KANLI ÇAĞ
Şu son dönemde, kırk sekiz saat içinde vicdanları dünya çapında altüst
eden nasır yürekli iki cinayet..
İlki B.A.’da, ikincisiyse Türkiye’de.
İki kan akıtıcılığın birbirine benzerliği,
koşutluğu belirgin. İlki Virginia’da fen
ve bilgi yayan namlı bir eğitim enstitüsünde
cinnet getirmiş bir demir yüreklinin acımasız
saldırısı: Otuz iki öğrenci ve profesör
hasır gibi yere serilmiş. İkincisi Türkiye’nin
Malatya’sında din ve şovenizm cinlerine
tutulmuş beş kudurganın yine bilgi yayan
bir kitapevinin çevreyi aydınlatma uğraşını
kanlı şiddetle susturması: Üç seçkin insanın
kavram dışı işkencelerle boğazı kesilmiş,
bedenlerine de çok sayıda bıçak darbesi
indirilmiş.
Tarihin acıklı görünümü kötünün iyiye saldırısı,
şiddetle kan dökmekle iyilik çabasına
balta vurması, saldırıyla iyiyi susturması
ya da zorlama yoluyla gerçeği kirletmesi,
yalancılıkla onu bastırması. Kısacası
kaba kuvvetin üstün çıkışı. Tarihin kanlı
atılımları iyiyi desteklemekten ona sarılmaktan
çok, bozguncu eylemlerle kötünün egemenliğini
kurma doğrultusunda. Sağlıklı bilgi ve
öğreti ayaklar altında çiğnenmeli.
İki ayrı ülkede yaşanan kanlı zorlamalar kaç insanı,
kaç aileyi ve toplumu sarstı, yasa gark
etti. Öte yandan, iyiyi yıkma güçlerinin
karanlık dehlizlerinde çirkin başarılarına
sevinç duyanlar da eksik değil! Adı duyulmuş
bir filozof herkese bir soru doğrultur:
“Eylemlerini sağduyuya vurduğunda bunlar
bir övgü oluşturabiliyor mu?” Anlamını
yitirmiş eylemlerin yıkıcılığı arş-ı-âlâya
yükselmekte. Konusu edilen iki ayrı cinayet
tek gerçeğe tanıklık ediyor:
Kanlı bir çağdayız. Hem de gitgide yozlaşan
kan akıtıcılık çıkmazında. Temelde insanlığın
kansız çağı yok. Adem’le
Havva’nın oğlu Kain öz kardeşi Habil’i
öldürdü, böylece kanlı çağları sahneye
getirdi.
Neydi o yürek burkucu görünüm. Büsbütün sapık
bir cani bir ilim merkezini silahla zorlayarak
otuz iki kişinin kanını akıttı. Malatya
olayının canileri öncekine taş çıkartırcasına
bir kitapevinde histerik işkenceler zinciriyle
üç saat boyu kan akıttı. Canilerin silahı
eğitime bilime, akıbetin benim elimdedir
diyor. İki yerde de milyonları şoka uğratan
şeytansal oyunlarla birlikte karışık sorular
oluştu. Dünya çapındaki kanlı olguların
iki ayrı görünümü..
Küremiz hüngür hüngür ağlıyor, şeytanla
bağlılarıysa zevkle bayramlaşıyor. Sormamız
gerekir: Bu gidişin sonrası ne? Denet
ötesi kaba kuvvet! Değil salt kurbanlara,
milyonlara da kan kusturan böylesi olgular
insanlığı acaba nereye sürüklüyor?
Bu tür olaylarda medya konuşur, uzmanlar fikir
yürütür, psikiyatrlar tanılamayla uğraşır.
Sonra herkes susar, yeni bir kıyım olunca
yeniden sesler duyulur. Acınılacak görünüm
hiç kimsenin çıban ağırşağına değinmemesidir..
Katliamın, kaba kuvvetin kökü nerede?
