21. YENİDEN DOĞMAN GEREKİR
Vahram her
yanda Tanrı’ca kutluluk ve iyilik aracı
olarak kullanılmaktayken, insanlar hem
ona karşı konuştu, hem de kendisini karaladı;
üstelik çekememezlik gösterdi. Hiçbir
sağlıksız olumsuz tutuma ters tepkide
bulunduğunu anımsayan yok! Herkese her
durumda İsa Mesih’in sevgisiyle davranır,
onu aşağılayanları sever, yükseltir, onlar
için içtenlikle dua ederdi. Yüreğinde
kine, hırsa, öç alıcılığa yer yoktur.
Her kezinde mutluluk sergileyen birini
görmek isteyen bunu Vahram’da görebilir.
Evinde neyse dışarıda da oydu. Sevincinin,
cana can katan tutumunun kaynağı olarak
daima Rab’bi gösterirdi. “Gelen giden
olaylar bir sürü sıkıntıya yol açabilir”
derdi. “Ama Rabbimiz sürekli sevinci sağlar;
her vakit O’na bakmalıyız.”
Konuşmalarını,
ruhsal tanıklığını en kolay biçime koymayı
tüm anlamıyla başarırdı. Kullanageldiği
bir simgeyi herkes duymuştu. Sol elindeki
bir nesneye dikkati çekerek, “Sen buradaydın”
derdi. Ardından dikkati sağ eline çekerek
Mesih’in orada bulunduğunu, günahlı günahından
dönünce Mesih’in onunla yer değiştirdiğini
vurgulardı.
O’na imanla teslim olanı sağ ele
naklettiğini, Mesih’inse günahlıya yaraşan
yeri aldığını belirtirdi. “O senin yerini
aldı, seni de kendi yerine aktardı. Buna
iman et!” Bu çok basit betim sayısız insanın
Mesih’i kurtarıcısı olarak değerlendirmesine
neden oldu. “Tanıklıkta bulunmazsam benim
için mutluluk kalmaz” derdi. Sık sık kullandığı
başka bir söz de şudur: “Rab herkesi gani
gani bereketledi, canlar kurtardı.”
Herkese
kendi düzeyinde konuşur, alçakgönüllülükten
ayrılmazdı. Çocuğa çocuk gibi, gence genç
gibi, aydına aydın gibi seslenmeyi başarabilirdi.
Hiçbir fırsatın kaçmasını istemezdi. Herhangi
birisiyle konuşma açmak, dostluk kurmak
onun için kolay işti. Engin yürekli tutumu,
daima güler yüzü herkese güvenlik aşılardı.
Ve gerçekten güvenilir bir inanlıydı.
Öz yapısının niteliği, gönülden bağlı
olduğu iyi insan İsa’nın yaratık yaşamında
yansımasıydı, O da haberci Pavlos’un şu
çağrısıyla seslenebilecek bir inanlıydı:
“Ben nasıl Mesih’i örnek aldıysam,
siz de beni örnek alın” (I.Korintostular 11:1).
Kutsal Ruh’un bir canı aydınlatması
yönetmesiyle cansızlığı gidermesini kovalar,
bunu da başarabilirdi. Sevincini, “Hamdolsun,
Halleluyah!” ünlemleriyle dile getirirdi.
“Mesih diridir!” demek coşkusunun belirtisiydi.
Bazı kez heyecana gelerek yanındakine,
“kardeş!” ya da, “kız kardeş!” diye seslenirdi.
“Ne var, Vahram birader?” Karşılığı belki
de şu olurdu: “Halleluyah!” Bir sürü boş
laf ya da dedikodu etmektense, duygularını
bu çeşit ünlemlerle dile getirmek ona
doygunluk verirdi.
Onun için
basit biri, belirli durumlarda da saf
demek yanlış olmayacak. Dengeli biçimde,
bilgece davranan biri sayılamazdı belki.
Ama herkes doğrultusunda, her tutumda
temel ilke edindiği içtenlikli sevgi pek
çok eksildiğini gidermekteydi. Karşısına
gelen herkesin temel sorunu canının kurtuluşuydu.
Bu nedenle bundan daha öncelikle konuşulacak
bir konuyu düşünemezdi. Kısa zamanda canın
asıl gereksinimine girmesi beklenen gelişimdi.
Tüm dikkatini niçin buna verdiği sorulduğunda,
“Yaşam fırsatları bazen bir kezdir” diye
yanıt verirdi. Sevgiyle etkilenen üstelemenin,
canları tövbeye ve Mesih’e imana çeken
yöntem olduğuna kesenkes inanmıştı. Tanrı
hükümranlığına ittiği pek çok kişi buna
tanıklık etmekte. Sonunda onlar da başkalarını
hükümranlığa iletmiştir.
Hristiyan
soydan gelenlere, bu adla bilinenlere
önemli bir soru doğrulturdu: “Yeniden
doğuşa malik misin?” Birçoğu biraz da
duraksayarak, çekinerek, “Evet” deyince,
Vahram onların gerçek durumunu anlamış
olmanın kesinliğiyle, “Ama kurtuluşun
oluşturduğu sevinç belirmiyor yüzünde”
derdi. “Gerçekten tövbe eder, Mesih’e
bağlanırsan yeniden doğar, sağlam mutluluğa
kavuşursun.” Bu yolla pek çok kişiyi günahların
affına, kurtuluşun güvencine getirdi
Ev toplantılarından birinde
Haralambos Bostancıoğlu anılıyor
İstanbul’da Kardeşlerle ~~ 1950
Türkçe’de
çok az ruhsal içerikli kitap ya da dergi
varken, yaşamı en etkin kitap ve ruhsal
yazıydı. Eline geçirebildiği kitap ve
broşürleri içtenlikle satmaktan, dağıtmaktan
özel beğeni duyardı. Tanrı Sözü’nün her
yolla ve araçla yayılması temel yükümlülüktü
onun için. Bildirişim çağının şaşırtıcı
boyutlara gelişinden bir iki kuşak önce
yaşadı ve çalıştı. Ama bildirişim tekniğinin
en son buluşlarından yararlanan şimdiki
kuşak, insan bedeni kuşanan Söz’ü böylesi
etkinlikle yayamamakta. Gerçekte tanrısal
Söz onda yerleşmiş, insan aracılığıyla
insanlara iletiliyordu. Böyle birinin
havadan sudan konuşmalara tutulması düşünülemezdi.
Yüceden kaynaklanan gerçeklere bağlılığı,
kardeş ve kız kardeşlerle bir araya gelerek
göklerdeki Baba’ya dua etmesini etkilerdi.
Yakın dua arkadaşları arasında Mosho Bekleyen,
Hagopos Karakoçyan, James K. Lyman bulunurdu.
Hem yaşlılarla, hem çocuklarla dua ederdi.
İsa Mesih, “Bir insan yeniden doğmadıkça Tanrı’nın hükümranlığını
göremez” demiştir (Yuhanna
3:3). Bunun nasıl bir sonuç getirdiğini
anlayabilmek isteyen, gerçek anlamda yeniden
doğan Vahram gibilerin yaşam yöntemine
bakabilir: Tövbe etmek. Tanrı katında
doğrulukla donatılmak, imanla sonsuz güvenliğine
kavuşmak, yeryüzünde parlak yaşam aşamasına
gelmek, buna tanıklık etmek..
Bu köklü
konularda aydınlığa kavuşan biri durumunda
tanrıbilimin derinlerine canlılıkla, incelikle
eğilebiliyordu o. Tanrı gerçeklerini kavrama
ve anlatma yeteneği yaşamındaki Tanrı
kayrasının bir uzantısıydı. Çürük, sakat,
yaratıklarca tasarlanan öğretileri, kuruluş
ve kuşakları sevgiyle sustururdu. ‘Yehova
Şahitleri’ adıyla tanınan örgütün bağlıları
ona yaklaşmak istemezdi. Bazıları onu
İlyas’a, Yahya’ya benzetti. Ona Amos ve
Hezekiel benzeri özel çağrı gelmişti.
Haberci Filip gibi daima Kutsal Ruh’un
yönetimindeydi. Görmelerini başkalarıyla
paylaşırdı: Bir yeri ziyarete gidince
ilkin, “Dua edelim” diye söze başlardı.
Herhangi bir buluşmayı ruhsal konulara
taşımanın etkin yöntemiydi bu.
22. VAAZ ETME BİÇİMİ
Önümüzde
hiç okula gitmemiş, konuşma tekniğiyle
ilgili derslerden geçmemiş, bu önemli
sanat kolunda sivrilmemiş biri var. Kilise
tarihinde birçok etkin konuşmacının adı
geçer. Apollo bunların ön sırada bulunanıdır
belki (bkz. Habercilerin İşleri 18:24-28). Altın ağızlı Hrisostom’un örneği
uyarınca bilinenler çoktur. Bireyleri,
toplulukları Tanrı’nın etkin sözüyle sürükleyerek
yaşamın en önemli kararına ileten öğütçüler
saygıyla, özenle anılır. Bildirişim sanatının
en belirgin uygulayıcısı olan etkin ve
eğitici konuşmacılar her yerde ilgiyle
aranır. Bunlar güzel söz söyleme yeteneğiyle
donatılmış, okumuş, eğitilmiş kişiler
olabilir; ama ön sırada beliren özellikleri
Kutsal Ruh’ça meshedilen ve onaylanan
biri olmaktır. Tanrı Musa’yı hizmetine
çağırınca o, “Ya RAB!” dedi. “Beni mi
bu önemli işe atıyorsun? Konuşabilme yeteneğim
yok, dilim sivri değil!” Tanrı onu, “Ağzı
yaratan kimdir?” diye yanıtladı. “Ağzını
etkin kılacağım, ne söyleyeceğini sana
ben bildireceğim.” Musa ikircikliğini
sürdürünce Tanrı ona kardeşi Harun’u göstererek, “Halka senin adına o konuşacak, sana ağız
görevini o görecek” dedi. Sorun böylece
karara bağlandı (Tevrat-Mısır’dan Çıkış 10:17). Ama ilginç
ve önemli gelişim, Harun ne Firavun’a,
ne de halka tek söz olsun konuştu. Musa’nın
tüm korku ve çekingenliğine karşın, çağıran
ve gönderen RAB onu öyle bir konuşmacı
yaptı ki, Firavun’a yetkiyle meydan okudu,
o geniş halk topluluğuna güçle, yetkiyle
başkan özelliğiyle konuştu, niceleri Tanrı
bağlılığına iletti. Yeremya peygamberin
yaşamını ve çağrısını incelediğimizde,
aynı durumla karşılaşırız (bkz.
Yeremya l:4-10). Pavlos’u karalayanlar
onun için, “Konuşması
aşağı görülmeye bile değmez” diyordu
(II.
Korintoslular 10:10).
Tanrı’nın
atadığı etkin konuşmacı ne doğuştan söz
söyleme yeteneğini taşır, ne de en parlak
bildirişim eğitiminden geçer. Kendini
bu sıradan sayanları Tanrı kullanmaz bile!
O’nun çağırdığı, atadığı vaiz ve öğütçü,
günahtan arıtılan, doğrudan doğruya Kutsal
Ruh’ça meshedilen, kendisi etkilenen ve
canları etkileyebilendir. İşte önümüzde
böyle bir vaiz görmekteyiz. Bunları derken
eğitimi küçümsediğimiz düşünceye getirilmemeli.
Eğitim, kuşkusuz yerinde bir disiplindir,
ama konuya çözüm değildir.
Fakülte
bitirmeyen, çeşitli diller bilmeyen, konuşmacılık
sanatında bilenmeyen bu adam minberin
gerisinde, ya da bir ev toplantısında
yerini alınca en etkileyici, sürükleyici,
canlandırıcı, eğitici vaizdir. Çünkü onu
bu işe Kutsal Ruh atamış. Ağzını dilini
Yaratanı meshetmiştir. Gerçek sözünü esinleyenin,
etkileyenin yönetimi altındadır o. Bu
yüzden Tanrı’nın canlı sözünü etkinlikle
anlatabilir, bu söz aracılığıyla günahlı
canlara ilzam (ruhsal eleştiri) getirebilir.
