunlar bazı yürekleri açmayan intibahın
sonuçlarından.. O günlerde birçok kişi
gelişime hamt sunarken, ona istemezlikle,
çekememezlikle, hatta kuşkuyla bakanlar
da eksik değil! Kilisedekiler Kutsal Ruh’un
getirdiği uyanışı tüm gönülle destekleyecek
yerde, saman altından su yürüterek Vahram’ın
bilgisizliğinden, aşırı hayranlığından
ve toplantıların gelişigüzel yapılmasından
yakınmakta, pişmiş aşa soğuk su katmakta.
Oysa bunun Vahram’dan değil, Kutsal Ruh’tan
kaynaklandığını kestiremiyorlar.
Bu arada
Vahram’ın kendi ailesi de durumundan hoşnut
değil: “Öyle parlak, başarılı, kazançlı
bir iş hiç bırakılır mıydı? Hem de neye!
İstikbal vaat etmeyen bir uğraşa. Bundan
çıkacak sonuç ne olabilir ki?” Annesi
onun bazı arkadaşlarına yakınır, oğlunu
bu gidişten vazgeçirsin, yeniden terziliğe
dönmesini etkilesinler diye yalvarır.
Hem de onun bir odaya çekilip uzun uzun
dualar yapmasına bir türlü akıl erdiremez.
Bunun sağlığına zarar getirmesinden korkar.
Tüm gece dua etmenin, oruç tutmanın kişinin
sağlığıyla oynaması olduğu yolunda bir
saplantıya kapılır, oğlunun biraz da aşırılığa
kaçtığını düşünür. O, ailesinin korkularını
her zaman, “Rab’be şükürler olsun!” sözleriyle
karşılar, dua eder. Uzun zaman geçmez,
annesi de babası da tövbe ederek Mesih’e
iman bağlılığına gelenlere katılır. Birkaç
yıl sonra anne vereme yakalanır. Ölüm
döşeğindeyken, “Oğlum İsa Mesih’in bülbülüdür”
yolunda sevinçli bir hamt ünlemini salıverir.
Tanrı inanlıların
maddi gereksinimlerini her an karşılamakta.
Aralarında yoksullar, işsizler, hastalar,
Anadolu’dan yeni gelmişler var. Ev toplantılarında
eliaçıklıkla tabağa bırakılan paralar
birçok gereksinimlinin yarasına melhem
sürer. Bu arada, Niko Kamileri adlı varlıklı
bir iş adamı tövbe ederek Mesih’e bağlanır.
Vahram’la öbür kardeşlerin gereksinimlerini
işinden karşılar, işsiz bazı kardeşlere
dükkânında iş sağlar.
12. KAMPTA, PROFESÖRLER KARŞISINDA
Amerikan
Lisan ve Ticaret Dersanesi’nin Suadiye
kıyılarında güzel bir kamp yeri var. Her
yaz gençler bir araya gelip sevinçli vakit
geçirir. Kent daha patlama noktasına gelmemiş.
Suadiye, Erenköy, Bostancı gerçek birer
köy. Kampın müdürü Vahram’ın adını duymuş.
Onunla arkadaşı Aram’a iç açıcı bir tatil
sunmak için parasız yer sağlar. Onların
böyle bir kampa katılmaya olanakları yok
elbette. Bu yerde Rab’lerini yüceltmek
için dua ederek kampa katılırlar. Herkes
gülüp eğlenirken birinin aklına bir şeytanlık
doğar: Kamp yönetmenini yakalayıp giysileriyle
birlikte denize fırlatmak. Azizlik etmekte
kendisinden geri kalmayan başka bir arkadaşının
yardımıyla, adamı yakaladıkları gibi ağır
bir taş benzeyişinde tepetakla suya bırakıverirler.
Ortalığı kahkaha sarar; ama zavallı adam
sırılsıklam zar zor nefes almaya çabalayarak
sudan çıktığında, “Yaptığınız marifeti
beğendiniz mi?” der.
Kampın yasa
ve kuralları var. Bu tür tiye alışın cezası,
denize fırlatılana yeni bir giysi sağlamak,
bir ağaca bağlanmak, yemeğe katılamamak.
Kararlaştırılanı tıpa tıp uygularlar.
Kamp yönetmeni adamın çevresine ip sararak
onu ağaca bağlar. Bağlananın bir arkadaşı
Vahram’a, “Sen iyiliği seversin” der.
“Şu adamı ağaçtan çöz de yemeğe gitsin.”
Vahram, “Yönetmenin bağladığını ben nasıl
çözeyim?” diye yanıt verir. “Ondan daha
yetkili biri değilim ki. Ama yönetmen
onaylarsa onu salıverir, beni onun yerine
ağaca bağlar.” Bunu duyan yönetmen Vahram’ı
yakaladığı gibi başka bir ağaca bağlar.
Bu kez o, “Mademki beni bağladın, onu
serbest bırakman gerekir” der. Yönetmen
hakça davranarak suçluyu salıverir.
Vahram yönetmene
bir soru doğrultur: “Bu işte benim hiçbir
suçum var mıydı?” O, “Hayır“ deyince,
“Öyleyse beni neden bağladınız?” diye
sorar. Yönetmen, “Sen istedin de onun
yerine bağladım” der. Vahram bu noktadan
başlayarak suçsuz günahsız İsa’nın, onun
ve herkesin yerini alarak çarmıha asıldığını,
orada öldüğünü enikonu anlatır. “Nasıl
ki, suçlu kendimi sunmamı onayladı, böylece
biz de Mesih’in kendisini yerimize sunmasını
imanla değerlendirmeliyiz; her tür kötü,
düşük, haksız eyleme içten tövbe etmeliyiz,
günahtan dönerek Tanrı’nın katında af
dilemeliyiz.”
Betim tam
yerinde, taşı gediğine koyma çok etkin
bir öğüt. Ama kampa hiçbir inanç konusu
getirilemeyeceği de kural kitabında yazılı.
Müdür sinirli tutumla, “Sana iki haftalık
güzel bir istirahat sağlamayı düşünmüştüm”
der, “Ama tatil nedir bilmiyorsun, işini
burada da sürdürüyorsun!” İki arkadaşı
evlerine göndermek gelir akıllara. Sonunda
herkes işi tatlıya bağlar. Ayrıca biraderler
kamptaki bazı eğlenceleri oldukça kaba
ve tatsız bulduklarından eğlence sırasında
odalarına çekilip vakitlerini duaya verirler.
Bu dönemde
tüm kentin nüfusu yalnız 750,000. Olanbiteni
pek çok kişi duymakta. Protestan kiliseleri
sevinecek yerde üzgün! Dr. Hagopyan adlı
bir profesörü ziyarete giden Vahram, ona
ruhsal tanıklıklarını anlatmaları için
bazı kardeşleri de birlikte götürür. Her
biri ruhsal yaşam öyküsünü söyler, Mesih’in
kendisini nasıl başka bir insan yaptığını
anlatır. Profesör tümünü de sabırla dinledikten
sonra, “Sizin yapacak başka işiniz kalmadı
mı?” sözleriyle onları basından savar.
Kurtuluş haberi birçok kişiyi etkilemekteyken,
bazıları kendi kararlarıyla dışta kalır.
Vahram’ın
temel ilgisi, yaşamında İsa Mesih’in bütünlediği
göksel eylemi herkese tanıtmak. Yine bir
gün bazı inanlılarla birlikte Robert Kolej’in
tanınmış öğretmenlerinden Dr. Huntigton’u
ziyaret ederek yaşam öykülerini anlatırlar.
Bu adam onların ruhsal tanıklığını ilgiyle
dinledikten sonra, “Tanrı’nın varlığınızda
bütünlediği kurtarış için O’na şükürler
olsun” der.
Yer yer
dolaşarak Kutsal Kitap’ı satmaktayken
ilginç deneyimlerle karşılaşır Vahram.
Keyif alemi yapan, gülüp eğlenen bazı
kişilere kitap satmaya çalışınca onlar
alay eder. Kutsal Kitap’tan şu sözü söyler:
“Kiminle
eğleniyorsunuz? Kime karşı ağız açıyorsunuz
ve dil çıkarıyorsunuz? Günah çocukları,
hile soyu değil misiniz?” (Yeşaya 57:4,5).
