31. AMMAN’DA RUHSAL UYANIŞ
Tanrı’nın
Vahram’ı Ürdün’e getirmesi için dua edenler
çok. Onun er-geç buraya da geleceğine
inanarak bekliyorlar. Umutların sevindirici
sonuçlara dönüşmesi uzun sürmüyor. Kardeşler,
kız kardeşler onu içtenlikle karşılıyor,
nerelerde toplantı düzenlendiğini hemen
sıralıyorlar. İlk buluşma vaiz Kirkoryan’ın
çobanlık ettiği kilisede. Konuşmalarının
vurgulanışı şöyle: “Tanrı buyuruyor ki,
seninle benim anlaşabilmemiz için ikimizden
biri değişmeli. Acaba hangimiz değişecek?”
Bu köklü sorunun nasıl yanıtlanacağı şüphe
götürebilir mi? Kutsal Ruh günahlıları
kınıyor eleştiriyor, tek çıkar yolun tövbe
etmek olduğunu anlayarak kurtarıcı Mesih’e
bağlananların sayısı kabarıyor. Vahram’ın
gözleri, için için ağlayan bir bayana
takılıyor. Elinde mendil, konuşmanın sonuna
dek gözyaşlarını silmekte. Bir türlü ayağa
kalkıp, “Ya İsa Mesih bana acıyışla davran,
beni kurtar!” demeye cesaret bulamıyor.
Her vakit aynı biçimde ağladığını, hiçbir
yolla tövbeye gelemediğini anlatıyorlar.
Vahram’ın sözlerini dinleyelim: “Bu bayana
yaklaşıyorum, sürekli olarak niçin ağladığını
soruyorum. Yanıtı şu oluyor: ‘Büyük bir
günahlıyım.’ Sen de Mesih’e sığın tövbe
et, O her günahını bağışlar diyorum. Yeniden
ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine içtenlikle
Rabbim’e dua ettim, bu üzgün kadına nasıl
yardım edebileceğimi sordum. Mesih bana,
‘Evine uğra, kendisiyle orada konuş’ dedi.
“Ertesi
gün onun inanlı arkadaşlarından birini
yanıma alarak kadının evine uğradım. Sevinçle
kapıyı açtı, içini dökmeye başladı. Hiç
ara vermeden bir saat konuştu, ben de
dinledim. Sonra Kutsal Kitap’ı açtım,
belirli yerlerden okudum. Üçümüz birlikte
diz çöküp dua ettik. Kadın içini Mesih’e
açtı, günahlı olduğunu söyleyerek tövbe
etti, içinde iman canlılık buldu Mesih’i
yüreğine davet etti, kurtuluşunun kesin
güvenliğine kavuştu. Tanrı bu neşesiz
kadını değiştirdi, yepyeni bir yürek verdi.
Toplantılarda ruhsal tanıklığını vermeye,
iki kez dua etmeye başladı. Ne mutlu bir
sonuç! Halleluyah.
“Bu olgu
bana bir gerçeği açıklamaya yaradı: Bazıları
toplantı yerinde yüreğini açamaz, derdini
anlatamaz. Bu gereksinimi açıklamasına
ilgi gösterilmezse yıllar boyu yürek üzüntüsü
çeker dururlar. Bu tür canları dua yoluyla
tanıyarak, onları evlerinde ziyaret etmek,
günah ve sonsuz konusunda kendileriyle
konuşmak, çeşitli sorunlarını dinlemek
büsbütün gereklidir. Bu yapılırsa serbestlikle
karar verirler. Her uğradığım yerde Kutsal
Ruh bana birçok gerçeği öğretmekte.”
Tüm Amman’ı
bilgilendiren toplantılar yüreklendirici
biçimde sürmekteyken Vahram şunları yazıyor:
“‘Artık Yeruşalim’e gitmeliyim’ dedim.
Bir adam geldi vaizi ziyaret ederek, ‘Yeruşalim’e
gitmeden önce evime uğrayabilirse çok
iyi edecek’ diyor. Kilisenin çobanı beni
alıp götürdü. Savaş sonucu Amman’a sığınan
sekiz kişilik bir aile. Geceyi orada geçirdik.
Sabah beşte uyandık. Gün Pazar. Daha sonra
kilise toplantısına katıldım. Çevirici
aracılığıyla konuştum. Ben Türkçe söylüyorum,
o Arapça’da anlatıyor. Bir genç tövbe
ederek Rab’be geldi; ardından ruhsal tanıklığa
başladı. İkinci bir toplantı yapmamızı
istediler. Meğerse bu topluluk uzun süredir
ruhsal bir uyanış için içtenlikle dua
etmekteymiş. Tanrı o duaları yanıtsız
bırakmadı. Yeruşalim’e gidişim ertelendi.
Tanrı tasarıları daima öncelik almalı.”
Vahram Amman’da
bir aileyle birlikte dua ediyor. Vakit
sabah.. Önünde bir görme beliriyor: Arap
giysileriyle kuşamlı biri karşısında dikilmiş.
Vahram, “Ya Rab” diye dua ediyor, “Bu
görme senden mi, yoksa bana bir oyun yapmak
isteyen iblisten mi?” Bir el adamın eteğini
kaldırıyor; bedeni kalın bir iple sımsıkı
bağlı. Çok tatlı bir ses ona konuşuyor:
“Amman’da egemenlik kuran iblis bağlanmıştır!”
(bkz.
Vahiy 20:1-3). “Ardından, adamın altında
yerin açıldığım gördüm ve o diri diri
yere gömüldü” (bkz. Çölde Sayım 16:31-33).
Vahram şaşkınlık
içindeyken, ailenin küçük kızı duaya başlıyor.
Ne canlılık, ne içtenlilik! Daha sonra
öğreniyor ki, bu küçük kız Tanrı’ya yakarmayı
çok iyi bilen bir yavru. Anası babası
küçük yaştan ona imanla dua etmeyi öğretmiş.
O bir dua çocuğu olarak yetişmiş, imanında
güçlenmiş. Tanrı ona Amman kenti için
dua etmeyi öğretmiş, o da Amman’da egemen
kesilen, ademoğullarına çeşit çeşit günah
yaptıran iblisin bağlanması için ara vermeden
dua etmiş. Şimdi Tanrı bu duanın bütünlendiğini
çarpıcı bir görmeyle Vahram’a açıklıyor.
“O’nun yargılarına kimin aklı erebilir?” (Romalılar
11:33).
32. JÜBİLE YILINDA SANIYORUM
KENDİMİ
Böyle beklenmedik
bir deneyimle karşılaşan Vahram, “Bu gelişim
bana bir kez daha kanıtladı ki” diyor,
“Ana baba daha küçük yaştan içtenlikle
dua etmeyi yavrularına öğretirlerse Tanrı
o çocukları dua-dilek yükseltmekte birer
yiğit durumunda yetiştirecek.” Bu belirgin
yüreklendirici deneyimden sonra artık
Amman’daki toplantılar her yana yayılıyor,
ruhsal uyanış çok geniş boyutlara ulaşıyor.
Tanrı eylemi olarak nitelenen gelişim
tam dokuz ay sürüyor. Amman’da yaşayan
inanlılar tanıklık ediyor, Kutsal Ruh’un
tatlı etkisi altında geçen bu sürenin
doyurucu, alçakgönüllülüğe çekici, canlara
gerçek Tanrı korkusunu ve saygısını iletici
dokuz ay olduğunu söylüyor bu etkin mübeşşir.
Unutulamayan tanrısal yengi ayları.. “Kuzu’nun
kanıyla ve tanıklık ettikleri sözle onu
yendiler”(Vahiy 12:11). “Rabbimiz İsa
Mesih aracılığıyla bizlere yengiyi sağlayan
Tanrı’ya şükür! (I. Korintoslulara 15:57).
Vahram daima
çevirici aracılığıyla konuşuyor. Ama konuşan,
yürekleri kınayan, içteki düzensizlikleri
gün ışığına çıkaran o değil, Kutsal Ruh’tur.
Akşamdan akşama Tanrı birçok kadını ve
erkeği genci yaşlıyı sağlıklı kurtuluşa,
yepyeni yaşam gönencine çekiyor: Bir akşam
öncesi kararsız ayrılanlar, o gece ve
ertesi gün öylesi rahatsız oluyor ki,
ertesi gün verilen konuşmada Tanrı Ruhu
tarafından yakalanıyorlar. Toplantı son
bulur bulmaz günahlılar Vahram’a yaklaşarak,
hemen tövbe etmeye, kurtarıcı Mesih’i
kabul etmeye hazır olduklarını bildiriyor.
Evlerine dönenler taşıt aracında başkalarına
tanıklıkta bulunuyor, Rab’bin yaşamlarında
bütünlediği kayra eylemini anlatıyor,
çekinmeden ilahiler yükseltiyor. Kısacası,
ruhsal uyanış haberi her yana yayılıyor.
Böylesi sevinç, coşku, gönenç Amman’da
sanki hiç görülmemiş!
Ürdün’ün
başkentinde yüzde beş-on dolaylarında
Hristiyan adını taşıyan insan yaşamakta.
Toplantılara katılan, kurtuluş bulanlar
oldukça kabarık. Bu arada Müslüman kesiminden
de toplantılara katılanların sayısı giderek
çoğalmakta. Olan biteni duyanlar en azından
meraklanarak nefesi orada alıyor. Müslümanlar
arasında İsa Mesih’e kurtarıcı olarak
iman edenler var. Bu haber çevreye yayılıyor,
genel kuşku doğuyor. Müslümanların Mesih’e
bağlanmasına izin yok! Müslüman dininden
ayrılamaz. Radyoda toplantılara karşı
yayın başlıyor, uyarılar vurgulanıyor:
Müslüman halk bu tür toplantılara katılarak
Mesih’e bağlanmayı sürdürürse kiliseler
kapatılabilir! Doğallıkla korku genelleşiyor.
Müslüman kesim katılmaktan çekiniyor.
Ama inanlılar ilgi gösterenleri evlerinde
ziyaret ederek, Mesih bağlılığını onlara
içtenlikle anlatıyor, iman edenleri yüreklendiriyor
ve avunduruyor.
Akşam yemeğinde
sofra başında yiyecek için dua yükseltildiğinde,
tövbesiz biri varsa hemen eleştiri altında
kalıyor, sofrayı bırakarak diz çöküyor;
Tanrı karşısında en önemli işi ve ilişkiyi
düzene koyduktan sonra yeniden yemeğe
katılıyor. Gözlerin önünde Tanrı şaşılacak
eylemler bütünlüyor. Kiliselerin çobanları
ruhsal uyanış aşamasına geliyor, vaazların
içeriği değişiyor, bunlar bambaşka canlılıkla
veriliyor. İntibahın belirtileri her yanda
görülmekte.
Sokaktan
geçmekte olan bir genç keman dinlemeyi
çok severmiş. İçeriden bambaşka tatlılıkla
keman sesi geldiğini duyunca toplantı
yerine dalıyor, az sonra tanrısal eleştiri
altında kalarak titriyor. Bu genç o akşam
sağlıklı biçimde tövbe ediyor yeniden
doğuyor, sevinçle evine gidiyor. Başka
bir genç günde üç paket tüttürürmüş. Sigaranın
kendisini öldüreceğini söyleyenlere, “Çok
iyi, işte o zaman, ‘Gel gel’ diye üstelediğiniz
kiliseye gideceğim” diyerek ölümüyle alay
etmeye çalışırmış. Bu genç nasıl olduysa
bir akşam toplantıya uğruyor –birçok duanın
etkisiyle olsa gerek– kapının yanında
oturuyor. Sıkılınca dışarı fırlayıp sigarasını
yakabilsin diye.. Ama konuşmadan öylesi
etkileniyor ki, tek kez olsun toplantıyı
bırakmıyor. Kurtulmak isteyenlere çağrı
verilince bir an bile duraksamadan yerinden
fırlıyor, öne koşuyor. Bu genç o akşam
tövbe ediyor Rab İsa’nın yararlı bir bağlısı
oluyor, hep dualara katılıyor. Sigara,
içki, kumar, kadın-kız zevki ve daha her
ne varsa tümü de gidiyor. Vahram, “Eski
Antlaşma’da konu edilen, elli yılda bir
rastlanan jübile yılında sanıyorum kendimi”
diye tanıklık ediyor (bkz.
Levililer 25:10). “Köleler serbest
bırakılıyor, ağır zincirler kırılıyor,
hapistekiler özgürlüğe kavuşuyor, günahlar
ilkinkinden sonuncusuna dek hep bağışlanıyor,
kadın erkek sevinç coşkusuyla ağlıyor.
İman yolculuğunda düşmüşler, zayıf kalmışlar,
kösteklenenler tövbe ederek Rab’be geri
geliyor. Tam intibahtır bu; Halleluyah!”
İnanlılar
sürekli dua etmekte, canın kurtuluşu,
esenlik bulması konusunda günahlılara
Kutsal Kitap’tan öğütler vermekte, onları
Kurtarıcı Mesih’e yöneltmekte. İnanlılardan
biri gece yarısına dek bir Müslüman gencine
Tanrı’nın günahlıyı arıtma yöntemini anlatıyor.
Genç yepyeni bir gerçeği anlamışcasına
hopluyor, sonunda Rab’be bağlanıyor.
Bir akşam
vaazın konusu, Eski Antlaşma’dan Daniel
6:10-23’ten: Güçlü Tanrı’nın, sadık
uşağı Daniel’i aslanlar arenasından kurtarması,
kötülük tasarıcılarını durdurması, sonunda
da onları yargılaması. Toplantı yerinde
tanrısal saygı havası esmekte. Bu konuşmadan
sonra günahlarını açık açık bildirerek
tövbe edenler çok. Kişi kişi ardına tövbe
ediyor, Kurtarıcı’nın adına sesleniyor.
Toplantılar dua, ilahi, ruhsal tanıklıkla
ve canların kurtulmasıyla doruklanıyor.
Her kezinde Tanrı Sözü’nün gücüne, etkisine
dayanarak konuşan Vahram, “Kutsal Ruh
yürekleri ateş gibi yaktı, kılıç gibi
kesti, külünk gibi kırdı” diye yazmış:
“Tanrı
RAB buyuruyor: ‘Sözlerimi ağzında ateş,
bu topluluğu da yakıt edeceğim. Onları
yiyip tüketecek.’” (Yeremya 5:14).
“Sözün
yüreğimde, kemiklerimin içinde yanmakta
olan ateş gibi oldu. Kendimi tutmaktan
yoruldum; elimden gelmiyor” (Yeremya 20:9).
“Çünkü Tanrı’nın Sözü diridir, etkindir. İki ağızlı her kılıçtan
daha keskindir. Can ile ruhun ayrıldığı
yere dek –eklemlere iliklere varıncaya
dek– delip böler, yüreğin düşüncelerini
tasarılarını eleştirir. Tanrı’nın önünde
hiçbir yaratık gizlenemez”
(İbraniler 4:12,13a).
Iraktan
ilahi sesleri duyuluyor. Duyanlar Kutsal
Ruh’tan etkilenerek evlerinde dize geliyor
tövbe ediyor. Toplantılardan birine bir
asker uğruyor ruhsal uyuşukluğundan yakınıyor:
“Çoktan inanlıyım, ama imanın gönencinde
bulunduğumu söyleyemem. Kutsal Kitap’ı
okurum dua ederim toplantılara katılırım,
ama sevinçli bir inanlı değilim.” Genç
adam dize gelerek içtenlikle dua ediyor:
“Ya Rab, kurtarışının sevincini bana geri ver.
İstekli bir ruh göndererek bana destek
ol!” (Mezmur 51:12). Duasından sonra
Kutsal Ruh onu şu gerçeğe yöneltiyor:
“Kuzu’nun kanıyla ve tanıklık ettikleri sözle onu yendiler,
çünkü ölüme dek canlarını sevmediler”
(Vahiy 12:11). Vahram soruyor: “Kuzu’nun kanıyla yıkandığına ilişkin ruhsal tanıklıkta
bulunuyor musun?” Genç adam şaşırmış durumda,
“Hayır” diyor, “İçimde sevinç yokluğu
acaba bu yüzden mi?” Vahram, “Nedenini
kendi ağzınla açıklıyorsun” deyince birlikte
dua ediyorlar. “Rabbim” diyor o, “Sevgini
kayranı kurtarışını herkese bildireceğim.
Yardımcım ol!” Ruhsal kararını kilisenin
İhtiyarları’na açıklıyor. Bundan sonra
daima Mesih’in kurtarışını başkalarına
anlatıyor; herkesi Kurtarıcı’ya çağırıyor,
kurtuluşun gönencini tanıyan ve işlerliğe
koyan yaşamı yaşıyor.
Vahram’ın
yeni inanlılara iki önerisi var: “Kendini
duaya ver; Kuzu’nun kanında yıkandığını
herkese söyle! Duayla ruhsal tanıklık,
sevinç oluşturan imanın anahtarıdır. Bunları
işlerliğe koymazsan, yeni yaşamında kısırlığa
uyuşukluğa tutulursun. Kurtuluşa erdiğin
anda Kuzu’nun kanıyla yıkandığını bilirsin.
Bunu kanıtlamak için hemen ruhsal tanıklığa
başla, destek bulmak için Tanrı’ya dua
et.” Vahram
diri Tanrı Sözü’nü işlerliğe koyan bir
müjdecidir.
33. RUHSAL UYANIŞIN BOYUTLARI
Vahram merkez
cezaevini ziyaret etmek istiyor, başvurusuna
olumlu yanıt veriyorlar. Bulunmaz bir
fırsat! Rabbi’ne teşekkür sunarak çevirmeniyle
birlikte gidiyor. Prangalı cezalıları
görüyor; bazıları geceleri bile prangada
geçirmeye zorunlu. Müslüman’ı da var,
Dürzüsü de, Hristiyan’ı da. Her birine
kurtarıcı Mesih’in yerimize çektiği işkenceleri
enikonu anlatıyor, O’nun af eden; yaşamı
yenileyen sevgisini bildiriyor. İsa Mesih’in
sonsuz zincirleri parçalamaya, kadını
erkeği özgür kılmaya geldiğini belirtiyor.
Mahpuslar etkileniyor. Orada da tövbe
edenler, Tanrı’dan af dileyenler, Kurtarıcı
Mesih’in adına kanına seslenenler var.
Onlara yeni yaşamın özelliklerini anlatıyor,
sonsuz zincirlerden kurtulmanın sevinciyle
yaşamayı, bu geçici zincirlerden kurtulup
dışarı çıkınca yeni yaşamı yaşamanın gönencini
vurguluyor. Yüreği sevinç içinde; ama
bu ziyaret onu sarsıyor. Yıllardır cehennemin
hayal ürünü değil, gerçek olduğunu bildirerek
herkesi tövbeye çağırmakta. Karşısındaki
acıklı görünüm, yersel hükümetlerin adaleti
uygulamak için bireyleri cezaevine tıkmasının
yanında, tanrısal adaletin ne denli kesinlikle
uygulanması zorunluluğunu ona bir kez
daha anımsatıyor. Bundan sonraki vaazlarında
cehennemin dehşetini daha da güçlü dille
vurgulamanın gereği gün gibi önünde beliriyor.
Cezaevindeki sarsıcı deneyim aklından
hiç çıkmıyor..
Amman’da
ruhsal uyanış giderek yayılmakta. Yüzlerce
insan Kutsal Ruh’un eleştirisi altında
kalarak tövbe ediyor, cehennemden kurtulup
cennete kavuşuyor, imanı bırakmış birçokları
yeniden Mesih bağlılığına sarılıyor. Olan
bitene içerleyenler, korku verenler, inanlıları
kötüleyenler yeniden sahnede beliriyor.
Ruhsal uyanış ve kurtuluş karşısında iblisin
öfkelenerek her çeşit alicengiz oyununa
başvurması Vahram’a yeni deneyim değil.
“Şeytan tüm aşırılığıyla öfkeli!” diye
yazıyor. “Ama kesin yengi ve üstünlük
Rabbin’dir, Halleluyah!” ünlemiyle O’na
hamdediyor.