Ağırlık merkesi neresi? Bunun tanılanması
yok mu? Yeryuvarlağına günahsızlıkta gelen,
günahın etkileyemediği biricik yaşamı
yaşayan, hem de insan günahına karşı kurtulmalık
sunu olan İsa Mesih, ikinci kez dünyaya
gelişinden önce tanık olunacak belirtileri
teker teker açıkladı (bkz. Matta 24;
Markos 13; Luka 21). Bunlar arasında
O’nu yadsıyan kenti şöyle yargıladı: “Yeruşalim,
Yeruşalim! Peygamberleri öldüren ve kendilerine
gönderilenleri taşlayan Yeruşalim. Tavuğun
civcivlerini kanatları altına topladığı
gibi, kaç kez çocuklarını yanıma toplamak
istedim. Ama bunu istemediniz” (Matta 24:37). Bir sonraki ayette İsa alışılmış insan uğraşlarından söz etti: “Tufandan önceki o günlerde
olduğu gibi, ‘Nuh’un gemiye bindiği’ güne
dek insanlar yiyip içiyor, evlenip everiliyordu”
(Matta
24:38). Mesih’in
bu çarpıcı açıklayışı binlerce yıldır
ademoğullarını
çalkalayan kötülüğe yöneltir hepimizi.
Bunu öğrenebilmek için Nuh’un günlerindeki
sarsıcı durumu anlamamız gerekir: “Tanrı’nın
gözünde yeryüzü bozulmuş kaba kuvvetle
dolmuştu...Çünkü
onlar nedeniyle yeryüzü kaba kuvvetle
doldu” (Yaratılış 6: 11,13).
Yeniden gelişi uzak olmayan Mesih’in açıklayışı
dikkatimizi tufandan önceki kanlı çalkantılara
götürür. O dönemin insan soyunu baştanbaşa
sarsan kudurganlığı kaba kuvvet ve kan
akıtıcılıkla belgelendi. Hem önceki hem
de ilerideki olguları kesinlikle bilen
Mesih, cinayet salgınının evrenselliğine
tanık olduğumuz şu çağda dikkatleri taa
Nuh’un günlerine götürüyor. Tufandan önceki
insanlar kan akıtıcılıkta kenetlenmişti.
Bugünkü ayarsız soy da onların düşüklüğü
izinde. O kuşak tufanla cezalandırıldı,
şimdikiyse Tanrı’nın yeni bir yargısıyla
yüz yüze gelmiş. O çağın günah doğtultusunda
vurdumduymaz insanları doğruluk vaizi
Nuh’u tiye aldı, bugünün kuşağı da eşit
ateşle oynamakta; İsa Mesih’in kurtuluş
müjdesini tepmekte. Öte yandan da bazıları
Kurtarıcı’ın sunusunu yayanları işkenceyle
öldürmekte.
İnsan kanı akıtmak Yaratan’ın katında iğrenç ve
tiksindirici tecavüzdür. Kana yaşam öğesini
Tanrı koydu. Hiç kimsenin kan akıtmaya
hakkı yoktur dedi. Tanrı adam öldürmeyi
hem Eski hem de Yeni Antlaşmada kesinlikle
yasakladı (bkz. Süleyman’ın Özdeyişleri
1:16; 6:17; Yeşaya 59:3a, 7a; Romalılar 3:15). İnsan kanı
akıtmaya karşı Tanrı’ca kararlaştırılan
ceza kesin ve belirgindir (bkz. Yaratılış
9: 5, 6). İnsanın cana saygısı olmamaya
karşın, Yaratan’ın cana koyduğu değer
en baştadır (bkz. Mezmurlar 72:13,14).
Tarihin başlangıcından bu yana kan akıtıcılığa
karşı söylenen sözler, uygulanan cezalar
bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkmış.
Adem’in oğlu
Kain öz kardeşi Habil’i kurnazlıkla biçtiği
günden bu yana o eski sinsilik tasarlanamayacak
boyutlara erişti, düşük aklın ve isteğin
tilkilikleri niceleri oyununa getirerek
cana kıydı, oluk oluk kan döktü. New York’ta
Eylül 11, 2001 hunharlığı herkesin canına
kaynar sular boşalttı, tarihin sayılı
ortak katilliklerinden birini miras bıraktı.