Tanrısal paylama kesin etkisini gösterir;
susuverirler.
13. YOLLARDA, TRAMVAYLARDA
Bir gün
Vahram, Artaki, Aram dua ederlerken, “Biz
ev toplantılarına böylesi önem veriyoruz,
birçok kişinin kurtulduğuna yoğun sevinç
duyuyoruz” derler. “Ama bu toplantılardan
hiç bilgisi olmayanlar, Mesih’in adını
duymayanlar nasıl işitecek? Sevinç Getirici
Haber’i yollara, caddelere götürmek görevi
omuzlarımızda. Hiç olmazsa tramvaylarda
bu haberi bildirelim.” Vahram kemanını
alır, Artaki armonikayı, bir de Aram;
başlarlar tramvaylarda ilahiyle, sözle
yeni hayat müjdesini kadına erkeğe iletmeye.
Otuzlu yılların başlangıcında ‘Yeni Hayat’
adlı bir karamele sürülmüş piyasaya. Kısa
zamanda öylesi tutulmuş ki, herkes Yeni
Hayat’ın övgüsünü yapmakta: “Ağzı serinletiyor,
nefesi tazeliyor, dişlere yeni renk veriyor,
öksürüğü kesiyor, soğuk algınlığını gideriyor
ve daha neler neler yapmıyor Yeni Hayat!”
Her tramvayda, her vapurda, her köşede
satıcılar, Yeni Hayat, Yeni Hayat diye
bağırıyor. Gerçek yeni hayat haberini yayan
üç arkadaş bir tramvayda kemanla, armonikayla
yeni hayatın özelliklerini anlatırken
yolculardan biri, “Eskisinden hayır görmedik,
bari şunu deneyelim” diye yeni hayatı
satın almaya kalkıyor. O zaman biraderler
yeni hayatın parasız karşılıksız olduğunu,
kayrasal armağan niteliğinde Tanrı’ca
sağlandığını anlatıyorlar.
Başka bir
vakit Vahram’la Aram Anadolu’dan yeni
gelmiş bazı aileleri görmeye gidiyorlar.
Tramvay bir yerde durak yapınca Aram,
haydi, ilahi okuyalım, diyor, İkisi bir
arada başlıyorlar ilahiye: “Günahlarımızı
arıtan, bize yeni hayat veren Kuzu’ya
Halleluyah!” Yolculardan biri mırıldanıyor:
“Şu çalgıcılardan bir türlü kurtulamadık.”
Hemen başka bir yolcu karşılık veriyor:
“Ne çalgıcısı yahu! Bunlar İsa’nın propagandacısı.”
Vahram’la
arkadaşları birkaç kez polis karakoluna
düştü, ama her kezinde serbest bırakıldılar.
Bir gün Vahram karakoldayken, bunu haber
alan Rebeka hemşire hemen o yere gelerek
duaya başlar. Polisler böylesi bağlılığa
şaşırır. Vahram, “Biz kardeş, kız kardeşiz
de ondan” der, ama aradaki yaş farkını
gören bir polis, “Bu yaşlı bayan böyle
genç birinin nasıl da kız kardeşi olurmuş?”
sözleriyle düğümü çözmeye uğraşır.
Bir gün
Vahram yine tramvayda. “Bak bulutlarda
geliyor, O kurban olan Kuzu!” diye ilahiye
başlar. Herkes ilgiyle dinlemekte, iki
genç ayakta duruyor. Bunlar ilahinin içeriğini
sorunca Vahram, “İsa Mesih bir kez geldi,
günahlar için kurban olarak sunuldu” der.
“İkinci kez gelecek, tövbe etmeyenleri
yargılayacak. O’nun gelişine hazırlanmamız
gerekir.” Yolculardan biri öfkeyle ayağa
kalkarak, “Efendi, burası kilise değil;
kamu taşıt aracı!” der. Gençlerden biri
ona çıkışır: “Beyefendi, konuşmamıza niçin
engel oluyorsunuz? Biz sizden bir şey
sorduk mu?” Adam büsbütün sinirlenerek
onlara, “Aklınızı başınıza toplayın, bu
adam sizi zehirliyor” der. Gençler, “Ne
münasebet efendim, düşünmeye kafamız yok
mu?” diye sorar. “Siz de duyuyorsunuz,
adam apaçık Türkçe konuşuyor.” Şikâyetçi,
o anda var gücüyle, “Polis!” diye bağırır.
İşin garibi, tramvay o sırada bir polis
karakolunun tam önünden geçmekte. Adam
tramvayı durdurarak, yaka paça Vahram’ı
karakola sürükler: “Bu bey tramvayda ilahi
söylüyor.” Gençlerden biri kendi isteğiyle
karakola gelmiş. Adam öfkeyle ona çıkışır,
kimliğini sorar: “Sen böyle birisine niçin
yanlılık ediyorsun?” Polis işe el koyunca,
ilkin adamı bir odaya alarak onu dinler.
Dışarıda kalan Vahram imanla, içtenlikle
dua eder. Adam odadan çıkınca Vahram bu
yaşlı beyin elini öperek, “Sizi gereğinden
çok öfkelendirdiğim için beni af edin,
beyefendi” der “İşim insanları kışkırtmak
değil!” O bu davranışa anlam verememenin
şaşkınlığında. Polis Vahram’ı içeriye
çağırır. Üç polis memuru soruşturmada.
Tam o sırada kapı açılır, yaşlı adam belirir:
“Onu zar zor buraya sürüklediğime çok
üzgünüm; davacı değilim. Lütfen ona bir
şey etmeyin!”
Komiser
gelişimi Vahram’dan sorunca, o başlar
anlatmaya: “Komiser bey, günahlı bir yaşam
sürdüm. Bir gece rüyamda Tanrı bana cehennemin
dehşetini açıkladı. Günlerce hasta düştüm,
yemek ne yiyemedim. Bu çarpıcı deneyim
beni tövbeye ve Mesih’e imana götürdü.
İsa tüm günahımı arıttı, beni kurtardı,
yepyeni yaşam verdi. Cehennemden kurtulmanın
sürekli sevincindeyim şimdi. Bu gönenci
ne para, ne zevk, ne safa verebilir. Ademoğulları
günah köleliğinde bocalarken susalım mı?
Herkesin tövbe ederek Mesih’e iman etmesi
Tanrı buyruğudur.”
Komiser,
“Sen bizim yetkimizi biliyor musun?” der.
“Tramvaylarda ilahi söylemek, insanlardan
İsa’ya inanmalarını istemek izin verilen
işlerden değil.” Vahram, “Efendim” der,
“İsa Mesih yeniden gelecek, iblisi ateş
gölüne atacak. İblis birçok günahlıyı
da beraberinde sürükleyecek. Bilinen düşmanların
en korkuncudur o. Kadına erkeğe iblisin
egemenliğinden sıyrılmayı söylemek yersiz
sayılabilir mi?” Komiser, “Günahın kötü
bir eylem olduğunu kim bilmez?” der. “Sen
hoca değil, papaz değil, rabbi değilsin.
Kim oluyorsun da kamu taşıt aracında İsa’yı
övüyorsun?” O yanıtlar: “İsa’nın yaşamımda
sonuçladığı kayranın etkisidir bana bunu
yaptıran. Aslında söyleyen O’dur.” Polislerden
biri hangi fakülteden çıktığını sorunca
o, “Ne fakültesi polis bey!” der, “Ben
okula gittiğimi bile anımsamıyorum.” Bunun
üzerine polis, “Şaşılacak şey” diye mırıldanır,
“Okula ne gitmeden böylesi vaazı nasıl
verebiliyorsun?”
Komiser,
“Mesih yaşamımı değiştirdi, diyorsun”
der, “Bize şunu biraz açıklasana!” O başlar
anlatmaya: “Bağdaki ağaç ekşi, tatsız
üzüm veriyorsa, bağ sahibi onu budar,
çevresini eşer, gübreler, sular, her gerekeni
yapar. Ama ağaç hep o ağaç. En sonunda
tatlı ürün veren ağaçtan bir dal keserek
yararsız ağaca aşı yapınca ağaç tatlı,
iç açıcı ürün yetiştirmeye başlar. İşte
o tatsız ürün getiren ağaç bendim. İsa
Mesih yaşamıma kurtulmalık kanıyla gerekli
aşıyı yapınca başka bir insan oldum. Kişisel
çabalarımın hiçbiri sonuç getiremiyordu.