Günahlılığının aşırı düşüklüğünü tanıyan
kadını erkeği Tanrı’nın katında tövbeye,
kurtarıcı Mesih’in kurtulmalığını imanla
değerlendirmeye yöneltebilir. O, bu özellikleri
taşıyan tanrısal öğütçüdür. Eski Antlaşma’nın
peygamberleri uyarınca..
Vaazları
öğütleri birer önerme ya da kuram değil.
Tanrı’dan esinlenen etkin Söz’ün kişisel
yaşama uygulamalı açıdan yaklaştırılması,
gözle görülür sonucu getirmesidir. O,
bunu yaparken, kendi bozukluklarını, sözdinlemezliğini
örnek olarak göstermekten hiç çekinmez.
Tanrı Sözü’nün kendi varlığında nasıl
etkinleştiğini erdemli tutumla açıklar.
Kendisini ermiş biri olarak sergilemez.
Kişisel yaşamındaki sonucun her günahlıda
gerçekleşebileceğini sevinçle, güvenle
vurgular. Dinleyicileri aynı karar gereğine
çağırır. Bunu yakından görebilmek için
kitabın sonunda onun canlı bir vaazını
okumak çok yararlı olacaktır:
“Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas.”
Bu ilişkide
onun dua bağlılığını da unutmamalıyız.
O her konuda her görevde duayla iş gören
Tanrı bağlısıdır. Karşısındaki önemli
iş kendinin değil, Rab’bindir. Bunun için,
her ilişkide imanla Tanrı’ya yaklaşmalı,
yakarmalı, oruç tutarak güvenle O’nun
bu işi sonuçlamasını beklemeli, insanlara
Tanrı’ya ilişkin konuşmaya koyulmadan
önce, Tanrı’ya insanlara ilişkin yakarmak
zorunluluğu en önde gelen yükümlülüktür.
Üstlenilen hizmet kişinin kendi işi değil,
Tanrı’nındır. Bu nedenle bildirilen sözün
yüreklerde etkinlikle iş görmesi için
Tanrı’ya dilekte bulunmak her durumda
zorunludur. Felsefe kolunda düşünmenin
önemi neyse, Tanrı’ya hizmet uğraşında
Vahram’a dua odur. Bu ilişkide Tanrı’nın
Yeremya peygambere belirttiği gerçek geliyor
akıllara:
“Sözlerimi ağzında ateş edeceğim,
bu insanları da yakıt. Onları yiyip tüketecek...
“Sözüm ateş gibi, kayaları
paramparça
eden balyoz gibi değil midir? RAB buyuruyor...
“O’nu anmayacağım, gayrı O’nun adıyla
Konuşmayacağım desem, sözün yüreğimde,
Kemiklerimde yanan bir ateşe dönüştü.
Onu tutamıyorum, yoruldum; elimden gelmiyor..”
(Yeremya 5:14; 23:29; 20:9).
Yıllar süresi bu Tanrı işçisinin
yaydığı, vaaz ettiği tanrısal Söz böyle
etkin boyutlarda belirdi, insanlara erişti,
kişileri kurtarıcı Mesih’e çekti.
23. YAŞAMINI TANRI’YA AYIRMANIN
GÖNENCİNDE
İnanlılar
arasında
Maraşlı Fazilet hemşire Mesih’e
bağlılığın belirgin bir örneğiydi. Yaşam
tanıklığı su götürmezdi. Vahram bu kız
kardeşin kendine çok uygun bir eş olabileceğini
düşünerek onunla evlenmek için öneride
bulundu. O ilgi göstermeyince evlenme
konusu artık kapandı, bir daha kovalanmadı.
Bu konu birkaç kez aklına gelmişti daha
önce; ama ciddi bir adım atmadı. Tanrı
çağrısının gönencinde yaşamak daima öncelik
taşıyan doygunluğu ve beğenisiydi. Göksel
Baba ona birçok hemşire sağladı: Aygül,
Sirpuhi, Altun, Rebekka, Hayguhi gibi.
Bunlar her durumda gereksinimlerine koşar,
bir annenin ya da ablanın yapabileceğinden
daha etkin yararlılıkla onu destekler,
sürekli yardım sunar, onun için dua ederdi.
Onun ilginç
yaşamını izleyenler, ruhsal hizmetine
eğilenler çok kez alışılmış bir soru sormuştur:
“Bu adam bir mistik (gizemci) midir?”
Gizemciliğin Reformasyon öncesi Avrupa’sında
parlak uyanışlara öncülük ettiği birçoklarca
bilinir. Ama onun gizemcilikten haberi
bile yoktu. Buna ilişkin pek bir şeyler
duymamıştı. Türkçe’yle Ermenice’den başka
bir dili doğru dürüst bilmiyordu. (Sonradan
giderayak Arapça ile İspanyolca’yı konuşabilecek
biçimde
öğrendi.) Thomas à Kempis, St. Bernard
de Clairvaux, St. Hildegard, Master Eckhart,
Madame Guyon, François Fenelon gibi tanınmış
mistiklerin yaşam ve yazılarını okuyabilme
olanağından yoksundu.
Onun gizemli
tanrısayarlığı, tutarlı dengeli duada
direşkenliği, derin hayranlıkla Tanrı’nın
Sözü’ne bağlılığı, Mesih’in günahsız yaşamına
içtenlikle imrenişi, açlıklarda –aç kaldığı
pek çok durum olmuştur– yakınmazlığı ve
başka şaşırtıcı özellikler belki de kendisini
mistisizmin sınırına getirmişti. Kuşkusuz
dünyayı, insanları, olayları pek çok kişiden
apayrı bir görüşle görmekteydi. Hem yiyeceğe,
hem lafa oruç tutardı o. Kendisine dikkatle
bakanlar sık sık dudaklarını kıpırdattığını
görürdü. Acaba ne söylerdi öyle? Diz üzerinde
dua edişi güncel alışkı olmuş. Bu insanın
Tanrı’ya yakarışta sürekliliği, O’nunla
aralıksız konuşma durumunu oluşturmuştu.
Tıpkı St. Bernard de Clairvaux’nun (1091-1153)
bir ilahisinde seslendiği gibi:
“Seni düşününce İsam,
Taşar kalbim hazla.
Ah, tatlı yüzüne baksam
Katında doyumla..”
Hiç doyum bilmeyen bir açlıkla
Kutsal Söz’e dalıp orada Kurtarıcı’yla
karşılaşmak, O’nun güçlü kurtarma ve kutsal
kılma eylemiyle daha derin biçimde tanış
olmak, yüreğinin sınır tanımayan bağlılığını
O’na anlatmak yaşamının temel ilgisi ve
kovalayışı olmuş. Tüm özlemi, yücelerdeki
Mesih’in katından avuntu alarak inanlıları
avundurmak, inanmayanları o gizemli yaşamın
doyurucu zenginliğine çekmek. Böyle bir
arayış sonucunda onun hem yaşamı, hem
de ruhsal tanıklığı içtenlikli isteklilik
ve isteklendirmeyle belirir. Günahlıların
kurtulma isteği bununla anlatılabilir.
Yeşaya ya
da Davut peygamber gibi soylu bir peygamber
değil, ama yüreğinde dudaklarında canlılık
bulan peygamberlik bildirisi niceleri
yeni doğuşa ve Tanrı’nın ailesinde soyluluğa
çeker. Kutsal Söz alçakgönüllü yürekten
kaynaklanır, Apollo gibi söz söyleme yeteneğiyle,
dünyanın çöllüğünde dolaşan canları çiçek
bahçelerine, taa göklere yüceltir.
Vahram sadece
Vahram’dı. Taklitçilik denen tutum ya
da davranışı yoktu onun. Kökü Anadolu’da
olan Tanrı işçileri arasında onun yeri
özeldir. Otuzlu, kırklı yıllarda onun
aracılığıyla yapılan işleri salt sonsuzluk
açıklayacak bir gün. Yüreği Müslüman’a,
Hristiyan’a, Yahudi’ye, dinsize sevgiyle
dolup taşardı. Kendini herkese borçlu
sayardı: Bir günde üç ya da dört ev toplantısına
katıldığı olağandı. Ve her toplantıda
kadın erkek Mesih’e kavuşurdu. Yönelttiği
toplantılardan birine katılıp da, can
kurtulmaksızın ya da Mesih’in çekiciliğine
daha çok özenmeksizin ayrılmak olamayacak
gibiydi. Türkiye’den başlayarak, Ortadoğu
ülkelerine, Güney Amerika’nın Şili’sine
varıncaya dek Tanrı Sözü’nü, Sevinç Getirici
Haber’i özel hayranlık ve bağlılıkla yaydı.
“İman etmedikleri kişiye nasıl seslenecekler?
O’na ilişkin işitmedikleri kişiye nasıl iman edecekler?
Söz’ü yayan olmazsa nasıl işitecekler?
Gönderilmezlerse Söz’ü nasıl yayacaklar?”
Kitap’ta yazılmış olduğu gibi:
“Gönül açan haberler duyuranların
Ayakları ne güzeldir!”
(Romalılar 10;14,15).
24. ANADOLU GEZİLERİ
İstanbul’da
birçok kişi yeni yaşama kavuşmuş, Rab’be
yürekten bağlanmış. Ev toplantıları güncel
bir olgu, ruhsal tanıklıkta bulunanların
sayısı kabarıyor. Anadolu’dan gelip İstanbul’da
kurtuluş bulanlar oradaki ruhsal gereksinimi
vurgulayarak Vahram’dan kentlerini, köylerini
ziyaret etsin diye dilekte bulunmakta.
O hiç kimseye söz vermeden Rabbi’ne dua
etmekte, Kutsal Ruh’un yönetimi olmadan
başkalarının ya da kendisinin kararıyla
herhangi bir işe atılmamaya kararlı. Uzun
süre, “Ya Rab, beni Anadolu’ya göndereceksen
önümde yolu hazırla!” diye içtenlikle
dua etmekte.
Tanrı bir
gün şu sözlerle göksel yöntemi ona açıklar:
“Ben
Tanrı, babanın Tanrısı’yım, Mısır’a inmekten
korkma... Mısır’a seninle birlikte ineceğim”
(Yaratılış 46:34). Vahram bu buyruğu
kendisine Tanrı’ca sağlanan pasaport niteliğinde
kabul ederek Rabbi’ne teşekkürlerini sunar.
Kırklı yılların ortalarında iki kardeşle
birlikte Galata rıhtımına inerler. Samsun’a
gidecek vapura bilet satın alır. Yakınlarını
yolcu etmeye gelen bir sürü insan var.
Oracıkta birçok kitap sattıktan sonra
kardeşlerce uğurlanarak gemiye biner,
diz çökerek dua eder. Yıllar boyu hep
inanlılarla bir aradaydı. Kardeşlerin,
kız kardeşlerin yakınlığı her zaman ona
sıcak destek sağlamaktaydı.
Ama şimdi
tüm gemide tek inanlı o! Hem de Rab’bin
işini ilerletmeye atanan bir Mesih bağlısı.
İblis, “Sakın gemide kitap satmaya kalkmayasın,
başın belaya girer!” diye kulağına fısıldar.
Çünkü güçlük çıkabilir yolunda düşünmekteyken,
yolculukta yalnız olmadığı aklına gelir.
Diri olan Rabbi kendisiyle birlikte değil
mi? Geride bıraktığı inanlı kardeşler
bu yolculuğun güvenli ve verimli olması
için dua etmiyor mu? Kutsal Ruh onun anısına
bu somut sorularla seslenerek tam bu işi
yapmaya atandığını ve gemiye bindiğini
ona belirtir. Tanrısal tasarının başarıyla
bütünlenmesi için duaya başlar.