Bu katı yürekli saldırının gerisinde ‘cennet
vaadi’ komploya daha yoğun saldırı
boyutu ekledi. Tarihte dönüm noktası oluşturan,
milyonların kanını donduran bu saldırı
evrensel çapta başka kudurganlıklara şevk
verdi. Hiç kimse rasgele bir yönden saldırı
kurbanı olamam diyemiyor. Zamanımız ‘kanlı
yıllar’ diye tanınıyor.
Televizyonun kafaları toptan etkilediği çağımızda
bu gerecin yararlılığı, öte yandansa kaba
kuvveti cinayetleri körüklediği genel
tartışma kunusu. Doğaldan sapmış filmler,
Internet’i kötüye kullananlar, seks filmlerinde
kaba kuvveti geçer akça kılanlar, afyon-eroin
sürmekte cinayeti basamak yapanlar, bunlardan
daha da korkuncu bir dine aşırı bağlılık
sonucunda kaba kuvveti geçerliliğe sokanlar:
Böylesi kuram ve bağnazlıktan ne hayır
gelebilir? Sadece kanın gövdeyi götürmesi.. Bu ürkütücü görünüm binyıllar öncesi peygamberlikte bildirilmiş:
“Bu nedenle doymak bilmeyen ölüler
ülkesi ağzını ardına dek açtı” (Yeşaya
5:14a). Öyledir;
ölüler ülkesi hiç doymayan yutucu.
Karşılaştığımız kudurganlık İncil’de bir soruyla
ele alınıyor: “Aranızdaki savaşlar çatışmalar nereden kaynaklanıyor?” (Yakup 4:1a). Tufandan
önceki soydaşlarımızın saldırganlığı günümüz
insanının cana karşı saldırı doymazlığından
ne daha beterdi, ne de daha hafif bir
gazap! Öldürmeler dizisi soyumuza kenet
gibi yapışmış. Tümünün gerisinde çöreklenen
itkiler belirgin: Kıskançlık, kin, tamah,
garaz, seks isteğiyle kan akıtmayı birleştirmek
ve kötülerin kötüsü din bağnazlığından
kaynaklanan adam öldürme zevki. İçinde
çalkalandığımız kanlı eylemler üzerinde
yapılan yorumları dinlerken en başta beliren
temel öğenin hiç konu edilmemesi tarihi
anlayan, düşünen, Tanrı’ya inancı benimseyen
insanı sarsmakta. Tanrı’ca esinlenen Söz
bunu günah diye tanıtır. Yazıklar
olsun! Psikiyatrlar, toplumbilimciler,
kriminologlar, başka ekspertler, medyacılar
yığın yığın gözlemle dikkati çekmekte.
Bir teki olsun, kudurganlığın kökeni insanı
kıskıvrak kenetleyen kötülüğe, kan akıtıcılığa
günah derler diyebilecek kadar erdemli davranış gösteremiyor.
Ağızlar günah’ı gündeme getirmiyor
bile.
Tufan öncesinden, Adem’in
düşüşünden bu yana günah yadsınamayacak
açıklıkla belirgin. Ama daima üstüne sünger
geçirilen, insanın huyu denilen, dinle
sevapla silinebilen bir aksaklık diye
yorumlanmakta. Durum Nuh’un günlerinde
de böyleydi (bkz. I.Petros 3: 20; II.Petros 2:5). İki
çağ arasındaki benzerlik ve ardışıklık
farksız. Düşünen birey sorunla boğuşuyor.
Uzmanlar, gözlemciler, ekspertler soyumuzu
kaşını kırpmadan kasıp kavuran kan dökücülük
kudurganlığına niçin gerekli teşhisi koyamıyor?
Kökendeki derde neden parmağını basamıyor?
Soyumuzun bu amansız istilacısına, püsküllü
belasına yüceden yeryüzüne inen İsa Mesih
günah der. İncil yazarı Yakup az
önce okuduğumuz sorulu vurgulamanın ardından
yine usta bir soruyla tanrısal yanıtı
duyuruyor: “Bunlar bedensel isteklerinizden
kaynaklanmıyor mu?” (4:1b).