Mesih’in kendi kayrasıyla aşıladığı günahlı
kurtulur, arınmış paklanmış bir insan
olur.” Komiser sorar: “Başka aşı tutmuyor
mu ki!” Vahram, “Tıpkı dediğiniz gibidir”
der..
Konuşma
dostluk havasına dönüşür: “Söyle bakalım,
buradan nereye gideceksin?” Vahram: “Bir
dua toplantısına oradan da Rab izin verirse
evime.” Komiser, “Bu işi büyütmek istemiyorum”
der. “Seni mahkemeye gönderirsem uğraşır
durursun. Mademki seni buraya getiren
davacı olmaktan vazgeçti, gidebilirsin.
Yalnız sokaklarda, caddelerde, tramvaylarda
vaaz vermeye kalkma.” Kimliğini geri vererek
onunla vedalaşır. Bu aydın devlet memuru
laiklik ilkesine kesin bağlılığını böylece
gösterir.
14. SAĞLIĞA KAVUŞANLAR
Bir evdeler.
Kutsal Ruh’un huzuru herkesçe duyulmakta.
Bir inanlı yanı sıra bir hoca getirerek
içeri girer. Son günlerde kurtulanlar
coşkuyla, sevinçle ruhsal tanıklığını
paylaşıyor. Hocanın kesinlikle etkilendiği
ifadesinden belli. Toplantıdan sonra Vahram’a
yaklaşıyor: “Bu yerde bambaşka bir güç
bulunduğuna hiç kuşkum yok. Evde hasta
bir kızım var. Evime gelip onun üstüne
elini koyup dua eder misin lütfen? İyi
olacağına imanım var.” Ardından ona adresini
veriyor. Evi bir caminin bitişiğinde.
Olayı Vahram’dan dinleyelim: “Verilen
adrese vardığımda, derin içtenlikle, yüksek
sesle dua ettim. Sonra, İsa’nın beni nasıl
kurtardığıyla ilgili ruhsal tanıklığımı
anlattım ve ayrıldım. Kız gerçekten sağlığa
kavuştu. Hoca haberi yedi mahalleye yaydı,
başka hocalara açıkladı; İsa Mesih adıyla
dua yapıldığında kızının sağaldığını bildirdi.
Başka bir gün yine toplantıya katıldı,
kızının duayla iyi edildiğini anlattı.
Daha sonra bu kız kurtarıcı Mesih’e iman
etti.”
Bir kardeş
hastaydı. Gelip kendisi için dua etsin
diye Vahram’a haber saldı. O hemen gitmeye
serbest bırakılmadı; Kutsal Ruh’tan. Bir
süre dua ettikten sonra oraya ulaştı.
Adam karısına, “Bir kapta yağ getir de
Vahram birader beni meshederek dua etsin”
dedi. O şu parçayı okudu: “İmanla
sunulan dua hastayı kurtaracak ve Rab
onu ayağa kaldıracak. Eğer günah işlemişse
bağışlanacaktır” (Yakup 5:15). Buyrulduğu
gibi, bu adam günahlarını açık açık bildirdi;
teşekkür sözleri yükselterek dua etti,
o anda sağlığa kavuştu.
Genç bir
hemşire vereme yakalanmış, ölümle pençeleşmekte.
Yüksek ateş etkisiyle titriyor sayıklıyor.
Vahram ziyarete gidince, hısım akraba
bir araya gelmiş, yatağın çevresinde dua
ediyor. Dualar son bulunca, gözle görülmeyen
bir çekiş Vahram’ı kızın yatağı başına
yöneltiyor. Elini kızın başına koyarak
Yüce Hekim’e yakarıyor. O gece Rab İsa
bir görmeyle kıza açıklanıyor: “Araksi,
seni iyi ettim.” Ve kız veremden kurtuluyor
sağlık buluyor. Ertesi gün doktor yeniden
eve gelince kızı tanıyamıyor, “Veremle
boğuşan kız nerede?” diye soruyor. Araksi,
“Benim” diye söze başlayarak sevindirici
gelişime tanıklık ediyor. Doktor, “Mesih’in
gücü böylesi yüce!” demekten kendisini
alamıyor. Araksi daha sonra evlenerek
üç oğula anne oluyor.
İnanlı genç
bir kadının çocuğu oluyor. Hastaneden
eve dönünce ansızın sesini yitiriyor,
hiç konuşamıyor. Ne yiyebiliyor, ne içebiliyor.
Doğallıkla yavrusunu da emziremiyor. Kaynanası
Vahram’a haber salıyor. Eve vardığında
Matta bölüm sekizde İsa’nın bir sıra mucizesini
okuyor; dua ediyor; ardından kadına dua
etmesini öneriyor. O diz çöküyor, Matta
6’dan Mesih’in öğrencilerine öğrettiği
duayı yineliyor Daha sonra üç kez “Sevgili
kurtarıcım” diyor. Ve ilginç bir gelişim
oluyor: Dirilmiş Rab İsa Mesih’i gördüğünü,
kendisini karanlık bir gücün etkisinden
kurtardığını, bu kötü varlığın onu yemek
yiyemez, su içemez duruma düşürdüğünü
yüreğini boşaltarak anlatıyor. Vahram
ayrılırken kız sevinçten sanki uçuyor.
Rabbi’nin
kendisine nasıl sağlık verdiğini her vakit
ruhsal tanıklığının içine alan, hastalığa
yakalananlar için duadan beri durmayan
Vahram, beden şifasına gereğinden çok
önem vermekten daima kaçındı. Ne denli
iyi edilse, bedenin sonunda ölüp gömüleceğini,
öte yandan canın ölümsüz, sonsuz olduğunu
vurgulayarak tüm dikkati ruhun kurtuluşuna,
Tanrı’yla barışmasına yöneltti.
15. YENİ BİR SAYFA AÇILIYOR
Vahram’ın
sınır bilmeyen uğraşları Kitab-ı Mukaddes
Şirketi’yle ilişkisini çelişkiye düşürür.
Her yerde kesinlikle uygulanan yöntem
uyarınca, kitap satanlar yalnız bununla
ilgilenmeli, insanlarla geniş çapta konuşmaya,
vaazlar vermeye koyulmamalı. Şirket müdürü,
bunu ona yeniden anımsatınca, o kesin
bir karar vermenin vakti geldiğini anlar.
Kendisini ruhsal tanıklığa, vaazlar vermeye,
insanları kurtuluş doğrultusunda yüreklendirmeye
Kutsal Ruh atamış. Nasıl ‘Hayır!’ diyebilir
böyle bir atamaya? Çaba ve uğraştan ödün
vermesi akla getirilmemeli. Yedi yıldır
sürdürülen, çok sayıda kitap satılarak
ilerleyen hizmeti artık son bulacak. Müdür
derin acıyla Vahram’ın istifasını kabul
eder. 1937 yılının sonlarında bu işi bırakınca,
aldığı küçük bir maaştan da yoksun kalır.
Ama güvenci şirketlerde değil, onu aç
bırakmayan, Elia peygamberi kargaların
yardımıyla doyuran göksel Babası’nda.
Kitab-ı
Mukaddes Şirketi müdürü Lyman Mac Callum
böyle çalışkan bir işçinin ayrılışına
çok üzgün. Kendi cebinden Vahram’a belirli
bir para vermeyi sürdürür. Tüm iyiliklerin
kaynağı Tanrı onun gereksinimlerini karşılamakta
savsaklamaz gevşemez. Onu destekleyenlerden
biri de tuğlacı Hovannes Cevheryan. Ne
zaman kendisine bir giysi diktirse, üst
giysi ya da ayakkabı alsa, Vahram’a da
aynısını sağlar. Ne denir Süleyman’ın
Özdeyişleri’nde? “Eliaçık kişi bollukla donatılacak, Sulayansa sulanacak” (11:25).
