Bütün
yollar Roma'ya çıkar derler. Bütün "kutsal
kitaplar" sonuçta aynı şeyi söyler,
değil mi? Hepsi Allah tarafından indirilmedi
mi? Hepsi Yaradan Tanrı'ya inanmayı ve insanların
haklarını yememeyi öğretmiyor mu? Gerçekten
de, Kitabı Mukaddes (Kutsal Kitap) ile Kuran
arasında önemli bir fark yoksa, Kitabı Mukaddes
Allah Sözü müdür değil midir diye tartışmanın
hiçbir anlamı yoktur. İkisi aracılığıyla
bize aynı gerçekler esinleniyorsa o zaman
onların arasından bir seçim yapmak da söz
konusu olmaz. "Biz Allah'ın indirdiği
bütün kitaplara inanıyoruz" deyip geçebiliriz.
Fakat
kitaplar arasındaki durum gerçekten böyle
mi acaba? Kuran'la Kutsal Kitap aynı şeyi
mi yazıyor? Aralarındaki farklılıklar sadece
yüzeysel mi? Yalnız ibadet şekilleri mi
değişik? Yoksa daha derin zıtlıklar var
mı? Ya birbirinden çok büyük ve önemli farklılıkları
varsa? Veya her iki kitabın esas kavramları
ve temelleri diğerininkiyle tamamen çelişki
içindeyse? O zaman gerçeği arayan kişiler
olarak daha derin bir sorunumuz vardır değil
mi? İşin sonunda bir karar vermek zorundayız.
Çünkü birbirlerine zıt olan iki kavramın,
ikisinin de doğru olamayacağı kesindir.
Gerçekten
de durum böyledir. Değişik kesimler tarafından
Allah Sözü olarak kabul edilen bu iki "kutsal"
kitap, birçok ortak noktaları olmakla birlikte,
bize çok çok farklı kavramlar vermektedirler.
Onları bağdaştırmak mümkün değildir. Yani
bu iki mesaj özde farklıdır. Önümüzde iki
ayrı yol, hatta iki ayrı Tanrı kavramı vardır.
Buna ne diyelim?
İkisi birden doğru olamaz!
İncil'i
okuyacak olursak onda Tevrat'tan çok alıntı
göreceğiz. Çünkü İncil, Tevrat'ın devamı
ve tamamlayacısıdır. Daha önce verilmiş
vahiy olan Tevrat'a başvurarak, daha sonra
verilmiş olan İncil'in aynı kaynaktan olup
olmadığını ölçebiliriz. Böyle bir karşılaştırma
yaptığımız zaman İncil'in Tevrat ve Zebur'a
tamamen uyduğunu görüyoruz. Tanrı'nın Sözü
olarak bu kitaplar mükemmel ve ilahi bir
vahiy bütünü oluşturuyor.
Halbuki
aynı şekilde Kuran'ı Tevrat ve İncil ile
karşılaştırdığınız zaman onun aynı kaynaktan
olmadığını görmemek çok zordur. Kuran kendisinden
önceki kaynaklardan büyük farklılık gösterir.
Buna göre ikisinin de doğru olması kuşkuludur
doğrusu.
Bunu
bir örnekle açıklayalım. Eski Mısır'da kocaman
yontma taşlardan yapılan bir piramidi düşünün.
Baş mimar çizdiği planlarda her taşın şeklini
ve konacağı yeri gösteriyor. Taş ocağında
ustalar her bir taşı baş mimarın planına
göre büyük dikkatle kesiyorlar. Sayısız
işçiler de böylece hazırlanan taşları inşaat
sahasına yavaş yavaş getirip yerine koyuyorlar.
Her bir taş aynı plana göre kesildiği için
daha önce yerleştirilen taşlara mükemmel
bir şekilde uymaktadır. Öyle ki, piramidlerde
olduğu gibi kocaman taş kütlelerinin aralıklarına
ince bir kağıt bile giremiyor. Şimdi diyelim
ki yapı tamamlandıktan sonra piramidin ucuna
başka bir baş taşı getiriliyor. Ne olacak?
Onu diğer taşlara uydurmak için harcanan
bütün çabalar boşa gidecek. Çünkü o taş
mimarın planında yer almıyordu ki! Yoksa
mimarın planı yanlış mı diyeceğiz? Taş uymadığı
halde yapının üstüne konursa bütün yapıyı
bozmaz mı? Hele o taşın, piramidi tamamlayan
en önemli taş olduğu iddia ediliyorsa...
Tabii ki bu basit bir örnektir. Yine de
buna benzer bir şekilde Tanrı'nın Sözü'nü,
peş peşe gelen vahiylerden oluşan "bir
piramit" olarak düşünebiliriz. Tanrı'nın
kendisi mimarıdır. Uzun yüzyıllar boyunca
O'nun mükemmel planına göre Kutsal Yazılar
sırayla peygamberler aracılığıyla gelmiştir.
Bu "vahiy piramidinin" bütün taşları
(yazıları) mükemmel bir şekilde tek bir
plana göre birbirlerini tam bir uyum içinde
bütünlemektedir. Önceden gelen kutsal yazılara
uymayan bir yazının aynı "Mimar"dan
gelmediği ortadadır. İşte Kutsal Kitap'ın
bütün "taşları" birbirlerine uymaktadır.
Hatta, İncil'in son kısmı olan "Esinleme"
bölümü vahiy piramidinin doruğudur. Ama
Kuran, bütün çabalara rağmen bu yapıya uymamaktadır.
Yukarıda söz ettiğimiz Kuran'la Kutsal Kitap
arasındaki esaslı farklılıklar bu uyumsuzluğu
göstermektedir. Öylese bu taş mimarın planına
uymadığına göre de yapıda yer alamaz.
İki farklı "Vahiy" Kavramı
Yukarıda
verdiğimiz örnekte Kutsal Kitap ile Kuran
arasında çok esaslı bir fark ortaya çıkmaktadır.
Kutsal Kitap'taki vahiy kavramı Kuran'dakinden
çok farklıdır. Kutsal Kitap'a göre Tanrı'nın
Sözü olan kitaplar İbrahim'in soyu olan
Yahudilere emanet edildi (Bkz. Romalılar
3:2). Bu vahiy (yani Tanrı tarafından bildirilen
gerçek) kat kat gelişir. Şöyle ki ilk yazılarla
temel konur. Ondan sonra gelen kitaplarla
bu yapı kat kat yükseliyor, önceden açıklanan
gerçekler daha derinlik kazanıyor. Yani
sonradan gelen bölümler önceki bölümleri
geçersiz kılmadığı gibi yerini de almıyor.
Tersine yan yana durup bir bütün olarak
Tanrı'nın planını açıklıyor. Hatta bunlardan
bir tanesi bile eksik olsa planın bütünlüğünü
kavramamız mümkün değildir.
Halbuki
Kuran'dan kaynaklanan vahiy kavramı çok
farklıdır: Bütün milletlere ayrı ayrı peygamberler
gönderilmiştir (Bkz. Fâtır/35:23-24). Bu
nedenle gelen kitaplar aynı genel mesajı
tekrarlıyor. Öyle ki, son kitabı bildikten
sonra hepsini öğrenmiş oluruz. Bu mantığa
dayanarak İslam alimleri, Kuran'ın önceki
kitapların hükmünü ortadan kaldırıp onları
geçersiz kıldığını ileri sürerler.
Fakat
böyle bir kuram, insanı başka çıkmazlara
sokmaz mı? Örneğin:
Yahudilere
neden bu kadar çok sayıda peygamber
ve kitap gönderilmiştir?
Zebur
ve İncil neden Tevrat'ın hükmünün ortadan
kalkmadığını söylüyor?
Neden
Yahudilere gelen peygamberler dışında
diğer kavimlere gelen semavi kitapların
izi kalmadı? Yoksa çoktanrılı Hindu
dininin kutsal kitapları olan "Veda"
ile "Bhagavad Gita" da mı
Allah'tan geldi?
Sonradan
gelip Allah'ın Sözü olduğu iddiasında
bulunan kitaplara ne diyelim? Örneğin
Bahaî veya Mormon kitapları...
Araplara
gelen son bir peygamber kavramı doğruysa
sonradan ortaya çıkan kavimlere peygamber
gelmeyince bunlar haksızlığa uğramıyor
mu? Yoksa herkes Arapça mı öğrenecek
(Bkz. Yûsuf/12:2)?
Eğer
Kuran'ın önceki kitapları korumak ve doğrulamak
için verildiği söylenmeseydi bir sorun kalmazdı.
Onu yeni bir din kitabı kabul eder veya
kabul etmezdik. Ama Kuran'da şunları okuyoruz:
"Doğrusu
Biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak
Tevrat'ı indirdik... (Maîde/5:44)
"Tevrat'tan sonra Zebur... Dâvûd'a
da Zebur'u verdik..."
(Enbiyâ/21:105; Nisâ/4:163)
"Meryem
oğlu Îsâ'yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat'ı
doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici,
aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı
doğrulayan İncîl'i sakınanlara öğüt ve yol
gösterici olarak verdik." (Maîde/5:46)
"Kur'ân'ı
önce gelen Kitâb'ı tasdik ederek ve ona
şâhid olarak gerçekle sana indirdik."
(Maîde; 5:48)
Böylece
Kuran, önce gelen Kitab'ın doğrulayıcısı
olarak tanıtıldığı için, biz onu önceki
kitaplarla karşılaştırarak hükmetmek zorundayız.
Hatta Kuran'da bile bu konuyla ilgili olarak
şöyle yazıldı: "İncil sahipleri,
O'nda indirdikleri ile hükmetsinler.
Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte
onlar fâsık olanlardır" (Mâide; 5:47).
Bu Sorunun Önemi
Bu
bölümde karşılaştırmamızın sonucu olan bu
ciddi farklılıkları düzenli bir şekilde
ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yapmadan
bu araştırmanın hayati önemini göremeyiz.
Tevrat'ta iki kere tekrarlanan şöyle bir
ayet vardır:
"Yol
var ki, adamın önünde doğru görünür;
Fakat
onun sonu ölüm yollarıdır."
(Süleyman'ın Meselleri 14:12; 16:25)
Lütfen,
Tanrı'nın önündeki sonsuz durumumuzu belirleyecek
kadar ciddi konular hakkındaki bilgimiz
kulaktan dolma olmasın. Bizlerin ahretteki
sonsuz utancı veya sonsuz mutluluğu söz
konusudur. Asıl kaynakları biraz da olsa
incelemeyelim mi? En azından onları bir
kere bile okumadan peşin hüküm getirmeyelim!
Ucuz bir çözüm
Ne
yazık ki Kitabı Mukaddes'i biraz bilip onun
Kuran'la çeliştiğini gören bazı Müslümanlar
bu kaçınılmaz zıtlığa ucuz bir çözüm getirerek;
"Tevrat, Zebur ve İncil hak kitaplardır.
Fakat hahamlarla papazlar bu kitapları tahrif
ettiler. Bugünkü Kitabı Mukaddes Allah'ın
Sözü değildir. Bunun için de, Kitabı Mukaddes'in
Kuran'la birbirini tutmaması doğaldır. Asıl
Tevrat, Zebur ve İncil hakkında bilmemiz
gereken her şey Kuran'da bulunur" diyorlar.
Ama
önsözde belirttiğimiz ve bundan sonraki
bölümlerde göstereceğimiz gibi Kitabı Mukaddes
(Kutsal Kitap) Allah'ın Sözü'dür. Onun değiştirildiği
iddiası uydurmadır. Çok yaygın olduğu halde
sadece bir yalan ve iftiradır. Kutsal Kitap'ın
değiştirildiğine dair hiçbir tarihsel kanıt
yoktur. Üstelik Kuran'da bile Tevrat veya
İncil'in değiştirilmiş olduğunu ileri süren
hiçbir ayet de yoktur! Tersine "Allah'ın
sözlerini değiştirebilecek yoktur!"
(En âm/6:34) ve "Allah'ın sözlerinde
hiçbir değişme yoktur!" (Yûnus/10:64)
diye ayetler vardır.
Gücü
her şeye yeten ulu Tanrı, kendi kutsal Sözünün
diğiştirilmesine izin vermez. Tersine, onu
korur ve yerine getirir. "Allah, sözünden
asla caymayacaktır" (Hacc/22:47). Elimizdeki
Tevrat'la İncil sağlam ve güvenilirdir.
Onları incelemekle bunu açıkça görebiliriz.
Buyurun,
bu karşılaştırma işine başlayalım:
Kutsal Kitap'la Kuran arasındaki esas farklılıklar
Bu
farklılıklar öyle çok ki, incelememize nereden
başlamalı? Genel olarak konuları on başlık
altına toplayabiliriz:
1.
Tanrı Kavramı
2.
İsa'nın Kimliği
3.
İnsan Kavramı
4.
Günah ve Kurtuluş Kavramları
5.
Şeytan Kavramı
6.
İbadet Kavramı
7.
Dünyanın Sonu ile Cennet/Cehennem Kavramları
8.
Tanrı'nın Egemenliği (Düzeni)
9.
Kadının Konumu
10.