Uzmanların aklına her çeşit tanılama doğmakta:
Zihinsel özürlülük, kişisel madunluk,
toplumsal sömürücülük, dinsel zedelenmecilik
v.b. Ama hiçbiri siyaha siyah diyemiyor,
bu derdin adı günah’tır diyerek taşı gediğine koyamıyor.
Evren çapında yıkıcılık, saldırganlık
nedeni olan günah bu adla tanıtılmıyor.
Herkes bu köklü soruna kestirme bir yol
arıyor. Kahredici küresel illet bir türlü
gündeme getirilemiyor.
Oysa bu heba
edici sayrılık akılsal-bedensel bozukluğu
ayaklandırıyor, hem kişiye hem topluma
tepe tepe elem çektiriyor. Her bir kan
akıtıcılığın sonrasında insanlar ağlıyor,
anneler-eşler dövünüyor, cinayetin işlendiği
yere çiçek demetleri ve karanfil bırakılıyor.
Öldürülen için duygulandırıcı saygı gösteriliyor;
onun resmi sergileniyor, pankartlarda,
yazıklar olsun, çok değerli insandı deniyor.
O anda duygular birleşiyor. Ne yazık!
Bir sonraki katliamın önü alınamıyor;
çünkü ardışık katilin içinde yeni yeni
cinayetler mayalanıyor ve bunlar insandaki
özgün ve kalıtımlı günahtan enikleniyor.
Günaha günah diyememeye iblis gülüyor.
Her şeyi söyleyin, günahı konu etmeyin
diyor.
Birgün İsa Mesih’e bilgi ilettiler: Vali Pilatus Galileliler’in kanlarını
sunularıyla karıştırarak tüyler ürpertici
bir şiddeti sahneye koymuş. İsa’nın yanıtını
dinleyelim: “Siz bu Galileliler’in böylesi işkenceleri çektikleri için
öbür Galileliler’in tümünden daha günahlı
olduklarını mı sanıyorsunuz? Size hayır
derim. Eğer günahlarınızdan dönmezseniz,
hepiniz de onlar gibi mahvolacaksınız.
Ya Siloam’daki kulenin üstlerine
yıkılıp öldürdüğü on sekiz kişi? Bunların
Yeruşalim’de yaşayan tüm insanlardan daha
suçlu olduklarını mı sanıyorsunuz? Size hayır derim. Eğer günahlarınızdan dönmezseniz,
hepiniz de onlar gibi mahvolacaksınız”
(Luka 13:2-5). Rab İsa kişisel ve evrensel kudurganlığı –doğasal
felaketleri de– anlatırken düşünceyi sarsıntının
kökenine götürdü: “Eğer günahlarınızdan dönmezseniz...” Bir
felaket anında böylesi bir tanılama çok
sert ve taktiksiz gibi gelebilir. İşte
bunun için İsa Mesih’e düşman kesildiler,
sonunda da O’nu haça çaktılar. O, sözünü
esirgemedi. Varsın insanları sarssın;
gerçek anımsatılmalı. Felaketler zincirinden
kurtulabilmeleri için bu ağır yükümlülük
her insanın dikkatine getirilmeli, herkes
sarsılmalı.
Öldürülenlere ağlanır; ama Kutsal Kitap’ta daha
yaşamda olanlara içerdeki günahın kahredici
sonucu belirtilir. Kutsal Söz, “Günahın ücreti ölümdür” (Romalılar
6:23) diyor. Herkes günah işledi,
herkes ölecek. Ne yazık ki bazıları kaba
kuvvete kurban gidecek. Bu nedenle, günahsız
Mesih ölümün kesinliğini ve sonrasını
belirtmekten hiç çekinmedi. Ve anımsatalım,
bu sözü söyleyen İsa da kaba kuvvetle
öldürüldü. Tövbe etmeğe hiçbir gereksinimi
olmayan tek kişiydi O. Tanrısal yargılanışı
beklemiyordu.
İsa Mesih çarmıhta tüyleri ürperten iri mıhların
acısıyla canını verirken biz günahlılara
yaraşan ağır cezayı taşıdı; her birimize
doğrultulacak Tanrı yargısını yüklendi.