Kitap satmak
istediğini bir yolcuya açıklayınca o,
“Ne güzel!” diye yanıt verir. “Gemide
bunca insan var, hepsinin de okumaya vakti
bol. Ne duruyorsun, kalk ve sat!” Hiç
bilmediği bir yolcu aracılığıyla Kutsal
Ruh onu yüreklendiriyor. Yine duayla Samsun’a
varıncaya dek çeşitli parçalardan yüze
yakın satar. “Bir öğrenciye Süleyman’ın
Özdeyişleri’ni Mezmurlar’ı satmaya kalktım
o, ‘Hayır, İsa’nın hayat kitabını isterim!’
dedi. Bunun üzerine ona bir İncil sattım.”
Hiç ummadığı bir gelişimle yüreklendirilen
Vahram teşekkür ruhuyla bunları yazmış.
Aşçıbaşının
derdi başından aşkın. Vahram, “Arkadaş,
hiç çekinmeden derdini anlat!” diyor.
Adam, bir süre önce oğlunun cezaevine
girdiğini, şu anda çökük bir genç olarak
içerde yattığını açıklar. “Onu avuttum;
İsa Mesih’in somut sevgisini, kurtarışını
anlattım, armağan olarak bir de kitap
sundum. Hemen yüzü güldü. Gerçekten avuntu
buldu ve bunu bildirdi. Çok çok teşekkür
etti, vapurla yolculuk ettiğimde ucuz
tarifeden nasıl yararlanabileceğime ilişkin
bol bilgi verdi bana.” Dostluk, arkadaşlık
havası estirmek Vahram’ın hüneri..
Samsun’a
ulaştılar. Vahram’ın yüreği hamtla dolu.
Birkaç Hristiyan ailesini ziyarete gider.
Başarılı bir iş adamıyla tanışır. Müslümanlar
arasında birçok dostu bulunduğunu söyleyen
bu adam, onlara armağan etmek üzere otuz
üç parça kitap satın alır. Sonra her kezinde
duyduğu bazı alışılmış soruları doğrultur
ona:
- Bu
kitap değiştirilmiş olabilir mi?
- Cincilere,
bakıcılara karşı verilecek yanıt nedir?
- Haberci Pavlos’un bedenindeki diken
ne olabilirdi? vb.
Vahram her
birine gerekli yanıtı Kutsal Kitap’tan
verir: (bkz. Yeşaya 34:16; 8:19,20; II.Korintoslular 12:7-10). Konuşmaya
kulak misafiri kesilen bir Müslüman yanıtlardan
yararlandığını söyleyerek bir İncil satın
alır. Takuhi adında inanlı bir bayanla
tanışır. Bu hemşire Vahram’ı yanına alıp
ev ev dolaştırır. Birçok eve taze sevinç
gelir, kadın erkek beğeniyle Rab’bin Sözü’nü
dinler; kurtulanlar, Mesih’in kayrasal
sevgisini tadanlar olur.
Daha sonra
bir meyhaneye uğrar. Sahibi Ermeni. Hem
o, hem müşteriler kitap satın alır. Vahram,
Kurtarıcı’nın kişiyi her tür günahtan
kurtarabilmeye gücü yeter olduğunu hepsine
açık açık anlatır. Bunları duyan müşterilerden
biri, “İstemeye istemeye ayaklarım beni
buraya sürükledi; hiçbir yerden yardım
bulamadım, bakalım İsa yardım edecek mi?”
diyerek dört İncil parçası satın alır.
Vahram Amasya
doğrultusunda trene biner, başını eğerek
dua eder. Yandaki kompartımanda çocuklu
bir aile var. Onlarla tanışır, yardım
sunar. Adam bir yabancının gösterdiği
sevgiden etkilenerek onun kentini, işini,
istikametini sorar, bir Kutsal Kitap satın
alır. Trende pek çok kitap satılır. Amasya’da
bir kilise var. Papaz o gün özel olarak
oraya gelmiş. Vahram’ın kitap sattığına
çok sevinir, “En iyi işi yapıyorsun” der.
Papaz daha sonra ayin yapar, ama halk
birşey anlayamaz. Vahram, “Ayinde değindiğiniz
ayeti Türkçe’de anlatabilir miyim?” diye
sorunca papaz hayranlıkla onaylar. Metin
şu: “Size
önemle belirtirim; yere düşüp de ölmeyen
buğday tanesi tek başına kalır. Ama ölürse
bol ürün getirir“ (Yuhanna 12:24).
Vahram Mesih’in
bu sözleri üzerinde, O’nun ölümü ilişkisinde
canlı bir vaaz vererek, her günahlının
bu ölümden yararlanıp ürün niteliğinde
Tanrı’ya sunulması gerektiğini vurgular.
O daha sözünü noktalamadan oradakilerden
biri, “Bunların yazılı olduğu Kitap’ı
sağlayabilir miyim?” diye sorar. Hiç kimse
evine dönmek istemez. “Papaz buraya ancak
yılda bir gelebiliyor; bunlar bize her
gün gerektir” derler. Vahram yeniden gelmek
için dua edeceğini, çabadan beri durmayacağını
bildirir. Genç bir kadınla kızı İncil’i
hiç görmemiş. Günlerdir susuzlukla boğuşanın
suya kavuşması gibi Kitap’a sarılırlar,
onu bırakmak istemezler. Siyahlara bürünmüş
bir kadın oğlunu yitirmenin derin acısında.
Kutsal Ruh Vahram aracılığıyla onu avutur.
Bu kadınlar Mesih bağlısı olur. Yıllar
öncesi eline bir Kitap geçmişken, onu
meraklı bir yakınına kaptıran biri yeniden
Kutsal Kitap’a kavuşmanın sevincinde.
On bir yaşında bir kızcağız yüksek sesle
dua etmek istiyor, ama nasılını bilemiyor.
Bu kız kurtuluyor, İsa Mesih’e hamt duası
yükseltiyor ve dua etmesini öğreniyor.
Vahram Pazar ayinine katılıyor, papaza
yardım ediyor. Oradakileri çok etkiliyor
bu.
Bir hocayı
ziyarete gidiyor, ona vaftizci Yahya’nın
Tanrı mucizesi sonucunda doğmasıyla ilgili
kesimi okuyor. Hoca, “Üç yıldır bir İncil
aramaktaydım, ama bulamıyordum; şimdi
onu ayaklarıma getirdin” diyerek teşekkürle
bir tane satın alıyor, adresini veriyor.
Bu sırada başka bir hoca, “Bu kitap değiştirilmiştir”
sözleriyle araya giriyor, Vahram’ı iyice
haşlıyor. Sonra ona, “Allah’ı nasıl bilebilirsin?”
yolunda bir soru doğrultuyor. O tatlılıkla
Kutsal Kitap’tan şu yanıtı veriyor: “Tanrı
adaletli bir yargıçtır. Evet, öyle bir
Tanrı ki, her gün öfkelidir” (Mezmur 7:11).
Hoca bu kez cincilere, bakıcılara
ilişkin bir soruyu dile getiriyor. Vahram
Yasa’nın Tekrarı 18:9-14’le yanıtlıyor.
Hoca, Yuhanna
16:7-13’teki PARAKLİT konusuyla ilgileniyor.
Vahram bunu da yanıtlayınca, hoca az önce
öfkeyle konuştuğu için özür diliyor, bir
Kutsal Kitap satın alıyor. Vahram’ı başka
hocalarla buluşturmak istiyorsa da bu
gerçekleşmiyor.
Amasya’da
bir Ermeni düğünü düzenlenmiş. Birçok
Müslüman da çağrılılar arasında. Vahram’ın
katılmasını istiyorlar, konuşması için
vakit ayırıyorlar. Rab İsa’nın Kana kentinde
düğüne katılarak tüm şölene sınırsız kutluluk
getirdiğini okuyor (bkz. Yuhanna 2). Evlenen çiftin anaları
ve babaları derin hayranlıklarını belirterek,
daha önce hiçbir düğünde Türkçe olarak
bu tür bir konuşma duyulmadığını söylüyorlar,
onun her yıl iki-üç kez gelmesini istiyorlar!
Merzifon’u
ziyaretten sonra, Gümüşhacıköy yolunda
otobüs bozuluyor. Şoför kısa sürede düzeltilemeyeceğini,
kalan yolun yaya olarak bir buçuk saat
tutacağını, dileyenin hiç beklemeden gitmesini
salık veriyor. Yolcular bavullarını omuzlayarak
yürümeye başlıyor. Ama Vahram’ın bavuldan
başka bir sürü kitabı var. Gümüşhacıköy’de
birçok aileyi ziyaret edecek. Onlara kitap
götürülmeli. Rabbi ona özel güç sağlıyor.
Hem bavulunu, hem kitap kartonunu taşıyarak
yaklaşık iki saat yol yürüyor. Yük giderek
ağırlaşmaktayken, daha önceki çağlarda
Mesih’in Sevinç Getirici Haberi’ni yayanları
düşünüyor, Rabbi’ne şükrediyor. “Onlar
ağır yükle iki saat değil, birçok gün
yol yürümedi mi? Kendisi yerine Golgota
tepesine o ağır haçı taşıyan Mesih için
iki saat yol yürümek de ne ki?” Bu derin
düşüncelerle aşılan yol bir hiç gibi geliyor
ona.
En sonunda
kente vardığında Rabbi’ne şükür sunuyor,
bir kişiden başlayarak birçok insanla
ilişki kuruyor, bunlar dostluğa dönüşüyor.
İşin garibi burada da bir düğün töreni
var. Hiç duraksamadan onu davet ediyorlar.
Birkaç saat içinde kendisini toparlıyor,
çağrılılar arasında yer alıyor. Tanrı’nın
sevinç getirici sözünü yaymaya düğün yerinden
daha uygun bir yer düşünülebilir mi? Amasya’daki
deneyim sanki burada da yineleniyor. Ertesi
gün evleri ziyarete çıkınca, Tanrı Sözü’nü
işitmeye, Mesih’i kabul etmeye, iki saat
yol yürüyerek taşıdığı o kitapları satın
almaya can atan birçok insanla karşılaşıyor.
Bir genç peşin para vererek İstanbul’dan
on Kutsal Kitap ısmarlıyor. Gümüşhacıköy
ziyareti bu sıradan daha birçok sevindirici
gelişimle son buluyor.
Otobüsün
bozulması giderayak bir alışkı olmuş sanki.
Tokat’a yolculuk etmekteyken Turhal’da
aynı arıza, aynı alıkonulma. Onarım uzun
vakit alıyor. Turhal’da durak yapmak tasarısı
yokken önünde yeni bir fırsat kapısı açılıyor.
Bu yerde kendisini kabul edecek kişilerle
ilişki kurabilmek için Rabbi’ne içtenlikle
yakarıyor. Araştırmalar olumlu sonuç vermiyor;
Rab ona soruşturmayı, araştırmayı sürdürmesini
buyuruyor. Sonunda bir Hristiyan’la karşılaşıyor.
Hali vakti yerinde olan bu adam onu evine
alıyor. Vahram evdekilere konuşmaya başlayınca
adamın on iki yaşındaki oğlu, “Ne olur
baba?” diyor, “Onun hemen gitmesine izin
verme!” Böylece, geceyi orada geçirsin
diye çok sıcak bir davet alıyor. O, “Tek
koşulla kalabilirim” diyor. “Bu akşam,
ilgilenenleri çağırarak evde bir toplantı
düzenlerseniz.” Bu dilek sevinçle onaylanıyor.
Hava kararmakta. Bir taşıyıcı göndererek
bavulunu getirtiyorlar. Beş aile bir araya
gelmiş; heyecanları yüzlerinden okunuyor.
Çoktandır Tanrı Sözü’nü duymamışlar; çölde
susuzluktan kıvrananlar gibi.. Kitapları
yok! Ev sahibi yirmi iki yaşındaki kardeşini
yitirmiş olmanın üzüntüsünde. Öyle bir
toplantı oluyor ki, herkes Tanrı huzurunun
sevincine doyamıyor. Birçoğu tövbe ederek
Mesih’e bağlanıyor. Yanında kalan kitaplardan
satıyor. Ertesi gün, Tokat’ta olacak.
Ve Tokat.