Sabahları
erkenden kalkıyor; oruçla duayı. Kutsal
Ruh’un tatlı yönetimini çeşitli güçlüklere,
saldırılara karşı Tanrı silahı olarak
kullanıyor. İnanlıları çekemeyenlere,
dil uzatanlara karşı her durumda sevgiyle,
affedici ruhla davranıyor. Bu tutum korkaklıktan
değil, Tanrı’nın, insanların önünde mert
yüreklilikten kaynaklanıyor. Kutsal Kitap’ta
şu vaat ona yepyeni güvenlik veriyor:
“Böylesini kim işitti? Bu türden gelişimleri kim gördü?
Bir günde bir ülke doğar mı?
Bir anda bir ulus oluşur mu?
Ama ağrısı tutunca,
Siyon hemen çocuklarını doğurdu” (Yeşaya 66:8).
Eski ve
yeni inanlıları eğitirken, onları yüreklendirirken,
böylesi durumlarda alçakgönüllülüğün gereğini,
tanrısal başarıyı kişilere mal etmemeyi,
daima Kutsal Ruh’tan destek istemeyi vurguluyor
Vahram. Rabbi’nin ne denli övgüye yaraşır
olduğunu, öte yandan da kendi değersizliğini
düşünerek gözyaşlarıyla göksel Babası’nı
yüceltiyor. Her çabada her uğraşta, O’nun
yönetimini arıyor. Ele alınması gereken
vaaz ne olacak? Hangi ilahiler söylenecek?
Kimler ziyaret edilecek? Her kezinde Tanrı’nın
Yeremya peygambere duyurduğu sözleri anımsıyor:
“Kurulumda durmuş olsalardı,
Sözlerimi toplumuma duyururlardı.
Kötü yollarından, kötülük işlerinden
Onları döndürürlerdi” (23:27).
“Toplantılara
katılanların temel gereksinimini bilemeyiz”
dedikten sonra şunları ekliyor: “Tanrı
her işi çok iyi bilendir. Mesverete (Bir
iş üzerinde başkasıyla konuşma) gereksinimimiz
kesindir. Ruhsal uyanışları, Rab ile mesverete
girme oluşturur. Kutsal Ruh’un sesini
dinlemekteysek, O her durumda bizleri
yönetmeye hazırdır (bkz Habercilerin İşleri 5:32). Topluluğun
karşısına aklımıza gelen herhangi bir
konuyla çıkmamaya dikkat etmeliyiz. ‘Bir arkadaşım uzun yolculuktan geldi, önüne
koyacak bir şeyim yok!’ (Luka 11:6).
Her kutluluğu sağlayan göksel Babamız’a
bu tür içtenlikli dilekle yakarırsak ve
üsteleyerek duamızı sürdürürsek, İsa Mesih’in
o simgedeki vaadi gerçekleşecek: ‘Dileyin,
size verilecektir. Arayın, bulacaksınız.
Kapıyı çalın; size açılacaktır’ (Luka
11:9).”
Bu gözlemlerden
de anlaşılabileceği gibi, Vahram’ın yürekleri
sarsan, bireyleri Tanrı katında tövbeye
ve Mesih’e imana doğrultan vaazları ne
onun parlak bilgisinden, ne konuşma yeteneğinden,
ne de tanrıbilimcilik eğitiminden kaynaklanıyordu.
Bu özelliklere sahipken, konuşmalarıyla
tek kişiyi bile etkileyemeyen, hiçbir
günahlıyı Kutsal Tanrı’ya yöneltemeyenler
çok. Doğru dürüst biçimde sadece iki dili
konuşabilmeye karşın, başka dillerle konuşan
pek çok kişiye seslenebildi o, her soydan
her boydan sayısız insanın yüreğini etkiledi.
Kadını erkeği tövbeyle Mesih’e çekmeyi
insansal bilgi ya da başarıyla bütünlemedi.
Haberci Petros’a ilişkin yazılı sözün
yinelenmesi her yerde her durumda Tanrı’nın
tasarısıdır: “Bu
sözleri duyduklarında yüreklerine hançer
saplanmış gibi oldu. Petros’a ve öbür
habercilere, ‘Kardeşler, öyleyse biz ne
etmeliyiz?’ diye sordular” (Habercilerin
İşleri 2:37).
Yeni Antlaşma
çağında olsun, Vahram’ın gününde ve hizmetini
sürdürmesinde, ya da şu dönemde olsun,
Tanrı’nın gücü daima insanın güçsüzlüğünde
belirir, göksel eylemleri gerçekleştirir.
Vahram da herkes gibi kusurlu bir insandı.
Ama Kutsal Ruh’un yeterliliğiyle tüm eksikliklerine
karşı boğuşma, onlara üstün çıkma gizini
tanıdı. Nerede olursa olsun, öğretmeni
hep Kutsal Ruh’tu. O, günahı kötülüğü
kişisel kınama ya da yermeyle değil, Tanrı’nın
yetkisiyle eleştirir, günahlıya daima
sevgiyle yaklaşır. Herkesin karşısında
dervişçe davranır, gerekirse aç mideyle
toprakta yatar. Öte yandan her zaman tertemiz
kuşanmayı, her sabah traş olmayı, giysilerini
hep ütülü tutmayı, pabuçlarını boyamayı
hiç savsaklamaz. Mesih’in buyruğuna kesenkes
uyumda yaşar: “İşte sizi koyunlar gibi kurtların içine gönderiyorum. Bu nedenle, yılan
gibi açıkgöz, güvercin gibi aldatmasız
olun” (Matta 10:16). Tanrısı’na hizmeti
başlı başına kayrasal bir mucize. Yaşamı
ilkten sona içindeki imanının yansıması.
Alçakgönüllülüğü, İsa’yla bol vakit geçirmesi..
Hiçbir insanı baştan savmaması onun özelliklerinden..
Tanrı’nın engin yüreklileri yükseltmesi,
büyüklenenleri alçaltması onun kişiliğinde
belirgin.
Gelişen
ruhsal uyanışla ilgili bu birkaç gözleme
değindikten sonra yeniden Amman olaylarına
dönelim. Toplantılardan birinde biri ruhsal
tanıklıkta bulunmak için öne geliyor.
Entarisinin altına uzanarak oradan bir
hançer çıkarınca herkesin soluğu kesiliyor.
Adam, “Bunu görüyor musunuz?” diyor. “Uzun
süre Amman’da cezaevindeydim. Cezamın
süresi sonuçlanınca Bağdat’a geçtim. Orada
da birini öldürerek cezaevine kapatıldım.
Bu sarsıcı dönem dolduğunda Amman’a döndüm.
Şu hançeri buraya dönüşümde satın aldım;
amacım beni ele vereni öldürmekti. Bir
akşam beni pek de iyi bilmeyen biri, ‘Gel
seni bir toplantıya götüreyim’ dedi. Taa
Türkiye’den gelmiş bir konuşmacıyı dinleyeceksin.
Adam Arapça ne bilmiyor. Çevirici aracılığıyla
konuşuyor.’ Böyle bir yere gelmeye hiç
isteğim yoktu. İstemeye istemeye sanki
ayaklarım beni buraya çekti. Bu akşamki
konuşmayı duyunca, tam benim için hazırlanmış
olduğunu anladım, İsa Mesih’in o anlaşılmaz
sevgisi katı yüreğimi paramparça etti.
Demek ki, İsa benim gibi alçak biri için
ölmüş diye düşünerek ağlamaya başladım.
Ağlamak öyle alışkım değil! Tanrı’nın
Oğlu Mesih ben kurtulayım diye seve seve
kendisini ölüme verdiyse, ben de şu ölüm
aletini buradaki topluluğa teslim ediyorum.
Mesih’in o anlaşılmaz sevgisi günahlı
yüreğimi arıttı, ardından da onu kendi
yuvası kıldı. Düşmanımı ölümden, beni
de yeni cezaevi görgüsünden kurtardı.”
O anda o
çirkin hançeri minberin üstüne bırakarak
İsa Mesih’in ve insanların kendisini bağışlamasını
diledi, sonra da tövbesini belgeleyen
duygulandırıcı bir dua yükseltti. Gayrı
her günahtan onu sakındırsın diye Tanrı’ya
içtenlikle yakardı. Toplantıda herkesin
gözü buğulandı, yüreklerin derininden
kopup gelen hamt ve şükür ilahileri ortalığı
çınlattı. Akıllara gelemeyecek tatlı bir
deneyimle karşılaşıyordu herkes. Adam
da bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlayarak,
“Kardeşler, kız kardeşler, benim için
dua edin ki, beni kurtaran Rabbim’e daima
sadık kalayım” dedi. Kilisenin İhtiyarları
hançeri aldı, o mutlu gecenin anısı niteliğinde
sakladı. Çok büyük bir günahlının Tanrı
hükümranlığına girişini göklerde melekler
de kutluyordu. Eşine rastlanmaz bir kayra
sergilenişiydi bu. Bir can katillikten
başka bir can öldürülmekten kurtulmuştu.
Bu göksel eylemde etkin araç, Tanrı’nın
güçlü Sözü ve onu ileten mübeşşir Vahram’dı.
Toplantının sonunda adamın çevresine toplanan
gençler nasıl seviniyordu!
34. YÜREKLERİNİZİ KATILAŞTIRMAYIN
Sabah erken
kalktıktan, Kutsal Kitap’ı okuyup dua
ettikten sonra çarşıya gider, birçok kişiyle
ilişki kurarak ruhsal tanıklıkta bulunur,
kitap satar.. Arapça’yı çok az bilmesi
önemli değil! Rab’bin Sözü’nü yaymak için
her yola başvurur: İlahi, keman, resimli
anlatılar ve birkaç Arapça söz: “Yüreğini
katılaştırma sevgili arkadaş; tövbe et,
kurtarıcı Mesih’e iman et!” Hastanelere
uğrayarak hastalara konuşur, tümüne sevinç
ve umut aşılar. Amman’ın yakınında ırağında
yaklaşık yetmiş köy var. Her gün başka
birine doğrulur. Ziyaretlerinin amacı
hep aynı. Kurtarıcı’yı insanlara tanıtmak..
Tanınmış
haberci D. L. Moody (1837-1899) ye ilişkin
denirdi ki, her gün en azından bir kişiye
Mesih’i tanıtırdı o. Vahram’a gelince,
kim bilir bir gün içinde en azından kaç
kişiye Kurtarıcısı’nı tanıttı! Onun Rabbi’yle
ilişkisi süreklidir. O’na dua eder, karşılık
olarak da yeni bir güvenlik sözü alır.
Rabbi yeniden ona Mezmur
114:8’le konuşur: “RAB’bin katında, Yakup’un Tanrısı’nın önünde,
ey dünya titre! Kayayı su havuzuna, çakmak
taşını su kaynağına dönüştürendir O.”
Bu açık bildiri canına taze güvenlik ve
atılganlık yeterliliğiyle gelir. Onun
bu türden yüreklendirme alışıklığı olağan..
Zaman zaman
Tanrı’dan görmeler aldığına değinilmişti.
Rab’be dua ederek şifa bulduğu anlatıldı.
Belirli durumlarda hastalar için dua ettiği,
onların sağlığa kavuştuğu da oldu. Ama
o haberci Pavlos’un şu tanıklığını belirtecek:
“Üstün
göksel açıklamalar yüzünden gereksiz büyüklenmeye
kapılmayayım diye, bedenimde diken gibi
batan bir dert verildi bana“
(II.Korintoslular 12:7). O ne bir şifa sağlayıcı, ne görmeci,
ne de Tanrı’yla bildirişimciydi. Bu tür
gösterişçi düşünceler aklının ucuna bile
gelmezdi. Kendilerini şifacı, görmeci,
bildirişimci sayarak bu yolda tanıtanların
bollaştığı şu çağda niceler Vahram’ın
çok basit ama özlü yaşamından, alçakgönüllülüğünden
yararlanabilir. Bu haber keşke her köşede
her dilde duyulsa!
Amman’da,
dört yaşında bir çocuk ansızın yürüyebilme
yeteneğini yitirdi. Hatta ayakta bile
duramaz oldu. Çektiği ağrıdan sürekli
ağlamaktaydı. Doktorlar nedenini bilemedi.
Onu Vahram’a getirdiler; elini üstüne
koyarak imanla dua etti, kurtarıcı Mesih’in
adını yücelttikten sonra, “Şimdi yürüsün”
dedi. Rab çocuğu hemen iyi etti. Vahram
bir daha bu olayın sözünü etmedi. Belki
bu türden başka gelişimler de oldu; ama
hiçbiri çevreye yayılmadı, sergilenmedi.
Çağımızın gösterişciliğinden apayrı!
Günahlıları
tövbeye çağırırken, İbraniler
3:7,8’e sık sık değinir, bu ilişkide
çarpıcı bir simge kullanırdı: Yakınları
adamın birini bir toplantıya çağırmış.
Ama o konuşmadan rahatsız oluyor. Öylesi
direniş gösteriyor ki, kulak deliklerini
iki parmağıyla tıkıyor. Bu arada burnunun
üstüne bir sinek yerleşiyor. Rahatsız
oluyor. Elini kaldırıp sineği kovayım
derken, tam o sırada konuşmacının bu ayeti
yinelediğini duyuyor: “Kutsal Ruh şöyle diyor: ‘Bu gün Tanrı’nın
sesini duyarsanız, gücendirme olayında,
çöldeki denenme gününde olduğu, gibi yüreklerinizi
katılaştırmayın.’ Bir anda adamın
günahlı yüreği eleştiriliyor, konuşmanın
geriye kalanını dikkatle dinleyerek tövbe
ediyor; Rab’bi tanıyor.”
Vahram başka
bir akşam konuşurken, biri sert yürekliliğiyle
bilinen kardeşini toplantıya getiriyor.
Adam direnişi sürdürüyor. Ansızın ayağa
dikilerek, “Bu adam yalan konuşuyor” sözleriyle
ortalığı velveleye veriyor. Öfkesi yoğunlaşıyor.
“Yanlış isem Allah belamı versin!” diye
bir de kargış çekiyor. Kardeşi yerin dibine
geçecek gibi oluyor, onu oraya getirdiğine
bin kez pişman oluyor. Öbürü homur homur
söylenerek evinin yolunu tutuyorlar. Her
zamanki sertliğiyle, “Hamamı yakın yıkanacağım,
sonra da yemek yiyeceğim” diyor. Annesi
isteğini yerine getiriyor. Adam bir türlü
hamamdan çıkmıyor. Kapıyı çalıyorlar;
içeriden bir inilti duyuluyor. Sürmeli
kapıyı kırıyorlar, içeri girdiklerinde
adamı can çekişmekte buluyorlar. İnanlı
olan aile Tanrı’ya yakardıktan sonra,
bu galiz günahlının yaşamı canlanıyor.
Kendine gelir gelmez, “Tövbe etmek istiyorum”
diyor. “Tanrı gerçekten belamı verdi;
bir daha Rab’be karşı oyun oynamayacağım.”
O gün hamamda yüreğini Mesih’e açıyor,
günahlarının bağışlandığına kesin güvenlik
duyuyor. Ertesi sabah çarşıya giderek
olan biteni herkese anlatıyor, kişileri
tövbeye çağırarak, “Yüreklerinizi katılaştırmayın”
diyor. “Ben ahmakça katılaştırdım, az
kalsın günahlı durumda sonsuza gidiyordum.
Rab bana acıdı, sana da acır.” Aynı akşam
toplantıya katılarak, önceki gün saygısızca
rahatsız ettiği insanlara ruhsal tanıklığını
sevinçle coşkuyla duyurarak herkesten
kendisini affetmelerini istiyor: Tanrı
bana konuştu:
‘Kiminle eğleniyorsun? Kime karşı ağız
açıyorsun, dil çıkarıyorsun? Günah çocuğu,
aldatı soyu değil misin?’ (Yeşaya 57:4).
Duyun, Tanrı benim gibi düşkün birine
acıyarak yüreğime erişti kayrasıyla beni
arıttı, ölümden ve daha beteri cehennemden
kurtardı. Adına şükürler olsun!”
İnanlı olmayan
bir genç inanlı bir ailenin kızıyla evlenmişti;
ama onların inancıyla hep alay eder, katıldıkları
toplantıdaki insanları tiye alırdı. Amman
dışında bir köye gitmiş, nasıl olduysa
o günkü toplantı yerine girmiş. Konuşmadan
sonra ruhsal tanıklıklar veriliyor, ilahiler
yükseltiliyor. Vakit duaya geldi. Bazıları
kalkarak dua etti. Az sonra o da ayağa
kalktı, “Ya Rab!” dedi ve durdu. Başka
biri duaya başladıysa da o ayakta dikilmeyi
sürdürdü. Tanrı ona tövbe ruhunu vermişti.
Ayaktayken tövbe etti, günahlarının bağışlandığına
ilişkin güvenlik buldu, tümden değişti.
Bundan sonra derin imanla dua etmeye koyuldu.
Her toplantıda iki üç kez dua ediyordu.
Ruhsal tanıklığı Tanrı’nın o eleştiriden
sonra kendisini ayağa kaldırarak tövbeye
yöneltmesiyle ilgiliydi.
Amman’daki
müjde toplantıları, ruhsal uyanış Kutsal
Ruh’un etkisiyle her köşeye yayıldı. Kurtarıcı’nın
burada sonuçladığı işler akla her geldiğinde
yürekleri hamt ve şükranla doldurur. Kadın
erkek tövbeye kavuşarak Mesih’e iman ettikten
sonra suda vaftiz ediliyordu (bkz.
Matta 28:18-20; Romalılar 6:3,4).
Böylece bu temel buyruğu yerine getiriyordu.
Vaftiz için o buluşmaların sevinci kendine
özgüydü. Suya gömülerek kurtuluşlarının
gerçekliğini açıkça ilan edenler, böylelikle
ölümden yaşama geçtiklerini betimliyor,
içtenlikle dua ediyor, Rab’bi yüceltiyordu.
Pek de alışık gelmeyen bu uygulamayı görmeye
gelenler arasında Kutsal Ruh’ça eleştirilenler,
oracıkta tövbe ederek kurtarıcı İsa Mesih’e
iman edenler vardı. Ruhsal uyanış zincirleme
etkisini gösteriyor. Kutsal Ruh’un tanrısal
eylemi ne biçimde ilerlettiği belirgin
oluyordu.
Vahram,
kendisi çocukken kilise alışkısı uyarınca
vaftiz edilmişti. Ama yeniden doğmuş bir
Mesih inanlısı olarak canlı tanıklık niteliğinde
vaftiz edilmesi Leroy Whitman adlı bir
kardeşin yönetiminde, Ürdün Irmağı’nda
oldu. Bu günü yaşamının mutlu günleri
arasında sayardı o. Bir de Amman’da vaiz
olarak vakfedildiği, atandığı günü unutamazdı.
Başka vaizlerin konuşmaları, dualarıyla
üstüne el konularak Rab’be atandığı gün
yüzü parlıyordu. Kuşkusuz, Rab’bi onu
çok önceleri, İstanbul’dayken onaylamış,
kendi işine atamıştı. Kuşkusuz, önemli
olan Rab’bin ataması ve el koymasıdır.
35. ÜRDÜN’DEKİ RUHSAL UYANIŞLA
İLGİLİ CANLI ANILAR
1950-51
yıllarında Ürdün’de ve özellikle Amman’da
görülen o yüreklendirici gelişimler, bu
günleri anımsayanları yirminci yüzyılın
son yıllarına dek sevindirmekte, taze
gönenç getirmekte. Şimdiye dek sıralanan
canlı anıların yanı sıra toplanan ek bilgi
önceki anıları berkitlemekte.
İsrail-Filistin
savaşının sonrasıydı. O ilk çatışma sonucu
yerinden yurdundan edilen göçmenlerle
doluydu Ürdün. Savaş sonrasının oluşturduğu
üzüntü ve sarsıntı nedeniyle ortam Sevinç
Getirici Haber’i yaymaya, güvenlik ve
umut bildirisini paylaşmaya tümüyle olgundu.
Vahram Tatikyan Amman’a geldiğinde doğallıkla
ilk bağlantısı Türkçe konuşan kardeş ve
kız kardeşlerleydi. İnanlılar kendisini,
Serbest İncili topluluğunun vaizi Leroy
Whitman’la tanıştırdılar. Bu kardeş Ortadoğu’da
pek çok yıl hizmette bulunmuştu. Rab İsa
Mesih’i gerçek anlamda tanıyan bir çobandı;
Arapça’yı çok iyi bilirdi. Türkiye’den
gelmekte olan bu habercinin Tanrı armağanlarıyla
donatılmış biri olduğunu anlamakta güçlük
çekmedi. Kendisini kent merkezindeki toplantı
yerinde konuşmaya çağırdı.