1943’de
bütün azınlıkların başına geldiği gibi
Hovannes Cevheryan’ın da çok kabarık bir
vergi borcu var: Varlık vergisi. Belki
kendisine yardım edebilir düşüncesiyle
Davit Giray’a koşar. Onun da bu ağır vergi
borcu altında ezildiğini öğrenince ikisi
bir arada duaya başlar. Onlar duadayken
Vahram girer içeriye. “Hovannes birader
hiç merak etme” der, “Dün bu vakitte dua
ediyordum ki, Rab senin bu vergi borcu
altından kalkacağını bana bildirdi.” İlerideki
gelişim gerçekten bunu doğrular. Rab sadık
inanlısına asılsız bilgi vermez.
Vahram’ın
görmelerini kardeşlere açıklaması nicelere
sevinç ve ferahlık getirmekte. Özellikle
çetin görgülerle karşılaşan kardeş ve
kız kardeşlere Rab’ten Vahram’ın daima
bir güvenlik açıklaması var. Onlar duayla
birbirini desteklemeyi öğrenmiş. İsa Mesih
bağlıları çeşitli güçlükler altında bocalarken
bile daima gönençtedir.
Kutsal Kitap
Şirketi’yle ilişkinin kesilmesi Vahram’ı
aynı kitapları satmaktan alıkoymaz. Kendi
hesabına aldığı tenzilatlı kitapları yine
eskisi gibi satmayı sürdürür, dilediği
gibi ruhsal tanıklıkta bulunur, toplantılara
katılmaktan hiç beri durmaz. Giderek genişleyen
toplantılar yeni bir yerin bulunmasını
gerektirir. Başlarlar duaya. Haliç’in
Hasköy tepelerinde kullanılmayan bir Protestan
kilisesi var. Tüm anlamıyla terk edilmiş
bir yer. Aileler bu dolaylardan ayrılmış;
ne vaiz kalmış, ne de bir sorumlu! Vahram
bu yerin anahtarını elde ediyor, dileklere
yanıt niteliğinde Tanrı’nın sağlayışıyla
burada düzenli toplantılar başlıyor. Kiliselerin
kapılarını yüzüne kapattıkları bir dönemde
Rabbi ona kapalı bir kilise kapısını açma
gönencini sağlıyor. İkinci Cihan Savaşı
yıllarında kentin önemli dua merkezleri
arasında önem kazanıyor bu yer. Hem de
katılanlar uzun yollar yürüyerek geliyor.
Pazar sabahları
Üsküdar’da başka bir toplantıyı yönetiyor.
Buradaki konuşmaları pek çok kişiye bilinmedik
kutluluklar getiriyor. Asya kıyısında
evleri ziyaret ederek kişileri Tanrı Sözü’nden
yüreklendirmek sönmeyen kovalayışı. Maltepe’de
çok sevdiği bir Müslüman ailesi var. Vapurla,
sonra trenle, daha sonra da yarım saatlik
yol yürüyerek gidebiliyor bu eve. Bir
akşam ziyaret çok uzuyor, çevreyi karanlık
basmış. Evin bayanı bir fener sunuyor;
eşi Hasan bey, “Merak etme kadın!” diyor.
“Onun işi Tanrı’yla. Rabbi yolunu aydınlatmış,
karanlığı bile saymaz o!”
Kentin her
yanına yayılan toplantıların ağırlık merkezi
Gedikpaşa’da. Toplantı sırasında havalar
sıcaksa kapı pencere açılır. Bazı komşular
bundan hoşlanmaz; çünkü içerden gelen
eleştiri sözleri, ruhsal tanıklıklar,
ilahiler her yana ulaşmakta. Bazı kez
inanlılara dayak atıldığı da oluyor. Kutsal
Ruh’tan gelen ruhsal tanıklık giderek
gelişmekte. İntibahın mutlu özelliklerinden
biri de, Kutsal Ruh’ça başlayan canlanış
alevi birçok yere yayılmakta.. Belirli
durumlarda tüm bir ailenin hep birlikte
Kurtarıcı’nın kayrasına sığındığı duyulan
sonuçlardan.
16. YENİDEN ASKERLİK VE PAPAZIN
BAŞI YİNE DERTTE
1941 yılında
savaş tüm kudurganlığını sürdürmekte.
Azınlıklardan yirmi sınıf amele taburları
olarak askere alınmış. Vahram’la Aram
aynı yere sevk ediliyor. Kuri Kemeri denen
bu yerde 500-600 kişi yol inşaatıyla uğraşıyor.
Sabahtan akşama dek kazıyorlar, kürek
sallıyorlar. Çoğunluk Vahram’ı tanımıyor.
Tanrı’ya bağlılığını, dua ettiğini herkesi
yüreklendirdiğini görenler onu ‘Papaz’
diye adlandırıyor. Onun zayıf beden yapısını
bilen Aram komutana yaklaşıyor, olanağı
varsa Vahram’a daha kolay bir iş verilmesini
diliyor. Komutan anlayışla davranarak
onu hafif bir işe ayırıyor.
Bazı askerler
disiplinsizlik nedeniyle eski bir hamama
tıkılıyor. Tuhaf görünüm, ama Vahram’la
Aram da kendi istekleriyle onların arasına
katılıyor. Cezaları üç gün hapis! Eski
bir hamama kapatılan ne yapar? Herkes
bildiği öyküyü anlatıyor. Çoğu kaba anlatılarda,
kadınlarla ilgili çeşitli deneyimlerde
odaklanıyor. Aram Kutsal Kitap’tan Yusuf’un
öyküsünü anlatıyor. Vahram da Eski Antlaşma’da
Hakimler’den Şimşon’un acı deneyimlerini
gündeme getiriyor. Meğer subay dışarıdan
dinlemekteymiş. Kapıyı açarak içeri giriyor.
“Vahram! Ben seni aklı başında biri sanıyordum”
diyor. “Oysa sen büyük bir salonun direklerini
sallayarak tüm binayı tepetaklak eden
hayal ürünü birinden söz ediyorsun. Tuhaf
iş!”
O, “Komutanım,
olayı ben icat etmedim, Kitap’ta yazılıdır”
deyince, komutanın ilgisi artıyor, olayı
tüm inceliğiyle öğrenmek istiyor. Bunun
sonucunda Vahram’a her Pazar bir toplantı
yönetmesi için izin veriyor. O bu tür
gelişimlerin gerisinde her zaman Rabbi’nin
duruma egemen olduğunu, çeşitli sorunlara
el koyduğunu görüyor. Askerlik dönemi
bu tür deneyimlerle dolu..
Askerlik
yapanlar arasında kuşkusuz bazı ipsizler
de var. Bunlar tanrısayarlığa katlanamıyor.
“Gelin Vahram’a kıyak bir dolap çevirelim”
diyerek toriğini çalıştırıyor. Bir kenara
çekilerek rakı âlemi yapıyorlar gizlice.
Vahram’ı da çağırıyorlar. O rakı içmeyi
kabul etmiyor, ama aralarına katılarak
Kutsal Kitap’tan okuyacağını bildiriyor.
Günahlı yürekleri eriyecek sıradan değil!
Dört kişi yerinden fırlıyor, Vahram’ı
yakaladıkları gibi ağzına zorla rakı akıtıyorlar.
Çok çetin bir görgü. Aralarından ayrılırken
şeytanın acımazlığını düşünerek, onun
pençesinde bocalayan günahlı insanlara
daha da derin acı duyuyor. Kuşkusuz, iblisin
gerçeğe karşı başvurduğu silahlardan biri
de bu. Olayı subaya haber vermediğini
görenlerden bazısı, “Korkağın birisin!”
diyerek alayı sürdürüyor. Tanrı’nın Sözü
yayılırken bazı durumlarda alay tepkisi
gösterildiği çok gerilere gider (bkz.
Habercilerin İşleri 17:32). Yalnız
o önceki tiye alma daha hafifti.