İstanbul’dayken Mesih’e iman etmiş bir
hemşireyi buluyor orada. O’nun evinde
akşam toplantısı oluyor, pek çok kişi
katılıyor. İsa Mesih’in kurtuluş sağlayışını
değerlendirenler, kitap satın alanlar
çok. Gençler diz çökerek Tanrı’ya, İsa
Mesih’e sevgilerini açıklıyor. Evin içinde
esen imbat herkesi etkiliyor. Bir aile
Kutsal Kitap’ı elde etmek için kaç kez
İstanbul’a yazmış, yanıt alamamış. En
sonunda bunu elde edebilmenin sevinci
içindeler. Kısa zamanda yeniden gelmesini
içtenlikle diliyorlar istemeye istemeye
onu yolcu ediyorlar.
Tokat’tan sonrası
Sivas. Tanrı’nın sağlayışıyla, uğradığı
her kent ve kasabada biri çıkar, gönüllü
kılavuzluk yapar. Buradaki kılavuz seksen
yaşında bir bayan. Her yanı evinin her
bir köşesini bilircesine bilmekte. Mahalleden
mahalleye, evden eve gidiyorlar. Tanrı’nın
kutluluğu birçok kişinin gönenci oluyor.
İsa Mesih’in şu sözleri gerçekleşiyor:
“Herhangi bir kent ya da kasabaya girdiğinizde, kimin saygıdeğer
olduğunu sorun ve ayrılıncaya dek o yerde
kalın. Eve girerken oraya esenlik dileyin.
Eğer o ev saygıdeğer ise esenliğiniz üzerine
insin; saygıdeğer değilse, esenliğiniz
sizlere geri dönsün” (Matta 10:11-13).
İsa Mesih’le
ilgili bilgileri hiç denebilecek düzeyde
sayılan birçok kişiyi aydınlatıyor. Çocuklar
Mesih’in üstün öğretisinden ve yaşamından
bilgisiz olduklarım davranışlarıyla gösteriyor.
Bir mahalleye gelirken onları taşlamaya
başlayan bir çocukla karşılaşıyorlar.
Onun bir Ermeni çocuğu olduğunu öğrendiğinde
Kutsal Kitap’tan sevgi öyküleri anlatıyor.
Çocuk bunları öylesi beğeniyor ki, sağa
sola koşarak on arkadaş topluyor. 6-12
yaşlarındaki bu çocuklar duyduklarını
kendilerinden geçercesine ilgiyle dinliyor.
Mesih’in adını, çarmıhta onlar için öldüğünü
hiç duymamışlar bile!
Çocuklardan
birinin annesi gelişimi izleyerek Vahram’la
rehberini eve çağırıyor. Aynı öyküler
biraz başka biçimde bu bayana anlatılınca
o ağlamaya başlıyor. Vahram soruyor: “Bu
güzel Kutsal Kitap öykülerini çocuklara
niçin anlatmıyorsun?” O, acı acı yakınarak,
“Bizim gibi cahiller kime ne öğretsin
ki?” diyor. Kadın oracıkta tövbe ediyor,
kurtarıcı Mesih’e içten iman ediyor. Her
uğradığı yerde Tanrı’nın Kutsal Ruhu onun
sözlerini böyle etkiliyor, gerekli desteği
sağlıyor. Çocuklar da Mesih’in kanında
yıkanmak, arıtılmak için dua ediyor. Kadın
Mezmurlar’ı alıyor, Vahram’ın önerisiyle
yirmi üçüncü Mezmur’u çocuklara öğretmeye
başlıyor. Bu mahallede epey kitap satılıyor.
Bir Hristiyan kızı annesinin satın aldığı
Kutsal Kitap’ı okula götürüyor. Öğretmeni
kitabı beğeniyor, öğrencilere oradan okumaya
başlıyor. Anlayamadığı bir yerde takılınca
çocuğu anne babaya salıyor, orayı açıklamalarını
istiyor.
Sivas’ta
yer yer ev toplantıları oluyor. İçi ısınanlar
birçok akşam bir arada Tanrı huzurunun
gönenciyle paydaşlık ediyor. İnsanlar
tövbe ediyor, tanrısal bağışa kavuşuyor.
Kitapçı dükkânlarına kitaplar bırakılıyor,
siparişler alınıyor. Sadece bir kitapçı
onu yüzgeri ediyor. Vahram bu adam için
dua ederek ayrılıyor. Yaklaşık bir hafta
geçirdiği Sivas’tan ayrılırken pek çok
kişi, birçok aile ve dükkân sahibi bu
ilginç ziyaretçinin tanıttığı Mesih’in
konusunu etmekte. Rab İsa Mesih’in sevgisi
bu mübeşşirden başka canlara geçmekte..
İstanbul’a
dönmeden önce son uğradığı yer Ankara.
Başkent’in yerli Hristiyanları işe güce,
alıp satmaya dalmış, ilgisiz ve bilgisiz
bir âlemdeler.. Tutumları ruhuna çöküntü
getiriyor. Sonunda bir-iki inanlıya rastlıyor.
Birlikte dua ediyorlar, çöküntülü ruh
onu bırakıyor. Bazı yabancı inanlılarla
tanışıyor, onların dilini bilmemeye karşın
ruhları hemen bağdaşıyor. Ona kendi toplantı
yerlerini açıyorlar; Ankara’da on dört
gün geçirerek birçok verimli toplantı
yönetiyor. Gelip Söz’ü dinleyenler, tövbe
ederek iman aşamasına yükselenler, kurtulanlar
çok. Bu arada bir hamt konusu var: İstanbul’a
sipariş edilen kitaplar ulaşmış. Elindeki
kitaplar çoktan suyunu çekmiş. Yeni gelen
kitaplar bol bol satılıyor. Önünde açılan
kapıların hesabı yok. Aileler onu ilgiyle
evlerine çağırıyor; evlerde gözyaşlarıyla
tövbe edenler oluyor.
Çeşitli
gereksinimi olanlar, hastalık çekenler
yaklaşarak para veriyor, yaşamları için
dua dileğinde bulunuyor. Kutsal Kitap’ın
okunmasını dinlemek istiyor. Ama Vahram
bu tür hizmete karşılık para kabul eden
biri değil. Paralarını kesinlikle geri
veriyor. Bazıları, “Bu adam sağa sola
koşarak herkese konuşmaktan, dua etmekten,
başkalarını yüreklendirmekten ne yarar
çıkarıyor ki!” biçiminde düğümlü sorular
sormakla oyalanıyor.
Ermeni bir
iş adamı, güzel bir ikramda bulunayım
dürtüsüyle onu çalgılı-içkili bir gece
merkezine götürmeye kalkıyor. Vahram her
zamanki tatlı gülümsemesiyle, “Böyle yerlere
gitmek alışkım değil!” diyor. Adam üsteledikçe
üsteliyor, o dua ediyor: “İsam, İsam,
İsam!” Karşısındaki şaşırıyor, “İsa’nın
bu tür işlerle ne ilgisi var ki?” diye
merakla soruyor. Vahram, “Gelip seni kurlarsın
diye İsam’a yakarıyorum” diyor. Adamın
tutumu değişiveriyor. Vahram, “Beni danslı-eğlenceli
içkievine davet edecek yerde evine götürmez
misin?” diye soruyor. O hiç direnmeden,
“Buyur gidelim” diyor. Evine böylesi erkeninden,
hem de çok efendi birisiyle geldiğini
gören ailesi sevinçten uçacak oluyor.
Meğer eşinin meyhaneye uğramadığı, sarhoş
dönmediği akşam olmazmış. Hem de o gün
at yarışlarında önemli bir para yitirmiş,
derdini unutuvermek için çalgılı-içkili
eğlence evine gitmeyi niyet etmiş. Ama
Tanrı sadık işçisi Vahram aracılığıyla
o bozuk tasarıyı bozmuş. Evde ona ve ailesine
Tanrı’nın Sevinç Getirici Haberi’ni anlatıyor;
iman ediyorlar, tövbeye geliyorlar, Rab
tüm ailede göksel kayra eylemini bütünlüğe
erdiriyor. Adam içki masasından, kumar
tuzağından kurtarıcı Mesih’in sevgi dolu
kucağına atılıyor.
Ankara’daki
son toplantıya Yahudi bir bayan da katılıyor.
İlk kez olarak duyduğu ruhsal tanıklıklar,
dualar, ilahiler ve konuşma canını derinden
etkiliyor, onun elinde kalan en son İncil’i
satın alıyor. Sevinçli bir gece toplantısı
birçok kişiye erinç getiriyor.
Yorucu,
ama bol ürünlü uzun bir geziyi sonuçlamış
olmanın mutluluğuyla ertesi sabah İstanbul’a
ayrılması gerek. Önceden alınmış bileti
yok. Sabah erkenden otobüs yazıhanesine
–o günlerde merkez garajı yok– gidip bilet
sağlaması zorunlu. Ama gecikiyor. İstanbul
otobüsünde –sabahları bir sefer– yer kalmadığını
öğrenince hemen Rabbi’ne dua ediyor. Tam
o sırada, yolculuktan cayan biri beliriyor,
elindeki bileti satmaya çalışıyor. Vahram’ın
önünde dikiliveriyor. O, ayağına gönderilen
bileti Tanrı’ya şükür sunarak satın alıyor.
Ne yazık, adama satabileceği bir tek kitabı
kalmamış! En ön sırada on iki saatlik
İstanbul yolculuğuna başlıyor. O sabah
Kutsal Kitap’ı okumak, Babası Tanrı’ya
dua etmek için gerekli zamanı ayırmış,
bu önemli paydaşlığı savsaklamamaya dikkat
etmiş. Bu yüzden otobüs yazıhanesine gelişini
geciktirmiş, ama en ön sırada ayrılmış
yer kendisini bekliyor ve yanındaki yolcu
arkadaşa Mesih’i tanıtıyor.
25. LYMAN MAC CALLUM’UN KALEMİNDEN
Uzun yıllar
Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin müdürlüğünü
yapan Lyman Mac Callum’a, Vahram’ın ilettiği
birçok ilginç deneyimi bu adam kaleme
almış. Türkiye’yi vatanı yapan, 1955’te
İstanbul’da müdürken yaşama gözlerini
yuman bu adam “CALL TO İSTANBUL” (İstanbul’a
Çağrı) adlı ilginç bir kitabın yazarıdır.
Üstat bir yazar olan Bay Mac Callum’ın
biriktirdiği çeşitli olguları bu yaşam
öyküsünün içine almak uygun ve yerinde
olur. Önümüzdeki iki parça bu adamın yazılarından
alıntıdır:
TOROS EKSPRESİNDE BİR MELEK
Yolculuk
çok güzel başlamıştı. Toros ekspresinin
çift ranzalı kompartımanında Vahram’ın
yolculuk arkadaşı saygıdeğer bir bey.
Kendisini Mekke belediyesinin hazinedarı
olarak tanıtır, İstanbul’a tedavi için
gelmiş. Vahram’a alt ranza verilmiş. Kendisinin
oldukça genç, yol arkadaşıysa daha yaşlı
biri olduğu için Vahram üst ranzaya tırmanmayı
gönül hoşluğuyla kabul eder. Adam teşekkürlerini
sunar. Yolculuk sıkı fıkı dostluğa dönüşür.
Vahram ona Arapça ve Türkçe Kutsal Kitap’ı
uzatır, adam derin merakla incelemeye
başlar kitabı hiç görmemiş biri!
İkinci gün
Suriye sınırına yaklaşmadan önce Türkçe
kitapların tümünü satmaya çalışır. Yataklı
vagonlara uğrayarak işini sürdürür. Sadece
iki bayan onun yaptığı işi kınar. “Bu
kitaplarla insanların beynini zehirliyorsun”
diyerek sert sert onu paylarlar. Trende
herkes dost; salt bu bayanlar saldırgan.
Vahram sürekli duada. İstasyonlarda azıcık
para karşılığı şişelere su dolduran çocuklara
kompartımandaki birkaç boş şişeyi doldurtarak
para yerine Kutsal Kitap parçaları verir.