Tarihsel Çelişkiler
Göreceğimiz
gibi hem Kutsal Kitap'ta hem de Kuran'da
değinilen bu önemli ve geniş konular hakkındaki
öğretiler her iki kitapta çok farklıdır.
Bu konuların hepsini sırayla ele alacağız.
1
- Tanrı Kavramı
İlk
önce belirtmeliyiz ki birçok konuda Kuran'daki
Allah, Kutsal Kitap'ın bize tanıttığı Tanrı'dan
pek farklı değildir. Şüphesiz Allah kavramında
kitaplar arasında önemli ortak noktalar
vardır. Bu gerçeği inkâr etmek istemeyiz.
Dahası bizce bu ortak noktalar Mesih İnanlıları
ile Müslümanların birbiriyle anlaşabileceği
bir diyalog zemini oluşturmalıdır.
Örneğin
Kuran'a göre Allah her şeyden önce tektir.
"Eşhedü en lâ ilâhe ill'Allah"
ifadesi, "Allah'tan başka tapacak yoktur"
anlamına gelen kelimei şahadetin ilk bölümü,
İslamiyet'in bu temel inancını dile getirmektedir.
Allah'ın
tekliğini vurgulayan İhlas sûresi şöyle
yazar:
"Ey
Muhammed!
De
ki O Allah birtektir.
Allah
her şeyden müstağnî (doygun, bağımsız, mağrur)
ve
her şey O'na muhtaçtır.
O
doğurmamış ve doğmamıştır.
Hiçbir
şey O'na denk değildir." (İhlas sûresi/112)
Yine
Kuran'ın başka bir yerinde buna benzer sözler
yer almaktadır:
"Allah,
O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama
ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını
gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde
olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan
katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini
ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka
ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı,
gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi
O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür."
(Bakara/2:255)
Burada
önemli bir tartışmamız yoktur. Yaradan Tanrı,
tektir, kendiliğinden var olandır, eşsizdir
ve benzetilmezdir. Kuran'ın yazılışından
bin yıl önce Kutsal Kitap'ta Allah hakkında
aynı görkemli gerçek şöyle yazıldı:
"Rab
Benim, ve başkası yoktur; Benden başka Allah
yoktur"
"Rabbın
Ruhuna ölçü koyan, ve öğütçüsü olup ona
öğreten kimdir?... O'nun önünde bütün milletler
bir hiç gibidir; O'nun için hiçten az ve
boş şey sayılır. Öyle ise, Allahı kime benzetiyorsunuz?
Ve hangi benzeri onunla denk tutuyorsunuz?"
"Beni
kime benzeteceksiniz ki, ben ona musavi
olayım?" Kuddûs diyor. "Gözlerinizi
yukarı kaldırın, ve görün, bunları (yıldızları)
kim yarattı; O ki, bunların ordusunu sayı
ile çıkarır; onların hepsini adları ile
çağırır; kudretinin büyüklüğünden ötürü
onlardan hiçbiri eksilmez. Ebedî Allah,
Rab, dünyanın uçlarını yaratan, zayıflamaz
ve yorulmaz; onun anlayışının derinliğine
erilmez." (Yeşaya 45:5; 40:14, 17-18,
25-28)
Görüyoruz
ki Allah'ın tekliği, gücü, yaratıcılığı
v.b. konularında Kuran ile Kutsal Kitap
arasında büyük bir fark yoktur. Ancak bu
gerçekler Tanrı'ya imanın sadece bir temeli
olup insanı Tanrı katında aklamaz. "Sen,
Tanrı'nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi
ediyorsun! Cinler bile inanıyor ve titriyorlar"
(Yakup 2:19).
Daha
esaslı bir soruya gelmemiz gerekir: Bu tek
Allah nasıl bir Tanrıdır? O'nun sıfatları
nedir? İslamiyet'te Allah'ın sıfatları genellikle
iki gruba ayrılır:
Allah'ın ne olduğunu (Sübûti) dile getiren
sıfatlar şunlardır:
·
Hayat - Allah, "Diri"dir
·
İlim - Allah, "Bilen"dir
·
Semi - Allah, "İşitici"dir
·
Basar - Allah, "Gören"dir
·
İrade - Allah, "Dileyen"dir
·
Kudret - Allah, "Güçlü"dür
·
Kelâm - Allah, "Konuşan"dır
Allah'ın ne olmadığını (Selbi) dile getiren
sıfatlar şunlardır:
·
Kıdem - Allah, "Öncesi olmayan"dır
·
Bekâ - Allah, "Sonrası olmayan"dır
·
Kıyam Bi Nefsihi - Allah, "Yeri-yurdu
ve dayanağı olmayan"dır
·
Vahdâniyyet - Allah, "Hiçbir şeyi başkasıyla
paylaşmayan, ortağı olmayan"dır
·
Muhalefetun Lil Havâdis - Allah, "Kendisinin
dışındakilere hiçbir biçimde benzemeyen"dir
Tanrı'nın
ne olduğunu
dile getiren sıfatlara dikkatle bakacak
olursak, açıkçası bunlar, en üstün manada
kullanılsa bile, sadece çok büyük bir varlığı
tanımlamaktadır. Aralarında çok güçlü ve
akıllı her hangi bir varlığa atfedilemeyen
bir sıfat var mı? Ama bu sıfatların ahlaki
bir yönü yoktur. Gücü sınırsız olan bir
varlıkla karşı karşıya olduğumuz kesindir.
Ama bu varlık kesinlikle şu veya bu şekilde
davranacak diyemezsin. İsterse yapar, istemezse
yapmaz. Çünkü gücü herşeye yeten bir padişahtan
çok farklı değildir. Her şey O'nun mutlak
ve keyfi iradesine bağlıdır. Kuran bu kavramı
şöyle dile getirir:
"Dileyen,
Rabbine giden yolu tutar. Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Doğrusu Allah, bilendir, Hakîm'dir. Dilediğine
rahmet eder." (İnsan/76:29-31)
"Allah'ın
izni olmadan hiç kimse inanamaz" (Yûnus/10:100)
Kuran'da
sözkonusu olan bu kader kavramının başka
bir yönü de çok önemlidir. İslamiyet'in
çoğunluğu olan Sünnet Ehli'nin (Sünnîlik)
benimsediği genel görüşe göre Allah, hem
iyiliğin hem de kötülüğün kaynağıdır.
Aşağıdaki alıntı "Hak-Batıl mücâdelesi"
konusunda bu düşünceyi çarpıcı bir şekilde
ifade eder:
"Gereği
gibi düşünüp ibret almamız için Cenab-ı
Hak her şeyi karşılıklı olarak çift yaratmıştır
(Zâriyat/51:49). Yerle gök, hayatla ölüm,
tatlı ile acı, aydınlıkla karanlık, hidayetle
sapıklık... Bugün dünyanın neresine giderseniz,
iki şeyin, birbirine zıt iki kuvvetin
şiddetle çarpıştığını görüsünüz: hak ile
bâtıl!"
Demek
oluyor ki hayır ve şer Allah'tandır: "Size
iyilik ve kötülük veririz" (Enbiyâ/21:35).
Kuran'da şöyle ayetler yer almaktadır:
"Şüphesiz
Allah dilediğini saptırır, dilediğini de
doğru yola eriştirir. (Fâtır/35:8)
"Allah
dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ama
O, istediğini saptırır, istediğini doğru
yola eriştirir." (Nahl/16:93)
"Allah'ın
fitneye düşmesini dilediği kimse için, Allah'a
karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte
onlar Allah'ın, kalplerini arıtmak istemediği
kimselerdir... Onlara âhirette de büyük
azâb vardır." (Maîde/5:41)
(Ayrıca
bkz. En'âm/6:35; İbrâhîm/14:4; Nahl/16:107-108;
Nûr/24:35, 46; Şûrâ/42:44; Münâfikûn/63:6;
Müddessir/74:31). Allah'ın
verdiği karara göre cehennem dolmalı. Bu
nedenle Allah cinleri ve kâfirleri yaratmıştır:
"And
olsun ki, cehennem için de birçok cin ve
insan yarattık... işte bunlar gâfillerdir"
(A'râf/7:179)
"O
gün cehenneme: 'Doldun mu?' deriz, o: 'Daha
var mı?' der." (Kaf/50:30)
"Biz
dilesek herkese hidayet (doğru yol) verirdik,
fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla
dolduracağıma dair Benden söz çıkmıştır."
(Secde/32:13)
İslam
dünyasında günde milyonlarca kez kullanılan
"İnşallah" sözcüğü bu kader kavramını
ifade ediyor. Allah'ın isteği kaderdir.
"Müslümanlar için Allah'ın iradesi
mutlak, keyfi, karşı koyulmaz ve kaçınılmazdır...
Bir melek, bir katil ve bir sinek, yaşamlarının
her saniyesinde, aynı derecede Allah'ın
isteğini yapmaktadırlar!"
Bu
noktada kimi okurlarımız "eğer Kuran'daki
Allah gerçekten dediğiniz gibi ise Allah'a
aşık olmuş olan Mevlana, Yunus Emre, ve
benzerlerine ne dersiniz?" diye sorabilir.
Şunu belirtmemiz gerekir ki Tasavvuf,
yani Tanrı'nın niteliğini ve evrenin oluşumunu
varlık birliği (vahdet-i vücut) anlayışıyla
açıklayan İslam
mistisizmi, büyük ilâhiyatçıların
(örneğin Gazzâlî, Bedevî, Zamakhshari) Kuran
tefsirlerinde kaydettikleri Allah kavramına
karşı bir nevi isyandı. Çünkü insanın yüreği,
yaşayan ve seven bir Tanrı'yı arar. İnsanla
yakın ilışkide bulunan kişisel bir Tanrı'yı,
zayıflıklarımıza yakınlık duyabilen, ve
dualarımızı işitip cevaplayan bir Tanrı'yı
arzular. Oysa Kuran'da açıklanan Allah böyle
değildir. Bu eksikliğin en şaşırtıcı kanıtı
da, sofilerin en hararetli şiirlerinin ortodoks
İslâm tarafından kaba kâfirlik olarak reddedilmesidir.
Bu yüzden büyük sofiler mistik uygulamalarını
Hep Kuran'la bağdaştırmaya çabalamaktadırlar.
Kuran'ın ayetlerini sürekli çok mecazi bir
şekilde yorumlamak zorundadırlar.
Ama
bu kısa bölümde amaçladığımız, bu yorumlara
bakmak değildir. Kuran ve Kutsal Kitap'ın
açık ifadelerini ele alarak iki kitabın
ana hatlarını çizerek aralarındaki farklılıkları
ortaya koymak istiyoruz.
Allah'ın
ne olmadığını dile getiren
sıfatlara gelince insanın O'nu kişisel bir
şekilde tanıyamayacağı ortadadır. O'nun
hakkında ne düşünürsen Allah kesinlikle
o değildir. Hiçbir benzetme kabul edilmez.
Kutsal
Kitap'a göre ise insan Tanrı'yı tanımaya
ve O'nunla beraberliğe çağrıldı. İnsan bu
amaçla yaratıldı. "Sonsuz yaşam, tek
gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa
Mesih'i tanımalarıdır" (Yuhanna 17:3).
Tanrı, her şeyden çok üstün olduğu halde
kendini ve amaçlarını bize açıklamaya razı
oldu.
Bu
bölümde Kuran'da hemen hemen hiç bulunmayan,
Kutsal Kitap'taki Tanrı'nın birkaç sıfatına
bakabileceğiz.
1)
İlk önce Tanrı'nın eşsiz sevgisi ve lütfu
gözümüze çarpar. Kutsal Kitap'a göre "Tanrı
sevgidir" (I. Yuh. 4:8, 16).
"Tanrı'nın bize olan sevgisini tanımış
ve buna inanmışızdır" (I. Yuh. 4:16)
diyebilenlere ne mutlu! Bu gerçek, Kutsal
Kitap'ın sayısız ayetlerinde açıkça yazılıdır.
Örneğin:
"...seni
yaratan, sana şekil veren Rab şöyle diyor:
Korkma, çünkü seni fidye ile kurtardım;
seni adınla çağırdım, sen benimsin... gözümde
değerli oldun, ve seni sevdiğim
için..." (Yeşaya 43:1,4)
"Evet,
seni ebedî sevgi ile sevdim;
bundan dolayı seni inayetle kendime çektim"
(Yeremya 31:3)
"Tanrı
dünyayı o kadar çok sevdi ki..."
(Yuhanna 3:16)
"Tanrı'nın
sevgisi yüreklerimize dökülmüştür."
(Romalılar 5:5)
"Merhameti bol olan Tanrı bizi
çok sevdiği için... bize gösterdiği
iyilikle, lütfunun sonsuz zenginliğini
sergilemek için..." (Efesliler 2:4-7)
"Kurtarıcımız Tanrı, iyiliğini ve insana
olan sevgisini açıkça gösterdi." (Titus
3:4)
Ama
Tanrı'nın bize olan sevgisi sadece yazılı
olarak açıklanmadı. Kutsal Kitap, Tanrı'nın,
sevgisini nasıl eylemle
kanıtladığını kaydeden açıklamadır. Yüce
Tanrı karşılıksız sevgisini büyük fedakârlıkla
kanıtlamıştır:
"Tanrı
bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor:
biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü.