Askerlerden
biri ona sövgü sözleri söyletmeyi kafaya
takar. Doğallıkla o, “Olamaz!” der. Ereğine
kavuşamayan belalı onun kafasına bir yumruk
indirir, burun kanaması olur. O yine subaya
koşmaz, kin tutmaz. Mesih’in yaşamı ona
geçmiş. Başka bir kezinde tepeden tırnağa
bulaşık su dökerler üstüne. O, “Hamdolsun,
ya Rab!” diye Tanrı’yı yüceltir. Bundan
sonra, “Hamdolsun, ya Rab!” sesi duyulunca
çevredekiler, “Yine papazın başı dertte!”
demeye alışır. Sonunda bu çetin askerlik
dönemi de kapanır. Geride bıraktığı tanıklıklar
bol.. Onu sağ salim ocağına getirdiği
için Rabbi’ne hamdeden kardeşler ve kız
kardeşler sevinçte.. İnanlılar Tanrı bağlılığında
gevşememiş, toplantıları bırakmamış. Sürekli
vaaz eden biri olmamakla birlikte, Tanrı
bağlılığında bir aile oluşturan kadın
erkek dikkati duaya çevirmiş. Askerlikte
onu koruyan ve kullanan Tanrı o duaları
yanıtsız bırakmamış.
17. YENİ BAŞTAN HABER’İ YAYMAKTA
Ev toplantıları
yepyeni hız ve ilgi toplar. Önceleri olduğu
gibi pek çok kişi bunlara katılır. Murat
Güreğyan gözü görmez bir genç. Ruhsal
tanıklığını şöyle anlatır: “Evde oturmaktan
canım sıkıldı, denize doğru yürümeye başladım.
Hiç tanımadığım bir bayan yaklaştı, benimle
konuşmaya koyuldu. Az sonra, bir evde
yapılan dua toplantısına katılmayı istemez
miyim, diye bir soru sordu. Sonradan adının
Aznif hemşire olduğunu öğrendiğim bu kadını
izledim. Nasıl olsa yapılacak bir işim
yoktu. Tramvaya atladık, beni taa Ortaköy’e
götürdü. Çok saygılı bir bey kurtarıcı
İsa’nın sevgisini anlatmakta, O’nun göklerden
beni kurtarmaya geldiğini belirtmekteydi.
O gün günahlılığımı anlayarak tövbe ettim,
Rab İsa Mesih’e imanla yeniden doğdum.
Adının Vahram olduğunu öğrendiğim bu beyin
konuşması, kemanını çalması, canlı ilahileri
canımı sevinç dalgalarıyla coşturdu. Yıl
1947’ydi.” Murat benzeri ilk katıldıkları
toplantıda tövbe edenlerin sayısı az değil!
Yeni yeni
insanlar toplantılara katılıyor, içtenlikle
Tanrı Sözü’nü dinliyor, birçoğu ruhsal
canlılık buluyor. Önceki gibi, ayakta
durulacak yer yok. Çokça Vahram vaaz etmekte.
Bazı kez de Haralambos Bostancıoğlu’nun
‘Mesih’in İkinci Gelişi’ kitabından okumakta.
Kadın erkek gözyaşlarıyla dinliyor, tövbenin
ne biçimde olacağını sorarak aydınlanıyor,
tanrısal kayrayı yaşamına kabul ediyor.
Günahtan kurtuluş bulanlara Vahram kutsallığın
gereğini, Kutsal Kitap’ı okumayı, dua
etmeyi, günahlıları Rab’be çekmeyi öğütlüyor.
Onun yüreği
kurtuluş bulmayanlar için öylesi yüklü
ve ilgili ki, kişilerin böyle bir çekişten
sıyrılabilmesi güç. Çoğu kez Kutsal Ruh
onun aklını bir kişiye çeviriyor, o can
kurtuluş buluncaya dek oruç tutarak dua
etmesini buyuruyor. İman etmişken yeni
yaşamda gelişmemiş, ruhsallıkta zayıf
kalmışlar için onları mesh ederek dua
ediyor. Yedikule Ermeni hastanesinde yaşlılar
bölümünü sürekli ziyaret etmekte, sevgiyle
ilgiyle yaşamı sönmek üzere olanlara yaklaşarak
Tanrı’nın kurtarış yöntemini en basit
dille anlatmakta, bu insanları tanrısal
barışın ve esenliğin sevincine getirmekte.
Bazıları kişisel, dinsel iyilik ve erdemlerini
konu ettiklerinde onlara bir soru yöneltiyor:
“Yetmiş, seksen, doksan yıl hiç günahsız
bir yaşam yaşamayı başarabildin mi?” Vahram
Ortadoğu ülkelerine gittikten sonra birçok
yaşlı bir araya gelir, onun üstelemesiyle
nasıl Mesih inanlısı olduklarıni sevinçle
birbirine anlatır. Cenneti zenginleştirenlerdendir
bu mübeşşir.
Müslümanlar
üzerindeki etkisi neydi? En başta derin
sevgi ve saygı. Herhangi bir Müslüman’la
konuşmaya başlayınca ruhsal tanıklığını
anlatır, günahlı biriyken, varlığının
derininde doğrulukla donatılmayı ararken,
İsa Mesih’in nasıl çarmıhta asılı olarak
ona açıklandığını, günahlarını arıttığını,
onu cehennemden kapıp cennete ilettiğini
coşkuyla söyler, sonra da, Mesih’çe sağlanan
kurtuluşun tekliğindeki özelliğe değinir.
Bir kezinde
gerekli bir yoklama için Gureba hastanesine
gider. Sekiz doktor ve asistanla karşılaşır.
Hepsine Mesih’in kendisini günahtan arıttığını,
sağlığa kavuşturduğunu anlatır. Doktorlardan
biri bu olayın tarihsel kanıtını öğrenmekle
ilgilenir. Başka biri Vahram’a sıra vermeden;
“Evet, İsa şifa verendir” der. Böylece
verimli bir tanıklığa kapı açılır. Karşılaştığı
her fırsatı değerlendirmekten geri kalmayan
bir Mesih tanığı..
Türkiye’de yaşlanarak Mesih’e
ayrılan James K. Lyman, “Vahram’ın yaşamında
en üstün özellik, İsa Mesih’e su götürür
yeri olmayan bağlılıktır” dedikten sonra
şunu eklerdi: “Vahram bana sonu gelmeyen
gerçekleri öğretti, birçok konuda beni
aydınlattı. İnsanlar ya ona koşardı –ki
bu kurtarıcı Mesih’e koşmaları demekti–
ya da ondan kaçardı. Buysa onların Mesih’ten,
yeni yaşamdan kaçtığını simgelerdi; Yeni
Antlaşma’da belirtildiği gibi: “Çünkü gerçekten, kurtulanlar arasında da mahvolanlar arasında
da Mesih’in güzel kokusunu Tanrı’ya saçanlar
bizleriz. Mahvolanlara ölümün öldürücü
kokusu, kurtulanlara yaşamın yaşatıcı
kokusu. Böylesi bir yükümlülüğe kim yeterlidir?”
(II.Korintoslular 2:15,16).
18. YANLIŞ YORUMLANAN KOŞMACA
Böyle bir
yaşamda birçok güldürücü olaya rastlamak
doğaldır elbette. Vahram bir cemiyette
oldukça kabarık bir topluluğa konuşmakta.
Bazısı söylenenlerden hoşnut, başkalarıysa
değil! İri yarı, güçlü kuvvetli biri yerinden
kalkıyor, oturduğu sandalyeyle birlikte
onu toparlayıp sokağa götürüyor, oracıkta
bırakıyor. Bazıları kahkahadan kırılıyor,
bazılarıysa derininde sıkılıyor.
Kınalıada’da
bir toplantıya katılmış. Daha önce tövbe
etmiş bir kadın da oraya geliyor. Kocası
küplere binmiş. Karısına, “Bu tür yerlere
kesinlikle gitmeyeceksin!” diye kesin
uyarıda bulunmuş. Ama o ruhsal değerlere
öylesi acıkmış ki, her ne pahasına olursa
olsun gitmeyi kararlaştırmış. Toplantının
bitişinde vapura sadece birkaç dakika
var. Vahram ivedilikle, “Hoşça kalın”
diyerek iskeleye doğru hızla koşuyor.
Meğer kadının kocası dışarıda pusu kurmuş.
Onun kapıdan çıktığını görünce ardına
düşüyor. Vahram koşuyor o koşuyor; ama
yetişemiyor. Ah onu bir yakalayabilse!