Tüm şişeler doldurulduktan sonra bir çocuk
gelir, “Ağabey, bana da bir kitap versene”
diye yalvarır. Ama parasız kitap verilmemesi
gerektiğinden, çocuğa, “Git on kuruş getir,
kitabı satın al!” der. Çocuk, “Amca, hiç
param yok, ne olur bana da bir kitap ver!”
diyerek içtenlikli dileğini üsteler. Tren
ayrılırken çocuk durmadan yalvarıyor.
Sonunda böyle bir dileğe dayanamayarak
çocuğa kitabı verir.
Gelişimi
izleyen bayanlar öfkeyle ona çıkışır:
“Çocukların beynini zehirliyorsun sen.
Polis nerede?” Kadınlar ortalığı velveleye
veriyor. O anda uzun boylu bir adam yaklaşır.
Satmakta olduğu kitaplardan birer kopya
ister Vahram’dan. Her birinden birer parça
aldıktan sonra, “Şimdi de o bayanlara
birer tane” deyince, Vahram, “Onlar bela
çıkarmak istiyor” der. Adam, “Bırak işi
bana” yolunda yanıt verir. “Bu kitapları
bana satıyorsun, onlara değil!” Böylece
parayı saydıktan sonra, bayanların kompartımanına
yaklaşarak, “Onlara karşı bağırıp çağırdığınız
kitapları hele bir araştırın” diyerek
ayrılır. Vahram bir Tanrı meleğinin Toros
ekspresinde yolcululuk ettiğine, o güç
durumda yardımına yetiştiğine inanır,
bu beklenmedik gelişim için Tanrı’ya şükür
sunar. Bayanlarla hiç ilgilenmiyormuş
gibi gözükür. Az sonra pencerenin önünde
dikilip dışarıyı seyrediyormuş gibi davranır;
ama kulağı kirişte. Ne duyuyor öyle? Bayanlardan
biri o kitapçıktan. İsa’nın Zakkay’ı çağırmasını
ilgiyle okuyor, öbürüyse onu dinliyor.
Yeniden Tanrı’ya şükür yükseltiyor.
Tren Adana’ya
dayanınca kadınlar iniyor. Acaba parçaları
orada mı bıraktılar diye kompartımana
baktığında hiçbir şey göremiyor. Bu kez
pencerede dikilip gözleriyle peronu taramakta.
Bayanlar kendilerini karşılamaya gelenlerle
kucaklaşıyor. Vahram acaba kendisini görecekler
mi diye merak ederken, bayanlar valizlerini
toplayıp yavaş yavaş oradan ayrılıyor.
Biri azıcık geride kalarak, “Size iyi
yolculuklar!” deyince o, “Tanrı sizinle
olsun” karşılığında bulunuyor, kanepeye
çöküp yürekleri yumuşatan ve değiştiren
Tanrı’ya içtenlikle dua yükseltiyor. Vahram’ın
çeşitli Anadolu yolculuklarında Tanrı
Sözü’nü satması böyle çarpıcı deneyimlerle
dolu.
26. SAMSUN’A UZANAN YOLCULUK
Bedros Tozluyan
çok küçük yaşta Kaliforniya’ya gitmiş,
Frezno’da toprak almış bağlar yetiştirmiş
varlıklı biri olmuş. 1953 yılında doğduğu
vatanı ziyarete gelince, daha önce ona
ilişkin çok şey duyduğu Vahram’dan kendisiyle
birlikte geziye çıkmasını istiyor. Birçok
arkadaşı ona yardımda bulunuyor, böylece
masraflarını karşılaması sağlanıyor. Gezi
24 Haziran’dan 18 Temmuz’u kapsayacak.
Yola koyulmak için evinden çıkınca Mezmurlar’dan
şu Söz kendisine bir kutlama duası gibi
geliyor: “RAB
kendisinden korkanlardan, kayrasına umut
bağlayanlardan hoşnut olur” (147:11).
İlk Kutsal Kitap o sabah Tozluyan’ın ötelinde
kâtibe satıldı. Kâtip otele her ulustan
insan geldiğini söyleyerek altı dilde
kitap ısmarladı. Ankara otobüsü için bilet
kesenlere birçok İncil parçası satıldı.
Yanında oturan yolcu fakülte bitirmiş
bir devlet memuru. Vahram çantasını açarak
bir Kutsal Kitap sunuyor: “Bununla tanış
mısınız, beyefendi?” Adam bir anlık duraksamadan
sonra, “Sizin dükkân tünelde değil mi?”
diye soruyor. Vahram, “Evet” deyince o,
“Tuhaf iş!” diyor. “Kaç kez dükkânınızın
önünden geçtim, uğrayıp bir kitap satın
alayım dedim; ama bir türlü vakit bulup
isteğimi yerine getiremedim. Şimdi bunu
ayağıma getiriyorsun. Hem de tam uygun
zamanda. Tatilimi geçirmek için bir dağa
gidiyorum, iki hafta boyunca bir ağacın
altına çekilip kitabı okumaya bol vaktim
var.”
İstanbul-Ankara
yolculuğu on iki saat. Yollar tümden asfaltlanmamış.
Yer yer tozlu, rampalı. Vahram’la yol
arkadaşı Ankara’da altı gün geçiriyorlar.
Evden eve uğrayarak birçok aileyi ziyaret
ediyorlar. O altı yıl önce Ankara’da çok
verimli birkaç gün geçirmiş. Kendisini
tanıyanlar ikisini de sevinçle karşılıyor.
Birçok derdi olanlar, dua dileyenler,
avuntu arayanlar var. Kitap satışı oldukça
yüreklendirici. Önceki ziyaretinde kitap
satın alanların bunları okumakta olduğunu
görerek Rabbi’ne hamdediyor.
Pazar sabahı
bir evde toplantı var. Yaklaşık elli kişi
evin iki odasına sıkışmış. Isı yüksek
olduğundan pencereler tümden açık. Dışarıdan
toplantıyı izleyenler var. Aralarında
bir polis memurunun eşi de bulunuyor.
Ev sahibi bu bayanı içeri davet edince,
kadın sonuna dek kalıyor, teşekkür ederek
İncil parçaları alıyor.
Kutsal Ruh’ça
esinlenen ve belirgin biçimde desteklenen
etkin bir öğüt verildi o gün. Alışkısı
olduğu üzere, kimlerin kurtulmaya, tövbe
etmeye gereksinimli olduğunu sordu. O
yerde Tanrı erinci hissedilir biçimde
egemen; bir de toplananlar arasında günahlılık
anlayışı belirgin. Yönelttiği toplantılarda
bu iki önemli öğeyle karşılaşmak çarpıcı
görünüm. Birçok kadın erkek içindeki köklü
gereksinimi açıklamaktan çekinmedi. Bu
iki oda tanrısal görkemin açıklandığı
bir tapınağa dönüştü. Katılanlar bir türlü
gitmek istemiyor. Toplantı sonunda süren
söyleşi ve yarenlik, oluşan sıcak havanın
uzantısı. Bireyler Rab’bin sınırsız iyiliğinden
söz etmekte.
Vahram yanındaki
kitapların neredeyse tükenmekte olduğunu
gördüğünde, İstanbul’a Şirket’e telefon
ederek, Ankara’dan ayrılışından önce yeter
sayıda kitap gönderilmesini istiyor. Telefon
kulübesinden ayrılmaktayken, konuşmayı
duyan, onun hayranlığına dikkati kayan
memur, kolaycacık satılmakta olan, yeni
sipariş gönderilen bu kitapların özelliği
ne olduğunu sorar. O, kitapları tanıtınca
hepsinden birer tane satın alır. Umulmadık
durumlarda iştahlı alıcılardan biri.
O gün Enver
Songar’ı ziyaret ederler. Ağabeyisi Ömer’le
birlikte yıllar öncesi Almanya’dayken
kurtuluş bulan Enver paydaşlıktan yoksun,
ruhsal yaşamda tümden cılız bir inanlı
kalmış. Eşiyle birlikte ruhsal yalnızlığın
güçsüzlüğündeler. Ankara ziyaretinin değeri
sanıldığından daha yararlı. Dağınık yerlerde
paydaşlığa, avuntuya gereksinimli kişileri
ziyaret etmenin yararı yolculuğa parlak
boyutlar katmakta. Vahram, “Bir tek aileyi
görebilmenin sevinci yolculuğun her çeşit
güçlüğünü taşımaya değer” diye yazmış.
Buradan
ileriye gidiş heyecan verici: Vahram’ın
doğup büyüdüğü Sungurlu. Dört saat süren
sıçramalı bir otobüs yolculuğundan sonra
iki kardeş yerlerine ulaşıyor. Bir taşıyıcı
buluyorlar; bavulları otele taşımasını
istiyorlar. Ardından bir tanışın dükkânına
gidecekler. Emekçi arkadaş, “Olmaz!” diyor.
“Bu yerde dostlarımızı otellerde bırakmayız.
Sizi o dükkâna götürürüm; evlerinde yatırmazlarsa
benim evime geleceksiniz.” Böylesi konukseverlik
yüreklerini duygulandırıyor. Dükkâna vardıklarında
o yerin sahibi sanki iki ziyaretçiyi bekliyormuş
gibi onları bağrına basıyor. Vahram taşıyıcıya
candan teşekkür ederek emeğinin karşılığını
sunuyor; bir de İncil parçası.
Sungurlu’da
on iki Hristiyan ailesi yaşamakta. Toplantıları
ne yok. Herkes sevinçle akşamki toplantıya
katılıyor. Hemşerilerini aralarında görmek,
hem de kendisinden bu tür içtenlikli sözler
işitmekle anlatılamayan gönence geliyorlar.
Vahram’la Tozluyan’ın ağzından çıkan sözleri
sanki yutuveriyorlar. Bir sürü soruları
var. Vahram bunları yanıtladıktan sonra
tövbe ve kurtuluş konusuna dönüyor. Hazır
bulunanların tümü günahlılığını tanıyarak
Mesih’in karşılıksız kurtarışını kişisel
yaşamı için değerlendiriyor. Tanrı önünde
imanla doğruluğa kavuşmanın oluşturduğu
sevinci içtenlikli hamt dualarına dönüştürüyorlar.
Vahram bakkal Hanif’in bir süre önce öldüğünü
öğreniyor. Hemşerilerine birçok kitap
sattıktan sonra, burada sevince gark olmuş
küçük bir topluluk bırakarak vedalaşıp
gidiyorlar.
Bundan sonraki
ziyaret Kayseri’ye. Bu kez trene atlıyorlar.
Trende bir sürü kitap satıyor. Özellikle
tren memurunun ilgisi cesaret getirici.
Bir yerde çok kısa bir durak yapıyorlar.
Tren memuru koşa koşa onun kompartımanına
geliyor, “Çabuk, o kitaplardan bir sıra
daha ver” diyor, “İstasyon şefi istiyor.”
Kutsal Ruh’un böylesi yüreklendirici,
hem de yabansı biçimlerde iş gördüğü için
başını eğerek Tanrı’ya teşekkürünü sunuyor.
Kayseri’ye
ulaştıklarında dosdoğru Ermeni kilisesine
gidiyorlar. Papaz Haygazun onları sınırsız
sevgiyle karşılıyor, kilisenin odalarından
birinde konuk ediyor. Bu sağlayış, her
akşam kilise avlusunda toplantı düzenlemeye
yol açıyor. Katılanların sayısı kabarık.
Tanrı Sözü’nü ilgiyle dinleyenler, soru
soranlar çok. Papaz tüm toplantılarda
hazır. Her açıdan yardımda bulunuyor,
katılanları yüreklendiriyor. Kurtarıcı’ya
iman ederek kurtulanlar az değil.
Buradan
Talas’a yöneliyorlar, bağlıklarda bir
hemşireyi ziyaret ediyorlar. Özelliklerinden
biri düzenli akılla iş görmek olan Vahram,
“Burada bizi dört yönlü görev beklemekteydi”
diye gözlemde bulunuyor. “Yanımızdaki
hemşire ruhsal paydaşlık yokluğu içinde
çok üzgün, Tanrı’nın Sözü’nden onu yüreklendirdik,
avuttuk” diyor ve devam ediyor: “Eşi imandan
çok ırak. Kendisine en uygun biçimde Tanrı’nın
sevgisini anlattık; adam oldukça yumuşadı.”