" (Romalılar 5:8)
İşte
bu gerçeğin en hayranlık uyandıran yönü
budur: Tanrı günahkârları da seviyor. O'nun
sevgisi hak edilmez, hatta O'nun sevgisi,
O'nun yasalarını ayak altına almış olanları
dahi kapsıyor!
Kuran'da
ise Allah'ın merhametinin sürekli geçmesine
rağmen, sevgisinden çok az söz edilir. Allah
sadece kendisini seven mü'minleri sever
(Bkz. Mâide/5:54).
Fakat "müsrifleri," "zâlimleri,"
"bozguncular;" "âhiret gününe
inanmayanları" vesaire "sevmez"
(Bkz. A'râf/7:31; Âl-i İmran/3:57; Mâide
5:64; Nisâ/4:38). Burada çok esaslı
bir farklılık vardır.
2)
Bundan sonra Kutsal Kitap'taki yaşayan Tanrı'nın
Güvenilirliği ve Değişmezliğini sıralayabiliriz.
O, "Sadık olan
Rab"dir (Yeşaya 49:7). Söz verip
de yerine getirendir: "Vaadeden
Tanrı güvenilirdir" (İbr. 10:23).
O hiçbir zaman sözünden caymaz, değişmezdir.
Onun inayeti hiçbir zaman azalmaz, tükenmez.
Şu ayeti okuyalım:
"Her
nimet, her mükemmel armağan, kendisinde
değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan
Işıklar Babası'ndan, yukarıdan gelir."
(Yakup 1:17)
Halbuki
Kuran, bir yandan "Allah,
sözünden asla caymayacaktır" (Hacc/22:47)
derken, diğer yandan "bir
ayetin yerine başka bir ayetle değiştirdiğimizde..."
(Nahl/16:101) ve "her
hangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır
veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını
veya benzerini getiririz" (Bakara/2:106)
diyor. Acaba Allah'ın kendi mükemmel vahyinden
"daha hayırlısı" ne olabilir?
"Allah dilediğini
siler, dilediğini bırakır" (Ra'd/13:39;
Ayrıca bkz. İsrâ/17:86). Jalalu'd
Din, İtkan adlı kitabında bütün yorumcular
tarafından ilga edilmiş olarak kabul edilen
20 ayet veriyor. Aşağıdaki listede sekiz
örnek vereceğiz:
Değişen
buyruk örnekleri |
ilga
edilen ayet |
yerine
inen ayet |
1.
Kıble Kudüs'ten Mekke'ye değişti |
|
2:142-144 |
2.
Miras yasası değişti |
4:7 |
4:11
|
3. Gece yarısı ibadet zorunluluğu
kalktı |
73:1-4 |
73:20
|
4. Şarap yasağı kesinleşti |
2:219 |
5:90
|
5.
Zinakâra uygulanan ceza değişti |
4:15 |
24:2
|
6. Kısas izni değişti |
2:178 |
17:33 |
7.
Hürmetli aylarda cihad yasağı kalktı |
9:5 |
9:36
|
8. Oruca dayanamayan için fidye kalktı |
2:184 |
2:185
|
9.
İmansızlara tolerans yerine cihad |
2:256 |
9:5,
29 |
Kutsal Kitap'a göre ise Tanrı'nın sözü sonsuza
dek kalıcıdır (I. Petrus 1:25). "Gök
ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden,
Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir
nokta bile eksilmeyecektir" (Matta
5:18). Tanrı'nın sadakati ve değişmezliği
bunu gerektiriyor.
3) Yukarıda (Yakup 1:17)
alıntı yaptığımız ayette değişmez-liğiyle
birlikte Tanrı'nın Mutlak İyiliği
de görülür. Yani kötülüğün olmasına izin
verdiği halde O kötülüğün kaynağı değildir.
Şer-i Tanrı yaratmadı. Şeytanı bile kötü
yaratmadı, yalnız özgür yarattı. Kutsal
Kitap'a göre Tanrı hiç kimseyi saptırmaz.
"Tanrı kötülüklerle ayartılmadığı gibi,
kendisi de kimseyi ayartmaz. Herkes, kendi
kötü arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır"
(Yakup 1:13-14). "Tanrı hiç kimsenin
mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbeye
gelmesini istiyor" (II. Petrus 3:9).
4)
Tanrı, her şeyden önce "kutsal"dır,
"mukaddes"tir. O, kendisine inananlara
şöyle sesleniyor: "Kutsal olun, çünkü
Ben kutsalım" (I. Petrus 1:16). O'nun
huzurunda duran ve yüzlerini örten en yüce
yaratıklar, hakkında sürekli "Kutsal,
kutsal, kutsaldır, var olmuş, var
olan ve var olacak olan, gücü her şeye yeten
Rab Tanrı!" diye çağırıyorlar (Esinleme
4:8; Bkz.Yeşaya 6:3). Kutsallığı, Tanrı'nın
bütün niteliklerinin temelidir.
Burada
kutsallık kavramını kısaca açıklarsak faydalı
olur. Kutsal Kitap "Tanrı ışıktır
ve O'nda hiç karanlık yoktur"
diyor (I. Yuhanna 1:5). "Işık",
kutsallık, doğruluk ve paklık anlamına gelir.
Tanrı "yaklaşılmaz işıkta yaşayan"dır
(I. Timoteyus 6:16). "Karanlık"
ise kötülüğü çağrıştırıyor. Tanrı'da en
ufak bir kötülük lekesi yoktur. Kutsal Tanrı
doğruluğu sever ve her türlü kötülükten
sürekli nefret eder. Günahı görmezlikten
gelmez. O, "kötülüğü görmekten gözleri
temiz olan, ve sapıklığa bakamayan"
Tanrı'dır (Habakkuk 1:13). O'nun kutsal
huzurunda günah lekesi olan kişi kesinlikle
duramaz. Bu nedenle O'nun sevgisi sert bir
sevgidir: "Rab sevdiğini terbiye eder...Kendisinin
kutsallığına ortak olalım diye bizi kendi
yararımıza terbiye ediyor" (İbraniler
12:6,10).
Kutsal
Kitap bu niteliğe çok ağırlık verirken Kuran'da
Allah'ın kutsallığından yalnız bir kere
bahsedilir (Haşr/59:23). Ahlakî iç paklık
gibi bir kavram da hiç görülmez. Ancak dış
temizlik anlamına gelen abdest temizliği
görülür.
5)
Kutsal
Kitap'taki Tanrı, mutlak bir şekilde Adil
ve Doğru (Salih) olduğu için hiç
kimsenin dinine veya tuttuğu tarafa bakmaz.
"Tanrı, insanlar arasında ayrım yapmaz!"
(Romalılar 2:11; Galatyalılar 2:6). İnsanın
yüreğine bakarak, O'nun düşüncelerini ve
amaçlarını da yargılar. Tanrı'nın, peygamberleri
Musa ve Davut'a uyguladığı sert cezalar
bunu açıkça gösterir (Bkz. Sayılar 20:12;
Tesniye 3:23-27; II. Samuel 12:7-23). Tanrı,
"suçluyu asla suçsuz çikarmayan"
(Çıkış 34:7) ve "bütün dünyanın Hâkimi"
olarak adalet yapandır (Tekvin 18:25). Çarmıh
olayı özellikle günaha göz yummayan bu adaleti
kanıtlar (bunu aşağıdaki Kurtuluş Yolu ile
ilgili notlarda açıklayacağız).
Kuran'a
gelince: Allah'ın her hangi bir adalet standardına
bağlı olmadığı kanaatına varmamak zordur.
Örneğin: Allah'tan başka her hangi bir varlığa
tapınmak veya secde etmek putperestlik sayılır.
Oysa Allah meleklere, "Âdem'e secde
edin" dedi, ve İblis'i, Âdem'e secde
etmekten kaçındığı için inkâr edenlerden
saydı (Bakara/2:34). Allah kendi peygamberlerine,
başkalarına yasaklamış olduğu şeyleri yapmalarına
izin verir. Muhammed'in dörtten fazla eş
almasına verilen özel izin bunun çarpıcı
bir örneğidir:
"Ey
Peygamber (Muhammed)! Mehirlerini verdiğin
eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği
câriyeleri, seninle berâber hicret eden
amcanın kızlarını, halalarının kızlarını,
teyzelerinin kızlarını ve peygamber nikâhlanmayı
dilediği takdirde - mü'minlerden
ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere - kendisinin
mehrini peygambere hiba eden mü'min kadını
almanı helâl kılmışızdır." (Ahzâb/33:50)
Başka
bir örnek de Muhammed'in evlâtlık oğlu olan
Zeyd'in eşini kendi beşinci eşi olarak almasına
"vahiy" yoluyla verilen izindir:
"İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan
çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle
ilgisini kestiğinde onu seninle
evlendirdik, ki, evlâtlıkları eşleriyle
ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek
konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı
bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir."
(Ahzâb/33:37)
Allah
sıradan müminlerin, esasında doğru olmayan
şeyleri yapmalarını da göz ardı eder (Bakara/2:225;
Mâide/5:89). Sanki Allah insanın karakterine
değil de yalnız boyun eğmesine bakar.
6) Tanrı üzüntü duyar mı?
Sevinir mi? Kendisinden dönenleri cezalandırırken
yüreği sızlar mı? Yoksa buna benzer "duygular"dan
üstün mü? Kutsal Kitap'a göre Rab, çok yüce,
değişmez ve kutsal olmakla birlikte kıskançtır.
Rab'bin Musa'ya söylediği gibi: "Başka
ilâha secde kılmayacaksın; çünkü
ismi Kıskanç olan Rab kıskanç bir Allah'tır"(Çıkış
34:14; Bkz. Çıkış 20:5; Sayılar 25:11; Tesniye
4:24; 5:9; 6:15; 29:20; 32:16, 21; Hezekyel
8:3-5; 16:38; Zekeriya 1:14; I. Korintliler
10:22; Yakup 4:5).
Tabii
ki bu kıskançlık bildiğimiz insansal kıskançlığa
benzemez. Bir başkasının malına çocukça
göz dikip onu arzulamak veya bir kimse bir
üstünlük gösterdiğinde takınılan olumsuz
tutum değildir. Bu çok kötü ve zararlı bir
duygudur: "kızgınlık gaddardır, öfke
de sel gibidir; fakat kıskançlığın önünde
kim durabilir?" (Süleymanın Meselleri
27:4) Ama Tanrı'nın kıskançlığı GAYRET anlamına
gelir (Bkz. Yeşaya 9:7; 37:32; İbranice'de
"gayret" ve "kıskanç"
aynı sözcüktür). O'nun gayretli ve değişmez
sevgisinden ileri gelen bir kıskançlıktır.
Kurtarıp antlaşma yaptığı halkın veya kişinin
sadakatsizliğine karşı Tanrı'nın kıskançlığı
alevlenir.
Bizim
anlayabileceğimiz dille kendisini sadık
bir kocaya benzeterek O'nun mükemmel sevgisine
karşı gösterilen aldırmazlığı ve sadakatsizliği
ruhsal "zina" olarak adlandırıyor:
"Memleket (İsrail) Rabbin ardından
ayrılarak çok zina ediyor" (Hoşeya
1:2). "Zina eden kadınlara edilen hükümle
sana hükmedeceğim; ve senin üzerine kızgınlıkla
ve kıskançlıkla kan hükmü getireceğim"
(Hezekyel 16:38). Bir koca ne kadar sadık
ve iffetli ise karısının sadakatsizliğine
de o kadar acıklı şekilde kederlenir, değil
mi? İşte, Tanrı'nın İsrail oğullarını, kendisini
terkettikleri için cezalandırmak üzereyken
yüreği sızladı:
"Ey
İsrail, seni nasıl bırakırım?...
İçimde yüreğim döndü, acıma duygularım hep
birden alevlendi. Çünkü ben Allahım,
ve insan değilim; senin ortanda olan Kuddûsum..."
(Hoşeya 11:1-9)
Aynı
şekilde İsa Mesih Kudüs'e yaklaşıp kenti
görünce orası için ağladı:
"Keşke
bugün sen de esenliğe giden yolu bilseydin!
Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine
gönderilenleri taşlayan Kudüs! Bir tavuk,
civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa,
ben de kaç kez senin çocuklarını öylece
toplamak istedim, ama siz istemediniz."
(Luka 19:42 ile Matta 23:37)
Kutsal
Kitap'a göre Tanrı hem üzülür, hem de sevinir.
Kaybolan oğluna kavuşan bir baba nasıl coşarsa
Tanrı kendisine dönen her günahkâr için
büyük sevinç duymaktadır (Bkz. Luka 15).
Kuran'da bulunmayan bu görkemli gerçek,
Kutsal Yazılarda, Tanrı'nın, kurtardığı
kişiler için duyduğu sevinci ortaya koyan,
şu harika ayetle ifade edilir:
"Allahın
Rab, kuvvetli Kurtarıcı, senin içindedir;
senin için çok mesrur (sevinçli) olacaktır;
sevgisi içinde susayacaktır; senin için
terennümle coşacaktır! (Tsefanya 3:17)
7) Bu örneklerin sonu olarak
Tanrı'nın Üçlü Birliğini ele alalım.