Öyle temiz bir patak çekecek ki; nereden
geldiğini bilemeyecek. Vahram’ın bu kovalayıştan
haberi bile yok; sadece vapura yetişebilmek
için var gücüyle koşuyor. Sonunda zar
zor vapura atlıyor, vapur kalkıyor. Adam
onu yakalayamamaya karşın böylesi korkuttuğunu
düşünerek kendini avutuyor; derin zevkle
başarısını herkese yayıyor: “Onu öyle
bir koşturdum ki, dört yanı deniz kesilmişken,
kendisini güçlükle vapura fırlatabildi.
Talihi yaver gitmeseydi dayaktan sırılsıklam
edecektim zavallıyı!” Olayın içyüzünü
çok iyi bilen kadınlar kıs kıs gülmekten
kendini alamaz. Vahram gelişimi duyunca,
onu kötülükten kurtardığı için Rabbi’ne
hamdeder, kendisini pataklamaya koşanın
kurtulması için dilek yükseltir.
Adalara,
Boğaz’a, Üsküdar’a, Kadıköy’e vapur yolculukları
Tanrı’nın müjdesini yaymaya çok elverişli
birer fırsat.. Çoğu kez tek kişiyle açılan
konuşma yavaş yavaş başkalarını da içine
çeker, neredeyse bir genel toplantı oluşur.
Önceki gibi sürdürülen kitap satışları
birçok dostluk konuşmasına giriş görevi
yapar, Kutsal Söz yayılmakta, hem de kesesine
ufak bir gelir sağlanmakta. Tepki çeşit
çeşit, Kutsal Kitap satın alanlar, ilgilenenler,
direnenler, eğlenenler, vb.
Adalardan
birinde vapur beklemekteyken gözü varlıklı
bir Rum’la eşine takılır. Kısa bir duadan
sonra bu çifte yaklaşır, Rumca bir İncil
parçası sunar. İlgilenmezler. Beş dakika
geçer, bu kez de Süleyman’ın Özdeyişleri’ni
sunar. Kadın şöyle bir göz gezdirince
ilgilenir; karşılığını ödeyip satın alır.
Vahram bir kenara çekilip dua ettikten
sonra yeniden o çifte yaklaşır, bu kez
tüm İncil’i satar. Kendisiyle yolculuk
eden bir arkadaşı, “Halinden memnun bu
varlıklı insanların ilgisizliğini nasıl
alt edebildin?” yolunda bir soru sorar.
O, “Kendisine yakardığım Tanrı’nın gücü!”
der. İnsanlara yaklaşmadan önce Tanrı’ya
yaklaşmak her durumda onun başvurduğu
yöntemdir.
Kutsal Kitap
satışı en azından bireyleri düşündürür.
Bazıların pazarlığa kalkıştığı da olur.
Ama Şirket’çe kararlaştırılan fiyatın
altında indirim yapabilmenin olanaksızlığı
karşısında güler yüzle bundan daha ucuz
bir fiyat düşünülemeyeceğini vurgular.
Bu satışların açığının inanlıların cebinden
karşılandığını da sözlerine eklemekten
geri durmaz. Genellikle hem alıcının gönlünü
kazanır, hem de Tanrı Sözü’nün okunması
için isteklendirmede bulunur.
Vahram’ın
elinde keman, Artaki’nin ağzında armonika,
bir açıklıkta hem müzik çalarak ilahi
söylüyorlar, hem de Tanrı’nın müjdesini
duyuruyorlar. Kalabalığa bir polis memuru
katılıyor, gelişimi izliyor. Az sonra
herkes ayrılıyor. Bunca kişiye Tanrı bildirisini
iletmek Tanrı’nın açtığı güzel bir kapı.
Polis memuru Vahram’ı tanıyor, nerede
kaldığını da biliyor. Aradan kısa bir
süre geçince kapı çalınıyor. Aynı polis
biraderleri karakola çağırıyor. “Komiserim!”
diyor. “Bu insanlar halkı başlarına toplamış
İsa’yla Musa’ya ilişkin vaazlar veriyor.”
Komiser çok ciddi tutumla, “Öyle bomboş
gezerek İsa’yla Musa’ya ilişkin konuşacak
yerde para getiren bir işe verin kendinizi!”
diyor. “Para yokluğunda Musa’nın, İsa’nın
yararı ne olabilir?”
Vahram,
“Komiser Bey!” diye söze başlıyor, “Para
iyi şey ama hiç kimseyi sonsuza ulaştıramaz.
Yaydığımız müjdeye gelince, iman eden
kadını erkeği sonsuzun parlaklığına götürür.”
Bu sözler komiseri yatıştıramaz. “Bunlar
kafadan kontak!” der ve şöyle devam eder:
“Bakın, ülkede yasalar var. Hakkınızda
ne gerekiyorsa onu yapacağız.” Onları
suçlamasız savcılığa göndermek istemediğinden,
rafta duran anayasa kitabına uzanıyor,
dikkatle inceliyor. Tüm kitabı elercesine
araştırıyor. Tuhaf şey, olacak gibi değil!
Bu türden uğraşların suç olduğuna hiç
bir yerde rastlayamıyor: “Musa ile İsa
hakkında bir yasa yok, onları neyle suçlayarak
savcılığa göndereyim?” sözleriyle ikisini
de serbest bırakıyor. Laiklik ilkesini
anlayan ve bu uygulamayı kovalayan bir
komiserin önüne getirilmeleri de Rab’bin
tasarısı..
Adam onlara
para getiren bir işe verilmeyi öneriyordu.
Gerçekten Vahram parasız biriydi. Kız
kardeşinin evinde yaşardı; kardeşler,
kız kardeşler çokça kendisini yemeğe alıkoyardı.
Çoğu kez cebinde tramvaya atlayacak para
bile bulunmadığından, toplantılara yaya
giderdi. Kaldığı ev Topkapı’daydı. Yaz
vaktiydi. Gedikpaşa’da bir dua toplantısına
katılması gerekiyordu. On kuruş olan tramvay
biletine yetecek parası yoktu; yürümeliydi.
Dua ederek yürüdü; bir saat sonra o eve
ulaştı. Otuz kişi kendisini beklemekteydi.
Çok canlı, içtenlikli bir toplantıdan
sonra herkes ayrılırken yaşlı bir hemşire
onun elini sıktı, biraz bozuk para sıkıştırdı.
Bununla tramvaya atlayıp Topkapı’ya bol bol gidebilecekti.
Başka bir
gün Gedikpaşa’da çok sevindirici bir toplantı
oluyordu. Mevsim kış, hava soğuktu. Son
tramvay 00:50’deydi. Toplantı uzadıkça
uzadı. Tramvay kaçmıştı. Yaşlı bir hemşirenin
kapısını çalarak yatılacak bir yeri var
mı diye sordu. Kadının fazla yatağı yoktu.
Başka bir kapıyı çaldı. Bu kadın, “Kocamla
yatmak istersen ben yerde yatabilirim!”
sözleriyle onu içeri aldı.
19. İMANLA DOĞRULUĞA KAVUŞMA
GÖNENCİ
Bir kadın
sekiz yıldır Rab’bi aramakta. Öylesi içtenlikli
bir arayışta ki, tüm geceyi kiliselerde
geçiriyor, mumlar yakıyor tozla kaplı
çatı altında yatıyor, sabahlara dek dua
dilek yakarıyor, yine de kovaladığı esenliği
bulamıyor. Tanrısı’yla barışa kavuştuğunu,
sonsuz yaşam güvenliğine girdiğini hiçbir
yolla bilemiyor. Bir gün yolda yürürken
sırtında bir küfe kömür taşıyan bir hamal
görüyor. Adam ruhsal içerikli bir ilahi
mırıldanıyor. O ağır yük altında yol aşmaya
çalışan hamalın Mesih bağlısı olabileceğini
düşünüyor. Belki de bana Tanrı yolunu
açıklayabilir umuduyla, “Yükünü bıraktıktan
sonra evime gelebilir misin?” diyor.
Emekçi insan
eve varınca kadın, “İnsanı cennete götüren
yolu biliyor musun?” diye soruyor. Hamal
ona azizler gibi olmak gerektiğini anlatıyor.