Ardından gözlemlerini şöyle sürdürüyor:
“Bir de kızları var. Son günlerde eşini
yitirmiş genç bir dul. Hem avuntuya hem
de kurtuluşa gereksinimli. Kendisiyle
konuştuğumuzda sıkıntılarının ötesinde
Tanrı’nın sevgisini kavrıyor, bunun somut
belirtisi olan kurtarıcı Mesih’e gönülden
iman ediyor, kurtuluşun gönencine eriyor.”
Bir de, konu komşu her zaman evin bayanından
Kutsal Kitap’ı ister, okumaya ilgi gösterirmiş.
Gelgelelim, onun yanında kitap ne yok!
“Komşuların da isteğini karşıladık, birçok
kitap sattık” diyerek dört yönlü görevin
nasıl bütünlendiğini sevinçle anlatıyor.
Karşısına çıkan gereksinimleri yerine
göre değerlendirerek bunlara eğilen bir
işçi.. “Her kentte, her köşede bu türden
gereksinimler güncel görünüm!” diye bir
not eklemiş anılarına.
Verimli
bir hizmet dönemini tamamlayarak Kayseri’den
ayrılıyorlar. Uzun bir otobüs yolculuğundan
sonra Everek’e varıyorlar. Burada da kilise,
papaz var. Bir evde konuk ediliyorlar.
Daha yerleşmeden komşular küme küme akın
ediyor. Tanrı’nın verdiği ivedi görev
hemen başlıyor. Aralarında gerçek inanlılar
var. Dua toplantısı olacak, sözü çevreye
yayılınca geriye kalan kim varsa aynı
eve doğru seğirtiyor. Bireyler bağırdaki
gereksinimini açıklayarak kimisi kocası
için, çocuğu için, başkası da sağlığı
için, komşusu için ve bu türden çeşitli
istekler için dua diliyor. Everek ziyareti
de çok kişiye geniş çapta yardım sağlayıcı
bir buluşmaya dönüşüyor. Sunulan kurtarışı
sevinçle kabul edenler, kitap alanlar,
yepyeni ruhsal aşamaya gelenler az değil.
Yeniden gelesiniz diyerek onları uğurluyorlar.
Buradan
Sivas’a yöneliyorlar. Vahram beş yıl önce
gelmişti buraya. Çok tatlı geçen o ziyaretten
üzücü bir anı kalmış aklında. Kitap bırakmak
için başvurduğu bir dükkâncı kendisini
biraz da kaba biçimde baştan savmıştı.
Ama Tanrısı’na imandan, O’nun gücüne güvenmekten
hiçbir zaman ödün vermeyen bu Mesih bağlısını
yüreksizlendirebilecek direniş düşünülemez.
İçtenlikle dua ederek yeniden o dükkâna
uğruyor: “Merhaba! İyi işler. Bu Kutsal
Kitap’tan ve onunla ilgili çeşitli parçalardan
dükkânınıza koymak istemez misiniz?” Önceki
direniş buhar gibi dağılmış, buzlar gibi
erimiş. Belki de yılların oluşturduğu
olgunlukla, ama Tanrı’nın kapalı kapıyı
açmasıyla dükkâncının tutumu başkalaşmış.
“Beş Kitab-ı Mukaddes’le bir İncil bırakabilirsin”
diyor. Bunları vitrine koyarak satışa
sunuyor. Vahram’ın yüreğinden sevinç dolu
hamt ilahileri çıkıyor.
Geride kalan
yerlerde olduğu gibi burada da ev toplantıları,
tövbeye kurtuluşa çağrılar, ruhsal öğütler
ve Rab’be sunulan başaklar taze boyutlara
geliyor. Herkes ziyaretçilerin daha uzun
süre kalması için dilekte bulunuyor; ama
önlerinde dopdolu bir gezi programı düzenlenmiş.
Onlar Tokat’a ayrılırken hizmetin ürünleri
yeşermekte, geride kalan konuşmalara ilgi
sürmekte.. Tokat’ta, genç yaşta ölüp çok
verimli bir hizmetten zaferle ayrılan,
Kutsal Kitap’ın Arapça’ya, Farsça’ya,
Hintçe’ye çevirisi için Kutsal Ruh’ca
seçilmiş, geniş çapta uğraşlarda bulunmuş
Henry Martyn’in (1781-1812) mezarı var.
Kabir taşı Belediye müzesinde. Tokat’a
uğrayan bir Mesih inanlısına bu saygın
gencin kabir taşını ziyaret etmeden ayrılmak
çok güç. Genç yaşta tanrısal hizmetinden
ayrılarak Mesih’in ödülüne kavuşan Henry
Martyn’in o kısa ama verimli yaşam dönemi
Vahram’a taptaze istek ve yüreklendirme
aşılıyor.
O daha önce
Tokat’a gelmiş; elinde bir adres var.
O yere vardıklarında adam küçük çırağa,
bu iki kişiyi başka bir yere götürmesini
bildiriyor. Yolda giderlerken Vahram bu
Hristiyan çocuğuna Mesih’ten söz ediyor.
O’nun sevgisi, ölümü, kurtarışı çocuğun
kulaklarına değince, ayakları sanki yürüyemez
oluyor. Öylesi heyecanlanıyor ki, gidilecek
yolu şaşırıveriyor. “Mesih’in adını, kurtarışını
hiç duymamış olan bu çocuğa salt o ulu
olguyu anlatmak için bile olsa Tokat’a
gelişimiz değerdi” diye yazıyor.
Başka bir
yerden birinin kitaplar satmaya geldiği
polisin kulağına erişiyor. Vahram’ı izleyerek
bir kuyumcu dükkânında kendisiyle karşılaşıyorlar.
“Şu kitapları görebilir miyiz?” diyerek
ona yaklaşıyorlar. Polis memurlarından
biri baş sayfaya göz atınca tümünün de
yurtta yayınlandığını görerek, “Çok iyi,
çok iyi!” diyor. Bu kitabı etraflı biçimde
okumak için kuyumcuya uğrayacağını söyledikten
sonra ayrılıyorlar.
Elinde tek
kitap kalmış, Bir terziye yaklaşıyor;
adam, “Hayır, istemem!” sözüyle onu baştan
savıyor. Gecenin geç saatinde otel kâtibi,
“Seni biri arıyor” diyerek Vahram’ı uyandırıyor.
Gözlerini ovalar durumda yazıhaneye iniyor.
Kimi görsün? O terzi! “Çok acınırım” diyor,
“Sen ayrıldıktan sonra içimde derin rahatsızlık
duydum, ayağıma gelen fırsatı teperek
o Kutsal Kitap’ı almadım. Satmadıysan,
işte parası!” Tokat ziyareti de sevindirici
gelişimlerle yüklü..
Buradan
dosdoğru Samsun’a. Otele iniyorlar: Otelci
gelenlerin kimler olduğunu öğrenince suratı
asıyor. Vahram bir bardak su rica edince,
“Bunca iş ortasında sana su getirmeye
mi çalışalım?” diye iyice çıkışıyor. Ama
o dileğinin tepilmesini güler yüzle karşılıyor.
Kuşkusuz, adamın dikkatinden kaçmıyor
bu davranış; yavaş yavaş ısınmaya yüz
tutuyor. Son akşam Vahram’a, “Biraz gelir
misin lütfen?” diyerek onu rakı masasında
inanç konularını tartışan bazı adamların
önüne getiriyor. “Bakın, işte gerçek bir
Müslüman!” diyor. Vahram kaşını kırpmadan,
“Müslüman, teslim olan demektir” diyor,
“Bu bakımdan gerçek bir Müslüman’ım.”
Ve aynı noktadan başlayarak sofradakilere
seven Tanrı’nın bireyi günahtan arıtma,
kurtarma ve af etme yöntemini, kurtarıcı
Mesih’e iman gereğini, diri Tanrı’ya tümden
teslim olmanın gönencini ayrıntılarıyla
anlatıyor, ardından da Mesih’in kendisini
nasıl kurtardığını açıklamaya koyuluyor.
Tümü de derin merakla dinliyor. Aralarında
itiraz eden tek kişi yok. Hatta birisi,
“Çok doğru sözler!” diye mırıldanıyor.
Vahram hepsiyle vedalaşıp ayrıldıktan
sonra otelci, “Bunların kim olduğunu biliyor
musun?” diye soruyor ve sorusunun yanıtını
kendisi veriyor: “Vilayette adli yöneticiler!”
İstanbul’dan
ayrılmaları sanki dün. Günler ne de çabuk
geçmiş! Bedros Tozluyan Vahram’la vedalaşıp
gemiye biniyor, İstanbul’a ayrılıyor.
O, otobüsle gitmeyi düşünüyor. Yolculuk
iki gün. Birisi, “Bir de uçağı sor” diyor.
Bilet fiyatı azıcık daha yüksek. Bu yolla
gitmeye karar veriyor. Ama yanında satılmamış
bir sürü kitap var daha. Gerçi, Türkçe
kitapların tümünü Tokat’ta bitirmiş ama
başka dillerdeki kitaplara alıcı çıkmamış.
Keşke salt Türkçe kitap getirseydi! Samsun’da
bir teki kalmazdı. Uçakta fazla ağırlık
için cebindeki paranın tümünü sayıyor.
Meteliksiz uçağa giriyor, dua ediyor.
Yeşilköy’e ulaştığında taşıyıcı ve otobüs
parası gerek; ama para diye bir şey kalmamış
yanında. Yolcularla konuşmaya başlıyor,
onlara Kutsal Kitap’tan konu ediyor. Birisi,
“Bana o kitaptan bir tane postalar mısın?”
diyerek hiç tanımadığı bu adama parayı
sunuyor. Taşıyıcı ve otobüs masrafını
karşılayabilecek yeterlikte.. Tanrı’nın
şaşılacak sağlayışına teşekkür ederek
evine varıyor; ilk işi aldığı siparişi
postalamak, sonra da kendisini bekleyen
ev hizmetlerine katılmak.
“RAB’bin sesini işittim. ‘Kimi göndereyim?
Bizim için kim gidecek?’ diyordu,
‘İşte ben, beni gönder!’ dedim” (Yesaya 6:8).
“İşte müjde ileten, esenlik işittirenin
Ayakları dağlar üzerinde!” (Nahum 1:15).
“Esenlik sözünü işittiren,
“İşte müjdesini getiren,
Kurtuluş ilan eden müjdecinin
Ayakları dağlar üzerinde ne güzel!
Sion’a ‘Tanrın hükümranlık sürüyor’ diyen”
(Yeşaya 52:7).
27. AKDENİZ SEFERİ - ORTADOĞU ZİYARETLERİ
Vahram’ın yaşam ve hizmet ilkesi haberci Pavlos’un Kutsal
Ruh’tan esinlenen sözleridir: “Bilinmeyen ama çok iyi bilinen, ölmekte
sayılan ve işte yaşayan, sıkıdüzene sokulan
ama ölüm yargısının altından kalkan, üzgün
ama her an sevinçli, yoksul ama niceleri
varlıklı kılan, hiçbir şeyi olmayan yine
de her şeye sahip olan”
(II.Korintoslular 6:9,10). Yıllardır
her yanda kadına erkeğe yücelerin kutluluğunu
ileten bu adam her kararını Tanrı isteği
uyarınca verir, her adımını Kutsal Ruh’un
yöntemi altında atar. Mesih’in
buyruğu dışında hiçbir şey yapmamaya titizlikle
dikkat eder; çünkü tanrısal kutluluğun
salt bu yolla insan kardeşlere mal edilebileceğine
inanır.
Yıllardır
dış ülkelerden içtenlikli çağrılar gelmekte.