Kadın erkek
toplantı yerini doldurduklarında, çevre
bir bekleyiş havasıyla doluydu. Vahram’ın
kararlı dua-dilek bağlılığı, güçlü imanı
ve Rab’bin desteğini beklemeye güveni
bunda önemli yer tutuyordu. Toplantı yerinde
ruhsal bir canlanma olacağı belirgindi.
Toplananlar bu yabancı inanlının kişiliğini
bilmemekle birlikte, bir Tanrı insanının
aralarına katıldığını görmekte güçlük
çekmiyordu. Her an gülen yüzü, tertemiz
kuşanışıyla minberde yerini alınca, basit
ama çok içtenlikli bir dua yükseltti.
Tanrı bu güvenilir bağlısının kalbi ve
ağzı yoluyla, kent merkezindeki o toplantı
yerine erişiyordu. Uzun yıllar süren sadık
hizmeti, ruhsal uğraşta yadsınamayacak
bir yer tutan özverisi, onu Tanrı karşısında,
insanlar önünde etkin bir haberci kılmıştı.
O akşamki
çevirmeni Nazaret Acemyan’dı. Çok kolay
çevrilebilen ve aynı kolaylıkla anlaşılan
bir vaaz verdi. Dinleyicilere Rab İsa
Mesih’i gösterdi, onların tüm dikkatini
çarmıha yöneltti. Buradaki ilk toplantıyı
anımsayanlar, o unutulmaz akşamın huzurunu,
özel tatlılığını anlata anlata bitiremiyor.
Yaklaşık kırk beş dakika olan basit konuşmasını
sona erdirince dinleyenleri kısa kısa
dualar yapmaya çağırdı. O ana dek günahlılığının
hiç farkında olmayanlar, gözyaşlarıyla
tövbe ediyordu. Özellikle gençler kurtarıcı
Rab İsa Mesih’e gelme çağrısına içtenlikle
uyuyordu. Yıllardır taş kesilmiş yürekler
ansızın yumuşuyor, eriyordu. Amman’da
çok önemli, özel bir akşamdı bu. O toplantının
ilk ürünleri arasında, o günden bu yana
Tanrı’ya bağlılığıyla bilinen İbrahim
Deir bulunuyordu. Bu kardeş, Amman’da
Mesih adına etkin tanıklığını sürdüren,
Gideonlar kardeşlik bağında yılmadan hizmet
gören bir iş adamıdır.
O parlak
akşam gelip geçici bir toplantı olgusu
niteliğinde bırakılamazdı. Genel istek,
Vahram’ın ertesi akşam yeniden vaaz vermesinde
toplanıyordu. Kendisi bu dileği hoş gönülle
kabul etti. İkinci akşamın getirdiği ürünler
arasında Fawaz Ameish adında bir genç
vardı. On yedi yaşındaki bu genç insan
bir iman sarsıntısından geçmekteydi. “Bu
toplantıda Kutsal Ruh’un dürtüsünü geri
itemiyordum” diyor. “Beni büyüleyen kutsal
sözlerin bu ciddi habercinin ağzından
nasıl aktığını gördüğümde Kutsal Ruh tarafından
yakalandım.” Fawaz o akşam anlamsız yaşamını
Kurtarıcı’ya verdi. Daha sonra Rab’bi
kendisini ruhsal hizmete çağırdı. Çoban
Fawaz Ameish yaklaşık otuz beş yıldır
Amman’da Baptist kilisesinde İsa Mesih’i
tanıtmakta, yaşamının yönünü değiştiren
o unutulmaz akşamı aklında taptaze saklamakta.
Böylesi
hiç görülmemiş toplantıların insan kararıyla
durdurulması çok büyük bir kayıp olurdu.
Bu nedenle, ara vermeksizin her akşam
artan sıcaklık, hayranlık ve içtenlikle
tam dokuz ay sürdü Amman toplantıları..
Belki de, tanrıbilim fakültesi bitirmiş
konuşmacılar böylesi uzun bir süre boyunca
her gün taptaze bir konuşma hazırlayamaz!
İlk sınıftan ayrılan, ama Kutsal Ruh’la
dolu olan bu alışılmamış haberci, her
akşam kurtuluş kuyularından çektiği canlı
suyu sevinçli yürekle dinleyicilerine
sunmakta, onları kurtuluş gönencine getirmekteydi
(bkz.
Yeşaya 12:3). Yeni Antlaşma’da adı
geçen Dekapolis’ten (On Kent) biri olan,
bir vakitler Filadelfiya diye bilinen
kent böylesine tanık olmamıştı.
Her akşam
yenilenen içtenlik, başka başka katılanlar..
Kurtarıcı İsa Mesih’le karşılaşarak değişmiş
yaşam gönencine gelenlerin yüksek sayısını
belki de sonsuzun parlak görkemi açıklar.
Çevirmenler yorularak yerini başkasına
bırakıyor; ama konuşmacı yorgunluk ne
bilmiyor. Acemyan kardeşler, İshak Cemil
çevirmenliği paylaşıyor. Her biri Kutsal
Ruh’un Arapça’da etkin birer aracı. Çoban
Fawaz, “Vahram minbere gelince yüzünde
sanki ışık parlardı” diyor. Yüzde parlayan
ışığın içte yanan ateşten oluştuğunu anlamak
güç değildi. Vahram her yüreğe bir güvenlilik
duygusu koyardı. Günahlıların kurtarıcı
Mesih’e döneceğine ilişkin derin güveni,
beklenen sonucu sağlamaktaydı.
Vaazını
doruğa getirince, herkesin ayağa kalkıp
engin sesle dua etmesini isterdi. Ardından,
kişilerin teker teker, ama kısa kısa dua
etmesini buyururdu. Yüreklerine hançer
saplanmış gibi olanlar birbiri ardından
dikilerek, günahlarını açıklar, kurtarıcı
İsa Mesih’in adıyla tövbe ederdi. Daha
sonra, toplantı yerindekiler yaklaşık
on beş gruba ayrılırdı. Kimileri yeniden
doğuş bulur, kimileriyse yaşamlarını yeniden
İsa Mesih’e sunardı. Her akşam salonda
gerçek bir uyanış havası eserdi. Daha
önceleri görülmemiş bir gelişim.. Vahram
daha sonra grupları yönetenleri bir araya
getirir, kısa kısa dua etmelerini isterdi.
Tüm toplantı süresi yaklaşık üç saatti.
Yürekler parçalanır, yerler gözyaşlarıyla
sulanırdı. Ama işin sonu değildi bu. Her
gece başka bir eve gidilir, Vahram elde
kemanıyla ilahiler söyler, dualar yükseltilir,
yeni yeni tanıklıklar işitilir, bu doyulmaz
paydaşlık gece yarısına dek giderdi. Toplantılarda
etkilenen bir kız kardeş, Mari Barsamyan
şu ilginç bilgiyi veriyor: “Evlerden birindeydik.
Ev sahipleriyle uzun bir buluşmamız oldu.
Vahram odasına çekilmişti. Sabahın erken
saatinde odasının önünden geçerken ışığın
yandığını gördüm. Oturmuş durumda, yorganını
sırtına çekmiş, içtenlikle dua ediyordu.”
Başka bir kardeş şu bilgiyi ekliyor: “Ertesi
gün Vahram’ı çarşıda görürdük. Yoğun çabayla
Kutsal Kitap parçaları satıyor.. Müslümanlar
İncil parçalarını istemeyince, onlara
MEZMURLAR’ı sunar, ardından da SÜLEYMAN’IN
ÖZDEYİŞLERİ’ni’: ‘Sultan Süleyman’ın öğütlerini
okumak istemez misiniz?’ Böylece çok sayıda
Kutsal Kitap parçası satabilirdi.” Bir
akşam çok üzgün durumda toplantıya geldi.
Kardeşlerden biri üzüntüsünün nedenini
sorunca, “Birisi öz babama sövse çok üzülürüm”
dedi. “Ama bir saygısız, göksel Babam’a
söverse yüreğim paramparça olur. Gelin
o kişi için dua edelim!”
Her akşam
Kutsal Ruh’la dolu olarak toplantıya hazırdı.
Hep yeni dinleyiciler, giderek çoğalan
arayıcılar. Özellikle gençlerin ilgisi
çoğalıyor; günahtan dönenler, Kurtarıcı’nın
sunusunda varlığın anlamını bulanlar artıyor.
Bu arada kilisenin çobanı Leroy Whitman,
yönetimi bu etkin habercinin eline bırakarak
kendi haber gezisine çıkıyor. Ürdün’ün
çeşitli yerlerinde kiliseleri, Suriye’yi,
Lübnan’ı dolaşarak buralarda vaazlar veriyor.
Amman’daki uyanış havasını başka başka
kentlere götürüyor.
Bu dokuz
aylık süre, Amman’da kiliseyle ilgili
hiç alışılmamış bir dönem. Buna ‘Habercilik
Patlayışı’ demek yanlış olmaz. Tam dokuz
ay, haftanın yedi günü her akşam canların
Tanrı’yla, Rab İsa Mesih’le buluşması:
Kadın erkek, genç yaşlı niceler tövbe
etti, Mesih’e bağlandı, kilise topluluğuna
katıldı. Bireylerin yeni kavuştukları
iman ve bağlılığın etkisi uzun süreliydi.
Bunlar kutsallık kavramında gelişti, yaşam
ürünü getirmekte yararlılığa yükseldi.
Bazıları başka ülkelere göç etti, Amman’da
kavuştuğu yaşam gönencini, tanıklığı dört
bucağa taşıdı.
Vahram özel
bir atama töreniyle vaizliğe ayrılmanın
gereğini hiç duymamıştı. Bu etkin hizmete
kendisini Kutsal Ruh atamıştı. İnsan kuşaklarından
onay ve tanınma aramak tuttuğu yöntem
değildi. Ama Amman kilisesinin İhtiyarları
dua etti, böyle seçkin bir işçiye Kutsal
Kitap öğretisi uyarınca el konularak kendisinin
kilisece vaaz-öğreti hizmetine ayrılmasını
onayladı. Vahram Tatikyan Amman’da hizmet
gördüğü kilisenin ruhsal işçisi atandı
ve bu özellikle mübeşşir ilan edildi.
Gilead dağlarında,
Ajioun’da yüreklendirici bir dönem başlıyordu.
Baptist’ler bu yerde yepyeni bir topluluk
oluşturmaktaydı. Vahram’dan başka kim
bu gelişimi ilerletecekti! Amman’ın ardından
Ajioun dönemi geldi. Baptist’ler bu yerdeki
hastanenin tüm yönetimini üstlenmişti.
Vahram’a çift görev düştü: Her akşam kilisede
toplantı, gündüzse hastanenin personeline
sunulan ruhsal hizmet. Tüm uğraşın çevirmen
aracılığıyla yapıldığı da yine belirtilmeli!
O boş zamanlarda çevredeki köylere gider,
Kutsal Kitap parçaları, İncil satar, rastladıklarına
tanıklıkta bulunurdu. İlk kez olarak Yeruşalim’i
ziyareti bu sıradaydı.
36. VE KUTSAL KENT YERUŞALİM’DE
Bu iklimlere
geleli Kutsal Kent Yeruşalim’i görmek,
Tanrı Haberi’ni orada da yaymak, Rab İsa
Mesih’in insan bedeninde yeryüzüne geldiği,
yaşadığı, öğrettiği, şaşırtıcı belirtiler
yaptığı, peygamberlik Sözü’nde önceden
bildirildiği gibi iki eşkıya arasında
çarmıha çakıldığı, gömülüp yeniden dirildiği
ve oradan göklere yükseldiği yerleri görmek,
gezmek hiç sönmeyen kovalayışı.. En sonunda
Rabbi ona bu fırsatı da sağlıyor. Mesih’in
benzersiz sevgisini, kayrasını her rastladığına
açıklıyor, önceki yerlerdeki gibi burada
da toplantılara katılıyor. Bu Kutsal Kent’te
geçen olayları konu ederek Sevinç Getirici
Haber’i yaymanın anlamı kendine özgü.
Barış Başkanı’nın orada dua ettiği Getsemani,
Yeruşalim’in karşısındaki Zeytinlik dağından
göklere ayrıldığı yer ve başka kesimlerin
her biri özlü olgulara tanıklık etmekte.
Ne yazık ki bu topraklar şu ana dek barıştan
yoksun. Barış Başkanı’nın Zeytinlik dağına
ayaklarını basarak dünyamıza döneceği
güne dek, bu yöre de yeryüzünün başka
yerleri gibi somut, sürekli barıştan yoksun
kalacak. Barışı salt O getirecek. “Sizleri avutacağım; kendi anasının avuttuğu
bir insan gibi yüreklendirileceksiniz;
Yeruşalim’de avutulacaksınız” (Yeşaya
66:13).
Yeruşalim’in
geçmişteki ve gelecekteki önemi yeniden
gözleri önünde canlanıyor. Yüzyıllar boyu
içinde yaşanan bu kent nice savaştan geçti,
yıkıma uğradı. Ayrı çağlarda ayrımlı duvarlar
dikildi. Çeşitli kapılar nedeniyle buraya
‘Kapılar Kenti’ denmişti. Yaklaşık yirmi
kapının adı geçer. Bunlardan geçen taşıt
araçları kapılara kendi adlarını bırakmış:
Koyun Kapısı, Balık Kapısı, At Kapısı,
Su Kapısı, Şam Kapısı, vb. Vahram’ın ziyaret
ettiği kentin sekiz kapısı var. Biri taşla
örülü. Halk inancına göre burası Mesih’in
gelişinde açılacak (bkz. Zekarya 14:4).
Yıllardır
Kutsal Kitap’ı okuyup araştıran, vaaz
eden bu yetişkin öğütçünün Yeruşalim’e
ilişkin topladığı taze bilgi yepyeni kavram
boyutlarını taşıyor ona. Buradan sonra
İsa’nın bir hayvan ağılında dünyamıza
geldiği Beytlehem kentini de ziyaret ediyor
(bkz.
Mika 5:2; Matta 2:1). Tanrısal Söz’ün
önemsiz bir yerde, pek yoksul koşullarda
insan bedeni kuşanması, O’na hizmet sunanın
her çeşit yükseklik ve gösterişçilikten
ırak olması gereği bir kez daha içinde
canlanıyor. Bunca yıl onu parlak ve varlıklı
yaşamdan beri tutan Tanrısı’na yeniden
teşekkürlerini sunuyor. Rabbi’nin yeryüzüne
yeniden gelip bu kentte tüm evreni kapsayan
barış ve esenlik hükümranlığını kuracağının
güvenliği, içinde taptaze bir ateş oluşturuyor
(bkz. Vahiy 1:5-7; 22:7,12,17,20).
37. İSTANBUL’A DÖNÜŞ
Zaman ne
de çabuk geçmişti! Galata’da kardeşlere,
kız kardeşlere veda ederek Ortadoğu ülkelerine
ayrılmasından bu yana birkaç yıl geçmişti.
Ne zengin, ne sevindirici bir dönemdi
bu! Deneyimler, anılar, intibahlar hiç
unutulamayacak kutluluklar zinciri.. İstanbul’a
dönmenin vakti gelmişti artık. Ayrılırken
altı ayda geri gelebileceğini tasarlamış,
yakınlarına bunu söylemişti. Ama bunun
dört beş katı geçti dışarıda.
Bütünlediği
göksel uğraşlar için Rabbi’ne teşekkür
sunarak geride bıraktığı birçok yeni inanlıyı
aklının derininde saklıyor, dua ediyor.
Yeruşalim’den Beyrut’a doğru yolculuğa
başladı. Şam’da durak yaparak inanlıları
gördü, yüreklendirdi. Sonunda yine Beyrut’tan
gemiye binerek kendisini bekleyen kardeş
ve kız kardeşlere kavuşacağının heyecanıyla
yolculuğa başladı. Gemi yolculuğu yeni
baştan ona taze bir habercilik fırsatı
açtı. Burada da unutulmayan deneyimler
yinelendi. Geçen yıllar içinde İstanbul’dakiler
kendisi için sürekli dua ediyor, kentten
kente, evden eve, kiliseden kiliseye ve
her gittiği yerde sürdürdüğü verimli toplantılar
için içtenlikle Rab’be yakarıyorlar.
Kurtuluş
bulduktan sonra ruhsal hizmete başladığı,
birçok yıl bunu orada sürdürdüğü sevgili
İstanbul’da kardeş ve kız kardeşler Vahram’ı
sevinç ve heyecanla yeniden kucakladı
(bkz.
Habercilerin İşleri 14:26-28). Hemen
ev toplantıları başladı. O sevinçli, duygulandırıcı
dönemi, ürünlü çalışmaları Amman’daki
intibah toplantılarını enikonu anlatarak
bu yerlerdeki kardeşler kız kardeşlerle
İstanbul’dakiler arasında gizemli bir
bağ oluşturdu, başka inanlılar için dua
etmenin gereğini herkese bir kez daha
anımsattı. İstanbul’da, Anadolu’da yine
verimli bir çalışma dönemi açılıyordu
önünde.
Duaya konuşmaya
daima bir ayetle başlamayı alışkısı yapmıştı.
Müslüman biri ‘Bismillah’la başlıyorsa,
o neden anlamlı bir ayetle Rab’bin müjdesini
bildirmeye gitmesin! Bir gün Beyrut’ta
dua ederken şu ayetle başlamıştı: “Görkemli eylemler yapan tek Kişi’ye; Çünkü kayrası çağlar çağı boyuncadır”
(Mezmur 136:4). Orta Doğu ülkelerinde
böylesi sevindirici verimli ürün getirici
bir hizmet alanı ve olanağı sağlayan Rabbi’ne
sordu: “Ya Rab, bundan sonra nereye gitmemi
istiyorsun? Geriye kalan hizmetimi İstanbul’da
sürdüreceksem, bunu sevinçle kabule hazırım.
Yok, önümde yeni alanlar açmaktaysan,
bunu da aynı hayranlıkla kabule istekliyim.
Sadece Senin egemen isteğini öğrenmek
istiyorum.”
Ortadoğu
ülkelerinde hizmetini sürdürmekteyken,
Arjantin’in Buenos Aires kentinde yaşayan
kız kardeşiyle eniştesi, Dikranuhi ile
Misak Balyan’dan çok içtenlikli bir mektup
almıştı. “Bize ne vakit geleceksin?” diye..
Güney Amerika’da Tanrı Haberi’ni yaymaya
geniş olanaklar bulunduğunu, istekli kişilerin
her yerde Haber’i dinlemeye koştuğunu
yazıyor, kendisini Arjantin’e davet ediyorlardı.
Ortadoğu’da Rab’bin tanrısal tanıklığı
ne denli kutladığını görerek “Güney Amerika
ülkelerine gitmem belki O’nun yöntemidir”
düşüncesiyle İstanbul’daki kız kardeşi
Beatris’e bir mektup salmış, bu konuda
dua etsinler diye dilekte bulunmuştu.
Kutsal Ruh çoktandır Beatris’i de aynı
istekle etkiliyordu. Verdiği yanıtta,
“Evet, Güney Amerika’ya gidip orada hizmetini
sürdürmen Rab’bin buyruğudur” yolunda
yazmıştı o. İstanbul’a dönüşünden sonra
insanlara bir şey söylemeden Rabbi’ne
duayı sürdürdü. O, Rab’le konuşulacak
konuları insanlarla görüşmezdi. Bunu,
Rab’bin yanıtını aldıktan sonra yapardı.
Dualarını korkusuzlukla, Tanrısı’nı hoşnut
eden imanla sürdüren bu adamın olumlu
yanıtı alması uzun sürmüyor. Şimdi, gidilecek
vaktin kararlaştırılması Rabbi’nin elinde.
Bu arada ruhsal hizmeti etkin biçimde
ilerliyor; inanlılar yüreklendiriliyor,
yeni yeni kurtulanlar oluyor.
Aradan birkaç
yıl geçtikten sonra kız kardeşi gerekli
çağrıyla, Beyrut’tan başlayacak olan gemi
yolculuğuna bileti gönderiyor. Ama Arjantin’e
giriş sanıldığından daha güç! Çağrılı
olsa bile herkesi kabul etmiyorlar. Ne
var ki, onun yolunu Rab çizmiş gidişini
de O bütünleyecek.. Herkes onun ayrılacağına
üzgün. Öte yandan engel olmak da istemiyorlar.