Kutsal Kitap'a göre Tanrı tektir (Bkz. Tesniye
6:4; Markos 12:29; Galatyalılar 3:20; vb.).
Aynı zamanda tek Tanrı üç ayrı bilinç merkezinde
(konumda) var olmaktadır. Bir tek cevherde
üç benlik mevcuttur. Bunlar Tanrı'nın Özü,
Sözü ve Ruhu, veya başka bir deyişle Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh olarak adlandırılır.
Bu adlar üç Tanrı'yı değil, aynı Tanrı'nın
üç bilinçli unsurunu ifade etmektedir. Bu
gerçek, sınırlı olan zihinlerimizin boyutlarını
fazlasıyla aşıyor. Yine de sağdaki kroki
biraz da olsa onu anlamamızı sağlayabilir.
(Daha ayrıntılı bilgi ve ilgili ayetler
için bkz. V. Bölüm, sayfa 188-191.)
Kutsal
Kitap boyunca açıklanan bu derin sır Kuran'da
çok şiddetli bir şekilde inkâr edilir. "Teslis"
olarak bilinen Üçlü Birlik öğretisi "şirk"
(Tanrı'ya eş koşmak) olarak tanımlanır.
Bu konuya açıkça değinen ayetler Medine
devrinin sonunda inmiş olan yalnız iki sûrede
bulunur (Nisâ/4:171; Mâide/5:73, 116-117).
Bunlardan en çok kullanılan üçüncüsüdür.
Şöyle diyor:
Allah,
"Ey Meryem oğlu İsâ! Sen mi insanlara
'Beni ve annemi Allah'tan başka
iki tanrı olarak benimseyin' dedin"
demişti de, "Hâşâ, hak olmayan sözü
söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem,
şüphesiz Sen onu bilirsin, ben Senin içinde
olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen
ancak Sensin" demişti. (Mâide/5:116-117)
Hemen
çok önemli bir nokta dikkatimizi çeker:
Kuran Hristiyanlıktaki Üçlü Birlik inancını
üç ayrı tanrı olarak anlatmaktadır. Hatta
söz konusu üç tanrının Baba Allah, İsa,
ve İsa'nın annesi Meryem olduğunu yazmaktadır.
Halbuki Kuran'da iddia edilenin aksine Hırıstiyanlar
böyle bir teslise asla inanmamışlardır.
Meryem'e aşırı ve yanlış saygı gösterenler
bile Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tan oluşan
bir üçlü birliğe inanıyorlar. Ama mezheplerin
inandıkları bir yana Kutsal Kitap'ta böyle
bir saçmalık yer almaz Tersine, erkeğe varmamış
olan Meryem, kendisinden doğacak olan Mesih'le
ilgili haber aldığında şöyle dedi: "Canım
Rab'bi ulular; ruhum, Kurtarıcım Tanrı sayesinde
sevinçle coşar. Çünkü O, sıradan biri olan
kuluyla ilgilendi... Güçlü Olan, benim için
büyük işler yaptı. O'nun adı kutsaldır"
(Luka 1:46-49).
Tanrı'nın
tekliği ve üçlü birliği konusunda bazı çelişkilerin
böyle yanlış anlamalardan kaynaklandığı
kesindir. Bu konuda Kuran ile Kutsal Kitap
arasında çok büyük ve çok önemli fark vardır.
Bu
konu dahilinde Kutsal Ruh'un kimliği geçiyor.
Kısaca Kutsal Kitap'a göre Kutsal Ruh (Ruhülkudüs),
Tanrı'nın kendi ezeli-ebedi Ruhu'dur ve
Kitap boyunca O'ndan bu şekilde söz edilir.
Ama Kuran'da geçen "Rûhü'l-Kudüs"
ismi (Nahl/16:102; Bakara/2:87, 253) genellikle
melek Cebrâil olarak yorumlanmaktadır. Aslında
bazı ayetleri bu şekilde yorumlamak çok
zordur. Örneğin Secde/32:9'da Âdem'i "şekillendirip
rûhundan ona üfleyen" Allah'tan söz
edilir (Ayrıca bkz. Hicr/15:28-29; Sad/38:72).
Tanrı
kavramındaki farklılıklar şöyle özetlenebilir.
Kutsal Kitap'a göre Kuran'da bulunan Allah
kavramında ve ilişik kavramlarda şu dört
büyük eksiklik vardır:
1.
Tanrı'nın "göksel Babalığı" yoktur.
Ancak mutlak güç ve irade Allahı'dır.
2.
Sevgi sıfatı hemen hemen hiç yoktur.
3.
Allah mutlak ve değişmez bir şekilde adil
değildir.
4.
Allah'ın sıfatları arasında uyum eksiktir.
Şimdi
diğer konulara geçelim.
2
- İsa'nın kimliği
Yukarıda
değindiğimiz Üçlü Birlik tartışmasının en
şiddetli cephesi İsa'nın kimliği olması
gerekir.
Kuran
İsa hakkında, başka hiç kimse için söylemediği
bazı ilginç şeyler söylemektedir. Örneğin
Kuran'a göre İsa...
·
olağanüstü bir şekilde doğdu (Tahrim/66:12;
Meryem/19:19-21)
·
bebekken konuştu (Meryem/19:29-30)
·
olağanüstü bilgiye sahipti (Âl'i İmrân/3:49)
·
her yerde mübârektir (Meryem/19:30-33)
·
Kutsal Ruh tarafından desteklendi ve Allah'tan
bir Ruh'tur (Bakara/2:87, 253; Nisâ/4:171)
·
Allah'ın Sözü'dür (Nisâ/4:171; Âl'i İmrân/3:39,
45)
·
yaratma gücüne sahipti (Mâide/5:110)
·
iyileştirme ve ölümden diriltme gücüne
sahipti (Âl'i İmrân/3:49)
·
öldü, Allah'a yükseldi, diridir ve kıyamet
gününde gelecek (Âl'i İmrân/3:55; Meryem/19:32-34;
Zuhruf/43:61)
"Ey
İsâ! Ben seni eceline yetireceğim, seni
Kendime yükselteceğim, inkâr edenlerden
seni tertemiz ayıracağım; sana uyanları,
kıyâmet gününe kadar, inkâr edenlerin
üstünde tutacağım." (Âl'i İmrân/3:55)
Fakat
bunlara rağmen Kuran'a göre, İsa sadece
ve sadece bir peygamberdir (Nisâ/4:171;
Mâide/5:78; Zuhruf/43:59).
Kuran'da
İsa (ve yalnız İsa), en az sekiz kez "Mesih"
olarak adlandırılır (Âl-i İmran/3:45; Nisâ/4:157,
172; Mâide/5:17, 72; Tevbe/9:30, 31). "Meshedilen"
anlamına gelen bu unvan, Kutsal Kitap'ta
çok anlamlı bir kavramdır. Fakat Kuran'da,
Mesih kavramının manası tamamen ortadan
kaldırılmıştır. Orada anlamı belirtilmemiş
bir unvan olarak İsa adına eklenmiştir.
Oysa Kutsal Kitap'a göre "Mesih",
Tanrı tarafından seçilen, asırlar boyunca
beklenen, bütün peygamberler tarafından
tanıklık edilip, hatta Rab diye seslenilen,
kurban olarak ölmesiyle insanları Tanrı'yla
barıştıran, kıyâmet gününde ölülerle dirileri
yargılayacak ve sonsuzluklar boyunca egemenlik
sürecek olan dünyanın Kurtarıcısı'dır (Bkz.
V. Bölüm, s. 199-200).
Bir
gün İsa, öğrencilerine şunu sordu:
"Halk,
İnsanoğlu'nun (kendisi) kim olduğunu söylüyor?"
Öğrencileri şu karşılığı verdiler:
"Kimi
Vaftizci Yahya, kimi İlyas, kimileri de
Yeremya ya da peygamberlerden biri
olduğunu söylüyor."
İsa
onlara, "Ya siz" dedi, "ben
kimim dersiniz?"
Simun
Petrus, "Sen, yaşayan Tanrı'nın
Oğlu Mesih'sin" cevabını verdi.
İsa
ona, "Ne mutlu sana, Yunus oğlu Simun!"
dedi. "Bu sırrı sana açan insan değil,
göklerdeki Babamdır." (Matta 16:13-17)
Kutsal
Kitap'a göre İsa Mesih, Tanrı'nın ezeli-ebedi
biricik Oğlu'dur. O, başlangıçta var olan
Tanrı'nın özünden doğan Kelâm'dir. İki bin
yıl önce bu sonsuz Söz, yüceliğinden soyunarak
bedene bürünüp insan oldu ve insanlar arasında
otuz üç sene yaşadı (Bkz. Yuhanna 1:1-14,
vb). Çarmıh üzerinde öldü, gömüldü, üç gün
sonra ölümden dirildi ve şu anda göklerde
yaşayan Efendimiz olarak tüm insanlık üzerinde
bütün yetki O'na verildi.
İşte,
"İlk ve Son Ben'im" (Esin. 1:17)
diyen İsa'nın kimliği konusunda Kuran ve
Kutsal Kitap arasında oldukça büyük bir
fark vardır.
3 - İnsan
kavramı
İnsan
yaşamının anlamı nedir? Biz neden bu dünyadayız?
Kutsal Kitap'ın ilk bölümünde bu sorunun
anlamı şöyle yazıldı:
"Allah
dedi: 'Suretimizde, benzeyişimize göre insan
yapalım...' Ve Allah insanı kendi suretinde
yarattı, onu erkek ve dişi olarak yarattı."
(Tekvin 1:26-27)
Yani
insan, Tanrı'nın kendi benzeyişinde yaratılmıştır.
Bunun için ister erkek ister kadın, her
insan çok değerlidir. Bunun için de insanı
öldürmek, hatta insana sövmek bile çok yanlıştır!
(Tekvin 9:6; Yakup 3:9).
Ama
Tanrı'nın benzeyişinde yaratılmak ne demektir?
Bu bir küfür değil mi? Hayır. Bu fiziksel
bir benzeyiş değildir. İnsan her şeyden
önce ruhsal bir varlıktır, çünkü Kutsal
Kitap'a göre "Tanrı Ruh'tur" (Yuhanna
4:24). İnsan hayvanlardan çok daha üstün
olup Tanrı'yla derin, içli-dışlı bir ilişki
için yaratılmıştır. Ona sevgi, akıl, yaratıcılık
ve doğruluk gibi nitelikler verildi. Bir
erkek ile bir kadın olarak birlikte Tanrı'nın
benzeyişini yansıtacaklardı. Evlilik bağında
birbirine yapışacak, ikisi "tek bir
beden" olacaklardı (Tekvin 2:24; Matta
19:6).
Ayrıca
Tanrı, insanı sorumlu olarak yarattı, onu
bereketlendirdi ve yaradılış üzerine görevlendirdi
(Tekvin 1:26, 28; Mezmur 8:4-8). Kuran,
Tekvin 1:26'ya benzer bir ifadeyle bunu
doğrulamaktadır: "Rabbin meleklere,
'Ben yeryüzünde bir halîfe var edeceğim'
demişti" (Bakara/2:30; ayrıca En'âm/6:165).
Onlara özgür bir irade ve seçme kabiliyeti
verdi, ve verdiği kararlar için hesap vereceklerdi
(Tekvin 2:15-17).
Böylece
insanın yaşam amacı esasında Tanrı'yla müthiş
bir beraberliktir. O'nu bütün yürekle, bütün
canla, bütün akılla ve bütün güçle sevmektir.
Bunun yanı sıra Tanrı'nın benzeyişinde yaratılmış
olan diğer insanları da "kendin"
gibi sevmektir (Bkz. Markos 12:29-31). Amacımız,
sevgili çocuklar olarak benzerliğinde yaratılmış
olduğumuz göksel Babamızı örnek alarak yaşamamızdır
(Matta 5:48; Efesliler 5:1-2). Kutsal Kitap,
Tanrı'nın birçok "oğul"u kendi
yanındaki sonsuz yüceliğe erdirmekte olduğunu
söylüyor (İbraniler 2:10). O'nun "evlat
edindikleri" olarak kendisinin kutsallığına
ortak olacaklar (İbraniler 12:10).
Kuran'a
göre ise "Cinleri ve insanları ancak
Bana kulluk (ibadet) etmeleri için yaratmışımdır"
(Zâriyât/51:56). İnsanın yeryüzünde bulunması
bir imtihan veya denemedir (Bkz. Ankebût/29:3;
vb.). "İnsânoğlunu, zorluklara katlanacak
şekilde yarattık" (Beled/90:4). İnsan
Allah'ın kuludur ve yapacağı her şey önceden
belirlenmiştir: "her insanın boynuna
işlediklerini dolarız" (İsrâ/17:13).