Bu aşamaya çıkabilmek için de kiliseye
gitmeli, yüzüstü yere serilmeli, bol sadaka
vermeli, oruç tutmalı, hep dua etmeli,
kötülükten sakınmalı. Kadın, “Bunlara
benzer işleri sekiz yıldır yapmaktayım,
yine de cennete gidebileceğimi sanmıyorum”
diyor. “Onların yerine sana gereken iyiliği
sunayım!” Bu sözleri söyleyerek hamalın
saçlarını, tırnaklarını kesiyor, sakalını
traş ediyor, bitle dolu gömleğini ateşe
atarak yepyeni bir gömlek veriyor, eline
para sıkıştırıp onu en yakın hamama salıyor.
Tüm bu hayır işlerinin ardından canına
aradığı esenliğin geleceğini umuyor. Düş
kırıklığı bir kez daha sırıtıyor; umutları
yeşerecek yerde sert bir kış rüzgârı esercesine
soğukluk iliklerinde duyduğu ruhsal bir
titreme gibi onu eziyor.
Azizlerin
yaşam öykülerini okumaya başlıyor: “Tümü
güzel, sürükleyici, çarpıcı ama bana nasıl
bir pay gelebilir bunlardan?” Bir gün
kız kardeşini görmeye gidiyor. O sevinçli
bir haberi verircesine, “Çok ilginç biriyle
tanıştım” diyor. “Şu anda yaşayan bir
aziz. Onu senin evine getireyim mi?” Kadın
merağından çatlayacakmışçasına, “Aman,
ilk fırsatta onu bulup bana getir!” diye
içtenlikli dileğini açıklıyor. Kız kardeş
Vahram’ı görünce, “Hemen ablama gitmemiz
gerekiyor” diyerek önünde ivedi bir sorun
bulunduğunu ona bildiriyor. O bu tür çağrılarla
daha önce nicelerin yardımına yetişmiş.
Vahram eve varınca
ilk sorusu şu: “Günahın var mı?” Kadın, “Tam derdime
değdin” diyerek içini dökmeye başlıyor:
“Günahım hem çok, hem de ağırlığı altında
eziliyorum; nasıl özgür edileceğimi bilemiyorum.
Yapmadığım iyilik kalmadı.” Vahram güzel
sesiyle bir çağrı ilahisi söylüyor; ardından
da, Tanrı’nın sevgi olduğunu, Oğlu İsa
Mesih aracılığıyla günahlıya kurtuluş
sunduğunu açıklıkla anlatıyor. Kadın sanki
yeni dünyalar bulmuş birisi gibi, “Anlıyorum,
anlıyorum!” diye sevinç sesleri yükseltiyor:
“Şu anda kurtaran Mesih’e iman ediyorum,
sunduğu affa ve esenliğe sarılıyorum.”
Yıllardır gökte aradığını yerde buluyor,
kurtuluş gönencine o da kavuşuyor. “Kabul ettiğim zaman seni işittim,kurtuluş gününde sana yardım ettim” (II.Korintoslular 6:2).
Bu adam
salt günahlıları Tanrı kayrasına getirmeyi
kovalayan biri değil. Bir vakitler iman
etmişken iman doğrultusundan kayanları,
yeniden günaha, maddesel dünya sevgisine
katılanları Rab’be geri yöneltmek özlemiyle
çalkalanan bir Tanrı işçisi. İmanı bağlılığı
soğuyan birine ilişkin bilgi edinince,
dua ettikten sonra ilk fırsatta onu ziyarete
koşar. Kutsal Ruh’un yönetimi, Kurtarıcı’nın
derin sevgisiyle o kişiye yaklaşır. Mesih’in
yenilenen sevgisiyle canlandırılan düşmüş
birçok inanlıyı Rab’bin tazelediği sevince
kavuşturur.
Anadolu’dayken
Mesih’e iman etmiş, sonradan bağlılığı
gevşemiş birinin İstanbul’a geldiğini
öğrenir. Onun zevk u sefa ardına kapıldığını
duyar. Adam bu arada bir tanıdığını araştırıyor.
Bu kişinin nerede bulunduğunu sadece Vahram’m
bildiğini duyunca, istemeye istemeye gidip
kapısını çalar. O diz çökmüş dua etmekte.
Kapıyı açınca, sevinç aşılayan aydınlık
saçan yüzüne bakan ziyaretçi etkilenir.
Vahram duaya dururken sanki göklere aktarılırdı.
Bu adam hemen oracıkta günahlılığının
eleştirisine düşer, kendisine de aynı
sevinci ve parlaklığı versin diye Kutsal
Ruh’a dua eder. O güne dek sürdürdüğü
yolu bırakır, tövbe eder. İkisi birlikte
dua için diz çöker. Bu düşmüş inanlı yenilenir,
Mesih’e bağlılık vaadini yineler. Artık
İncil’ini bile beraberinde taşımıyormuş.
Vahram ona yeni bir İncil sunar. O gayrı
bunu elinden bırakmaz, o günü hiç unutamaz.
İmanı sarsılanları diriliğe getirmek onun
da kovalayışı olur. “Bazı duraksayan kişilere acımayla davranın“ (Yahuda 22). “Bana kurtarışının
sevincini geri ver” (Mezmur 51:12).
Suzan hemşirenin
başka bir hemşireye karşı kırgınlığı var.
Yüreğinin üzüntüsünü Vahram’a açıklar.
O, “Hemşire!” der. “Kırgınlıkların gelmesi
doğaldır; onların gitmesiyle ilgilenmeliyiz.
Ben tövbe edince hiç kimseye karşı kırgınlık
taşımamayı Rabbim bana belirtti. O senin
de Rabbin’dir. Sözü’ne kulak ver.” Suzan’ın
yüreğindeki uğraştırıcı ve bocalandırıcı
kırgınlık buhar gibi uçuverir.
Vahram’ın
ruhsal hizmeti erkekleri de kadınları
da eşit oranda etkiledi. Yüzlerce kadın
onun ağzından çıkan kurtuluş haberini
imanla değerlendirerek Mesih’e bağlandı.
Hiç evlenmeyen bu adam sayısız kadına
Mesih’in somut hizmetini sundu, Tanrı
hükümranlığında kadına verilen öneme ilişkin
kesin güvenlik sağladı. Onun için şu açıklamayı
pek de abartmaya kaçmadan yinelemek yanlış
olmaz: “Bu uğraş
iki yıl sürdü. Sonunda Asya’da yaşayan
herkes –Yahudi olsun, Yunanlı olsun– Tanrı
Sözü’nü duydu”
(Habercilerin İşleri 19:10). Elbette Vahram’ın uğraşları pek çok yılı kapsadı.
20. ERKLE DEĞİL, GÜÇLE DEĞİL
Sungurlu’dan
İstanbul’a iş güvenliği bulmaya gelen
o gencin derininde hiç sönmeyen bir istek
ve arayış kendisiyle birlikte geldi. İstanbul’da
giderek yoğunlaşan içtenlikli kovalayış
en sonunda ona yüce Tanrı’yı bilme, O’nun
kayrasına, güvenliğine girme gönencini
getirdi. Kutsal Ruh bir vakitler arayanı,
onun gibi aramakta olan sayısız canı aynı
sevinç ve gönenç aşamasına getirmek için
kullandı. Gerçeği anlayıp ona sarılan,
niceleri aynı gerçeğe yöneltti, sayısız
yaşama sonsuz güvenliğini iletti. Sonunda
şaşılacak bir intibah (Ruhsal Uyanış)
geldi. İntibah kentin bir köşesinden öbürüne,
bir evden öbür eve sıçradı. Hiçbir insansal
örgütten yöneltilmeyen, siyaset, ticaret
düşünceleri gütmeyen, bir din gücünden
beslenmeyen ruhsal uyanış para pul yeteneğiyle
değil, Kutsal Ruh’un yetkisi ve yeterliliğiyle
gelişti, kadını erkeği tanrısal sıcaklığa
çekti. Ruhsal bilgisi bir din bağlantısından
ileriye gitmeyen, çoğu durumda acınılacak
duruma kaymış nice varlıktan günahla günahın
oluşturduğu bozukluğu giderdi. İnanç ilişkisini
doğal aklın kavrayamayacağı aşamalara
çıkardı; düşük yaşamları bambaşka yararlılığa
getirdi; çünkü Kutsal Ruh’un yeterliliğine
güvendi o.