Çalışmalarına, uğraşlarına, ruhsal uyanışlara
ilişkin haber birçok yere ulaşmış. Onu
aralarında görmek isteyenler az değil:
Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır, Yunanistan
bu yerler arasında. Halep’te çıkarılan
MARANATA dergisinde haberlerini okuyanlar
onunla tanışmaya can atıyor. Ama o dua
etmekte. Göksel Babası’yla uzun süre konuştuktan,
şaşmaz arayışını sürdürdükten sonra dış
ülkelerde bir geziye çıkmanın zamanı geldiğini
anlıyor. Böylece birçokların umutları
yeşeriyor.
1947 yılında
otuz inanlı Galata rıhtımında bir araya
gelmiş, Akdeniz seferine çıkan gemide
Tanrı’nın bu seçkin işçisini O’nun göksel
desteğine ve korumasına adamakta. Rıhtımda
dualar oluyor, ilahiler okunuyor. Başkaları
bu yabansı kardeşlik havasından etkilenmekte.
Birçok hacı adayı aynı gemide yolculuk
edecek. Geçmiş günlerin uğurlamaları kendine
özgü bir görünüm. Epey uzun süren ama
aslında kısa kısa sözlerden oluşan sevgi
ve dostluk görüşmelerinden, öpüşmelerden
sonra uğurlanan yolcu geminin üst güvertesine
çıkar, görüşmeler oradan sürdürülür, mendiller
dalgalanır, gözler yaşarır, vedalaşmalar
noktalanır. Vahram’la kardeşler, kız kardeşler
birçok ilahiyi yinelemekte. Bunlardan
dikkati çekeni şu:
Rab saklasın kavuşmaya dek,.
Danışmanın, dinç önderin..
Sürüsünde tüm desteğin,
Kanatları
güvenliğin..
Altı ayda
yeniden görüşebilmektir öngörüşleri. Ama
yeryüzünde görüşemezlerse Mesih’in katında
görüşecekleri kesin güvenlikleri.. Gemide
her çeşit insan var: İlk sevinç olgusu,
dertli yürekle yolculuk eden bir bayanı
Mesih bağlılığına getirmek. Hacca gidenler
arasında biri hoca üç kişiyle derin konuşmalar
sürdürülüyor. Vahram yataklı kabinde.
Bu adamlardan birini deniz tutuyor; kendisiyle
yakından ilgileniyor, onu kabinine alıp
kendi yatağını veriyor. Bu sevgi yakınlığından
etkilenen hoca bir İncil satın alıyor.
Tümü de günahtan arıtılışın dinsel, biçimsel,
kişisel çabalarla değil, Tanrı’nın kayrasıyla
gerçekleşebileceğini öğreniyor, içlerinden
biri İstanbul’a dönüşünde toplantılara
katılma isteğini dile getiriyor.
O yıl, otuz
altı yılda bir gelen hacc-ül-ekberdi.
Bu yılda hacca gidenin yararları çok üstün
sayılırmış. Mekke’ye yolculuk edenlerin
sayısı yaklaşık üç yüz. Tümü de toplu
olarak namaz kılıyor. Vahram da onlarla
birlikte diz çöküyor, Tanrı’ya, Kurtarıcı’ya
içtenlikle dua ediyor. Hepsi de onun Mesih
bağlısı olduğunu öğrenmiş; çünkü diz üzerinde
sürekli dua ediyor, ayağa dikilerek yeniden
diz çökmüyor. Bazısı onu ihtida etmeye
çağırmaya dek gidiyor. “Bu adamın salt
salavat getirmesi yeter!” diyorlardı.
“Nasıl olsa kendi yolunda ermiş biri!”
Günahlı
gidişinden onu kurtarmaya, sonsuz cenneti
sağlamaya ölen, sonra da dirilen İsa Mesih
için canlı tanıklıkta bulunmasına eşsiz
bir fırsat kapısı açılmış.. Onlara kutsal
Tanrı’nın katında doğrulukla donatılmanın
salt Tanrı kayrasıyla gerçekleştiğini,
bu kayraya iman etmenin Tanrı buyruğu
olduğunu inceliğiyle anlatıyor, bu Mesih’in
kendisini nasıl arıttığına ilişkin ayrıntılı
bilgi veriyor: “O’nu çarmıhta asılı gördüm,
tövbeyle Kurtarıcım’a iman ettim” derken
sevincinden gülümsüyordu: “O anda Baba
Tanrı günahlı yüreğimi arıttı, geçmişimi
sildi, bana yepyeni yürek verdi cennetin
güvenliğini canımın gönenci kıldı. On
dokuz yıldır Tanrı beni yalandan, sövmeden,
yaraşıksız isteklerden ve her tür çürüklükten
kurtardı, yüreğime esenlik sağladı. Şimdi
yüce kayrasıyla her yanda kendi hizmeti
için beni kullanmakta.” Hacı adaylarından
biri, “Bu adamın İsa’ya bağlılığı din
bağlılığı gibi değil!” dedi. “Bence hiç
kimse onu yerinden kıpırdatamaz.” Bundan
sonra Mesih tanıklığını aynı açıkyüreklilikle
sürdürdü, kemanını çalarak ilahiler söyledi,
hiç kimse buna engel olmadı. Yaşlı bir
bayan, “Evladım” dedi, “Sen bunlardan
önce cennete gideceksin.”
Gemide bir
de gazete fotoğrafçısı vardı. Gazetesi
için durmadan fotoğraf çekiyor. Hacı adaylarının
arasına karışan Vahram’ın da resmini alıyor.
Vahram, “Beni bir okla göstererek, ‘Bu,
İsa Mesih’in kayrasına kavuşan biridir’
diye yaz altına” biçiminde dilekte bulundu.
O bunu yapacağını vaat etti. Konuyla ilgilenenler
toplanınca o Kutsal Kitap’ı açarak şu
ayetleri okudu:
“Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur.
Çünkü göğün altında, insanlar arasında
verilmiş başka hiçbir ad yoktur
ki, biz onunla kurtulabilelim”
(Habercilerin İşleri 4:12).
“Çünkü tek Tanrı vardır;
Tanrı’yla
insanlar arasında da tek arabulucu:
İnsan
olan Mesih İsa”
(I.Timoteos 2:5).
Gemi İzmir’e
uğradı. Birkaç saatlik bekleyişten yararlanarak
Fuar’a uğradı, orada birçok kitap sattı.
O dönemde Denizyolları’nın Akdeniz seferini
yapan gemiler uğranmadık liman bırakmaz.
İzmir’den Pire limanına çektiler. Elinde
bir adres var. “Geminin kalacağı kısa
zamanda oraya gidemezsin, ıraktır” dedilerse
de o diretti. Bir kadın yaklaşarak, “İstanbullu
olduğuna göre bayan Hagopyan’ı tanıman
gerekir” dedi. Vahram, “Çok iyi tanırım”
deyince kadın, “Ben onun kız kardeşiyim”
diye yanıtladı. Vahram’ın gözleri parladı
Rabbi’ne şükretti. Pire’ye çıkar çıkmaz
kadın sağa koştu, sola koştu, onun gemi
yolcuları arasında bulunduğunu geminin
limanda kalacağı sürede bir ev toplantısı
yapacağını herkese bildirdi. Az sonra
ev tıklım tıklım dolmuştu. Gelenler arasında
bir de papaz bulunuyordu. Derin sevincini
içtenlikli bir duayla dile getirdi: “Ya
Rab, bu hizmet görücünü aramıza gönderdiğin
için hamdolsun Sana!”
Zamanında gemiye döndü, yeni
gelen yolculara ruhsal tanıklıkta bulunmaya
başladı. Ertesi gün İskenderiye’ye ulaştılar.
Bir süre kalacaklar. Hemen karaya çıkarak
oradaki inanlılarla ilişki kurdu, üç ayrı
toplantıda konuştu. Buradaki inanlılar
beklemedikleri bir anda aralarında İstanbullu
bir kardeşi görmenin sevinciyle çalkalanıyordu.
Herkes şu yazının gerçekliğine tanık olmaktaydı:
“Yabancılara konukseverlik
göstermeyi
unutmayın.
Bunu yapmakla
bazıları bilmeden
melekleri
ağırladı”
(İbraniler 13:2).
İskenderiye’den
sonra Port Sait. Burada da hiç tanımadığı
kardeş ve kız kardeşlerle sevinçli buluşma,
hemencecik düzenlenen bir toplantı ve
gözyaşlarıyla uğurlama. Son olarak Kıbrıs’ta
Larnaka limanı. İnanlılarla buluştuktan
sonra Akademi’ye gittiler. Sınıflar kesildi,
400 öğrenciye bir arada konuştu. Vakit
yitirmeden gemiye dönmek gerekiyor. Ayrımlı
ülkelere, çeşitli limanlara uğrayış sanki
saat gibi işledi. Her yerde inanlılarla
buluştu, toplantılara katıldı, birçok
kişiye sevinç ve gönenç getirdi. Mesih
bağlısının nerede olursa olsun, orada
sevgi ve konukseverlik buluşunun belirgin
bir örneğiydi bu. Tanrı desteğinin ne
denli etkin olduğunu düşünerek yolculuğun
son kesimini hazırlık duasıyla geçirdi.
28. BEYRUT’A DEMİR ATTILAR
On iki gün
alan bu yüreklendirici yolculuktan sonra
Beyrut’a demir attılar. Onun buraya gelişinin
bir nedeni de tanrıbilim okulunda altı
aylık bir kurs görmek.. Kendisi çoktan
Kutsal Ruh’un eğitiminde tanrıbilimin
özelliklerini öğrenmiş, ama okul ona bir
burs sağladığından, Beyrut’a gelmişken
bunu bir denemeyi düşünmüş. Rabbi ona
bir görmeyle konuşuyor: “Sakın ayrıntılara
kapılma!” Bunun içyüzünü daha sonra öğrenecek,
biraz da düş kırıklığıyla bu eğitimden
soğuyacak.
Bir zamanlar
Akdeniz’in incisi adıyla bilinirken, bu
gün yürek burkan bir kente dönüşen Beyrut’un
zevk u sefaya tutkunluğunu İstanbul’unkinden
de aşkın bularak içi sızlıyor. Yeryuvarlağında
bilinen her dinin ve inancın serbestlikle
varlığını gösterebildiği bu kentte yaşayanların
tanrısal kayraya ne denli gereksinimli
olduğunu görerek, haberci Pavlos’un Korintos
kentindeki deneyimine benzer bir gelişimle
karşılaşıyor: “Korkma,
ama konuş ve sesini kısma.Çünkü ben senin yanındayım ve hiç
kimse sana saldırıya kalkışmayacak, kaba
kuvvet kullanmayacak. Çünkü bu kentte
bana bağlanacak büyük bir halk topluluğu
var” (Habercilerin İşleri 18:9,10).
Tanrı bağlılığını kılını kıpırdatmadan
sürdürebilsin diye Rabbi üç yöntem gösteriyor
ona:
- Dua
ve oruç,
- Ruhsal
hizmet,
- İnanlılarla çok sıkı paydaşlık.
O şu Söz’ü
amaç edinerek anlamlı içeriğini gündemine
uyguluyor:
“Birçok tanığın önünde
benden işittiğin bu
öğretileri bellemeleri için
güvenilir insanlara
ver. Bunlar başkalarına da
öğretebilecek
yetenekte olsun”
(II.Timoteos 2:2).
Daha ilk
günden tanrıbilim okulunun tutumunu, öğretisini,
inanç yöntemini Tanrı’ya, Mesih’e bağlılığını
temel kurallarıyla çelişkide buluyor.
Bunlar, birçok insansal görüş ve açının
biçimlenerek çağcıllık maskesi altında
benimsenmesi, yirminci yüzyıla özgü anlayışa
göre yorumlanması, bir çeşit tanrıbilim
eğitimi niteliğinde sunulmakta. Çağcıllık
adıyla gelen bu öğretilerin Kutsal Kitap
gerçekleriyle sürtüşmeye düştüğünü görerek
daima Kutsal Kitap açısından konuşuyor,
ruhsal tanıklıkta bulunuyor, hem öğretmenleri
hem öğrencileri yeniden doğuşa çağırıyor.
“Cennet de var, cehennem de..” üstelemesiyle
inanmayanları inandırmayı amaç ediniyor.