Tanrı’nın işi tek kişiye kalmış uğraş
değil! Sonunda onu Rab’bin yönetimine
bırakıyorlar; duayla ilahilerle en iyi
dileklerle Beyrut’a gönderiyorlar. Yıl
1956. Yolculuk trenle. Her zamanki gibi
yolda kitaplar satmayı, ruhsal tanıklıkta
bulunmayı içtenlikle sürdürüyor. Kadına
erkeğe İsa Mesih’i tanıtmakta yepyeni
bir ivedilik var.
38. ÜRDÜN’Ü YENİDEN ZİYARET
Vahram Ortadoğu
iklimlerini son olarak bırakmadan önce,
ne olursa olsun, Ürdün’ü yeniden ziyaret
etmeye kararlı. Aklı şu yüreklendirmeye
gidiyor: “Rab’bin Sözü’nü bildirdiğimiz kentlerin her
birine dönelim, kardeşlerin durumunu öğrenelim”
(Habercilerin İşleri 15:36).
Amman’da
ilk Pazar sabahı kilisenin çobanı Leroy
Whitman kendisini açık kollarla kabul
etti. O, her zamanki parlaklığıyla, göksel
Babası’na şükran dolu bir ruhla minbere
çıktı. İlk ürünler arasında olan İbrahim
Deir’le başka birçok inanlı kardeş ve
kız kardeşi görerek duygulandı. Sınırsız
bağlılığı için Mesihi’ne teşekkürler sundu.
Hiçbir söz konuşamadan yüzünü ellerinin
içine gömerek hüngür hüngür ağladı. Ama
beş yıl önceki yenilenme havası şimdi
esmiyordu. Gerçi, ruhsal görünüm canlılık
saçmaktaydı; ama önceki intibah havası
hiç unutulamayan bir ayrıcalıktı. Kilise
tarihinde intibah olguları üzerinde inceleme
yapanlar, ruhsal uyanışın gelişigüzel
bir canlanma olmadığına dikkati çekmekte.
İntibah ne ruhsal gündemle, ne de programlamayla
düzenlenen gönenç ortamıdır. Tümden Kutsal
Ruh eylemidir; Kutsal Ruh’un tasarladığı
ve bütünlediği zamanda kararlaştırılan
bambaşka bir gelişimdir. İntibahta insansal
öğeler de kuşkusuz bulunur. İnanlıların
Ruh birliğinde bunu arayarak beklediği,
intibahın gelişi için üstelemeli dualar
yükseltiği, toplulukta her tür günahın
sergilenerek bunlardan dönülmesi, yüreklerin
Tanrı sevgisinde ısınmasına özlem duyulması,
vb.
Bu gözlemlerden
öte intibaha Tanrı’nın vaktinde, O’nun
kullandığı bir insanın Kutsal Ruh tarafından
seçilmesi.. Amman intibahı doğrudan doğruya
Tanrı eylemiydi; susamış inanlılar onu
aramakta derin imanla beklemekteydi. İntibahı
engelleyen tökezlemeler sergilenerek onların
dışlanışı belirginlikteydi. Ve egemen
Tanrı’nın isteği bu sevinçli olguya Vahram
adında önemli olarak bilinmeyen basit
bir askerini seçti. Vahram tanrısal buyruğa
uyarak içtenlikle seve seve bu hizmete
kendisini sundu; hiçbir şerefe sahip çıkmadı,
övgü önemlilik tanımadı. Kutsal Ruh Tanrı’nın
seçtiği vakitte, O’nun seçim isteği uyarınca
Vahram’ı bir araç ve gereç kıldı. Tüm
gelişim Kutsal Ruh’un yönetimindeydi.
Ve intibah belirli bir dönemde başladı,
kurtulanlar kurtuldu, yenilenen inanlılar
yenilendi, Kutsal Ruh’un kararlaştırdığı
gibi doruklandı, sonra da dindi. Kurtulanlar
yeni yaşamlarında ürünlü verimli oldu,
Tanrı hizmetinde yararlılığa erdi ve yeni
bir intibah için duaya başladı. İşte bu
nedenle Vahram’ın Amman’ı ikinci ziyareti
güzel ve içaçıcı olmaya karşın intibah
sayılamazdı. O, ileride başka yerde yeniden
bir intibaha araç ve gereç olacak.. Kilisenin
intibah tarihi çok ilginç ve heyecan getirici
bir tarih araştırmasıdır. İntibaha tanık
olmamış genç pastörlerin, inanlıların
intibahın gelişi için dua etmesi sağlıklı
tanrısal uğraştır.
Amman’daki
toplantıların başlangıcında Kurtarıcı’sıyla
karşılaşmaya gelen Fawaz Ameish şimdi
Ajioun Baptist kilisesinde çoban. Buranın
kuruluşunda Vahram’ın hizmeti ve katkısı
akıllarda taptaze duruyor. Baptistler
aynı zamanda Ajioun hastanesini yönetiyor.
Hizmette bulunsun diye Vahram’ı çağırıyorlar.
Tüm personel el ele gelerek bir daire
oluşturdu. Önceki toplantılardan Vahram’ı
tanıyanlar ruhsal tanıklıkta bulundu.
Konuşmaya çağrıldığında, o alışılmış isteği
dile getirdi: “Kısa kısa dualar edilsin!”
Bu arada doktorların, hastabakıcıların
da dua etmesini istedi. Bazıları açık
açık kendi sözleriyle hiç dua etmemişti.
Sadece içlerinden dua edenlerdi. Bunlar
ilk kez olarak yüksek sesle dua etti.
Sanki taze bir yenilenmedeydiler. Vahram’ın
konuşması yeni baştan tövbeler ve Mesih’e
dönüşlerle herkesin yüreğine ruhsal doygunluk
getirdi.
Hastanenin
müdürü bir gün, çoban Fawaz Ameish’den
Vahram için o günün çalışma programını
düzenlemesini istedi. Kendisi halen taptaze
sakladığı şu anıları bildiriyor: “Sabahleyin
hastane personeli için özel bir toplantıya
katıldık. Vaktimiz bir sürü uğraşla doluydu.
Vahram konuşmasını bitirince, ‘Rab kime
konuştuysa benimle birlikte salona gelsin,
orada dua edelim’ dedi. O günün önemli
bir kesiminde salonda kalarak kişi ardından
kişiyle ruhsal gereksinimi üzerinde konuştuk.
Birçoğu gözyaşları içinde günaha tövbe
etti, kurtarıcı Mesih’i yüreğine aldı.
Biri salondan ayrılırken o, ‘Gelin, onun
için dua edelim’ diyordu. Duadan sonra
bir ilahi ve daha sonra kişiyle buluşma.”
Çoban Fawaz şu ilginç gözlemi anımsatıyor:
“O gün, süreklilikte Kutsal Ruh’un yönetimi
altında olmanın anlamını kavradım. Gerçekten
Rab’bin katındaydık. O mutlu uğraş dışında
başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorduk. Ürünün
Rabbi karşımızda çok verimli bir tarla
açmıştı. Bizse sevinçle içtenlikle Tanrı’nın
düzenlediği hizmette uşaklardık.
“Saat on
altıda sekiz kişi yakındaki bir köyde
toplantıya katılmak için bir Chevrolet
Station’la yola çıktık. Vahram çok sevinçliydi.
İlahi söyleyerek coşkunluğunu açığa vuruyordu.
Ağzındaki ilahi şuydu: ‘Hisus
gelecek!’ Bir anda sürücünün durmasını
istedi. Aynı şeyi üç kez yineledi. Bir
köyden geçmekteydik. Duruverdik. İlahiler
söylediğimizi duyanlar otomobilimizin
çevresini kuşattı. Burası bir Müslüman
köyüydü. O her an yanında bulundurduğu
Arapça broşürleri dağıttı. Yolumuzu sürdürdük.
Jeraş kentinde (Dekapolis’ten) canlı bir
toplantı bekliyordu bizi. Bu gün bu yerde
bir kilise topluluğu vardır. Bunun kuruluşunda
Vahram’ın canlı katkısı yadsınamaz.
“Ziyaret
ettiği, hizmet sunduğu yerlerde anısı
unutulmuyor. Bu güne dek çoğu kez bir
inanlıya, ‘Nasılsın?’ diye sorulduğunda,
Vahram’ın Türkçe dilinde, ‘Hamdolsun!’
yanıtı duyulabilir. Bir akşam, Ajioun’daki
toplantıda ilginç bir durum belirdi. Yaklaşık
kırk genç kargaşalık çıkarmaya gelmişti.
Ortalıkta sinirli bir hava esiyordu. Politik
görüşlerle dopdolu gençlerden biri, ‘Benim
bazı sorularım vardır’ dedi. Çevirmen
İshak Cemil, ‘Toplantının sonunda sorulara
sıra gelecek’ deyince, tümü de oturup
konuşmayı dinledi. Gençlerle söyleşiye
oturmak Vahram’a yeni bir deneyim değildi.
O özel olarak bundan hoşlanırdı. Sonucuysa
daima verimliydi.
“Sorular
uçmaya başlayınca, Vahram politik bir
ajan olarak suçlanıyordu. Türkiye’den
Araplar’a gönderilişinin nedeni araştırılıyordu.
Vahram alışkın olduğu basit ama kanışlı
dille soruyu yanıtladı: ‘Buraya gelişimin
nedeni sizleri sevmemdir. Siyasetten anlamam,
siyasetle ilişkim düşünülemez. Beni buraya
Türk hükümeti göndermedi; Rab İsa Mesih
gönderdi. Doğrusunu arayacak olursanız,
ben Amman kilisesince Rab’bin hizmetine
atanarak, tüm dünyaya o kilise tarafından
gönderildim!’
“Gençler
sorularına verilen yanıtı yetersiz buldular.
Elektrikçilikten anlayan biri bir muziplik
yaparak sigortaya gitti, ışıkları kesiverdi.
Tüm salon gömüldü zifiri karanlığa. Zaten
toplantı sonuçlanmak üzereydi. Herkes
evine ayrıldı. O gün bu grubu yöneten
genç kalp rahatsızlığı çekmekteydi. Aradan
bir süre geçti, Baptist hastanesine yatırıldı.
Beyrut’tan haberci Maurice Girges hastanede
habercilik hizmetine gelmişti. Bu genç
de gerçekten tövbe edenler arasındaydı.
İsa Mesih’in kurtulmalığıyla yeni yaşam
buldu. Bunun üzerine çok duygulandırıcı
bir ikrarda bulundu: ‘O akşam Vahram Tatikyan
konuşurken, elektriği kesen bendim!’
“Vahram
yüreğinde ve ağzında her an bir ilahi
taşımaktaydı. ‘Hisus İsmi Şirin Bana!’ dilinden düşmezdi. ‘Mahşer Günü!’ ilahisiyle giderayak nicelere seslenirdi. Bunlarla
birlikte daha birçok ilahisi Arapça’ya
çevrildi; inanlıların her zaman kullandığı
ilahilerden oldu.” Çoban Fawaz Ameish
Vahram’ı son kez Ajioun’da görmüştü. 1983
yılında Amsterdam’da Dünya Evangelizasyon
Kongresi’ne katıldı. Bir otobüs gezisinde
Güney Amerikalı delegelerle tanıştı. Konu
döne dolaşa Vahram Tatikyan’a dayandı.
Her biri onun vaazlarından ne denli yararlandığını
anlatmaktaydı. Arjantin’li delegelerden
biri, ‘Mejdan!’
diye bağırdı. Bu, Vahram’ın her zaman
yinelediği ‘Yücelik!’ sözünün Arapça’sıydı.
Güney Amerikalılar Vahram’la ilgili anıları
anlatmaktan kendini alamıyordu. Onun anısı
her düşüncede taptazeydi. Tıpkı Kutsal
Söz’de vurgulandığı gibi: “Doğru kişinin anılması kutluluk getirir” (Süleyman’ın
Özdeyişleri 10:7a).
Çoban Fawaz
Ameish hiç unutamadığı bir olayı şöyle
anlatmakta: “Annem kendi kilisesine çok
bağlı bir kadındı. Kilisesiyle olan bağı
koparmayı hiç istemezdi. Birçok kez kendisini
toplantılarımıza çağırdık; gelmek istemedi.
Vahram bunu düyunca, ‘Öyleyse’ dedi, ‘Ben
onun kilisesine gideceğim!’ Bir gün o
kiliseye girdiğinde, derin saygıyla sağa
sola bakmaktaydı. Parlayan, her an gülen
yüzü yaşlı annemi öylesi etkiledi ki,
‘Rab’bin bir meleği kiliseyi ziyarete
gelmiş diye düşündüm’ dedi.”
39. BAŞKA KARA PARÇALARINA
Beyrut’a
Arjantin konsolosluğundan vize alarak
bir an önce yolculuğa çıkmak için gelmiş.
Bu sıkışık zamanda bile ev toplantılarına
katılmaktan, taşıt araçlarında tanıklık
etmekten, kitap satmaktan beri durmuyor.
Bunca yılın başarılı hizmeti, Kutsal Ruh’ça
uzatılan kutluluklar zinciri ruhsal tanıklığın
taptaze boyutları olarak tanınmış. O buna
çok gereksinimli. Hiç bilmediği bir kara
parçasında, tanımadığı insanlar arasında
her yerde sürdürdüğü hizmeti sunacak.
Sabahları Arjantin konsolosluğunda geçiriyor.
Bir sürü sorgu, soruşturma, parmak izleri,
çeşit çeşit kırtasiyecilik, sanki hiç
sonuçlanmayan git gel. Bu dönem öylesi
güç ve can sıkıcı ki, herkese Arjantin’e
gitmenin güçlüğüne karşı cennete gitmenin
kolaylığından söz ediyor. Her çetin durumdan
veya karşılanan çalkantıdan ruhsal bir
tanıklık olanağı çıkarmasını bilen biri..
Bu betimi kullanarak salt Tanrı’nın kayrasıyla
cennete gidilebileceğini derin güvenlikle
sağa sola anlatıyor.
En sonunda
Arjantin vizesi pasaportuna işleniyor.
Artık hiçbir engel kalmamış. Bileti de
cebinde. Şubat 25,1957’de bu kez Beyrut’taki
kardeş ve kız kardeşlerin dualarıyla gemiye
uğurlanıyor. Önünde uzun bir yolculuk
var. Çoğu böyle bir yolculuğu nasıl geçireceğini
kestiremez. Gemilerde kâğıt oynamak, içki
içmek, dedikodu yapmak, sabırsızlıkla
film saatini gözlemek, vb. iyi bilinen
deneyimlerdir. Ama ona her an değerli,
Rabbi için verimli. İlk tanıştığı üç bayana
ruhsal tanıklığını anlatıyor, İsa’yı canın
kurtarıcısı olarak kabul etmenin sürüncemede
bırakılamayacağını vurguluyor. Bayanlardan
birinin babası vaizmiş meğer. Çoktandır
aklın gerisine ittiği ruhsal değerler
içinde canlanıyor, çok ilginç bir olguyu
anlatıyor Vahram’a:
“Babam ağır
hastalığa tutulmuştu. Gidip vaaz edebilecek
durumda değildi artık. Ama insanlarına
son kez olarak konuşmayı çok istiyordu.
Herkesi ölüm yatağının başına çağırdı,
ölümünden önce son vaazını verdi. Sonra
da sevinçle Rabbi’ne kavuştu. Bu anlamlı
toplantıya katılan ölümlü insanlar ölmek
üzere olan birinden canlı bir vaaz dinlediler,
kurtuluş ve arınma güvenliğini bilmeyenler,
Mesih’i hemen kabul ederek kurtulmanın
dille anlatılmaz canlılığını buldular.”
Bu bayan
Vahram’ın hizmet deneyimlerini içtenlikle
dinliyor, “Bana sevgili babamı anımsattın”
diyerek gözyaşı döküyor taptaze bağlılıkla
Mesih’e sarılıyor. İskenderiye’ye yanaştıklarında
ona yardım ediyor. Vahram, “Mesih bağlısı
olmasaydım” diye yazıyor, “Bu denli yardımı
nereden bulabilirdim?” İstanbul’daki kız
kardeşine bir mektup salıyor: “Beyrut’tan
çıktıktan bir gün sonra İskenderiye’ye
girdik. Biraderleri kız kardeşleri buldum.
İki gün hizmetlerimiz oldu. Rab bizi Ruhu’yla
ziyaret etti. Evvelki gelişimde halas
bulanlar yaşıyorlar. Nasıl sevindiler!
Halleluyah! Şimdi İtalya’ya gidiyoruz.
Çok güzel yolculuk. Vapurda Arapça’yı
anlayanlar var. Arapça şahadet ediyorum.
Birçok kişiye kitap verdim. Büyük hürmetle
dinliyorlar. Sizin için duacı ve duanıza
muhtaç” Vahram Tatikyan.
İskenderiye’den
sonra İtalya’nın Siraküzü’ne varıyorlar.
Burada bir doktora ruhsal tanıklığını
veriyor. O, Vahram’ın parasını bozuyor.
Ama yanlışlıkla fazlasından veriyor. Paranın
geri verilmesi doktoru etkiliyor. Gemi
müjde alanına dönüşüyor. İnsanlara kendi
dillerinde Kutsal Kitap parçaları, ruhsal
yazılar dağıtıyor, hep Rabbi’nin övgüsünü
yapıyor, birçok insanı sevindiriyor. Günde
üç kez dua eden bir İsrailli’yle tanışıyor.
Ona Arapça konuşuyor. “Yeruşalim’i ziyaretime
değindim, kurtarıcım Mesih’in bu kentte
korkunç işkencelerle çarmıha çakıldığını
anlattım” diyor. Tanrısayar biri olan
bu adam Mesih’e ilişkin duyduklarından
etkileniyor, dostlukları yolculuk boyu
ilerliyor. Tanıştığı çeşitli insanların
gösterdiği ilgiden, dil din engellerini
aşan tanıklığın etkisinden yüreklenerek
her gittiği yerde Sevinç Getirici Haber’i
yayma çabalarında sözünü kutlu kılsın
diye Tanrı’ya yakarıyor. Alışkısı olduğu
üzere, duası Kutsal Söz’deki bazı ayetlerden
esinleniyor:
“Gözyaşıyla ekenler sevinç duyarak biçecek,
Ekeceği tohumu taşıyarak
Ağlayışla yollarında gidenler,
Kuşkusuz dönüşte coşkuyla demetlerini getirecek”
(Mezmur 126:5,6).
Sevinç Getirici
Haber’in değerli tohumunu nerelerde ve
ne biçimlerde ekmedi bu güne dek! Karda,
yağmurda, kavurucu sıcaklıkta, güç ve
çetin koşullarda, direnişte, serzenişte,
bollukta, yoksunlukta gözyaşı dökerek
tohumu ekti, sevinç duyarak ürününü biçti.
Ya da, bunun gönenci başkalarına kaldı
(bkz. 1.Korintoslular 4:9-13). Ekeceği tohumu taşıyarak ağlayışla
ama kararlılıkla önündeki yolu iman doluluğunda
aştı. O ağır kitap kartonlarını kesin
bağlılıkla, gık demeden nasıl taşıdı!
Ve bunlar gerekli yeri bulunca nasıl sevindi!
İnanlının çağrıldığı işe bağlılığı, Rab’bin
şaşılacak mucizeler bütünlediği verimli
tarlayı anımsatır. Gözyaşı ağlayış çabayı
durduramaz. Bu işin ötesinde bol sevinç
beklemekte.. İşi daha bitmemiş. Aynı ruhsal
eylemleri başka bir kara parçasında, başka
insanlar arasında eşit bağlılıkla ilerletmeye
kararlı. En son en canlı coşkusu Mesih’in
katında gerçekleşecektir:
“Efendisi ona, ‘Aferin, iyi ve güvenilir uşak’ dedi.
‘Az sermayeyi kullanmakta güvenilir
Kişi olduğunu kanıtladın.
Seni daha çoğuna atayacağım.
Gel, efendinin sevincine katil’ ”
(Matta 25:21).
“Güvenilir ve akıllı uşak kimdir?