Ruhsal uyanış
sonucunda oluşan toplantılar, yeni yaşamın
etkin tanıklığını paylaşanlarca, önceki
çarpık çurpuk gidişin İsa Mesih tarafından
nasıl değiştirildiğine tanıklık edilen
canlılık katılımları.. Biricik gereç ve
gösterge Tanrı’nın Kutsal Sözü, hazır
bulunan tek güç Kutsal Ruh, yaşam yeniliğini
doruklaştıran yetki ve etki kurtarıcı
İsa Mesih. Vahram’ın ona bağlı olduğu
Tanrı, üç özellikte tek Tanrı’dır. O çok
sağlam üçlükçüdür. Kutsal Ruh, Baba ve
Oğul (Teslis)
eşit nitelik taşıyan göksel Kişi’dir.
Yaratır, kurtarır, kutsar, esinler, eğitir,
güçlendirir. Sonunda da herkesi yargılar.
Ruhsal hizmette O’nun sesini, yönetimini
tanımak dinlemek temel yükümlülüktür;
yaşamda, sonsuzda yenginin kesin göstergesidir.
Kutsal Söz’de dendiği gibi,
“Çünkü savaşımızın silahları
dünyasal silahlar değil,
Tanrı
gücüyle kaleleri yerle bir edebilen,
boş tartışmaları
yıkabilendir.
Hem de
Tanrı bilgisine karşı caka satan
her büyüklenme
duvarını yıkar, her tür savlama
kurnazlığını
tutsak edip Mesih’in buyruğuna bağımlı
kılar”
(II.Korintoslular 10:4,5).
Tanrı’nın Eski Antlaşma’da
Zekarya peygamber aracılığıyla söylediği
söz gerçekleşiyordu:
“Erkle değil güçle değil, salt Ruhum’la.
Ordular’ın RAB’bi bildiriyor...
Çünkü kim küçük işler gününü aşağı görür?”
(Zekarya 4:6,10).
Kutsal Ruh’un üstün etkisini
bilen bir Tanrı bağlısı, Mesih öğrencisi..
Vahram’ın göksel hizmette başarısı, Tanrı
Sözü’nü kesin desteği olarak tanıması,
her durumda ona değinmesi, güçlüklerde
onu yöneten, eğiten yetki niteliğinde
yüceltmesindedir. Kutsal Kitap ademoğluna
her an konuşan somut güvenilir destektir.
Onu satarken, dağıtırken, bellekten söylerken
ya da vaaz ederken, ne denli etkin ve
yetenekli olduğunu bilen bir insan. Yaşamındaki
ayrımlı deneyimler bu ilkeyi kanıtlamakta.
Bu yüzden birine, “Bak ne yazılıdır” deyince,
Tanrı’nın ağzından o anda çıkan bir sözü
güvenlikle yansıtmaktadır. Konuşmaları
daima Kutsal Söz’den alınan gerçeklerle
et ve kemik olur. Kutsal Söz’ce desteklenmeyen
hiçbir konunun lakırdısını bile etmez.
Hiç eğitimi olmayan, tanrıbilim okumayan,
bu sıradan klasiklerle tanış olmayan,
diller bilmeyen bu Tanrı işçisi birçok
düşünür ve aydınla bir araya gelip en
ileri konulara yaklaşabilirdi. Çünkü esinleyicisi
Tanrı’nın Sözü, eğitmeniyse Tanrı’nın
Kutsal Ruhu’dur. Bunun yanı sıra da daima
istekli bir yürek.
Bu bağlılıkta,
basit ama özlü yapıtlar düzenlemeyi de
öğrenmişti. Bunları okuyarak dinleyicilerini
tövbeye, yeniden doğuşa çağırırdı. Boş
vakit, vakit öldürme türünden tedirginliklere
olanak bırakmazdı. Ya dua eder, ya da
cebindeki boş kâğıtlara yeni bir yapıtı
karalardı. Gönenç bulduğu her kutluluğu
başkalarıyla paylaşmak onun ilkelerindendi.
Tanrı’ca açıklanan bir gerçeği ya da bilgiyi
başkasına iletmek yüreğine sevinç getirirdi.
Yeni iman etmişleri tanrısal gerçeklerde
eğitmek başta gelen kovalayışıydı. Öğrettiği
gerçeklerin önde geleni, daima dua eden
bir inanlı olmaktı. Yeni iman edenlere
dua edilecek konular sunar, benim için
dua edesin diyerek kişileri ruhsal yükümlülük
altına kor, böylelikle dua etmeyi öğretirdi.
Psikoloji bilgisi yoktu, ama en derin
özelliklere seslenmeyi tüm inceliğiyle
başarırdı.
Mucize Rabbi
Mesih’in gücüyle şifa sağlandığına kesin
imanı vardı. Ama hiçbir zaman bir ‘şifacı’
olarak bilinmedi. Böyle bir nitelemeye
kesinlikle itiraz edecekti. Herkesin dua
ederek tanrısal şifaya araç olabileceğine
inanırdı. Suzan hemşire yeni bir inanlıydı.
Bir gün onun evine giderek kulağı ağrıdığını,
elini oraya koyarak Rab’be imanla dua
etmesini diledi. İsteği çok derin imandan
kaynaklanıyordu. Aynı imanı yeni hemşireye
aşılayabilmek amacını gütmekteydi. Ertesi
gün Suzan’ın evine gelerek, “Dua ettiğin
kulağı Rab iyi etti bile” diye yüreklendirici
bilgiyi ona iletti.
Ev toplantılarından
birinde hatırı sayılır bir para toplanmıştı.
Parayı kardeş ve kız kardeşlere göndererek,
“Gereksinimli bir aileye yardım için kullanın”
dediler. Hasköy’deki kilisede yılbaşı
gecesi dua toplantısı olacaktı. Havanın
çok karlı olmasına karşın, mezarlıklarla
çevrili bu yere birçok kişi gelmişti.
Çevredeki komşular da toplantıya çağrılmıştı.
Sokakta ev soruşturmakta olan bir çocuğa
rastladılar. Ne yazık! O ev daha yeni
çökmüş, içindeki aile bir mağaraya sığınmış!
Tüm toplantı ertelendi. Hemen epey ıraktaki
çarşıya seğirterek alabildikleri kadar
yiyecek satın aldılar, gelip kanatları
düşük aileye armağanları sundular. Zavallılar,
gözlerine inanamıyordu. “Siz Tanrı’dan
gönderilen meleklersiniz” diyorlardı.
Kardeş ve kız kardeşler sosyal sorumlulukların
ruhsal tanıklıkla atbaşı beraber gittiğini
kanıtlıyordu. Vahram, “Geçirdiğim en sevinçli
yılbaşı gecesiydi o” dedi.
Bu Tanrı işçisine sosyal yükümlülükler
ruhsal hizmetle atbaşı beraber gider.
üçüncü
Bölümdekilere ulaşmak için Tıklayınız
- Halep’te Radyo Dalgası Gibi Yayılan Söz
- Amman’da Ruhsal Uyanış
- Jübile Yılında Sanıyorum Kendimi
- Ruhsat Uyanışın Boyutları
- Yüreklerinizi Katılaştırmayın
- Ürdün’deki Ruhsal Uyanışla İlgili Canlı Anılar
- Ve Kutsal Kent
Yeruşalim’de
- İstanbul’a Dönüş
- Ürdün’ü Son Ziyaret
- Başka Kara Parçalarına
Dördüncü
Bölümdekilere ulaşmak için Tıklayınız
- Okyanus Yolculuğu, Güney Amerika
- İşlenmiş Toprak, Sulanmış Tarla
- Gemideki Toplantı
- Jozef Balyan ve Başka Gençler
- Kordoba, Kutsal Ruh’un Canlandırdığı Topluluk
- Kentten Kente, Ülkeden Ülkeye
- Batı Kıyılarında
- Yaşam Tacını Almaya Gidiyor
Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas
Tanrı’yla Karşılaşmam