O ırakta dikilip insa soyunu suçlamadı,
tersine insan bedeni kuşandı, günahlarımızı
yüklendi, suçlarımıza yaraşan cezayı kendi
üzerine aldı. Günahın mahvediciliğini,
çirkinliğini, can yakıcılığını kutsal
bedeninde sergiledi. Günah nedir bilmeyen
günah oldu, bununla günahlının O’nun Babası
Tanrı katında suçsuz çıkarılmasını gerçekleştirdi
(bkz. II.Korintoslular
5: 21). Bugün ve her çağda O’nun yaralarıyla sağlığa kavuşan
kadın erkek, genç yaşlı Mesih’e ebedi
şükranla yaşamakta, gerekirse kendi canını
Mesih’in tanıklığı yararına seve seve
vermekte.
Şu kanlı çağda cinayete, kaba kuvvete verilenler
acaba Mesih’in kurtarış müjdesini duymuş
mudur? Onlara tövbe etme, affedilme fırsatı
verildi mi? Biliyoruz, bazısı hem duydu
hem de Mesih’e iman etmiş gibi rol oynadı,
ama derininde günahından dönmedi. Ölümü
seçti, mahvolmanın yolunu yeğledi, Mesih’i
dışladı. Dinsel, millisel, siyasal nedenlere
sımsıkı sarıldı. Öldürmeyi, en sonunda
da kendisi ölmeyi ve yargısını taşımayı
yeğ tuttu. İsa Mesih’in kurtarmalık kanıyla
arınmadı. Tanrı katında doğrulukla donatılmak
dururken ışığı tepti, karanlığa yapıştı.
Gerçeğin yüzüne tükürdü, yalana kul oldu.
Tanrı’yı yadsıdı, şeytanı kucakladı. Bu
arada insanlığa, kendi toplumuna, erdemi
arayana kan kusturdu. Kesin kararlılıkla
bu yönteme bağlanmanın sonuçları ürkünçtür.
Ama bu kanlı göz yaşlı
çağın bir de sonu vardır. O eski dönemin
soyu tufanda mahvoldu. Sadece Nuh’la ailesi
kurtuldu. Tufan son buldu, gökkuşağı yargının
bütünlendiğini açıkladı. Ve “Tanrı Nuh’u, ailesini, gemideki
yaratıkları anımsadı” (Yaratılış 8: 1).
“Tanrı Nuh’u ve ailesini kutsadı” (9:1). Onlara yeni bir yaratılışın müjdesini iletti.
O korkunç tufan geride kaldı, yepyeni
bir soy yetişti. Ama tufan insandan özgün
ve kalıtımlı günahı silemedi. Nuh’un soyu
da tıpkı Adem’inki gibi günahlı.. Tufan öncesi insanının yeryüzünü bozduğu gibi, günümüzün
insanı da hiç durmadan bozmakta..
Egemen Tanrı yaratıklarının kaprisleriyle etkilenmez;
sadece kötülüğe katlanışla bakar. Nuh’u
anımsayan, gökkuşağını çizen Tanrı bizi
de anımsadı, yüceden biricik Oğlu günahsız
Mesih’i gönderdi. Günahtan dönüp O’na
iman edeni anımsamaya hazırdır. Dönen
kurtuluyor, bedeni kaba kuvvetin hıncıyla
biçilse de..
Tanrı soyumuzu seviyor. Hiç kimsenin mahvından
zevklenmiyor. Mesih geldi, haça çakıldı,
öldü, gömüldü, dirildi, göklere yükseldi.
Tanrı soyumuzu anımsıyor, biricik Oğlu’nun
yeryuvarlağına evrensel hükümran niteliğinde
dönüşünü hazırlıyor. O mutlu günü sadece
kendisi bilir. Şimdi her günahlıya Mesih’i
gösteriyor, O’na dönersen kurtulursun
diyor. Barış Başkanı Mesih geliyor. Kaba
kuvveti kökünden kazıyacağını hepimize
güvenle bildiriyor. Bugün ağlayanı avutuyor,
Mesih’e iman eden günahlıya kayrasal kurtuluş
sağlıyor.
Thomas Cosmades