Ev sahibinin, ev halkına vaktinde
Yiyecek sağlaması için atadığı uşak.
Efendisi geldiğinde atandığı görevi
Yerine getiren uşağa ne mutlu!
Doğrusu, size derim ki, efendisi tüm
Malları üzerinde sorumluluk verecektir ona”
(Matta 24:45-47).
Napoli’ye
varıyorlar; burada gemi değiştirecek.
Bir otele iniyor; ardından yollara çıkarak
elinden geldiği kadar ruhsal tanıklığını
işlerliğe koyuyor. İtalyanca kitaplar
dağıtıyor. Ortaklaşa konu üzerinde üç
rahibeyle bildirişime giriyor. Yaşamlarını
Tanrı’ya, İsa Mesih’e atayan bu bayanlar
onun sevgisine sevincine şaşırıyor. Katolik
inancını benimserse çok iyi edeceğini
söylüyorlar. O sevgiyle, “İsa
Mesih başlangıç ve sondur” diye yanıtlıyor.
Dilini bilmediği insanlara İsa Mesih’i
bildirmek oldukça yüreklendirici bir deneyim!
Napoli’de sağa sola koşarak her rastladığına
ruhsal tanıklıkta bulunurken otelinden
ıraklara düşüyor, yolunu yitiriyor. Dil
bilmez, kimseyi tanımaz. Tek bildiği göksel
Babası; yine O’na yakarıyor; Tanrı adımlarını
otele doğrultuyor. Güney Amerika’ya gidecek
geminin kalkış saati yaklaşmakta.
40. OKYANUS YOLCULUĞU, GÜNEY
AMERİKA
Napoli’den
Buenos Aires’e yolculuk on yedi gün alıyor.
Bu süre duayla, Kutsal Kitap’ı okumakla
ve her zamanki gibi ruhsal tanıklıkla
yüklü. Mevsim daha kış. Okyanus ikide
bir kabarıyor, pek çok kişiyi deniz tutuyor.
Kendisini de deniz tutmaya karşın, o başka
yolcuları yüreklendirmek ve avutmakla
ilgili. Özellikle İtalyanlar çoğunlukta.
Başarabildiği kadar onlara çıkmış oldukları
bu uzun yolculuk ötesinde başka bir yolculuğun
kendilerini beklediğini, buna hazırlanmanın
gereğini anımsatıyor. Hemen hemen herkes
Hristiyan adını taşımakta, ama içlerinde
dirilen Kurtarıcı’nın, yeniden gelecek
Hükümran’ın kayrası ve güvenliğiyle yaşayan
kaç kişi bulunur? Onlara bu somut gerçeği
anlatmaya çalışıyor. Herhangi bir dile
kendisini alıştırmaya çalışırken ilkin
belirli sözleri bellemeye uğraşır: Tanrı,
İsa Mesih, günah, tövbe, kurtulmalık,
kan, kurtuluş, bağış, cennet, cehennem,
vb. Denizin sürekli kabarmasına karşın
bu uzun yolculuğun kendine özgü çekicilikleri
eksik değil..
Arjantin’de
onun gelişini bekleyenler çok heyecanlı.
20 Mart 1957’de yoğun bir topluluk Buenos
Aires’te toplanmış, bunca yıl sonra yanlarına
gelen bu değerli Tanrı işçisini kucaklamaya
hazırlanıyor. Mesih’in habercisi bir yerden
ayrılırken de, başka bir yerde karşılanırken
de her kezinde Tanrı bağlıları arasındadır
(bkz. Habercilerin İşleri 20:37; 21:7,17).
Buna benzer yüreklendirici başka bir bağ
nerede bulunabilir? Rab’bin pek çok ülke
ve kentte geniş çapta kutladığı bu seçkin
hizmet görücüyü ağırlamak, bağrına basmak
isteyen inanlıların sayısı bol. Beklenen
yolcu gemiden inip aralarına karışır karışmaz
hemencecik rıhtımda bir dua toplantısı
düzenleniyor. Herkes ardı ardına Mesih’e
teşekkür sunuyor, ilahiler söyleniyor,
bu kardeşi her yerde etkin biçimde kullansın
diye Rab’be yakarıyorlar. Toplantı epey
sürüyor. Tanrı’nın görkemli eylemler bütünleyeceğine
inananlar, sabırsızlıkla bunu bekleyenler
az değil..
Vahram’ın
adını duymuş olanlar, MARANATA dergisinde
yazılarını okuyanlar uzun süredir dua
etmekte. Bunlar yüreklerini hazırlıyor,
Rab’bin bilinenlerden de aşkın işler sonuçlamasını
imanla bekliyor. Ruhsal uyanışın nasıl
başladığını ve geliştiğini anlayanlar,
Kutsal Ruh’un güçle işlemesi, inanlıları
her tür ruhsal uyuşukluktan uyandırması,
engelleri gidermesi, günahlıları eleştirerek
sağlıklı tövbeye getirmesi için yakarıyor.
Tanrı hiçbir yerde, hiçbir dönemde insansal
gereçlere gereksinim duymadı. Kuşkusuz,
O’nun Vahram’a da gereksinimi yok. Ama
önünde alçakgönüllü, kutsallığa bağlı,
duaya saygılı bir inanlı bulunuyor. Böyle
birini Rab kuşkusuz Güney Amerika kara
parçasında da güçle, yeterlilikle kullanacak.
41. İŞLENMİŞ TOPRAK, SULANMIŞ
TARLA
Buenos Aires’e
varışının ertesi akşamı, 21 Mart, 1957’de
kiliselerden birinde toplantı düzenlenmiş.
Konuşmacı Güney Amerika’ya daha dün ayak
basmış vaiz Vahram Tatikyan. Bambaşka
bir ülkede, yepyeni bir topluluğa vaaz
vermek için minberin gerisinde dikilen
bu sınanmış öğütçü, önünde iyice işlenmiş,
sulanmış bir toprak bulunduğunu hemen
anlıyor, bu etkin hazırlığı geliştiren
Kutsal Ruh’a teşekkürünü yükseltiyor.
Daha ilk akşam inanlılara somut sevinç
ve coşku geliyor. Toplantıya gelen birçok
günahlı Kutsal Ruh’un bıçak gibi kesen
eleştirisi altında kalarak tövbe ediyor.
O ilk toplantıyı ve daha sonrakileri izleyenler,
sanki yeni bir Pentekost olgusuna tanık
olduklarını bildiriyor. Tanrı Sözü bu
sınanmış konuşmacının ağzından çıkar çıkmaz
kesin etkisi hemen belirgin oluyor, bireyler
ya tövbe ediyor, ya da yenilenen bağlanışla
yaşamlarını Mesih’in kendilerini bekleyen
yönetimine veriyor.
Vahram kız
kardeşiyle eniştesinin evinde kalıyor,
hiç ara vermeksizin ev kilise cadde toplantılarını,
kişisel konuşmaları ilerletiyor. Burada
toplanan ürünü bir gün sonsuzun parlaklığı
belirgin edecek, İsa Mesih’in şu sözünü
duymayan var mıdır? “Ne
mutlu barışçılara! Çünkü onlara Tanrı
çocukları denecek” (Matta 5:9). O
her uğradığı yerde etkin ve kararlı bir
barışçı. Günahlıları İsa Mesih’in bağışlamalığıyla
Tanrı’ya çekerek kalıcı barışı gerçekleştiriyor,
bunun sonucu olarak da aralarında kin,
kurumlanma, çatışma, ayrılık, çekememezlik,
geçimsizlik türünden düşmanlık tohumlarının
kudurarak çengelleştirdiği sağlıksız insan
ilişkilerini barışçılık aşamasına ulaştırıyor.
İsa Mesih’in bu etkin uğraşı böylesi övmesinin
nedenleri çoktur. Buenos Aires’te başlayan
yüreklendirici gelişimlere oldukça kısa
birkaç yıl içinde en parlak sayfalar eklenecek.
Burada kurtuluşa kavuşanlar arasında yeğeni
Hovsep Balyan bulunuyor. Bu değerli genç
yeni imanda çok ilerleyecek, kendisi de
Mesih’in atadığı bir ruhsal öğütçü olacak,
pek çok kişiyi aynı bağlılığa getirecek.
(bkz. II.Timoteos 2:2).
Buenos Aires’te
verimli bir hizmetten sonra başka bir
yere geçme gereği beliriyor. Bu kez Uruguay’ın
Monte Video kentine ayrılıyor. Bu yer
çok şirin bir liman kenti. Geleneğe göre
ilk kez Portekizliler gemiyle karaya yaklaşırken
bir gemici “Monte vide eu!” diye var gücüyle bağırmış.
Anlamı, “Dağı
görüyorum!” Ve bu yerin adı olmuş
Monte Video. Çağımızda herkesin alıştığı
video sözü de aynı kökenli.
24 Kasım,
1957 Pazar günü Monte Video’da toplantılar
başlayınca, Musa gibi. Tanrı huzurunun
parladığı dağı görerek yaşamları, yöntemleri
değişenler az değil (bkz. Mısır’dan Çıkış 3:1-3). Yıllar öncesi
Güney Amerika’ya yerleşen Ermeni göçmenler
burada da ruhsal toplantı yerlerini kurmuşlar;
sevdikleri Tanrı’ya, Mesih’e hizmetlerini
sunmaktalar. Vahram Türkçe, Ermenice konuşuyor,
vaazlar İspanyolca’ya çevriliyor. Niceler
ıraklardan gelen, Kutsal Ruh’la dolu bu
vaizin yürekleri ısıtan vaazlarını dinlemeye
koşuyor. Biraz da güldürücü bazı gelişimlere
rastlanıyor: Yetmiş yaşında bir bayan
tövbe ediyor, yeni doğuş buluyor. Kutsal
Ruh ardı kesilmeyen dua özlemi koyuyor
onun içine. Kapısının önünde otururken,
sokaktan geçen herkes için dua ediyor:
“Ya Rab şu genç kızı tövbeye çek, Oğlun
Mesih’e kavuştur şu erkeği, şu çocuğu”
vb..
Toplantılara
pek çok genç katılıyor, Mesih’e bağlanıyorlar.
Mıknatısla çekilircesine minberin önüne
geliyor, günahla eleştirilerek tövbe ediyorlar.
Bunlar hemen Kutsal Ruh ateşiyle etkilenerek
kentin meydanlarında toplantı düzenliyor,
gelen geçene Mesih’i tanıtıyor. Kurtulanların
sayısı tutulamayacak oranda yüksek. Cezaevlerine
gidiyorlar, cezalılara Sevinç Getirici
Haber’i duyuruyorlar. Birçok mahpus günaha
tövbe ederek arıtılmış yaşamın gönencine
kavuşuyor. Toplantılarda inananlar gerçek
canlılık buluyor, bu sevinçle İsa Mesih’in
ikinci kez gelişi için dua ediyor (bkz.
Vahiy 22:20). Rio de Janeiro’da evinden
kaçan, Monte Video’da hızlı yaşamın beğenisine
dalan hazcılık meraklısı bir genç şaşılacak
biçimde toplantıya getiriliyor, o gün
tövbe ederek baba evine dönüyor.
Kısa zamanda
toplantılar Ermeni kiliselerinden İspanyolca
konuşulan kiliselere yayılıyor. Vahram’ın
yeni kurtulan yeğeni çevirici oluyor.
Şaşılacak şey! Birçok kişi kendi halkını
aynı dille etkileyemezken, bu adam Ortadoğu
ülkelerinde olsun. Güney Amerika’da olsun
çevirici aracılığıyla konuşarak kadını
erkeği Tanrı’nın sevgisine, Mesih’in kurtarışına
çekiyor. Kutsal Ruh’un eylemleri her tür
insan kavramının ötesinde, insan tasarılarının
üstünde..
28 Kasım, 1957’de Monte Video’dan İstanbul’a
şu mektubu salıyor: “Halleluyah! Burada
çok güzel intibah oluyor. Canlar kurtuluyor,
dargın insanlar barışıyor. Gregoryan kilisesi
de birlikte olmak üzere kiliseler büyük
bir toplantı salonu kiralamışlar; her
akşam toplantı oluyor. Gençlerden oluşan
orkestranın katkısı çok güzel oluyor.
Dua eden pek çok insan var. Tanrı duaları
yanıtlıyor. Halleluyah, Halleluyah!” Bir
kız kardeş ona, “Bazıları tohumu ekti,
başkaları suladı şimdi sen ürününü biçiyorsun”
sözleriyle çok iyi bilinen tanrısal kuralı
anımsatıyor (bkz. I.Korintoslular 3:6,7). Bir toplantıdan
sonra dört genç bayan minberin önünde
dize gelmiş, hüngür hüngür ağlıyor. Vahram
şu parçayı okuyor: “Bu güvenilir Söz’dür ve her bakımdan
değerlendirilmeye yaraşır: Mesih İsa dünyaya
günahlıları kurtarmaya geldi. Bu günahlıların
en ön sırada bulunanı da benim“ (I.Timoteos
1:15). Oracıkta dördü de tövbe ediyor Mesih’e bağlanıyor, yaşam yöntemlerinin değiştiğine
sevinçle tanık oluyor. Gökyüzünde melekler
olayı kutluyor..
Toplantının sonunda bir genç yaklaşıyor. “Adam öldürdüm, cezaevinde
yattım, çıktım; ama kötülüğüm beni ardı
kesilmeden rahatsızlıkta çalkalamakta”
diyor. “Benim için umut var mı?” Vahram
Kutsal Kitap’tan bir parçaya onun dikkatini
çekiyor: “Günahımız yoktur dersek kendi kendimizi kandırırız ve gerçek
bizde barınmaz. Günahlarımızı açıkça söylersek
güvenilir olan ve hakça davranandır O;
öyle ki, günahlarımızı bağışlar ve bizi
her kötülükten arıtır” (I.Yuhanna 1:8,9). O, “Evet,
arıtılmak istiyorum!” deyince Vahram günah
eleştirisinden yıpranmakta olan bu adam
için içtenlikle dua ediyor, ardından o
kendi duasını yükseltiyor. Başka bir günahlının
tövbesi ve yeniden doğuşu göklerde yazılıyor.
“Böylesi esenliği hiç tatmamıştım” diyor
o. Bu genç artık tüm dua toplantılarına
katılıyor, inanlılar arasında sevinciyle
bilinen bir Mesih bağlısı oluyor. Yeni
iman edenlere hiç şaşmayan önerisi, ara
vermeden dua toplantılarına katılmaktır.
Bu birleşimler herkese ruhsal destek kaynağı
oluyor..
Monte Video’da
açılmayan kilise kapısı kalmıyor gibi.
Her yana çağrılıyor, her yerde vaaz veriyor.
Burada bir kilise çobanı yıllar önce Şam’da
basılan bir kitabı okumuş, Vahram’ın çeşitli
ülkelerde yönelttiği ruhsal toplantılara
ilişkin bilgi edinmiş. İçinden, “Ya Rabbim,
keşke bu adamı buraya getirebilseydik”
diye isteğini seslendirmiş. Bir gün bir
raslantı sonucu onun kentlerinde bulunduğunu
öğreniyor. Vahram haftanın belirli bir
gününde kentin bilinen meydanlarından
birinde açık hava toplantısı yöneltiyor.
Bu kilise çobanı oraya gidiyor, ikisi
buluşuyor. Vaiz onu kilisesine çağırınca
canlı, sevinçli bir toplantı oluyor. O
gün kurtulan bir genç ayağa kalkarak,
“Bu kilisede bana birçok görev verildi;
herkes, benim inanlı yaraşık biri olduğumu
sanıyordu” diye söze başlıyor. “Ben sadece
doğru namuslu biriydim; ama hiçbir zaman
günahlılığımı açık açık söyleyerek gerçek
anlamda tövbe etmemiştim. Hepinizi de
aldattığım için beni af edin!” Genç adam
bunları söyledikten sonra oracıkta dize
gelerek tövbe ediyor, gerçek anlamda Mesih
bağlısı oluyor. Monte Video’daki toplantılar
böyle ilginç sonuçlarla dolu. Kurtarıcı’yı
görüp O’nu bulanlar pek çok.
42. GEMİDEKİ TOPLANTI
Kutsal Ruh
tarafından yeniden Buenos Aires’e gitmeye
yöneltildiğini anlıyor. Dua ettikten sonra
beş kardeşle birlikte gemiye binerek ayrılıyorlar.
Gemi tıklım tıklım dolu. Yanındakilere,
“Burada bir toplantı yapmak ne de güzel
olur!” diyor. Kardeşler öneriyi onaylayınca
ilkin dua ediyorlar. “Bir başlayalım,
durdururlarsa durdursunlar” diyor. Her
zaman yanında bulunan çevirmeni Vahram’ın
canlı vaazını İspanyolca’ya çevirmeye
başlayınca, böyle bir vaazı hiç duymamış
olan yolcular heyecanla onların çevresine
toplanıyor; ama gemi yan yatmaya başlıyor.
Çok kısa zamanda kaptan yaklaşıyor konuşmacıyı
görmek istiyor. Çevirmeni aracılığıyla
ona, “Yaptığın iş güzel ve yerinde ama”
diyor, “Bunun yeri burası değil! Gel seni
geminin salonuna götüreyim, orada dilediğin
kadar konuş!” Kaptandan ilkin özür diliyor,
sonra da teşekkür ederek salona geçiyor.
Yolcular onu izleyerek Tanrı Sözü’nü doyasıya
dinliyor.
Buenos Aires’teki
inanlılar o gitti gideli yeniden aralarına
dönmesi için dua etmekteler. Dönüş onları
çok sevindiriyor. Ortadoğu ülkelerinden
tanıdığı Armenuhi Himidyan adlı bir bayanla
karşılaşıyor burada. Onunla eşi savaş
sonucu evlerini yerlerini yitirmiş, Güney
Amerika’ya göç etmiş, bir zamanlar sıcak
olan iman bağlılıkları para pul, iş güç
hevesiyle ılımış. Vahram’ı gördüklerinde
gözyaşıyla ağlıyorlar. Pazar öğleden sonra
dua toplantısına katılıyorlar. Burada
sevinçle Rab’be geri dönüyorlar. İstanbul’daki,
Anadolu kentlerindeki, Beyrut’taki, Şam’daki,
Amman’daki deneyimlerin havası yeniden
esiyor. Her akşam yedide dua toplantısı,
sekiz buçukta konuşma. Toplantılar herkese
açık; katılanların sayısı kabarık. Kişilerin
karşılaştığı güçlükler engeller inanlıların
dualarıyla alt edilmekte. İblisin her
yerdeki gibi burada da dikmeye çalıştığı
kaleler teker teker yıkılmakta (bkz. II. Korintoslular 10:4,5).
Bu toplantılar
açılıncaya dek yürekleri bıktıran ruhsal
çökkünlük ortalığa egemen kesilmiş. Vahram’ı
başka yerlerde kullanan Kutsal Ruh onu
Arjantin’in başkentinde yeniden etkin
biçimde kullanıyor, yürekler ısınıyor.
İman bağlılığında ılımışlar, günahlılar,
birbiriyle dargınlığı olanlar, dua etmek
nedir bilmeyenler gözyaşıyla tövbe ediyor,
İsa Mesih’in acımasını kayrasını tadıyor,
O’nun sıcak bağrına sığınıyor. Herkes
yeniden nasıl Rab’be döndüğünü içtenlikle
anlatıyor. Dönenler sanki seferber oluyor,
her karşılaştıklarına Mesih’i tanıklık
ediyor, tam korkmazlıkla Tanrı’ya bağlılıklarını
açıklıyor, geniş çapta dergi kitap yazılı
vaazlar dağıtımı yapılıyor, inanlılar
arasında görülmemiş bir sevgi havası esiyor.
Yabancılar da bu sevgiden esinleniyor.
Ruhsal uyanış bir yandan inanlıları canlandırıyor,
öte yandan günahlıları Rab’be çekiyor.
Niceler, “Buenos Aires’te böyle bir Kutsal
Ruh uyandırmasına gereksinim kesindi”
yolunda konuşuyor.
Daima çevirmen
aracılığıyla vaaz eden Vahram’ın her sözü
Mesih’ten kaynaklanan sevgiyle yoğrulu,
en küçük çocuğun bile aklına girebilir
biçimde düzenlenmiş. Daha önceki ruhsal
uyanışlara tanık olanlar, o tatlı günleri
anımsamakta, bunun başkalığını konu etmekte.