Kulun Allah'ın varlığı ile tekliğine inanması,
ve O'nun isteğine sürekli boyun eğmesi her
şeyden önemlidir. Allah ona merhametle bakar:
"insan zayıf yaratılmış olduğundan
Allah sizden yükü hafifletmek ister"
(Nisâ/4:28). Ama "insanın, Tanrı'nın
iradesine mutlak bir şekilde teslim olmakla
bekleyebileceği tek şey, Tanrı'nın merhametine
kavuşmak ve sadık kulları arasında sayılmaktır."3
Kutsal
Kitap'a göre insan, Tanrı'nın benzeyişine
göre yaratılıp O'nunla sevgi beraberliğine
çağrıldı. Kuran'da bu yoktur. Böylece insanın,
Tanrı'nın sadece kölesi değil, ama O'nun
"dostu" ve "çocuğu"
olabilmesi, Kutsal Kitap ile Kuran arasında
büyük ve anlamlı bir farktır.
4 - Günah
ve Kurtuluş kavramları
Kutsal
Kitap der ki: "Allah insanı doğru yarattı;
fakat onlar çok düzenler aradılar"
(Vaiz 7:29). İlk atamız Âdem, yenmesi yasaklanmış
olan iyilik ve kötülük bilme ağacından yediği
an Tanrı'nın ona söylemiş olduğu uyarı gerçekleşti:
"ondan yediğin günde mutlaka öleceksin"
(Tekvin 2:17). Bu acı olay bizi etkiledi
mi? Yoksa "her koyun kendi bacağından
asılır" sözünde olduğu gibi hiç etkilemedi
mi? Kuran'a göre bu olayın bizi etkilediği
yoktur.
Ama
Kutsal Kitap'a göre bu ilk günah bizi çok
etkilemiştir. Orada durumumuz şöyle açıklanır:
"Günah
bir insan yoluyla, ölüm de günah yoluyla
dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara
yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi...
Yazılmış olduğu gibi:
'Doğru
olan kimse yok, bir kişi bile yoktur.
Anlayan
kimse yok,
Tanrı'yı arayan kimse yok.
Hepsi
yoldan saptılar,
birlikte yararsız oldular.
İyilik
eden yok, bir kişi bile yoktur...'
Hiç
ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi
ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı."
(Romalılar 5:12; 3:10-23)
Kutsal
Kitap'a göre insanlığın babası tarafından
işlenen ilk günah her insanın yüreğine günah
tohumunu ekti. Âdem'in bütün oğulları günaha
eğilimlidir. Tanrı'nın kutsallığı önünde
kendi yüreğini dürüstçe araştıran kişi şöyle
itiraf etmek zorundadır: "İçimde iyiyi
yapmaya istek var, ama güç yoktur. İstediğim
iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi
yapıyorum" (Romalılar 7:18-19). Aramızda
düşünceleri tamamen temiz olan var mıdır?
Hangi birimiz kimsenin görmediği anlarda
yaptıklarımızın başkaları tarafından bilinmesini
ister?
Dünyanın
durumuna bakınca insanlığın perişanlığı
ortadadır. Hiçbirimiz Cennet Bahçe'sinde
doğmayız artık. Yaşam zorluklarla doludur.
Her kıtada doğal felâketler, kıtlıklar ve
hastalıklar yüzünden binlerce insan ölmektedir.
Dünya tarihi, insanların birbirlerine karşı
düşmanlık tarihidir. Dünyanın halifesi olarak
ona boyun eğmesi gereken hayvanlar insanı
parçalayıp öldürürler. Herkes ölüme maruz
kalmaktadır. İnsanlık üzerindeki ruhsal
karanlık, insanları kör edip Tanrı'yı bulmak
için binbir dini arayışa sokmuştur.
Bütün
yaradılış İsa Mesih'in ikinci gelişini,
yani Tanrı'nın eski çağlardan beri peygamberlerinin
ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden
düzenleneceği zamanı büyük özlemle bekliyor.
Çünkü Âdem'in günaha düşüşü ile birlikte
"yaradılış amaçsızlığa teslim edilmiştir...
bütün yaradılışın inleyip doğum ağrısı çektiğini
biliriz" (Romalılar 8:20-22).
İsa
Mesih hariç, peygamberler dahil olmak üzere
tüm insanlar günahlıdır. İşlediğimiz bu
günahlar ve içinde yaşadığımız suçlar bizi
kutsal Tanrı'dan ayırmıştır. "Sizinle
Allah'ınız arasına fesatlarınız ayrılık
koydu, ve suçlarınız O'nun yüzünü sizden
gizledi de sizi işitmiyor" (Yeşaya
59:2). Âdem, meyveden yediği zaman fiziksel
olarak hemen ölmediyse de ruhsal olarak
öldü. Yani yaşam kaynağı olan Tanrı'dan
kopup ayrıldı. Üstelik gövdesinden kopan
bir dal nasıl solarsa, insan da fiziksel
ölüme mahkûm kaldı.
V.
Bölüm'de göstereceğimiz tapınak örneğinde
Tanrı, günahlı insanın Kendisine yaklaşması
için bir yol hazırlamıştır. Bu kurtuluş
yolu Kutsal Kitap boyunca açıkça bildirilir.
İsa Mesih, Tanrı'nın herkes için atadığı
tek Kurtarıcı'dır. O günahlara karşılık
ölerek dünyayı Tanrı'yla barıştırdı. Ölümden
dirilmiş olarak, Kendisine inanan kişiye,
Tanrı'nın karşılıksız armağanı olarak sonsuz
yaşam veriyor. Onların günahlarını bağışlatan
kurban olup sürekli şafaat ederek onları
tamamen kurtarıyor. Bu kurtuluş, kutsal
ayetlerle şöyle özetlenir:
"İşte,
tek bir suç (Âdem'in günahı) bütün insanların
mahkûmiyetine yol açtığı gibi, bir doğruluk
eylemi (İsa'nın kendisini herkes için fidye
olarak sunması) de bütün insanlara yaşam
veren aklanmayı sağladı. Bir adamın (Âdem)
sözdinlemezliği yüzünden birçoğu günahkâr
kılındığı gibi, yine bir adamın (İsa Mesih)
söz dinlemesiyle birçoğu doğru kılınacaktır."
(Romalılar 5:18-19)
İşte,
Tanrı'nın başlangıçtan beri öngördüğü, insanları
günahtan kurtarış budur. Mesih İnanlıları
kurtulmak için değil, kurtuldukları için
iyi işler yaparlar. Ama bu kurtarışta bizim
iyi işlerimizin hiç katkısı yoktur:
"Merhameti bol olan Tanrı bizi çok
sevdiği için, suçlarımızdan ötürü ölü olduğumuz
halde, bizi Mesih'le birlikte yaşama kavuşturdu.
... İman yoluyla, O'nun lütfuyla kurtuldunuz.
Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır.
Kimse övünmesin diye iyi işlerin sonucu
değildir. Çünkü biz, Tanrı'nın önceden hazırladığı
iyi işlerin yolunda yürüyelim diye Mesih
İsa'da yaratılmış olarak Tanrı'nın eseriyiz."
(Efesliler 2:4-10)
"Tanrı'nın bütün insanlara kurtuluş
sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır... Bu arada,
mübarek ümidimizin gerçekleşmesini, ulu
Tanrı ve Kurtarıcımız İsa Mesih'in yücelik
içinde gelmesini bekliyoruz. Mesih, bizi
her suçtan kurtarmak, arıtıp kendisine ait
ve iyilik etmekte gayretli bir halk yapmak
için kendini bizim uğrumuza feda etti."
(Titus 2:11-14)
Kuran'a
gelince durum çok farklıdır. İlk
önce görüyoruz ki Kuran, "Allah'ın
insanlara yaratılışta verdiği (fitra) dîn"den
söz ediyor (Bkz. Rûm/30:30). Birçok yorumculara
göre bu ayet, her bir insanın müslüman olarak
doğduğu anlamına gelmektedir. "Her
can ölümü tadacaktır...", fakat bu
kesinlikle Âdem'in işlediği suçla ilgili
olmadan Allah'ın insanları ölümlü kılmasından
kaynaklanır (Bkz. Enbiyâ/21:34-35; Tîn/95:4-5).
Kuran'a
göre insanların, işledikleri günahları silmek
için sevap kazanmaları gerekir: "Doğrusu
iyilikler kötülükleri giderir" (Hûd/11:114).
Kuran'da kesin kurtuluş kavramı yoktur (Arapçası
"naja" olan "kurtuluş"
sözcüğü yalnız bir kere bulunur: Mü'min/40:41).
Ancak kişi tövbe edip hayırlı işler yaparak
cennete gitme ihtimalini arttırmaya çalışır:
"Ancak
tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin,
işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere
çevirir." (Furkân/25:70)
Böylece
Müslümanlar değişik hayırlı işleri yaparak
günahlarının bağışlanacağını ummaktadırlar.
Örneğin bazı kesimlerce Allah adını anıp,
söyleyerek yapılan zikir adındaki ibadete
çok önem verilir. Kuran'da şöyle der: "...ezan
okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun... Allah'ı
çok anın (zikredin) ki saâdete (kurtuluşa)
erişesiniz" (Cuma/62:10). Ebû Hüreyre,
Muhammed'in şöyle söylediğini naklediyor:
"Bir
kimse her namazın arkasından otuz üç kez
Sübhânallah otuz üç kez Elhamdülillâh ve
otuz üç kez Allahüekber der de yüz sayısını
Lâ ilâhe illâllah vahdehü lâ şeriykeleh
lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli
şey'in kadiyr diyerek tamamlarsa onun günahları
deniz köpüğü kadar çok olsa da mutlaka bağışlanır."
Ama
günahın esasında ne olduğu, nereden kaynaklandığı
ve insanları nasıl etkilediği konularında
Kuran fazla bir şey söylemez. Büyük ve küçük
günahlardan söz edilir: "Size yasak
edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı
örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz"
(Nisâ/4:31; Bkz. Necm/53:31-32). Ama bunların
ne oldukları üzerinde sayısız yorumlar vardır.
Aslında
günah o kadar önemli bir sorun değildir.
"İçinizden kasdederek yaptıklarınız
bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk
(günah) yoktur" (Ahzâb/33:5). Önemli
olan kelimei şahadeti getirmek, Müslüman
olmaktır. Çünkü "Allah bağışlayandır,
acıyandır". Her sûrenin başında zaten
"Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm"
(yani "merhamet eden, acıyan Allah'ın
isminde") yazar.
Günahların
Allah tarafından bağışlanması için verilen
bazı şartlar vardır. Örneğin:
1.
Allah'ın peygamberine itaat etmek (Â'li
İmran/3:31; Ahkâf/46:31; Hadîd/57:28; Nûh/71:3-4)
2.
İslâm'a dönmek, namaz kılmak, zekât vermek,
vb. (Tevbe/9:5; Hucurât/49:14)
3.
Hayırlı işler yapmak (Bakara/2:271; Tagabûn/64:17;
Tevbe/9:100). Bu kavramın çarpıcı bir örneği
şudur:
"Eğer
Allah'a güzel bir ödünç takdîminde bulunursanız,
onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar.
Allah, şükran karşılığını verendir; Hâlim'dir."
(Tagabûn/64:17)
Kutsal
Kitap'taki kurtuluş planında, Tanrı'nın
mutlak adaleti ve büyük lütfu buluşmaktadır.
"İnayet ve hakikat kavuştular; salâh
ve selâmet öpüştüler!" (Mezmur 85:10).
Mesih'in çarmıhtaki ölümüyle Tanrı adaletinin
gerektirdiği gibi dünyanın günahlarını cezalandırdı
(günahın ücreti ölümdür). Mesih gönüllü
olarak bizim günahlarımızı yüklendi, Tanrı'nın
gazabına uğrayıp öldü. Aynı olayda Tanrı'nın
bize olan sevgisini kanıtladı. Biz Tanrı'yı
sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Mesihini
günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya
gönderdi:
"Herkes
günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun
kaldı. İnsanlar, İsa Mesih'te olan kurtuluşla,
Tanrı'nın lütfuyla, karşılıksız olarak aklanırlar.
Tanrı Mesih'i, kanına olan imanla günahların
bağışlanması için kurban olarak sundu ve
böylece adaletini gösterdi. Bunu, adil kalmak
ve İsa'ya iman edeni aklamak için kendi
adaletini göstermek amacıyla yaptı."(Romalılar
3:23-26)
Halbuki
Kuran'da lütuf ve gerçek buluşmuyor, doğruluk
ve selamet öpüşmüyor. Allah, bir günahkârı
bağışlamak için ya Kendi yasalarını ilga
eder ya da işlenen suçu cezasız bırakarak
geçer. Ne Bedel, ne Aracı ne de Kefaret
vardır. Aksine Kuran'da İsa'nın çarmıhta
ölmediği yazılıyor:
"Bu,
bir de inkârlarından Meryem'e büyük bir
iftirâda bulunmalarından ve 'Meryem Oğlu
İsâ Mesîh'i - Allah'ın elçisi - öldürdük'
demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler
ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü.
Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler,
bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan
ibârettir, kesin olarak onu öldürmediler,
bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti."