Boş zamanlarında sokağa çıkıyor, Arapça,
Fransızca, İngilizce bilmemeye karşın
başarıyla Kutsal Kitap, İncil, çeşitli
parçalar satıyor. Beyrut’taki Kutsal Kitap
Şirketi böylesi satıcıyı hiç görmemiş!
Sattığı çeşitli kitaplar kısa zamanda
1100 parçayı buluyor.
Tanrıbilim
okulunda dokuz ay geçirdikten, buradaki
inanlılarla geniş çapta paydaşlık ettikten,
kilise ve ev toplantılarına katıldıktan
sonra, Rabbi ona Şam yönünü gösteriyor.
Zaten oraya gitmek isteği çoktandır yüreğinde.
Birçok kişi kendisini davet etmiş. Ama
parası yok. Cebinde topu topu iki buçuk
Lübnan lirası var. Şam yolculuğuna nereden
yeter bunca az para! Derken, evleri temizleyen
bir hizmetçi hemşire beliriyor kaldığı
yerde. Utana utana ona biraz para uzatıyor.
Aynı gün onu hiç tanımayan birisi yaklaşıyor.
“Bu para Vahram’a verilmeli” sözleriyle
eline bir zarf sıkıştırıyor. Rabbi’nin
açtığı Şam yolunda yeterli ve sağlıklı
kanıttır bunlar.
29. ŞAM’DA
Beyrut’tan
otobüsle Şam’a ulaştığında elindeki adresleri
aramaya başlıyor. Kısa zamanda kendisini
inanlıların yanında buluyor. Ama tüm Şam
korkuda kargaşalıkta. Suriye ile İsrail
savaşta. Halk derin kaygıda. Yarınından
güveni olmayan inanlıları topluyor, onları
bir kilisenin önüne götürüyor. Şam’a giderken
İsa Mesih’e iman eden haberci Pavlos’un
anıtı karşısında bir araya geliyorlar.
Kendilerine o yerde yüreklendirici birkaç
söz söylüyor (bkz.
Habercilerin işleri 9:1-25). Çevreye
bombalar düşmekteyken herkes onun korkmazlığına
şaşıyor. “Kurtarıcı Mesih’in gerçek inanlısından
korkuyu kaldırdığını bir kez daha görerek
başımı eğdim, Tanrı’ya hamdettim” diyor.
Acıklı bir
olaya tanık olanlar bunu anlatıyor: “Dün
gece genç bir kız eğlence merkezinden
evine döndü. Az sonra eve bomba düştü,
kız öldü.” Vahram’ı çok etkiliyor bu olgu.
“Birçok kişi, ‘Dilediğim gibi yaşarım,
son saatte tövbe ederim’ diyor. Ama şeytan
insana son saat fırsatını kolay kolay
vermez” diye yazıyor. Korku giderek genelleşiyor;
insanlar evlerini bırakıp başkentten kaçıyor.
Ve o şu sözleri ekliyor: “Şeytan kulağıma
fısıldadı: ‘Burası çok tehlikeli bir yer;
şimdilik bırak git, kendine acı. Yakında
tehlike geçer yeniden Şam’a dönersin.’
Ama beni Rab gönderdi Şam’a. Daha Beyrut’tayken,
‘Kalk, Şam’a git’ diyen O değil miydi?
Rabbim belirgin ettiği buyruğu hiçbir
zaman geri almaz, yalanlamaz.” Böyle konuşan
Vahram, “Ya Rab, Şam’da kalayım mı?” yolunda
dua etmiyor. O, açıklıkla görebildiği
yön üzerinde dualar yineleyen biri değil.
Her sabah
5-7 arası kendini oruca, duaya veriyor,
günahlılar tövbe etsin diye dilekte bulunuyor,
ardından da toplantılara koşuyor. Sürüp
giden korkuya karşın, yediden yetmişe
pek çok kişi katılıyor. Genellikle Türkçe
vaaz veriyor. Katılanlar avuntu buluyor,
başkalarını da bu toplantılara davet ediyor.
Derken, Şam’dan geçmekte olan bir hoca
kentte Türkçe toplantılar yapıldığını
öğrenerek o yeri buluyor ve katılıyor.
Vahram’ın ‘Cennet cehennem’ konulu vaazını
içtenlikle dinledikten sonra kollarını
göğe kaldırarak dua ediyor, “Ya Tanrım,
tümden günahlı olduğumu, canımın kayrana
susadığını anladım; beni de kurtarıcı
İsa’nın arıtan kanında yıka” diye yakarıyor
güvenlik buluyor, inanlılara katılıyor.
Bazı kez
toplantılar açık havaya taşıyor: Elinde
keman, cebinde Kutsal Kitap, kadını erkeği
günahtan tövbeye, kurtarıcı Mesih’e çağıran,
dili Türkçe olan bu ilginç öğütçüyü dinlemeye
toplananlar çok. Ve tanrısal çağrıyı değerlendirenler
az değil. Beş altı ayrı toplantıya katıldığı
günler oluyor. Kuşkusuz, direniş de eksik
değil. Bir sarhoş beliriyor, ağır sövgü
sözleri savurarak hem onu, hem toplananları
taşlıyor. Başka bir sarhoş, “Çekilip gitmezsen
burası belanı bulacağın yer olacak!” diyor.
Ama onu Şam’a Rabbi göndermedi mi? Tanrı’nın
isteğine karşı insan ne yapabilir ki?
Haberci Pavlos’un ilkin oraya geldiği,
‘Doğru’ diye bilinen sokaktaki evin önünde
içtenlikle dua eden birine rastlıyor.
Ona, kutsal bilinen evlerin sokakların
değil, günahlı Saul’u arıtarak yepyeni
yaşam veren İsa Mesih’in, kendisini de
imanla arıtabileceğini söylüyor. Adam
gözyaşı dökerek tövbe ediyor, Mesih’in
kurtarışına güveniyor, törecilikten biçimcilikten
Tanrı’nın kayrasında aradığı esenliği
buluyor.
Galata rıhtımında
kardeş ve kız kardeşlerle vedalaşırken,
bu ayrılışın altı ayda son bulacağını
düşünmüşlerdi. Ama bu dolaylarda hizmeti
uzadıkça Rab’bin sözü geliyor aklına:
“Düşüncelerim
sizin düşünceleriniz değil, yollarım sizin
yollarınız değil! RAB bildiriyor” (Yeşaya
55:8). Şam’dayken kendisine davet
ardına davet geliyor, yüreklendirici fırsatlarla
karşılaşıyor, Kutsal Ruh kendi işini taptaze
boyutlara ulaştırıyor.
Yeruşalim’i
ziyarete derin istek var içinde; ama Arap-İsrail
savaşı buna olanak bırakmıyor. Bu istek
daha sonra gerçekleşecek. Savaş tüm kudurganlığıyla
sürmekteyken Tanrı’dan şu söz geliyor:
“RAB’bin
önünde, Yakup’un Tanrısı’nın önünde ey
dünya titre. Kayayı su havuzuna, çakmak
taşını da su kaynağına dönüştürendir O”(Mezmur
114:7,8). Bu somut bildiri yeni bir
ruhsal uyanış vaadi olarak yüreğine yerleşiyor,
Tanrı’nın görülmedik ulu eylemler göstereceğine
ilişkin içine güvenlik getiriyor, tazelenmiş
imanla bunları beklemeye başlıyor. Bunca
yıl Tanrı’ya hizmet edenin görgüleri parlak
bir geleceği gösteriyor ve kanıtlıyor.
30. HALEP’TE RADYO DALGASI
GİBİ YAYILAN SÖZ
Şam’dan
Halep’e giden yol birkaç saati kapsar.
Uzun süredir buradaki kardeşler kendisini
çağırmakta, Halep’e de uğraması için dua
etmekte. Bu tarihsel kente uğrayıp kardeş
ve kız kardeşleri görmenin, Tanrı haberini
yaymanın vakti gelmiş. Lübnan Suriye kentlerinde
seyahate artık alışmış. Neredeyse tüm
kent inanlıları onu sevinçle kucaklar.
Başka yerlerde Türkçe olarak yapılan konuşmalar
burada daha da geniş kapsamlı. Türkçe
Halep’te konuşulan ikinci dil. Vahram’ın
vaazlarını verdiği baş dil..
Hiç vakit
yitirmeden toplantı ardına toplantı. Burada
pek çok kilise var. Her gün en azından
iki toplantı yapılmakta. Kilise toplantısı
sonuçlanınca herkes belirli bir eve doğruluyor,
başlıyor ayrı bir toplantı. Türkiye’de
ve öbür yerlerde olduğu gibi bu toplantılarda
vakit kısıtlaması yok. Genç yaşlı, çoluk
çocuk evdeki en büyük odanın her bir köşesine
sıkışıyor, iğne atsan yere düşmez. Yıllar
boyu Türkiye’de, son zamanlardaysa Ortadoğu
ülkelerinde ‘Kutsal Ruh’un böyle etkin
biçimde yönlendirdiği, yerterlikli dille
konuşturduğu bu Tanrı işçisinin Kutsal
Söz’ü açmasını, tanrısal gerçeklerin derinine
inmesini kadın erkek doymak bilmez içtenlikle
dinliyor. Gençler arasında şaşılacak ilgi
uyanıyor, yıllardır dua etmekte olan inanlılar
yepyeni güç buluyor, kiliselere taptaze
canlılık geliyor. Türkçe’den başka dil
bilmeyen yaşlılar, “Doya doya bir vaaz
dinledik” sözleriyle sevinç gözyaşları
döküyor. Daha önce başka intibahlara (Ruhsal
Uyanış) tanık olan Halep yeniden bir intibah
havasının tatlı meltemiyle etkilenmekte.
Toplantı
saatleri dışında çarşı meydan Kutsal Kitap’ı
satmaya, insanlara tanıklıkta bulunmaya
canlandırıcı konuşmalara sahne oluyor.
Burada da kitap satışları yeni bir aşamaya
varıyor, başka işçiler görülen sonuçlardan
yürekleniyor. Rab’bin Sözü radyo dalgaları
gibi her yana yayılıyor. Okullara, yaşlılar
evlerine, hastanelere yapılan ziyaretler
birçok gencin yaşlının bilmediği güvenlik
ve umut boyutuna ulaşıyor. Her bulutta
belirli nemlik bulunduğu gibi, her yürekte
birçok üzüntü, her salgı bezinde bol gözyaşı
barınmakta. Tanrı’dan gönderilen bu hizmet
görücü insan duygusunun gerekli teline
dokununca yürekler etkileniyor, umutlar
yeşeriyor, yaşamın varlığın bambaşka bir
yönü olduğu, anahtarıysa kurtarıcı Mesih’in
elinde bulunduğu beliriyor. Vahram başta
olmak üzere pek çok yürekten Halleluyah
coşkusu yükseliyor. O zamana dek hiç ilgi
göstermemiş canlar taze kavramla Mesih’e
iman ediyor, en parlak yengi yaşamını
gerçekleştiren Rab’ten somut yardım diliyor.
Kimisi canının kurtuluşu, kimisi ruhsal
derinliğe gelmesi, kimisi avuntu bulması,
kimisi beden sağlığına ya da sağlıklı
insan ilişkisine kavuşması için.. Halep’le
çevredeki yerlerde ruhsal ürünlerle dopdolu
geçen haftalar tez zamanda son buluyor;
başka yere ayrılmanın saati gelmiş. Buradan
ilerisi Ürdün’ün başkenti Amman! Orada
hem onu hem de pek çok kadını erkeği neler
bekliyor..
Dördüncü Bölümdekilere ulaşmak için Tıklayınız
- Okyanus Yolculuğu, Güney Amerika
- İşlenmiş Toprak, Sulanmış Tarla
- Gemideki Toplantı
- Jozef Balyan ve Başka Gençler
- Kordoba, Kutsal Ruh’un Canlandırdığı Topluluk
- Kentten Kente, Ülkeden Ülkeye
- Batı Kıyılarında
- Yaşam Tacını Almaya Gidiyor
Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas
Tanrı’yla Karşılaşmam