Herkeste doğal kapsamda bilinmeyen sevinç
belirgin.. Tümü de ailelerinde kurtulmamış
olanların kurtuluşu için Tanrı’ya yakarmakta.
Mesih’e bağlanan genç erkek ve kızların
ruhsal tanıklığında, yaşamın anlam ve
amacını en sonunda bulmanın güvenliği
kesin. Akşamleyin toplantı kapandıktan
sonra birçok kişi gecenin on birine dek
kalarak dua ediyor, başkalarını nasıl
etkileyebileceklerini tasarlıyorlar. Beş
ile on beş yaş arasındaki çocuklar bile
diri imana kavuşuyor, diri Tanrı’ya ilişkin
bilgiyle tanıklık ediyor. Bunların oluşturduğu
koronun katkısı toplantılara meleklerin
sevincini getiriyor sanki.
Tüm yorgunluğuna
karşın toplantı biter bitmez Vahram evlere
koşarak katılmayanlarla içtenlikli konuşmaları
sürdürüyor. Özellikle hasta olup da gelemeyenleri
yüreklendirmeye gidiyor. Evlerde yepyeni
bir tanıklık sayfası açılıyor. Günahlı
olanları kurtuluşa yönelttikten sonra
hastaların sağlığı için dua ediyor. Şifaya
kavuşanlar, ruhsal uyanış havasından bol
pay alanlar çok! Ama o hiçbir zaman şifa
konusu üstünde durmuyor, vaazlarını şifa
konuşmasına dönüştürmüyor. Her durumda
amacı, günahlıların arıtılması. “Rab beni
şifa vermeye değil ruhsal hastaları günahlıları
kurtuluşa çekmeye gönderdi” diye tanıklık
ediyor. Doksan yaşında bir kadın kurtuluşa
eriyor, bir ara şifa bulduktan sonra Rabbi’nin
hastalıksız sonsuzluğuna gidiyor. Başka
bir ailede bir hasta kurtuluyor, sağlığa
da kavuşuyor. Aile doktora vereceği parayı
toplantıya bağışlıyor. Konuşmalarının
konusu günahın aşırı çirkinliği dehşeti
saldırganlığı. Buna karşı işleyen güç
Kurtarıcı’nın sevgisi, kayrası. Vahram’ın
duaları oruçla birarada. Tıpkı haberci
Pavlos gibi konuşabiliyor:
“Gereksinimli olmayı
da,
gereğinden
çoğuna sahip olmayı da öğrendim.
Her duruma,
her ortama yaraşan gizi anladım;
ister
toklukta ister açlıkta,
ister
bollukta ister yoklukta olsun.
Beni güçlendiren
Mesih aracılığıyla
her duruma
göğüs gerebilecek güce sahibim”
(Filippililer 4:12,13).
Günahın
dehşetini çok iyi anlayan biri durumunda
günahlılar için ağlıyor sürekli üstelemeyle,
tövbe ederek Mesih’e iman etmelerini diliyor:
“Bunların tümü Tanrı’dandır;
Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştıran
ve bizlere barıştırıcılık hizmetini veren
Tanrı’dan. Denecek olan şudur: Tanrı Mesih’in
kişiliğinde insanların suçlarını saymayarak
dünyayı kendisiyle barıştırıyordu. Bize
de barıştırıcılık sözünü verdi. Bu nedenle
Mesih adına elçilik ediyoruz. Tanrı bizim
aracılığımızla yakarırcasına dileğini
duyuruyor; biz de Mesih adına yalvarıyoruz:
Tanrı’yla barışın”
(II.Korintoslular 5:18-20). Bazıları onun için, günümüzün ağlayan Yeremyası diyor (bkz. Yeremya 9:1). İsa Mesih’in gözyaşları,
alçakgönüllülüğü onda et kemik deri olmuş.
Birçok kişi vaazlarının gerisindeki Tanrı
gücünü konu ediyor, bunun öz niteliğini
soruşturuyor.
Ayrı ayrı
çağ ve dönemde daha önce Amman’da yaşandığı
gibi ruhsal uyanış oldu; geniş sayıda
can Tanrı’nın hükümranlığına kavuştu.
Bu uyanışın da niteliği birçok duygulandırıcı
uyanış gibi. Cumartesi günleri inanlılar
kendilerini oruçla duaya veriyor; diz
çökmüş durumda imanla içtenlikle dua edenler
çok. Dua toplantıları bazı kez dört-beş
saat sürüyor. Bunların doğal sonucu ve
etkisi toplantılarda görülüyor. Dua zinciri
olmaksızın toplantıların yeterlikle ilerlemesi
olanaksız. Tövbeyi, ikrarı, barışmayı,
ruhsal tanıklığı Kutsal Ruh gerçekleştiriyor;
bir de, inanlıların yükselttiği dualar
bu doğrultuda kesin işlerlikte. Birbirine
karşı dargınlığı, kırgınlığı olanlar gözyaşı
dökerek öpüşüyor, karşılıksız af diliyor.
Barışmış canların paydaşlığı bambaşka
çekicilikle beliriyor. Bazıları kilisenin
çobanına karşı yersiz düşüncesiz konuşmalardan
eleştiriliyor, gidip ondan af istiyor.
Ve bunların yanı sıra, çeşitli günah ve
kötülükten tövbe edenlerin yol açtığı
zararı onarma, borçları ödeme çabası niceleri
etkiliyor. Bir adam pek çok yıl önce aldığı
bir borcu ödememenin suçluluğuyla rahatsız
oluyor; hem borcunu ödüyor, hem de bu
sinsi tutumuna karşı af diliyor. Böylesi
çarpıcı olguların tüm topluluk üzerindeki
etkisi düşünülmeli.. Her yanda tümden
değişmiş kadın ve erkekler.
Vahram bir
yere özel olarak gençlere konuşmaya çağrılıyor.
Hem o, hem çevirmen daha önceki toplantıda
çok yorgun düşmüş. Bir genç çevreden topladığı
birçok arkadaşıyla gelmiş, herkesin kulağı
kirişte.. Konuşmaya başlayınca sanki tüm
yorgunluk buhar gibi dağılıyor. Kutsal
Ruh, anlatılamayan güçle oraya geliyor,
gençler diz çökerek ağlıyor tövbe ediyor.
O gün kurtulanlardan biri Tanrı’ya ateşli
bir tanık oluyor; trenlerde otobüslerde
açık havada Mesih’in sevgisini insanlara
bildiriyor. Anneler, babalar gördüklerine
inanamıyor. Tüm aileler etkilenerek Rab’be
dönüyor. Ama her zaman, her yerde olduğu
gibi, burada da ruhsal uyanış ateşine
su dökenler var. Buna karşı inanlıların
duasıyla Kutsal Ruh duruma egemen.
43. JOZEF BALYAN VE BAŞKA
GENÇLER
Bu dönümde
kız kardeşinin oğlu Jozef Balyan’dan biraz
söz etmek yerindedir. 1936’da doğan bu
çocuk, ailesinin hep inanlı kişiler olmasına
karşın iman doğrultusunda ilgi göstermemiş.
Başlıca ilgisi futboldaydı! Bu ateş onu
sürekli heyecanlandırıyordu. Yirmi yaşındayken
ağır bir hastalığa yakalanıyor. Doktorlar
her umudu kesiyor. Ailesi derin üzüntüde.
Oğlan dedesi Jozef’in adını taşıyor. Dede
ölüm yatağındayken çok sevdiği torununa
Türkçe, Ermenice, İspanyolca dillerinde
üç Kutsal Kitap bırakmış. Gözleri buğulanan
dede kitaplardan birine şunları yazmış:
“Gönüllü vaiz, Rab’bin hizmet görücüsü
Jozef Balyan’a.” Çaresi bulunamayan bir
hastalıkla boğuşan genç, “Ben bu konulardan
çok ırağım!” yolunda konuşuyor.
Dayısı Vahram
Buenos Aires’e varınca, Jozef’in hem kurtulması,
hem de sağalması için oruç tutarak dua
etti. Tanrı alışılmış mucizelerinden birini
yineledi. Genç tövbe etti, kurtuldu iyi
olarak yataktan kalktı. Kurtarıcı Mesih
onu yepyeni bir insan yapınca, ölen dedenin
imanla dolu duası gerçekleşti. Jozef gönüllü
vaiz, Rab’bin hizmet görücüsü oldu. Dayısına
çevirmenliği ondan daha güzel kim yapabilirdi?
Üç dili de çok iyi biliyor, ilk üç ay
toplantılara katıldıktan sonra başladı
çevirmenliğe. Buenos Aires’te dokuz ay
süren toplantılarda, dayıyla yeğenden
oluşan iki öğütçünün yönelttiği toplantılarda
pek çok kişi, özellikle gençler tövbe
etti. Vahram’ın dudaklarından çıkan cana
can katan o sözler, Jozef’in ağzından
İspanyolca’da yüreklere ateş gibi düşüyor,
düştüğü yeri tutuşturuyor. Sonuç olarak
pek çok kişi Rab’be bağlanıyor.
Herkes,
“Jozef ateş gibi bir çevirici!” yolunda
konuşuyor. Bu büyük, namlı kentin her
yanına gidiyorlar, başka başka toplantılarda
konuşuyorlar. Birçok kiliseden davetler
geliyor. Çağrılar olanağı sınırında değerlendiriliyor.
Jozef’in kurtuluşu şifası Tanrı hizmetinde
etkin çalışmaları çağdaş bir mucize olarak
gözlerin önünde parlıyor, görenler Tanrı’yı
yüceltiyor. Vahram beş yıl süreyle kız
kardeşinin evinde kalıyor. Bazı inanlılar
para toplayarak kendisine çift odalı bir
ev satın alıyor. O burayı dua evine dönüştürüyor.
Tüm beğenisi, kardeşler kız kardeşlerle
bir araya gelerek ruhsal paydaşlıkta bulunmak..
İstanbul’daki kız kardeşine yazdığı mektuplarda,
“Bundan daha üstün mutluluk bilmedim”
diyor. Evine en çok sıklaşanlar gençler.
Şimdiye dek ruhsal konulara karşı soğuk
kalan gençler arasında bambaşka bir hava
esiyor:
Çünkü Vahram onların günahlılığına, ruhsal
sorunlarına, gereksinimlerine eğilebiliyor.
Eğitim görmemiş bu adamın gençlik sorunlarına
eğilerek, onların aklına ve yüreğine seslenebilmesi
de ayrı bir özellik. Kuşkusuz, Kutsal
Ruh’un aydınlık sağlamasıyla oluyor bu
gelişimler.
Candan seven
bir baba gibi genç erkek ve kızlarla konuşuyor,
onları Tanrı bağlılığının içeriğine çekiyor,
Mesih inancının üstün değerini anlatıyor.
Ruhsal-toplumsal çalışabilme olanakları
sunuyor: Hastaneleri, cezaevlerini, huzur
evlerini ziyaret etmek, meydanlara çıkıp
açık hava toplantıları düzenlemek, her
birinin ruhsal tanıklığını değerlendirmek,
vb. “Uyuşuk uyuşuk kiliselerde oturmak
gençleri açmıyor; Rab’be bağlılıkta somut
hizmetle beliren, sonuç getiren atılımlar
arıyorlar” diye yazıyor. Gençlik sorunları
dünya çapında bunalıma dönüşmeden önce,
daha o zamanlarda anne babaya, liderlere
köklü bir kuralı öğretmiş: “Gençlerle
yakından ilgilenin, kurucu olun, bu doğrultuda
yapıcı uğraşlarda bulunun. Yorulsunlar
terlesinler, önlerindeki işi benimsesinler.
Onları uyuşturucu yıkıcı dağıtıcı eylemlerden
böylece savunabilirsiniz. Kutsal Ruh’un
yetkisi, yeterliliği o uğraş üstündeyse
sonuç kesinlikle olumludur.”
Rab’bin
kurtarışına kavuştuğu o ilk yıllara gidiyor
düşüncesi. Kendisi daha yeni iman etmiş
bir gençken, hem ona hem başka gençlere
ruhsal bir baba gibi destek sunan, eğitimde
bulunan Herr Müller adlı İsviçreli sayın
vaizi aklından çıkaramıyor. Vahram’ın
tövbesinden az sonra Artaki’yle Aram adlarındaki
başka iki genç de Rab’be bağlanıyor. Bu
üç kişi İstanbul’un bir ucundan öbür ucuna
Tanrı Sözü’nü yaymakta etkin hizmette
bulunacak, Sevinç Getirici Haber’i taşıt
araçlarındaki insanlara varıncaya dek
birçok kişiye iletecek. Ama onlara biraz
ruhsal eğitim gerek. Tanrı’nın her duruma
hazırladığı bir bağlısı var. Onlar Herr
Müller’le tanışınca, bu adam temel gereksinimlerini
anlıyor, üç genci yanına alarak haftada
iki kez Kutsal Kitap dersleri öğretiyor.
Vahram o günlerin yararını ve yaşamındaki
sürekli etkisini hiç unutamıyor. Ne denir
Kutsal Söz’de?
“Bunu çocuklarınıza anlatın,
Çocuklarınız kendi çocuklarına,
Onların çocukları da
Gelecek kuşağa anlatsınlar” (Yoel 1:3).
“Birçok tanığın önünde benden
İşittiğin bu öğretileri
Bellemeleri için güvenilir insanlara ver.
Bunlar başkalarına da öğretebilecek
Yetenekte olsun” (II.Timoteos 2:2).
Vahram’ın,
“Bundan daha çok mutluluk bilmedim” demesinin
nedeni böylece daha iyi anlaşılabilir.
İstanbul’da bir gençken Herr Müller’den
öğrendiği gerçekleri yeğeni Jozef’le başka
gençlere öğretti. Bu gün onlar aynı gerçekleri
başka gençlere öğretecek kişilere anlatıyorlar.
Vahram’a inanç sürekli öğrenme ve eğitimdir.
Uyuşuk uyuşuk kiliselerde oturan gençlerin
hiç kimseye bir yarar sağlayamayacağını
çok iyi bilen, kanışını işlerliğe koyan
bir işçi. Vahram’ın dikkatle, sevgiyle
eğittiği gençler büyümüş, onlar da başkalarını
eğitmiş; bunlarsa Rab’be hizmetlerini
sürdürmekte. Minberden, radyodan, yazılı
sayfadan ve en önemlisi kişi kişiye öğreterek
Mesih’in benzersiz öğretisini herkese
tanıtmakta..
Vahram’ın
her zaman yinelediği o söz kuşaktan kuşağa
yetişenlerin aklındadır: “Gözyaşıyla ekenler sevinç duyarak biçecek,
ekeceği tohumu taşıyarak ağlayışla yollarında
gidenler, kuşkusuz dönüşte coşkuyla demetlerini
getirecek” (Mezmur 126:5,6). Kutsal
Kitap’ta, çiftçilik kesiminde verimli
bir işçi olma yeteneğiyle ilgili nice
canlı betim bulunur. Şu Söz de daha önceki
ve şimdiki olayları doğrulamakta: “Eliaçık kişi bollukla donatılacak, sulayansa
kendisi sulanacak” (Süleyman’ın Özdeyişleri
11:25).
44. KORDOBA, KUTSAL RUH’UN
CANLANDIRDIĞI TOPLULUK
1958 Ağustos’unda
onu Arjantin’in üçüncü kenti olan Kordoba’da
görürüz. Her zamanki gibi Jozef yanında
yardımcı. Bir kiliseye gidiyorlar. Tüm
topluluk ruhsal ilgisini yitirmiş. Bir
alışkı niteliğinde toplantıya uğruyorlar.
Ama ne tat var ne de tuz! Kilise çobansız.
Yeni bir çoban gelmezse diyorlar iki haftada
kapıya kilit vurulacak. Son olarak bir
doktor vaaz ediyormuş burada. Onun da
yüreği buz tutmuş. Katılan bir avuç insana
söyleyecek sözü kalmadığından çekilmiş.
Vahram onu görünce ağlamaya başlıyor.
“Karşımda sürgüne giden biri duruyordu”
yolunda acı acı tanıklık ediyor. Gece
gündüz doktor için duaya başlıyor, gün
günden onu ziyarete gidiyor, Kutsal Söz’den
yüreklilik sunuyor. Tıpkı Rab İsa Mesih’in
simgesindeki üzücü durum gibi: “Çünkü
bir arkadaşım uzun yolculuktan geldi,
önüne koyacak bir şeyim yok!” (Luka 11:6).
Birçok yerde görülen bu acıklı gelişim
burada aşırı boyuta dayanmış. Şu dönemde
yer yer görünüm bu. Bu durum karşısında
Tanrı adamı ne tepki gösterebilir?
Bazılarının
gösterdiği ilgi sonucunda Vahram o kilisede
toplantılara başlıyor. Birkaç gün sonra
doktor da katılıyor. Eşiyle oğluyla birlikte
yenileniyor, ruhsal uyanışın gönencine
geliyor. Ekimin Tanrısı mucizesini bütünlüyor,
daha önce tüm ilgisini, bağlılığını yitiren
bu adam yeni baştan ruhsal hizmette buluyor
kendini, O yenilenen birisi olarak dönünce
toplantıyı bırakanlar da geri geliyor.
Doktor Vahram’a çevirmenlik yapmaya başlıyor.
Ölmek üzere olan bir kiliseye Kutsal Ruh
taptaze canlılık veriyor, insanlar yaşamlarının
anlamım buluyor (bkz.
Vahiy 3:2). Burada da aynı gelişime
rastlanıyor. Çok sayıda genç tövbe ederek
içtenlikle Rab’be bağlanıyor. Kurtulanların
ilk atılımı kentin meydanlarına çıkıp
hoparlörlerle, basılmış vaazlarla herkese
Tanrı’nın sevgisini, günahları bağışladığını,
kişileri yeni insan yaptığını anlatmak.
Düne dek hiçbir ilgisi olmayan gençlerin
bu işe severek atılması gerçekten çarpıcı
bir gelişim. Görenler bunun başkalığını,
kendine özgü bir uğraş olduğunu anlamakta
güçlük çekmiyor.
Vahram burada
birçok çocuk toplantısı da düzenliyor;
küçücük yavrular İsa Mesih’e bağlanıyor.
Sevincini şu sözlerle dile getiriyor:
“Cıvıl, cıvıl.. İlahiler öğrendiler, kalplerini
Mesih’e veriyorlar.” Her kentte alışkısı
olduğu gibi, izin alarak cezaevini ziyaret
ediyor. Kolaylıkla gidilemeyen –suç işleme
dışında– cezaevlerinin kapısını sanki
Tanrı onun önünde özel olarak açmış! Çevirmeni
aracılığıyla her Pazar cezalılara konuşuyor,
dertli canlar sevincin yöntemini tanıyor.
Sürekli mutsuzlukta çalkalananlara varlığın
başka bir açısı gösteriliyor. Cezaevinde
Kurtarıcı’yı tanıtmak ayrı bir gönenç.
Öbür kentlerde
olduğu gibi, Kordoba’da da Kutsal Kitap’ı
ve çeşitli ruhsal kitapları satan dükkânlarda
kitap bırakmıyor. Uzun süre raflarda müşteri
bekleyen kitapları kaptığı gibi sokağı
boyluyor, kendiliğinden kitap satın almayı
aklının ucuna getirmeyenleri o anda ilgilendiriyor,
canları için gerekli kitapları satıveriyor.
Taa İstanbul’dan yapageldiği kitap satıcılığı
onun için en zevkli işlerden.. Bu adamın
yaşam boyu çeşitli ülke ve kentlerde,
birçok dilde sattığı kitaplar acaba kaç
bin kişiye sonsuzun parlak yönünü gösterdi?
Şimdiki yaşamda bilemediğimiz derin gizemlerden
biri de bu olsa gerek! Günümüzün uyuşmuş
inanlılarına taptaze bir kavram..
45. KENTTEN KENTE, ÜLKEDEN
ÜLKEYE
Üç yıl boyunca
koca Arjantin’de ziyaret etmediği kent
kalmıyor. Hem de bu ziyaretler birkaç
kiliseye uğramakla bitmiyor. Açık hava
toplantıları, cezaevleri, huzurevleri,
hastaneler ve olanağı bulunan her köşe
her bucak. Her yere kemanıyla gidiyor.