(Nisâ/4:156-158)
İşte
günahtan kurtuluş konusunda esas farklılık
budur. Bütün Kutsal Kitap'ın tanıklık ettiği
Mesih'in Tanrı Kuzusu olarak çarmıhta ölmesi,
Kuran'da yer almamaktadırı hatta inkâr edilmektedir.
5 - Şeytan
kavramı
Tanrı'ya
inananların düşmanı olan İblis (Şeytan)
her ne kadar hem Kutsal Kitap'ta hem de
Kuran'da bulunuyorsa da, bu zatın ortaya
çıkışı ve gücü ile ilgili bazı önemli farklılıklar
vardır.
Kuran'a
göre Allah meleklere "Âdem'e secde
edin" diye emretti (Bakara/2:34). Melekler
secde ettiler fakat İblis "cinlerdendi,
Rab'binin emrinden (dışarı) çıkıp",
Âdem'e secde etmeyi reddettiği için inkârcı
oldu (Bakara/2:34; Kehf/18:50). Buna karşın
Kutsal Kitap en üstün meleklerden biri olan
Şeytan'ın Tanrı gibi olmak istediği için
cennetten kovulduğunu bildirir (Bkz. Yeşaya
14:12-17; Hezekyel 28:11-19). Rab ona şöyle
seslendi:
"Ey
parlak yıldız, seherin oğlu (İblis, Lusifer),
göklerden nasıl düştün!... nasıl yere yıkıldın!
Ve kendi yüreğinde derdin: Göklere çıkacağım,
tahtımı Allahın yıldızları üzerine yükselteceğim...
bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacağım,
kendimi Yüce Allah gibi edeceğim. Fakat
ölüler diyarına, çukurun en derinine indirileceksin."
(Yeşaya 14:12-17)
İnsanı
"meleklerden biraz aşağı" yaratmış
olan Tanrı, meleklere, insana secde etmelerini
buyurmaz (Bkz. Mezmur 8:4-8; İbraniler 2:6-8).
O, kimseyi Kendisinden başka hiçbir varlığa
ibadet ettirmez.
İkinci
önemli farklılık Kuran'ın, "Şeytan'ın
hilesi zayıftır" demesindedir (Nisâ/4:76).
Çünkü Kutsal Kitap'a göre Şeytan, yalanın
babası olan Ayartıcı'dır (Matta 4:3), bu
sapık dünyanın şimdiki "egemeni"
ve "bu çağın ilahı"dır (Yuhanna
12:30; II. Korintliler 4:4) ve "tüm
dünyayı saptıran o eski yılandır" (Esinleme
12:9). Yani onun hilesi hiç de zayıf değildir.
Fakat
burada belirtmemiz gereken bir gerçek vardır:
Kutsal Kitap'a göre insan, işlediği günahların
suçunu Şeytan'a yükleyemez. Şeytan'ın çok
güçlü olmasına rağmen Kitap'ın dediği gibi,
"Herkes, kendi kötü arzularıyla sürüklenip
aldanarak ayartılır. Sonra arzu gebe kalınca
günah doğurur. Günah olgunlaşınca da ölüm
getirir" (Yakup 1:14-15).
İsa'nın
dünyaya gelmesinin amaçlarından biri İblis'in
yaptıklarına son vermek, onları çözüp dağıtmaktı
(I. Yuhanna 3:8). Bunu özellikle çarmıhta
ölüp, ölümden dirilerek yaptı. İnsanları
kurtarmak için Tanrı'nın etkili Sözü olan
İsa Mesih,
"ölüm
gücüne sahip olanı, yani İblis'i, ölüm aracılığıyla
etkisiz hale getirmek üzere onlarla aynı
insan yapısını aldı. Bunu, yaşamları boyunca
ölüm korkusu yüzünden köle olmuş olanların
hepsini özgür kılmak için yaptı." (İbraniler
2:14-15)
Bu
nedenle İsa, müjdeleme görevini sürdürürken
hep Şeytan'ın yardımcıları, kötü ruhlarla
karşılaşıyordu. Onlar O'nu hemen tanırdı,
şöyle bağırırlardı: "Ey Nasıralı İsa,
bizden ne istiyorsun? Bizi mahvetmeye mi
geldin? Senin kim olduğunu biliyorum, Tanrı'nın
Kutsalısın sen!" (Markos 1:24). O da
onları tam yetkiyle azarlayarak kovardı.
Kuran'a
göre Şeytan ilk insan çiftinin ayağını kaydırttığında,
Allah Âdem ile Havva arasına düşmanlık koydu
(Bakara/2:36). Fakat Kutsal Kitap olayı
çok farklı açıklıyor. Âdem'le Havva günah
işledikten sonra Tanrı, her ikisine ve Şeytan'a
ayrı ayrı seslenip, ayrı ayrı ceza verdi.
Şeytan'a şöyle konuştu:
"Seninle
kadın arasına, ve senin zürriyetinle onun
zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; O
senin başına saldıracak, ve sen onun topuğuna
saldıracaksın." (Tekvin 3:15)
Bu
ayette insanlığın bütün tarihi özetleniyor.
Düşmanlık erkek ile kadın arasında değil,
Şeytan ile İnanlılar arasındadır. Kadının
zürriyeti olan Mesih, çarmıhtaki zaferiyle
Şeytan'ın başına ölümcül bir darbe indirdi.
Aynı zaman Şeytan, Yahuda'yı Mesih'e ihanet
ettirerek, Yahudi din liderlerinin yüreklerini
kıskançlıkla ve gerçekten nefretle doldurup
İsa'yı çarmıha gerdirterek İsa'nın "topuğuna
saldırdı." Fakat İsa, ölümden dirilerek
Şeytan'ı tümüyle yendi.
Bu
nedenle Mesih İnanlıları da Mesih sayesinde
Kötü olanı yenmiş bulunuyor. Artık kendilerini
şer güçlerinden korumak için çeşitli muskalar,
tılsımlar ve boncuklara başvurmazlar. Onların
içlerindeki Tanrı'nın Ruh'unun, Şeytan'dan
çok üstün olduğunu bilerek ve Tanrı'ya sığınarak
İblis'e karşı dururlar, o da onlardan kaçar
(I. Yuhanna 4:4; Yakup 4:7).
6 - İbâdet
kavramı
Türkçe
"İbâdet" sözcüğü aslında Arapça
"abd" (köle) sözcüğünden türemiştir.
Kuran'a göre insan ancak bunun için yaratılmıştır
(Zâriyât/51:56). Kuran'daki ibadet (Tanrı'ya
tapma ve kulluk etme) kavramı, insanın Allah'la
olan bir ilişkisinden çok, vermesi gereken
bir hizmet, ödemesi gereken bir borcu içeriyor.
Kelime-i şehadet'ten başka ibadet, dört
temel koşulu yerine getirmekle gerçekleşir:
bedenle yapılan namaz ve oruç, malla yapılan
zekât ve hem beden hem de malla yapılan
hac. Bunlar farzdır (Nisâ/4:103) ve hadise
göre ibadetin kesintisizi hayırlıdır. 6
Ayrıca
Kuran'a göre, Allah adını söyleyerek yapılan
"anma" ve "söyleme"
anlamındaki zikir, ibadetlerin en büyüğüdür
(Ankebut/29:45). Besmele çekmek gibi âdetler
ve tasavvuf tarikatlarının sayısız zikir
biçimleri bundan kaynaklanırlar.
Kutsal
Kitap'a gelince Tanrı'nın inananlardan en
çok istediği sevgidir: "Tanrın olan
Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün
aklınla ve bütün gücünle sev!" (Markos
12:30). Her şeyden önce Tanrı'yla içli dışılı
bir ilişkidir. İbadetin her hangi bir şekli
olmayıp Tanrı'ya "ruhsal kurbanlar"
sunmak olarak tanımlanır:
"Kendinizi Tanrı'ya diri, kutsal,
O'nu hoşnut eden kurbanlar olarak sunmanız
için Tanrı'nın merhameti uğruna size yalvarırım.
Ruhsal tapınışınız budur. Bu çağın gidişine
uymayın; Tanrı'nın iyi, hoş ve mükemmel
isteğinin ne olduğunu ayırt etmek için
düşüncenizin yenilenmesiyle değişin."
(Romalılar 12:1-2)
"Bu
nedenle İsa'nın aracılığıyla Tanrı'ya
sürekli övgü kurbanlarını, yani O'nun
adını açıkça anan dudakların meyvesini
sunalım. İyilik yapmayı ve sizde olanı
başkalarıyla paylaşmayı unutmayın. Çünkü
Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur."(İbraniler
13:15-16)
"Allah'ın kurbanları kırılmış ruhtur."
(Mezmur 51:17)
"Böylece, Tanrı'nın kutsal ve sevgili
seçilmişleri olarak yürekten sevecenliği,
iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabır ve yumuşaklığı
giyinin. Birbirinize hoşgörülü davranın.
Eğer birinizin ötekinden bir şikâyeti
varsa, Rab'bin sizi bağışladığı gibi,
siz de birbirinizi bağışlayın. Bunların
hepsinin üzerine yetkin birliğin bağı
olan sevgiyi giyinin. Mesih'in esenliği
yüreklerinizde hakem olsun. Bir bedenin
üyeleri olarak bu esenliğe çağrıldınız.
Şükredenler olun! Mesih'in sözü tüm zenginliğiyle
içinizde yaşasın. Tüm bilgelikle birbirinize
öğretin, öğüt verin, mezmurlar, ilahiler
ve ruhsal ezgiler söyleyerek yüreklerinizde
şükranla Tanrı'ya nağmeler yükseltin.
Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab
İsa'nın adıyla, O'nun aracılığıyla Baba
Tanrı'ya şükrederek yapın!" (Koloseliler
3:12-17)
Bununla
birlikte Mesih İnanlıları hem şahsen, hem
toplulukça dua eder, Tanrı'nın Sözünü okur
ve dinler, Rab'bin Sofrası denen kutlamayı
yapar, sadaka verir, oruç tutar, ilahiler
söyler (Bkz. Matta 6:1-18; Elçilerin İşleri
2:42; I. Korintliler 11:17-34). Ama burada
vurgulamak istediğimiz nokta şudur ki, bedenle
veya malla yapılan ibadet esas önemli olan
değildir. Çünkü Tanrı şekilci değildir.
Yüreğe bakan Tanrı, "kendisine ruhta
ve gerçekte tapınanları arıyor" (Yuhanna
4:23-24). Gerçeği bilmek istemeyen kişinin
ibadeti kabul edilmez. "Kim şeriatı
(Rab'bin Sözünü) dinlemekten kulağını çevirirse,
onun duası da mekruhtur." (Süleymanın
Meselleri 28:9) Yani Tanrı'nın Sözü olan
Kutsal Kitap'ı dinlemek istemeyen kişinin
duaları ve ibadetleri Rabbe iğrenç gelir.
Bu
nedenle Tanrı'nın kabul edeceği ibadet,
gösteriş için insanların gözü önünde yapılmaz.
Yaptığımız doğru işler (örneğin: sadaka
vermek, dua etmek, oruç tutmak) gizlilik
içinde yapılmalıdır. Bu konuda İsa Mesih
öğrencilerine şöyle buyurdu:
"Dua
ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın!
Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda
ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua
etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim,
onlar ödüllerini almışlardır! Siz ise, dua
edeceğiniz zaman odanıza girip kapıyı örtün
ve gizlide olan Babanıza dua edin. Gizlilik
içinde yapılanı gören Babanız da sizi ödüllendirecektir.
Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler
tekrarlayıp durmayın. Onlar, söz kalabalığıyla
seslerini duyurabileceklerini sanırlar.
Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız, nelere
gereksinmeniz olduğunu daha siz O'ndan dilemeden
önce bilir."(Matta 6:5-8)
Son
olarak şunu belirtmemiz yerinde olur: Kutsal
Kitap'a göre insan ibadet etmekle kurtulmaz,
yüreğini temizleyemez. Ancak yüreği Mesih'in
kurbanı ve aracılığı sayesinde temizlenmiş
bulunan bir kişi, Tanrı'yı hoşnut edecek
şekilde tapınabilir:
"Sonsuz
Ruh aracılığıyla kendini lekesiz olarak
Tanrı'ya sunmuş olan Mesih'in kanının, diri
Tanrı'ya kulluk edebilmeniz için vicdanınızı
ölü işlerden temizleyecektir... Buna göre
yüreklerimiz kötü vicdandan arınmış olarak...
imanın verdiği tam güvenceyle, yürekten
bir içtenlikle Tanrı'ya yaklaşalım."
(İbraniler 9:14; 10:22)
7 - Dünyanın
sonu ile cennet/cehennem kavramları
Bu
konuda, hepsinde olduğu gibi Kutsal Kitap
ile Kuran arasında bazı önemli ortak noktalar
vardır. İkisi de bu dünyanın sonundan ve
bir yargı gününden söz eder. İkisi de her
insanın ölümden dirilip Tanrı'ya hesap vereceğini
sık sık söyler. İkisi de insanların sonsuza
dek ya acı çekecek ya da huzur içinde yaşayacak
oldukları bir cehennem ile cennetten bahseder.
Yine de bazı esas farklılıklardan söz etmemek
mümkün değildir.
1)
Kuran'a göre Allah, herkesin cehenneme uğrayacağına
dair karar vermiştir: "Sizden cehenneme
uğramayacak yoktur. Bu Rabbinin, yapmayı
üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür"
(Meryem/19:71). Ayrıca bazılarının daha
sonra cehennemden çıkabilecekleri ima edilmektedir
(Bkz. En'am/6:128; Hûd/11:106-107). Kutsal
Kitap'ta durum farklıdır. Mesih sayesinde
kurtulanlar cehenneme asla uğramayacak ve
cehenneme girenler oradan asla çıkmayacaktır.
(Bkz. Danyel 12:1-2; Matta 25:46; Esinleme
14:9-11; Ayrıca daha ayrıntılı bilgi için
bkz. V. Bölüm, s. 206-207)
2)
Kuran'a göre cennetin erkeklere
yönelik zevklerinden biri cinsel
ilişkilerdir: "Onları iri
siyah gözlü hurilerle eşlendiririz"
(Duhân/44:54; bkz. Bakara/2:25; Nisâ/4:57;
Yâsin/36:55-56; Saffat/37:48-49; Sâd/38:52;
Rahmân/55:54-56; , Vakıa/56:22-24; v.b.).
Kutsal Kitap ise cennette ne seksin ne de
evliliğin olmayacağını açıkça belirtir:
"Ne
Kutsal Yazıları ne de Tanrı'nın gücünü biliyorsunuz.
Yanılmanızın nedeni de bu değil mi? İnsanlar
ölümden dirilince ne evlenir ne evlendirilir...
Bu çağın insanları evlenip evlendirilirler.
Ama gelecek çağa ve ölülerin dirilişine
erişmeye layık görülenler ne evlenir, ne
evlendirilir. Bir daha ölmeleri de söz konusu
değildir. Çünkü meleklere benzerler ve dirilişin
çocukları olarak Tanrı'nın çocuklarıdırlar."(Markos
12:24-25; Luka 20:34-36)
Aslında
bu konuya daha kapsamlı açıdan bakmak gerekir.
Kuran'daki cennet kavramı mü'minlere, cinsel
ilişkiler dışında daha birçok bedensel zevk
vaat etmektedir: "Doğrusu o gün cennetlikler
eğlenceyle meşguldürler. Onlar ve eşleri
gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
Orada meyveler ve istedikleri onlarındır"
(Yâ-sîn/36:55-57). "Ölümsüz gençler
yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen
bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler,
ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler,
arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar"
(Vâkıa/56:17-21). "Orada... içenlere
zevk veren şarap ırmakları... vardır"
(Muhammed/47:15). Kısacası Kuran'a göre
dünyada haram olan bir sürü şey cennette
yapılacaktır.
Kutsal
Kitap'ta cennet hakkında çizilen resim bundan
oldukça farklıdır. Orada Rab'bin huzurunda
ruhsal sevinç söz konusudur. "Varlığınla
beni sevinçle dolduracaksın" (Mezmur
16:11). Tanrı'yla birlikte olmanın yüceliği
ve O'nun ev halkı olarak Kendisine günah
engeli olmaksızın tapınmak, hizmet etmek
Mesih İnanlısının ümididir: "Kurtarıcımız
tek Tanrı... sizi kendi yüce huzuruna büyük
sevinç içinde lekesiz olarak çıkaracak güçtedir"
(Yahuda 24). Mesih İnanlıları olarak "Tanrı'nın
vaadine göre, doğruluğun barınacağı yeni
gökleri ve yeni yer yüzünü bekliyoruz"
(II. Petrus 3:13).
Dirilmiş
olan İnanlılar, yüce ruhsal, çürümez, görkemli
bedenler alacaklardır (I. Korintliler 15:42-44).
Şimdiden Tanrı'nın çocukları olarak kendisine
karşı savaştığımız günahın varlığından kurtulmayı
ve Rab'bi görmeyi arzuluyorlar. "Mesih
göründüğü zaman O'na benzer olacağımızı
biliyoruz. Çünkü O'nu olduğu gibi göreceğiz"
(I. Yuhanna 3:2).
3)
İstikbal kimindir? Kutsal Kitap'a göre her
şeyin Mesih'in ikinci gelişine bağlıdır.
O büyük görkem içinde bütün melekleriyle
birlikte, kendi halkını yanına almaya ve
dünyayı yargılamak için dönecektir (Bkz.
I. Selanikliler 4:13-18; II. Selanikliler
1:6-8). Ölüler O'nun sesini işitince mezarlarından
çıkacaklar (Yuhanna 5:28). Dirilerle ölüleri
yargılayacak olan O'dur (II. Timoteyus 4:1).
Sonsuzluklar boyunca egemenlik sürecek olan
O'dur. Göklerin Egemenliğine kimin gireceği
konusunda karar verecek O'dur (Matta 7:21-23;
25:31-46). Hatta Tanrı, "zaman dolunca
gerçekleştireceği tasarıya göre, yerdeki
ve gökteki tüm varlıkları Mesih'te birleştirecek"
(Efesliler 1:10). Tanrı'nın bu görkemli
tasarısı Kuran'da yoktur.
8 - Tanrı'nın
Egemenliği (Düzeni)
Bazen
Müslüman arkadaşlarımız İncil'i, dünyayı
düzenleyecek bir şeriatı getirmemekle suçluyorlar.
Gerçekten de İncil'de onların alıştıkları
türde bir şeriat yoktur. Bu yüzden Tanrı'nın
Kutsal Kitap'ta açıklanan çağlar programını
bilmeyene bu büyük bir eksiklik olarak gelebilir.
Tanrı
kendi Egemenliğini bütün yeryüzünde kuracağına
söz vermiştir: "Kendimle and ettim:
Her diz önümde çökecek, her dil bana and
edecek, diye söz ağzımdan çıktı ve geri
dönmez" (Yeşaya 45:23). Yeryüzündeki
bütün krallıkları yok edip ebedi bir krallık
kuracak (Bkz. Danyel 2:44; 7:13-14, 27).
Tanrı'nın Egemenliği'nin kralı da Tanrı'nın
Mesihi'dir (Bkz. Mezmur 2; Luka 1:32-33;
Esinleme 19:6 - 20:4; v.b.). Ama bu egemenlik
ancak Mesih'in ikinci gelişiyle kurulacaktır.
İsa Mesih ölümden dirilip göğe alındıktan
sonra Tanrı O'na "Ben düşmanlarını
senin ayaklarının altına serinceye dek,
sağımda otur" demiştir (Mezmur 110:1;
Bkz. Elçilerin İşleri 2:34-35; İbraniler10:12-13).
Ancak o zaman her şey yeniden düzenlenecektir.
İşte bütün yaradılışın inleyerek beklediği
huzur dönemi o zaman başlayacak.
O
zamana kadar ise var olan dünyasal "krallıklar"
devam edecektir. Bu çağda Tanrı'nın halkına
olan buyruk şudur: "Herkes, altında
bulunduğu yönetime boyun eğsin. Çünkü Tanrı'dan
olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı
tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, yönetime
karşı direnen, Tanrı'nın düzenlediğine karşı
gelmiş olur" (Romalılar 13:1-2). Bu
uzun dönemde Tanrı'nın Egemenliği yalnız
inanan kişilerin yüreklerinde gözle görülmez
bir şekilde kurulmaktadır. İnanlılar, başka
insanların bu ruhsal egemenliğe girebilmesi
için Tanrı'nın lütfunu açıklayan müjdeyi
bütün uluslara bildirmekle yükümlüdürler.
Ama bunu herhangi bir silahlı güce başvurmadan,
daha doğrusu sevgiyle yapmak zorundadırlar.
Efendilerini savunmaya kalkan öğrencilerine
düşmanlarını sevmeyi öğreten İsa Mesih'in
şu sözüne göre yaşayacaklar: "Kılıcını
yerine koy... Kılıcı çekenlerin hepsi kılıçla
ölecek..." (Matta 26:52).
Tanrı'nın
buyurduklarına karşı gelmediği müddetçe
ulusların yönetimlerine boyun eğer, hatta
siyasi yapıyı etkilemek amacında olmadan
en verimli ve güvenilir vatandaşlar olmaya
çalışırlar. Lâiklik kavramının kaynağı olan
İsa'nın "Sezar'ın hakkını Sezar'a,
Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin" sözündeki
ilkeye bağlı olarak "vergi hakkı olana
vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, ve
saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını"
verirler (Matta 22:21; Romalılar 13:7).
Devletin üst yöneticileri için dua ederek
ve toplumda örnek bir yaşam sürdürerek,
İsa Mesih'in ifade ettiği "yeryüzünün
tuzu" ve "dünyanın ışığı"
olurlar (Matta 5:13-14; Bkz. Filipililer
2:14-15; I. Timoteyus 2:1-2). Dünyadaki
efendilerinin her sözünü dinlerler. Bunu
sırf insanları hoşnut etmek isteyenler gibi
göze hoş görünen hizmetle değil, saf yürekle,
Rab korkusuyla, Rab'den sonsuz yaşam alacağını
bilerek, her ne yaparsalar, insanlar için
değil, Rab için yapar gibi candan yaparlar
(Bkz. Koloseliler 3:22-24). "Çünkü
Tanrı'nın Egemenliği, doğruluk, esenlik
ve Kutsal Ruh'ta sevinçtir" (Romalılar
14:17).
Yukarıda
açıkladığımız ilkeler Kuran'dakilerle çok
çelişkilidir. Kuran'da Allah için savaşmak
(cihad) ve düşmanlara karşı öç almak teşvik
edilir. Hoş görüyü buyuran bir ayette "Dinde
zorlama yoktur" (Bakara 2:256) diye
yazılmasına rağmen daha sonra gelen birçok
ayet, Müslümanlara din için savaşmalarını
buyurmaktadır:
"Ey
Peygamber, Mü'minleri savaş için coştur!"
(Enfâl/8:65)
"Savaş,
- hoşunuza gitmediği halde - size farz
kılındı." (Bakara/2:216)
"...
Eğer sizden uzak durmazlar, barış teklifi
etmezler ve sizden el çekmezlerse onları
yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün...
Düşman milleti kovalamaktan gevşeklik
göstermeyin."
(Nisâ/4:91, 104)
"Fitne
kalmayıp, yalnız Allah'ın dîni kalana
kadar onlarla savaşın." (Enfâl/8:39)
"Puta
tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları
yakalayıp hapsedin... Eğer tevbe eder,
namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını
serbest bırakın... Yeminlerini bozan,
peygamberi sürgüne göndermeye azmeden
bir toplumla savaşmanız gerekmez mi?"
(Tevbe/9:5, 13)
"Kitap
verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe
inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram
kıldığını haram saymayan, hak dînini dîn
edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi
elleriyle cizye (Müslüman olmayanlardan
alınan vergi) verene kadar savaşın."
(Tevbe/9:29)
"Ey
Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle
savaş; onlara karşı sert davran."
(Tahrîm/66:9)
"Ey
inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla
savaşın."(Tevbe/9:123)
Kuran'a
göre cihad sırasında ölenler (şehitler)
büyük bir ödül, hatta verdikleri canları
ve mallarına karşılık olarak cennette olma
hakkını alacaklardır:
"Dünyâ
hayâtı yerine âhireti alanlar, Allah yolunda
savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır,
öldürülür veyâ gâlib gelirse, Biz ona
büyük ecir vereceğiz." (Nisâ/4:74)
"Allah
şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren
ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını
- Tevrat, İncil (nerede?!) ve Kuran'da
söz verilmiş bir hak olarak - cennete
karşılık almıştır." (Tevbe/9:111)
"...onlar müslüman olana kadar savaşmaya
çağrılacaksınız; eğer itaat ederseniz,
Allah size güzel ecir verir..." (Feth/48:16)
"Allah
yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad
edersiniz... Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı
size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere... koyar." (Saf/61:11-12)
Yukarıda
verilen ayetlerden anlaşıldığı gibi Kuran
(en azından klasik Sünnî görüşüne göre)
sonuçta İslam'dan başka bir yönetime müsaade
etmez. "Sen, inkârcılara boyun eğme
(uyma), onlara karşı olanca gücünle savaş"
diye buyuruyor (Furkân/25:52). Buna göre
dünya, İslam ülkeleri olan Dâr-ül-islâm
ve Müslüman egemenliği altına girmediğinden
ötürü bir savaş alanı olarak kabul edilen
Dâr-ül-harb diye ikiye bölünür.
Devlet
işlerini dinden ayrı tutan lâiklik kavramı
Kuran'da yer almıyor. Kuran, onda İslam
yönetimiyle, hukukuyla ilgili "hüküm"
ayetlerinin bulunduğunu söyler (Bkz. Nisâ/4:65;
En'am/6:89; Âl'i İmran/3:79). "İslâm
dinine göre hüküm (yargı ve buyruk) sadece
Tanrı'ya ve Peygamberine özgüdür... Şeriat
hukukunda yargıç da bundan ötürü Kuran'a
(Tanrı hükmü) ve hadîslere (Peygamber hükmü)
göre yargılar ve yargısını saptar."