Gençlerden oluşan bir de orkestra kurmuş:
Üç keman, iki akordeon, iki boru. Bunu
kendisi yönetiyor. Müziği daima ‘Halleluyah’
ünlemiyle açıyor. Orkestrayı alıp evlere
gidiyor; hastalara, yaşlılara, sakatlara
sevinç getiriyor. Bu ziyaretler için “Çok
güzel oluyor” diye bilgi veriyor.
Bu arada
sevgili İstanbul’unu unutamıyor. l Ağustos,
1958’de Kordoba’dan saldığı bir mektupta
inanlıları yüreklendiriyor: “Kordoba’da
intibah oluyor. Halleluyah! İstanbul’da
hastaneleri ziyaret etmeyi unutmayın.
Toplantılara sadık kalın. Sadece birkaç
kişi bile olsanız dua toplantılarınızı
sürdürün. İstanbul’dan gelen ruhsal haberler
beni öyle sevindiriyor ki, tüm Güney Amerika
bana verilse böyle sevinçli olamam! Her
şey geçip gidecek, yalnız Mesih için yapılan
hizmet kalacak. Kordoba’da sekiz gün süren
bir toplantı oldu. İnsanlar pencerelerden
dinlemekteydi. Yıllardır bu kilise böyle
bir uyanışa tanık olmamıştı. İnsanlar
doya doya dinlediler, ihya oldular. Halleluyah!”
Tanrı’nın işi için ilgisi her doğrultuda.
Çeşitli kentleri ziyaret etmesi için çağrılar
yoğunlaşıyor. Tümüne pekiyi diyebilmenin
olanağı yok! Pek çok kişi evine gelip
birlikte yemek yemelerini istiyor. Bu
da olanaksız. Tıpkı Rabbi’nin dediği gibi;
“Sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim var” (Yuhanna
4:32). Yine İstanbul’a saldığı bir
mektupta şunları yazıyor: “Olanları bir
görebilseniz. Sanki cennette yaşamaktayız.
Halleluyah!”
Bir eve
yemeğe gittiğinde, yemek sofrası ruhsal
şölen sofrasına dönüşüyor. Bu yolda birçok
kişiyi fiziksel yiyecekten ruhsal yiyeceğe
çekerek Mesih’in şölen sofrasına oturtmasını
biliyor. Tüm sonsuzu kapsayan sofraya..
Onunla bir sofraya oturmak her an sevinçli,
gülüşmeli arkadaşlık havasıyla tanış olmaktır.
Vahram’ı somurtkan durumda gören yoktur
denebilir. Rabbi’nin sevinci onun sevincidir.
Toplantılarda rahat edemeyenleri, sinirlilik
işareti gösterenleri hemen anlar, rahatsızlıklarını
giderebilecek bir söz söyler. Bir fırsatını
bularak kaçmak isteyenleri sezer, onları
rahat ettirmeye çalışırdı. Bir bayan her
kezinde son amin denir denmez kalkıp giderdi.
Bir gün onun ardı sıra gitti, “Rab’ten
niçin kaçıyorsun?” diye sordu. Kadın ağlamaya
başladı. Az sonra tövbe ederek yüreğini
Kurtarıcı’ya verdi. Canın gereksinimini
anlamak özel bir yeterliliği sanki..
Brezilya’nın
namlı kenti Rio de Janeiro’da işlek bir
yol ağzında dikilmiş, gelene gidene Portekiz
dilinde ruhsal vaazlar dağıtmakta. Bir
babayla oğlu oradan geçerken, oğlan elini
uzatarak bir broşür alıyor. Bir anda gözü
parlıyor: “Ama baba, bu adam Vahram Tatikyan!”
Baba kendini tutamayarak koşup Vahram’a
sarılıyor. O şaşırmış durumda, “Af edersiniz,
sizi tanımıyorum” diyor. Adam “„Ben İstanbul’dan
senin ruhsal çocuğunum” demesin mi! İkisi
birlikte Rio’nun işlek bir caddesinde
kucaklaşmış ağlıyor, Rab’be hamtlar yükseltiyor.
Yeniden akla Mezmur 126:6 geliyor.
Brezilya’nın
bir kentinde tanınmış bir öğütçünün büyük
bir kilisede konuşacağı duyuluyor. Birçok
kişi bu toplantıya katılmaya özlem duyuyor.
Salt o iyi bilinen konuşmacıyı işitsinler
diye.. Son saatte kendisinin gelemeyeceği,
yerine başka birini göndereceği duyuluyor.
Düş kırıklığı çevreyi sarıyor. Toplantıya
gelenler, çevirici aracılığıyla minberin
gerisinde dikilen bir yabancıyı gördüklerinde
“O tanınmış vaizin yerini alacak bu kişi
de kim?” diye merak ediyorlar. Ama konuşmacılardan
önce orada bulunan, Tanrı’nın işini başarıya
ileten Kutsal Ruh’un huzurunu pek düşünemiyorlar.
Vahram’ın, Tanrı’dan
Kaynaklanan Sevgi konulu vaazı ortalığa
korku getiriyor, hiç kimsenin akıldan
çıkaramayacağı sonuçlarla belgeleniyor.
46. BATI KIYILARINDA
Uzun süredir
Şili’ye gidebilmek için dua ediyor. Güney
Amerika’nın Pasifik kıyısında kuzeyden
güneye uzanan şerit benzeri bu ülke; 4250
kilometre uzunluğunda en geniş noktasındaysa
yalnız 360 kilometre enliliğindedir. Şili’nin
başkenti Santiago’da yaklaşık beş yüz
Ermeni yaşamakta. Bu insanlar inanılamayacak
oranda başarı kazanmış. Aralarında birçok
milyoner var; ama ruhsal bakımdan yoksullar.
Uzun süre duadan sonra Vahram Şili’ye
gidebiliyor. Ülkenin doğal güzelliği onu
hayran bırakıyor. Ama temel ilgisi yaşamın
amacından, sonsuzun öneminden bilgisiz
gün geçiren, geçici değerleri kovalayarak
eğleşen insan kardeşler.. İş yerlerinde,
daha sonra da evlerinde yurttaşlarını
ziyarete başlıyor. Çoğu varlık içinde
yüzüyor, ama ruhsal zenginliğin hiç farkında
değiller! Vahram tümüne de günahlılığa
yaşama sonsuza ilişkin tanıklık edince
bazıları uyanıyor, gerçek bağlılıkla Rab
İsa Mesih’e iman ediyor. Yersel varlıklılar
göksel varlığın bulunuşuyla bambaşka haza
geliyor.
Santiago’da
önemli bir gün kutlanmakta. Çocukların
oluşturduğu bir geçit resmine katılıyor.
Tümü çeşitli kilise topluluklarından gelen
çocuklar yaşam ve sonsuz ilişkisinde herkesi
uyarmak için böyle ilginç bir geçit resmine
geniş çapta katılmış. Ellerinde pankartlar
taşıyor. Birinde şunlar yazılı: “Nasıralı
Mesih adıyla size yakarırız; tövbe edin.
Cehennem yolculuğunu bırakın!” O akordeonunu
çalarak öne geçiyor, geçide öncülük ediyor.
Bu uygulamayı Yeni Antlaşma buyruğu olarak
tanıdığından bu tür toplantılara, kiliselerde
yapılan toplantılardan daha derin hayranlıkla
katılıyor. Çarşı, cadde, sokak, hastane,
cezaevi, taşıt araçları ve evler. Bu yerler
gerçek yaşamın odaklaştığı, her çeşit
insanın kaynaştığı, güncel sorunların
ekrana çıktığı çok boyutlu dünya alanı.
Mesih’in geldiği dünya.. Eski Antlaşma
peygamberleri hizmetlerini bu alana taşımadı
mı? Yeni Antlaşma’nın habercileri bu tür
hizmeti amaç edinmedi mi? Bin bir bunalımla
boğuşan insan kardeşe somut yardım, bulunduğu
yerde sunulmazsa nerede sunulabilir? Tarih
boyunca Mesih inanlılarına gerçek inanç
özgürlüğü, inancın işlerliği tapınma-tanıtma
bileşiminde doruklaştı. Bunu uygulayanlar
daima kazandı. Vahram’a, kilise topluluğunun
uğraşları dışarıya taşmalı.
Ülkeden
ülkeye karşılaştığı çeşitli durumlarla
yeni yöntemler buluyor; Mesih’i kişilere
tanıtmakta taptaze deneyimlere sahip oluyor.
Şili’deki yüreklendirici olaylar ona taze
cesaret aşılıyor. Güney Amerika kara parçasında
o ana dek gördüğü, pay aldığı kutluluklar
zinciri aklına buraya gelip gelmemek için
dua ettiği yılları getiriyor. Rabbi onu
hiçbir zaman yanlış yöne göndermedi. İçine
güney Amerika’ya gelme isteğini koyan
Kutsal Ruh’a Halleluyah yükseltiyor.
8 Aralık,
1964’te Monte Video’ya dönüyor. Tıpkı
İstanbul’da olduğu gibi iblis burada da
boş durmuyor elbette. Bazıları onu kıskanmaya
başlıyor. Kıskançlık tutarsızlığı ne kötü
tutsaklık! Buna ruhsal kesimde rastlanınca
kötülük daha da geniş boyutlu.. Sonunda
kendi halkının bağlı bulunduğu bazı kiliseler
ona kapılarını kapatıyor, İstanbul’daki
tatsız deneyimler farklı biçimde burada
da yineleniyor. Ama o böyle bir gelişimi
beklemektedir. Haberci Pavlos şunu bildirir:
“Şeytanın
düzenlerinden bilgisiz değiliz” (II.Korintoslular
2:11). Egemen Rabbi’nin gücüne, desteğine
güvenen Mesih uşağı bu gerçeği de hiçbir
zaman akıldan çıkarmaz. Tanrı’ya ruhsal
hizmet baştan sona iblisin saldırısı altındadır.
O, Mesih’in düşmanları aracılığıyla başaramadığını,
topluluk içinden ayarttığı kişileri kullanarak
başarmayı hiç ara vermeden kovalayandır.
Ama Vahram
gibi pişmiş bir inanlının, hizmet görücünün
ters tepki göstermesi akla getirilemez.
Ona yeni olanaklar yaratsın diye imanla
Rabbi’ne duaya başlıyor. Ve gerçekten
Rab onun önünde yeni kapılar açıyor. Tanrı
bir kız kardeş aracılığıyla onu yüreklendiriyor:
“Bu gelişime hiç üzülmüyorum. Çünkü insansal
direniş tanrısal ilerleyişi bozamaz. Bir
kapı kapanınca, O senin önünde başka kapıları
açmaya güçlü ve yeterlidir.” Ne oluyor?
Gregoryan kiliseleri aralarında ruhsal
işe başlasın diye Vahram’ı içtenlikle
davet ediyor. Bu arada, İspanyolca konuşan
kiliselerden çağrı ardına çağrı geliyor.
Çok sevdiği gençler arasındaki hizmeti
yeni boyutlara ulaşıyor. “Rabbim, Halleluyah!”
diyor. “Şimdiye dek Senin kendi işini
unuttuğunu, benden vazgeçtiğini hiç görmedim.
Bağlılığın ne denli yüce!” Geçmişin acı
ve tatlı anıları video benzeri akla geliyor.
Bir kente
gidiyor; toplantılara katılanların sayısı
sekiz kişiye düşmüş. Orada vaaz etmeye
başlıyor: “Günahlarınızı açık açık söyleyerek
tövbe edin, tüm ciddilikle Mesih’e bağlanın,
imanla dua edin, gençlere önem verin,
müjdeyi yaymaya öncelik tanıyın.” İki
ay sonra toplananların sayısı, yüz elliyi
buluyor. Her akşam toplantıya katılan
gençler belirgin bir öğe oluyor kilisede.
Bir gence rastlıyor. Atina’danmış; ana
babaya rest çekmiş, yerini yurdunu bırakıp
kendini Güney Amerika’da bulmuş. Cebinde
az para var. Burada sonu kötüye varabilecek
hızlı yaşam yolunu tutmuş. Vahram ona
sevgiyle dolu bir baba gibi davranarak
kendisini tövbeye, Mesih bağlılığına yöneltiyor.
Ne sevinç ne coşku! Genç sağa sola ruhsal
tanıklıkta bulunmaya başlıyor, Tanrı affına
kavuştuğunu açıklıyor. Vahram gelişimi
kim bilir kaç kez ‘Halleluyah’ ünlemiyle
kutluyor! Rab’be teşekkür sunmayı hiç
unutmayandır o.
Bir ailede
yalnız bir erkek inanlı. Eşi, oğlu, üç
kızı hep dünya yolunun gidişindeler. Adam
sürekli oruç tutuyor, dua ediyor. Bir
gün yine oruçluyken tüm ailesini toplantıya
getirmeyi başarıyor. İçinde Tanrısı’na
etkin iman ve bekleyiş ruhu var. O gün
Vahram Kutsal Ruh tarafından özel biçimde
meshedilmiş yetkiyle vaaz ediyor. Kurtulanlar
arasında o inanlı adamın tüm ailesi var.
Buna da Halleluyah dendi kuşkusuz. Doğru.
Ekimin Tanrısı, önünde umulmadık kapılar
açmış, hizmetini her yerde olumlu biçimde
kullanıyor. “Çünkü Tanrı’nın iş ortaklarıyız” (I.Korintoslular 3:9).
O yıllarda
Güney Amerika’da göze batan sarsıcı özelliklerden
biri, ülke ardına ülkenin askeri darbe
sahnesi olması. Darbeler zinciri altında
hiçbir rejim yönetim güvenlikte değil!
Askeri darbeler güncel olaylar arasında.
Bunlar Vahram’a, göksel hükümran Mesih’in
yeniden geleceğini, hiç devrilmeyecek
yönetimi kuracağını her yerde konu etmeye
yaramakta (bkz. Vahiy 11:15). O, karmaşık dünya ortamında basit bir Mesih bağlısıdır.
Egemen Tanrı’nın çözemeyeceği insan bunalımı
düşünülemez ona. Daniel peygamberin bu
yetkili bildirisini vurgulamakta:
“O kralların gününde göklerin Tanrısı
Sonsuz boyu yıkılmayacak bir krallık kuracak.
O’nun egemenliği başka halka bırakılmayacak.
Bu krallıkları parçalayacak;
O sonsuz boyu kalacak” (Daniel 2:44).
47. YAŞAM TACINI ALMAYA GİDİYOR
İstanbul’a
saldığı mektuplarda bu sevgili kent ve
oradaki inanlılar için, yakın akrabaları
için sönmek bilmeyen özlenimini dile getiriyor.
Öte yandan da bir kez daha İstanbul’a
dönmenin olanaksızlığını düşünerek yaşam
ve ruhsal hizmet süresini Güney Amerika’da
noktalamaya kararlı görünüyor. Uzun yılların
durmak bilmeyen çalışmaları, yorgunlukları,
sonu gelmeyen yolculuklar, uykusuz geceler,
yıpranmalar bedeninde kaçınılmaz etki
bırakmış. Güney Amerika’ya geleli bir
kez bile doktora uğramamış. Kurtarıcısı’nı
aynı zamanda yüce hekimi olarak biliyor,
kılını kıpırdatmadan her sorununda O’na
iman ediyor.
1965’in
başlarında bir rahatsızlık duymaya başlıyor;
ama hiç kimseye bir şey söylemiyor. Gitgide
etkisi çoğalan o verimli hizmetin durmasını
istemiyor. Yalnız dua ederek iman yolculuğunda
ilerliyor. Brezilya’dan dönüşünde çok
yorgun ve bitkin bir durum beliriyor.
Kız kardeşiyle öbür akrabaları hastaneye
gitmesini üsteliyor. Çektiği acılarda
imanı güveni güçleniyor. Mesih inanlısı
olarak sağlamlığı ıstırap ortasında beliriyor.
Beden acıcını sevinçle ve imanla göğüslüyor.
Sürekli olarak kilo veriyor. Alyuvarlar
(kırmızı kan küreciği) yavaş yavaş ölmekte.
Ağustos l’de Buenos Aires’te Sanatorio
Evangelico’ya kaldırılıyor. Durumunun
tehlikeli olduğu tanımlanıyor. Doktorlar
herhangi bir işe başlamadan önce onlara,
“Dua edelim” diyor ve ardından da dua
ediyor.
Böbrekleri
artık işlemiyor; birçok kez kendisine
kan veriliyor. Haber her ülkeye ve kente
yayılmış. Her yerde inanlılar onun için
dua ediyor. Hastalığı hiç beklenmedik
bir gelişim.. Yılmadan yorulmadan sonuna
dek çalışan, didinen bu iman yiğidinin
hasta düşmesi her yerde kardeş ve kız
kardeşleri üzüntüye boğuyor. Ziyaretine
gelerek durumunu soranlara ‘Halleluyah’
diyerek yanıt veriyor. Rabbi yaşamını
uzatmak istiyorsa, ona birçok gün verebileceğini
herkese güvenlikle belirtiyor. Konuşabildiği
hastalara, hastane personeline her zamanki
gibi diri tanıklığını veriyor, Mesih’in
göklerde olduğunu unutmamalarını belirtiyor.
Ölümle yüzleşen inanlının görünümü onda
belirgin.
Yazılı vaazlarının
İspanyolca’ya çevrilerek, bunlardan özellikle
gençlerin yararlanmasıyla ilgileniyor.
Sonuna dek belleği işliyor. Her gün Kutsal
Kitap’tan yeni bir güvenlik sözü alıyor.
Son sözler arasında şu var: “Ölüm gölgesi koyağında gezsem bile kötülükten korkmam; çünkü Sen benimle
berabersin. Asan, değneğin: Bunlardır
beni koruyup avutan” (Mezmur 23:4).
Tanrı’nın yılmaz yorulmaz
askeri, İsa Mesih’in şaşmaz bağlısı 20
Ağustos, 1965 Pazar sabahı dokuzda, elli
altı yaşındayken çok sevdiği Mesihi’ne
kavuşuyor:
“Bunun yanı sıra güven
duyuyoruz; bedenden ırakta bulunmayı,
Rab’bin
yanında barınmayı yeğliyoruz”
(II.Korintoslular 5:8).
“İki yöne doğru çekiliyorum.
Bu yaşamı bırakıp Mesih’le birlikte olmayı
Özlüyorum. Çünkü bu daha iyidir”
(Filippililer 1:23).
Dört kara
parçasında Mesih’in Sevinç Getirici Haberi’ni
yayan, bağlılıkla Tanrı’ya hizmet sunan,
sayısız kişinin yaşamında Tanrı kayrasını
işlerliğe getirerek sonsuzun yolunu gösteren,
en azından yirmi gencin kurtuluşuna ve
Tanrı hizmetine girmesine doğrudan doğruya
etkisi olan o verimli yaşamın yeryüzündeki
günleri son buluyor, parlak sonsuz dönemi
başlıyor. Daniel peygamberin o yüreklendirici
sözleri gerçekleşiyor:
“Anlayışlılar gök kubbesinin parıltısı gibi,
Birçok kişiyi doğruluğa döndürenler de
Yıldızlar gibi sonsuzlar sonsuzu parlayacak”
(Daniel 12:3).
O salt Tanrı
bağlısı değil, inandığı Tanrı’nın yeryüzündeki
amacını tanıyarak tüm varlığını göksel
kovalayışı bütünlemeye atayan bir ruhsal
savaş eridir. Yeni Antlaşma’daki yüreklendirme
onun yaşamıyla çok uyumlu:
“Mesih İsa’nın iyi bir eri olarak sıkıntıları paylaş.
Erlik görevini yapan kişi güncel
Yaşam sorunlarıyla sarmaş dolaş olmaz.
Öyle ki, onu askere çağıran tarafından onaylanabilsin.
Bunun gibi, spor karşılaşmasına katılan biri de
Kurallar uyarınca yarışmazsa çelenk alamaz.
İlk ürünü toplamak, emeğini esirgemeyen çiftçiye
yaraşır” (II.Timoteos 2:3-6).
Asker, sporcu,
çiftçi. Üçü de kesin amaçla çalışır. Tanrı
uşağının yaşamı uğraşı bu üç görevlinin
sıkıdüzenine benzetilmekte, Rab’be hizmet
sunanın bunlardan gerekli örneği alması
belirtilmekte. Askerin yaşamı, her tür
dünya işinden, uğraşından ayrılmayı gerektirir.
Öyle ki, çağrıldığı hizmette gereken amaca
varsın. O salt komutanının buyruğunu tanır.
Vahram da yaşam boyu onu hizmetine çağıran
göksel komutanının buyruğuyla yaşadı ve
çalıştı. Tüm yaşamı sözdinlerlikle geçti,
her durumda Komutanı’nı hoşnut bıraktı.
Yüce komutanının yeryüzündeki amacını
kararlılıkla bütünledi. O bir sporcu gibi
çalıştı ve yarıştı. Yaşam yarışını parlak
başarıyla noktaladı. Eski çağlarda yarışı
kazanan sporcuların başına defneden çakılmış
çelenk takılırdı. Göksel eğitmeni onun
başına da parlak bir çelenk yerleştirdi,
“Aferin, iyi uşak!” dedi (Luka 19:17).
Tanrı’nın
bu işçisi, emeğini esirgemeyen çiftçiye
ne güzel benzer! Kar demedi, kış demedi.
Soğuğu ya da sıcağı düşünmedi. Toprağın
yumuşak ya da sert, işlenmiş ya da işlenmemiş
olmasıyla ilgilenmedi. Başka çiftçilerin
kıskançlığıyla, çekiştirmesiyle, sevgi
eksikliğiyle etkilenmedi, umutsuzlanmadı.
Rabbi’ne o ilk ürünü toplamak için emeğini
esirgemedi. Sonunda, kolları
zengin başak demetleriyle dolu olarak
ekimin Tanrısı’na gitti, emekten beri
durmayan çiftçinin ödülünü aldı. Kimdi
bu işçi? Bunu çok öncelerden bildiren
haberci Pavlos’un sözlerini dinlemek uygundur: “Kardeşlerim,
çağrınızı göz önünde tutun. Dünya ölçüsüyle
bilge olanlarınız çokluk değil. Güçlü
olanlarınız çokluk değil. Soylu olanlarınız
çokluk değil. Ne var ki, Tanrı bilgeleri
utandırmak için, dünya açısından akılsız
olanları seçti. Güçlüleri utandırmak için,
dünya açısından güçsüz olanları seçti.
Tanrı dünya açısından insan yerine konulmayanları ve aşağı
görülenleri seçti. Bir hiç olanları seçti;
böylece, bir şey sayılanları ortadan kaldırmayı amaçladı.
Öyle ki, Tanrı katında hiç kimsenin büyüklenmesine
olanak kalmasın” (I.Korintoslular 1:26-29). “Öyleyse övünmek nerede
kalıyor? Dışlanıyor. Hangi ilke uyarınca
oluyor bu dışlama?” (Romalılar 3:27).
Onun bu
özelliklerini düşünen kardeş ve kız kardeşler,
duydukları acının yanı sıra sevinçle,
Tanrı’ya hamtla doldu. Onu bilen herkes
cenaze toplantısında bu kardeşi onurlandırmak
istiyordu. Ama bunun olanağı yoktu. Cesedini
hastaneden biraderlik kilisesine getirdiler.
Tabutu kaldıran gençler, onun bundan böyle
yüklenemeyeceği göksel hizmeti sürdürmeye
söz verdi. Ona bakan doktorlar da hazır.
Birçok konuşmacı var. Bunlardan biri şöyle
diyor: “Salt canları Rab’be kazanmakla
kalmadı; yaraşıklı bağlılar, ruhsal hizmet
görenler yetiştirdi.” Konuşanların çoğunluğu
gençlerden. Herkesin ona borcu hatırı
sayılı, ama özellikle gençlerinki.. Gerçekten,
bu cenaze toplantısı kutluluklarla yüklü
hizmetinin doruklanması. Sanki her konuşma
aynı gerçek üzerinde odaklanıyor: “Yaşam
kısadır, ölüm kesindir, tövbe ve Mesih’e
iman önde gelen gereksinimdir.” İşi gücü
yaşam ölüm sonsuzluk konusuyla ilgilenmek
olan Vahram’a ilişkin en yaraşık söz şudur:
“Gökten konuşan bir ses
duydum: ‘Yaz!
Bundan
böyle Rab bağlılığında ölenlere ne mutlu!’
Ruh, ‘Evet,
emeklerinden böylece dinginliğe kavuşsunlar’
diyor.
‘Çünkü
yaptıkları kendileriyle birlikte adımlarını
izliyor’” (Vahiy
14:13).
Yeryüzündeki kısa ama özlü
yaşamı süresince sayısız gence yaşlıya,
kadına erkeğe cenneti gösteren Vahram
Tatikyan’ın katıldığı cennette bulunmak
ne görkemli ne doyurucu bir gönenç olacak!
Çünkü burası kurtarıcı İsa Mesih’in parlak
huzurudur.
* * *
* *
Vahram’ın
özlü ve basit bir vaazını bu sayfalara
geçirmemek, kuşkusuz konumuzu eksik bırakırdı.
Konuşmalarının ne denli kişisel, eğitimsel
ve coşkusal olduğunu buradan görebiliriz.
Kendi yaşamını ve tutumunu etkilemeyen
kuramsal (nazari) hiçbir vaaz verdiği
bilinmez. O konuşurken sanki şöyle bağırır:
“Bakın, Kutsal Ruh benim yaşamımda eylemini
nasıl bütünledi. Aynı etkiyi sizde de
gerçekleştirmek istiyor; O’nun yetkisine
boyun eğin.” Konuşma onun ağzından çıktığı
gibi aynen kaleme alınmıştır. Ne düzeltilmiş,
ne de düzenlenmiştir. Birkaç önemsiz değişiklik
dışında, olduğu gibi sunulan bu vaazı
okuduğumuzda onun konuşma dili ve biçimiyle
daha iyi tanış olabiliriz.
ŞAM PINARLARININ BİRİNDE BİR DELİK TAS
1955 senesinde,
yazın sıcak bir gününde, tebşiri beşaret
için Şam’da bulundum. Şam çeşmelerinin
suyu bol, soğuk ve tatlıdır. Bir çeşmede
zincirle bağlı, kalaylı güzel bir bakır
tas gördüm ve çocukluğumda böyle kalaylı,
bakır taslardan su içtiğimiz hatırıma
geldi. Tası birkaç defa yıkayıp ağzıma
dokundurmadan su içeyim dedim. Tası iyice
doldurup uzun müddet suyun altında tuttum.
Pınarda benden başkası yoktu. Onu çekip
ağzıma götürdümse de, suya yetişemedim;
su akıp gitti. Bunun sebebini anlamak
için iyice baktım ve gördüm ki, tas deliktir.
Çalıştım ki, dolduğu gibi çabucak çekip
içeyim; fakat su akıp gitmekteydi. Orada
bununla Allah bana bir ders öğretti:
Müminlerden
çokları böyledirler. Onlar Ruh-ül-Kuds’la
dolarlar, fakat öyle delikler var ki çabucak
boşalırlar. Bunu şahsi tecrübemle bilirim.
Allah beni vakit vakit Ruh-ül-Kuds’la
doldurmuştur. Mesela, Kitab-ı Mukaddes’i
meşk ederken, dua ederken, müminlerle
müşarekette olduğumuzda, hastane ve hapishane
ziyaretlerinde.. Fakat bende delikler
olduğundan boşalırdım.
Nedir bu
delikler ki, devamî olarak Ruh ile dolu
kalmıyoruz? Şu iki ayet hayatımda büyük
rol oynamıştır:
- “İnsanlardan hiç
kimse dili zapt etmeye kadir değildir”
(Yakup 3:8).
- “Ruh’un semeresi
sevgi, sevinç, selamet, tahammül, lütuf,
iyilik, sadakat, hilim, zaptı nefstir”
(Galatyalılar 5:22).
Ruh-ül-Kuds bana gösterdi
ki, dilimi zapt edemediğim için Ruh’un
kuvvetini hemen kaybediyorum. Yani, ya
birini zemmediyorum, ya hükmediyorum veya
titizlenip hakkımı arıyorum. Bu ve bunlara
benzer sebeplerden meserretimi kaybediyorum.
Dua ve şahadet ruhum, gayretim ve muhabbetim
zayıflanıyor ve Kitab-ı Mukaddes’e doğru
iştahım eksiliyor.
Davut peygamber
bu tecrübeye uğramıştır; o şu duayı yapıyor: “Ya RAB ağzıma bekçi koy. Dudaklarımın kapısını koru” (Mezmur 141:3).
Davut anladı ki, dilini zapt etmeye
kadir değildir. Ve hiçbirimiz kadir değiliz.
Yakup 3:8’de tekrar gördüm ki, ben kendi
dilimi zapt etmeye muktedir değilim. Şu
halde, ben de aynı duayı etmeye başladım
ve ömrüm büsbütün değişti. Hamtlar olsun!
Dilimizle kaybettiğimizi hiçbir şeyle
kaybetmiyoruz. Ya RAB, bana merhamet eyle
ve dilimi zapt eyle! Amin.
Halaskarımız
devamî olarak niçin Ruh-ül-Kuds’la doluydu?
(Yuhanna l :32). O’nun sırrı şuydu:
“Kendisine
kötü muamele ettiler, fakat alçaldığı
zaman ağzını açmadı” (Yeşaya 53:7). Halaskarımız
sükutla şeytanı yendi ve bize örnek oldu.
Bu ayeti yazdırarak odama astım, girip
çıktıkça okudum. Adamlara karşı hakkımı
aramamak için, dilimi zapt etmesi için
dua ederim. Allah da bunu icra ediyor.
Odamın duvarına başka bir resim de asmışım, İsa Getsemani bahçesinde
dua ediyor. O’nun ağzı adamlara karşı
değil, Peder Allah’a doğru açıktır (Luka
6:12). Adamlar için dua edecek yerde,
kendi hakkımı arayıp, “Niçin böyle yapıyorlar?”
dersem, o vakit niçinler hiç bitmez. “O
kötü muameleye uğradı fakat alçaldığı
zaman ağzını açmadı” (Yeşaya 53:7).
Ya Allah, başkalara karşı devamı olarak
ağzımı kapalı sakla. Sana doğru aç ve
açık sakla, İsa’nın isminde, Amin.
Bir biraderle
güçlüğümüz oldu ve görüşüp konuşmakla
düzeltmek mümkünsüzdü. Allah bana gösterdi
ki, bu madde üzerine sade dua edeyim.
Her defa hakkımda kötü şeyler söylediğini
işittiğimde, dua ile maddeyi Allah’a götürüp,
kendi işime devam ettim. Bir gün odamın
kapışı çalındı. Açarak gördüm ki, hakkımda
fena söyleyen biraderdir. İçeri aldım.
Elimden tutarak, “Birader, af edersin,
yanıldım; senin hakkında o fena sözleri
söylemeli değildim” dedi. O zaman şeytan
mağlup oldu, Ruh-ül-Kuds sevindi ve birlikte
dua ettik. Allah da üzerimize muhabbet
ruhu döktü. Halleluyah!
Şimdi şu
ayet bana senelerden beri büyük bereket
olmuştur; okuyunuz: Galatyalılara 5:22. Burada Pavlos resul Ruh’un semeresini zikrediyor.
Son ve en büyük semere zaptı nefstir:
Acayiptir ki, Ruh’un en büyük işi zaptı
nefstir. Çünkü hiçbir kimse kendi dilinin
zaptına kadir değildir. Yakup 3:3’de gördüğümüze göre, yalnız Ruh-ül-Kuds
kadirdir. Çünkü zaptı nefs O’nun semeresidir.
Bu hakikati anladığım gibi, dilimi tekrar
Ruh-ül-Kuds’a teslim ettim. Dualarımızda
daima şöyle diyelim: “Ya Ruh-ül-Kuds,
dilimi sen zapt eyle; çünkü zaptı nefs
senin semerendir. İsa’nın isminde, Amin.”
Dilimizi Ruh-ül-Kuds zapt ederse neler kazanırız?
- Kimsenin kalbini yaralamayız. Darbı
mesel şöyle diyor: “Geçer kılıç yarası,
lakin geçmez dilin açtığı yara!”
Okuyunuz: Efesoslulara 4:26.
- Ruh mahzun olmaz. Efesoslulara 4:3’de yazılıdır: “Ruh-ül-Kuds’u mahzun etmeyiniz.”
- Bir
şeyi söyledikten sonra pişman olmayız.
“Keşke o sözü söylemeseydim” diyerek..
- Hükmolunmayız. “Hükmetmeyin ki, hükmolunmayasınız” (Matta
7:1). “Hakim, kapının önünde duruyor”
(Yakup 5:9). Bu kapı dudaklarımızın
kapısıdır. Çok defa kelimeler dilimizin
ucuna gelir; fakat Ruh-ül Kuds dilimizi
zapt eder ve kapının önünde duran hakimin
hükmünden hıfz eder bizi. Bazen de şeytan
― Ruh’un idaresi altında olmadığımız
zaman — bizi apansıza düşürüp hükmümüzü
verir. Bu sebepten dilimizi devamî olarak
Ruh-ül-Kuds’un idaresi altına koyalım.
- Vazifemizi bütün kuvvetimizle devam
ettirebiliriz. Şeytanın arzusu bizi
birbirimizle uğraştırmaktır; öyle ki,
Allah’ın işi geride kalsın. O, canları
Hristos’a kazanmamızı istemez. Yuhanna
21:22’de yazılıdır: “Senin
ne vazifen? Sen arkam sıra gel!”
- Dilimizi zapt edersek, Ruh’un yardımıyla
hastalıklardan emin oluruz. Birçok hastalıklarla
elem çekiyoruz. Zaptı nefse kadir olmadığımız
için.. Meryem’le Harun Musa’ya karşı
söylendiler. Allah öfkelendi, Meryem’i
cüzamla vurdu (Çölde Sayım 12:1-15).
- Ruh-ül-Kuds
dilimizi zaptı altına alırsa, o zaman,
“Amin,
ya Rab İsa gel!” diyerek duaya hazır
oluruz ve kalbimiz daima dua ruhuyla
dolu olur. Hem de dolu ellerle Güveyimiz’i
karşılarız ve O’nun delinmiş ellerinden
taçlarımızı almaya layık oluruz.
Buenos Aires
~~ Vahram Tatikyan
TANRI’YLA KARŞILAŞMAM
1957 başlarında
Buenos Aires’teki biraderlik kilisesi
İstanbullu bir öğütçü ağırlıyordu. Vahram
birader diye bilinen bu adam bir hafta
süreyle her akşam konuşmaya çağrılmıştı.
Toplantılar yedi ay sürekli buluşmaya
dönüştü. Başlangıçta bir saat süren toplantı
üç saate uzatıldı, herkes konuşmaları
izledi. Vahram tanınmış bir vaiz değildi,
en basit denecek dille, ama Kutsal Ruh’la,
yetkiyle konuşuyordu. Gençlerin anlayamaması
nedeniyle konuşmaları İspanyolca’ya çevriliyordu.
Çocuklar, gençler toplantı yerini dolduruyor,
herkes Tanrı’yı arıyordu.
Bu dönemde,
büyüklerimi hoşnut edebilmek için ben
de toplantılara katılıyor, salt konuyu
evde anlatabilmek için kulak kabartıyordum.
Bir Cumartesi akşam alışkım üzere en son
sırada oturmaktaydım. Vahram herkesi evine
göndermeden önce son sözleri söylüyordu.
Dinlemeye koyuldum. O güne dek birçok
kez İsa Mesih’e çağrıyı duymuş, büyüklerimi
hoşnut etmek için öne yürümeye alışmıştım.
Biraz da vicdanımı dinlendirmek istemiştim.
Ama hiçbir sonuç bulamamıştım. Öğütçü
birkaç söz söyleyerek dua edince, ben
önceki durumumda evime dönerdim. Herkes
de benim kurtuluşa erdiğimi sanırdı. İkilem
oluşturan durumdu bu.
O Cumartesi
akşam başka bir gelişim vardı. Pek çok
kişi benim için dua etmiş, ben de kaç
kez kurtulmaya istekli olduğumu belirtmiştim.
Ama yaşamımda hiçbir değişme olmamıştı.
Kendi kendimden usanmıştım. İsa’nın gerçek
dost olduğu doğru muydu acaba? Arkadaş
edinemiyordum. Kimseye güvenemiyordum.
Bana deli dolu bir genç diyenler çoktu.
Kendimi içkiye, sigaraya veriyordum gayrı.
Amacım sıkıntılarımı unutabilmekti. Dertlerimin
son noktasına gelmiştim. Yaşamımı Rab’be
teslim edecek olsam neydi yitireceğim!
Toplantı
sona yaklaşırken, “Dua istiyorsan hiç
çekinme; öne yürü senin için dua edeceğim”
diyordu öğütçü. Gerçekten içtenlikli bir
çağrıydı bu. Ama öne yürüyecek olsam,
“Bak bak, yeniden öne yürüyor şu genç!”
diyeceklerdi. Bunun için herkesin ayrılmasını
bekledim sonra öne yürüdüm. Vahram beni
görünce “Delikanlı, derdin ne?” diye konuştu.
“Günahlıyım!” dedim. Bana, “Günahlıların
sonucu cehennemdir” dedi. Ben, “İsa Mesih’in
kanı her günahtan arıtır” dedim. O, “Sen
her şeyi biliyorsun” dedi. “Senin için
dua etmeyeceğim. Şuracıkta diz çok, günahlarını
bağışlasın diye Tanrı’ya dua et!” Alınır
gibi oldum ama diz çökerek beni her günahımdan
affetsin diye Mesih’e dua ettim. O anda
karşımda başkalarını doğru, kendimiyse
yitik bir günahlı olarak gördüm. Şimdi
Mesih beni kurtarmaya hazır bekliyordu.
Uygun saat gelmişti. Toplantı yerinden
değişmiş biri olarak ayrıldım. Annemle
babam olanı düyunca inanamadılar. Kendilerini
suçlayamazdım. Kaç kez aynı şeyleri anlatmıştım
onlara! Bunun doğruluğunu nasıl bilebileceklerdi?
Ama içtenlikli
adımım atılımımın doğruluğunu kanıtlamaya
başladı. Evde okulda tüm yaşam yolunda
her şey değişti. Kötü alışkılar kayboldu.
Artık yeni bir insandım. O zaman yaşım
on altıydı. Birkaç yıl sonra Tanrı beni
ruhsal hizmetine çağırdı. Tanrıbilim okulunda
okudum, ruhsal öğütçü oldum, birçok kilisede
vaizlik ettim. Birkaç yılı Beyrut’ta geçirdim;
bu arada İstanbul’u da ziyaret ederek
ora toplantılarında pek çok kişiye konuşma
fırsatını buldum, canların kurtuluşuna,
yeni yaşamı buluşuna tanık oldum. Böylece
Rabbim beni, Vahram’ın hizmetinin başladığı
yere dek götürdü.
Onun yüreğime ektiği tohum yetişiyor,
yeşeriyor nicelere yenileniş getiriyordu.
Çeşit çeşit
alanlarda gördüğüm hizmetlerin ardından
kurtarıcım beni Güney Amerika’da Guatemala
ülkesine yöneltti. Bu yerde Kutsal Kitap
eğitimi sağlayan bir okulun müdürüyüm.
Mesih hizmetinde çalışanları eğitmekteyim.
Her an Mesih’e beşaret etmekle geçen çok
yüklü bir çalışma alanım var. Bu hizmette
bol ürüne tanık olmaktayım. Çocuklarım
torunlarım var. Mesih bağlılığında sürekli
sevinçteyim. Beni Mesih’e yönelten Vahram
kardeşin yaşamı ve hizmeti için Tanrı’ya
sonsuzlar sonsuzu şükürler olsun!
Samuel Berberyan, Apardato
1602, 01901
Guatemala
Kuşkusuz, bu sıradan ruhsal tanıklıklarla kocaman
bir kitap yazılabilir. Vahram birader
şimdi Mesihi’nin yanındadır, etkilediği
canlar yeryüzünün her köşesinde kurtarıcı
Mesih için tanıklık etmektedir. Tıpkı kendisinin ünlemiyle,
Halleluyah!
Samuel Berberyan ögrencileriyle birlikte
“Birçok tanığın önünde benden işittiğin bu öğretileri bellemeleri
için güvenilir insanlara ver. Bunlar başkalarına da öğretebilecek yetenekte olsun” (II. Timoteos 2:2).