Bu yüzden dünyevi yönetimlere vergi ödememek
gibi "suçlar", genellikle Tanrı'ya
karşı günah olarak görülmez.
Sonuç
olarak bu konuyu şöyle özetleyebiliriz:
Kutsal Kitap'a göre İsa Mesih tekrar gelinceye
kadar, bütün devletlerde yaşayan Tanrı'nın
halkı varolan yönetimlere söylenmeden ve
çekişmeden boyun eğeceklerdir. Kuran'a göre
ise, Tanrı'nın halkı olan Müslümanlar Muhammed'i
inkâr eden yönetimlere boyun eğmeyip tersine,
onlara karşı var güçleriyle savaşacaklardır.
9 - Kadının
konumu
Kadın
ve evlilik konularına gelince iki kitap
arasında gene çarpıcı farklılıklarla karşı
karşıyayız. Kuran'a göre kadınlar erkeklerden
aşağıdır, onlarla eşit değerde değillerdir.
Hatta Muhammed'in sözleri olarak kabul edilen
Hadîs'lerde kadınlar gerçekten aşağılık
bir yaratık olarak görülmektedir. Örnek
olarak şunları verebiliriz:
"Kadınlar insanın karşısına (yoksa
erkeğin karşısına mı?) şeytân gibi çıkarlar."
"Kadınlar arasında sâliha kadın,
yüz tane siyah karga arasında alaca karga
gibidir."
"Kadın
eğe kemiği gibidir. Onu doğrultmak istersen
kırarsın. Onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle
ondan faydalanmaya bak."
"Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı'da,
ev'de, ve at'da."
"Kadın,
eşek ve kara köpek namazı bozar."
"Benden
sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı
fitne ve fesad olarak hiçbir şey bırakmadım."
"Bana
Cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlardı...
cehennemin kapısında durdum, oraya girenlerin
çoğu kadınlardı..."
"Bir
kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek
olsaydım, herhalde kadının kocasına secde
etmesini emrederdim."
Bunun
gibi daha fazla örnek vermek mümkündür fakat
asıl amacımızın Kutsal Kitap ile Kuran (Hadîsler
değil) arasındaki farklılıkları araştırmak
olduğu için Kuran'daki ayetlerle yetineceğiz.
Sadece şunu itiraf etmek gerekiyor ki eğer
yukarıdaki hadisler insanı erkek ve dişi
olarak yaratan Allah'ın kadınlar hakkındaki
yorumunu gerçekten ifade etseydi kadınlar
gerçekten acınacak kişiler olurlardı!
Fakat
Kutsal Kitap'a göre kadın, her yönden erkekle
eş değerdedir. Bunun en çarpıcı ve çekici
örneğini Mesih açıkladı. Yeryüzündeyken
İsa Mesih toplumun bütün kadın-erkek ayrımını
oluşturan kalıpları kırdı. Havarileri olarak
on iki erkek seçmekle birlikte en yakın
öğrencileri arasında birçok kadın vardı.
O dönemdeki Yahudi din liderlerini şaşırtan
bir şekilde İsa, ayırım yapmadan veya kadınların
akıllarını eksik görmeden, en derin öğretişlerini
onlara da açıklardı.
Örneğin,
bir gün Meryem (İsa'nın annesi değil) adında
öğrencisi İsa'nın "ayakları dibine
oturmuş O'nun konuşmasını dinliyordu."
Ablası Marta ise hizmet işlerinin çokluğundan
ötürü Meryem'i kendisine yardım etsin diye
İsa'ya şikayet ediyordu. İsa ona "Gerekli
olan tek bir şey var. Meryem iyi olanı seçmiştir
ve bu kendisinden alınmayacaktır!"
dedi (Luka 10:30-42). Ölümden dirildiği
zaman İsa ilk önce havarilerinkinden daha
büyük imana sahip olan kadın öğrencilerine
göründü (Matta 28:8-10; Markos 16:9-11;
Yuhanna 20:1-18). Her yönden kadının erkekle
eş değerde olduğu görülür.
Kadınların
konumunu aşağıdaki beş başlıkta daha ayrıntılı
bir şekilde etüt edebiliriz.
1) YARADILIŞ
Kuran'a
göre "erkeklerin kadınlardan bir üstün
derecesi vardır" (Bakara/2:228). Yani
İslam'ın evlenme ("Teehhül") hukukunda
kadınlar erkeklere göre daha aşağı bir derecede
görülürler. Kuran'a göre iki kadının tanıklığı
bir erkeğin tanıklığına bedeldir. (Bkz Bakara/2:282).
Peki neden? Buharî ve Müslim gibi kaynakların
bildirdiği bir hadîse göre, bu ayetin nedenini
soran bazı kadınlara Muhammed şöyle demiş:
"İşte bu aklınızın eksikliğindendir."17
Aynı hadîse göre, kadınların dini de eksiktir
demiş peygamber, çünkü âdet gördüğü zaman
namaz kılmaz ve oruç tutmaz. Yani bu dinsel
eksikliğin kanıtı olarak Muhammed kadınlara,
Allah'ın onları "hayızlı (âdet görür)
şekilde" yaratmış olduğunu hatırlatmış.
Buna benzer bir şekilde miras alma bakımından
da kadının mirastan aldığı pay, erkeğin
payının yarısıdır (Bkz. Nisâ/4:11, 176).
Kuran'ın
bazı ayetleri kadın-erkek ayrımı yapmadan
ikisinin cennete gidebileceği şeklinde bildirir
(Bkz. Nahl/16:97; Tevbe/9:72). Ama buna
karşı Kuran'daki cennet, erkeklerin cenneti
olarak gözükmektedir (Bkz. s. 48.)
Kutsal
Kitap'a gelince durum çok farklıdır. Tanrı
insanı yarattığı zaman, "kendi suretinda
yarattı, onu Allah'ın suretinde yarattı;
onları erkek ve dişi olarak yarattı"
(Tekvin 1:27). Yani erkek kadar kadın da
Tanrı'nın benzeyişine göre yaratıldı. Kadın
erkekle aynı yüce değere sahiptir. Onları
mübarek kılarak, ikisine hitap ederek Tanrı
şöyle buyurdu: "Semereli olun, ve çoğalın,
ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın;
...ve yeryüzü üzerinde hareket eden her
canlı şeye hâkim olun" (Tekvin 1:28).
Dünyayı birlikte yönetmek için yaratıldı.
Kadın, erkeğin kölesi olarak değil, onun
eşi olarak yaratıldı.Onun en değerli arkadaşı,
her konudaki paydaşı olmak ve kocasıyla
gerçek ruhsal birlik içinde Tanrı'ya hizmet
etmek üzere yaratıldı. Kadınlar kocalarıyla
"yaşam lütfunun ortak mirasçılarıdır"
(I. Petrus 3:8). Rab İsraillileri boşanma
konusunda şöyle azarlardı:
"Gençliğinin karısı ile senin aranda
RAB şahit oldu, o kadın ki, senin arkadaşın
ve kendisiyle ahdettiğin kadın olduğu halde
sen ona hainlik ettin." (Malaki 2:14)
2) EVLİLİK
Evlilik
konusunda apaçık zıtlıklar vardır. İlkin
Kutsal Kitap tek eşlilik buyururken Kuran'da
çok karılılık (polijini) sistemi verilmektedir.
Şu ayetleri karşılaştırın:
"Yaradan,
ta başlangıçtan insanları 'erkek ve dişi
olarak yarattı' ve şöyle dedi: 'Bu nedenle
adam annesini babasını bırakacak, karısına
bağlanacak ve ikisi tek bir beden olacaklar.'
Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir.
O halde Tanrı'nın birleştirdiğini, insan
ayırmasın." (Tekvin 2:24; Matta 19:5-6)
"Her
erkeğin bir karısı, her kadının bir kocası
olsun." (I. Korintliler 7:2)
"Hoşunuza
giden başka iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz."
(Kuran: Nisâ/4:3)
Kutsal
Kitap, Tanrı'nın insan için asıl planının
tek eşlilik olduğunu vurgulamaktadır. Örneğin
Süleyman'ın Meselleri'nin şiirsel bir bölümü
tek eşliliğin doğruluğu ve güzelliğini şöyle
dile getirir:
"Kendi
sarnıcından sular,
Ve
kendi kuyunun içinden akar sular iç.
Pınarın
mubarek olsun,
Ve
gençliğinin karısı ile sevin.
Sevimli
geyik ve lâtif ceylan gibi,
onun
sevgisi ile daima mest ol.
Ve
oğlum, niçin yabancı kadınla mest olasın,
Ve
bir ecnebi kadını kucaklıyasın?
Çünkü
insanın yolları RABBİN gözü önündedir;
Ve
onun bütün yollarını tartar."
(Süleyman'ın Meselleri 5:15-21)
Tevrat'ta
başka bir örnek de, tek eşli sevgiyi ve
bağlılığı kutlayan "şiirsel" Neşideler
Neşidesi bölümüdür. Yeni Antlaşma'da Mesih
İnanlıları topluluğunda önder veya görevli
olabilmek için "tek karılı" olmak
şarttır (Bkz. I. Timoteyus 3:2, 12; Titus
1:6).
3) BOŞANMA
Boşanma
olayı da çok çelişkilidir. Kutsal Kitap
"karısını cinsel ahlaksızlıktan başka
bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen,
zina etmiş olur. Kocasını boşayıp başkasıyla
evlenen kadın da zina etmiş olur" (Matta
19:9; Markos 10:11-12) diye buyurur. Orada
Tanrı, boşanmayla ilgili tutumunu açıklar:
"Tek yapmadı mı? Allahı RAB diyor:
Ben boşamadan... nefret ederim, orduların
RABBİ diyor; bunun için ruhunuzu sakının
da hainlik etmeyin" (Malaki 2:16).
Kuran
ise erkeklere, boşamaya karar verdikten
sonra dört ay beklemeleri gereğinden ve
bunu saygıyla yapmaktan başka her hangi
bir sınır koymamaktadır (Bkz. Bakara/2:228-232).
Yani sonuçta erkek istediği zaman karısını
boşayabilir. Fakat kadın boşanma hakkına
sahip değildir. Kadınlar ancak ellerinden
alınamayacak altın ve değerli şeyleri biriktirerek
kendilerini korumaya çalışırlar (Bkz. Bakara/2:229).
4) KARI KOCA İLİŞKİSİ
Bu
konuda oldukça büyük bir fark vardır. Kuran,
"erkekler kadınlar
üzerine hâkimdirler" (Nisâ/4:34)
ilkesine dayanarak şöyle buyurur:
Allah
Âdem ile Havva'ya: "Birbirinize düşman
olarak inin, yeryüzünde bir müddet için
yerleşip geçineceksiniz." (Bakara/2:36)
"Karılar
tarlalarınızdır, tarlalarınıza dilediğiniz
gibi girin." (Bakara/2:223)
"Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz
kadınlara öğüt verin, yataklarında onları
yalnız bırakın, nihâyet dövün." (Nisa/4:34)
Kutsal
Kitap'in öğretisine göre ise, evlilikte
ne kadın erkekten, ne de erkek kadından
bağımsızdır. Daha doğrusu ikisi diğerine
aittir.
"Erkek
karısına, kadın da kocasına hakkını versin.
Kadının bedeni kendine değil, kocasına aittir.
Benzer şekilde, erkeğin bedeni kendine değil,
karısına aittir." (I. Korintliler 7:3-4)
Kuran'da
da kadının haklarıyla ilgili ayetler bulunur
(örneğin Bakara/2:228, v.b.). Herhalde İslam
disiplini içinde kadının durumu, İslâmlıktan
önceki Arabistan'daki kadının durumuna göre
büyük bir aşamadır.18 Ama olay, hak verip
vermemenin veya kimin kime ait olduğunun
çok ötesine gider. Kutsal Kitap kocalara,
her şeyden önce karılarını özverili bir
şekilde sevmelerini buyurur. Mesih İnanlılarının
bütün ilişkilerinde olduğu gibi örneğimiz
ve ölçütümüz İsa Mesih'in yüce sevgisidir.
"Birbirinizi sevin. Benim sizi sevdiğim
gibi siz de birbirinizi sevin" (Yuhanna
13:34-35; 15:12-14). Mesih'in bizi
nasıl sevdiyse ve kendisini bizim için güzel
kokulu bir sunu ve kurban olarak nasıl Tanrı'ya
sunduysa, işte kocalar da eşlerini öylece
sevmeliler. Onlara şöyle seslenir:
"Ey
kocalar, Mesih inanlılar topluluğunu nasıl
sevip onun uğruna kendini feda ettiyse,
siz de karılarınızı öyle sevin. Kocalar
karılarını kendi bedenleri gibi sevmelidir.
Karısını seven kendini sever. Hiç kimse
hiçbir zaman kendi bedeninden nefret etmemiştir.
Tersine, onu besler ve kayırır, tıpkı Mesih'in
inanlılar topluluğunu besleyip kayırdığı
gibi. 'Bunun için adam annesini babasını
bırakacak, karısına bağlanacak ve ikisi
tek bir beden olacaklar.' Her biriniz karısını
kendisi gibi sevsin. Kadın da kocasına saygı
göstersin." (Efesliler 5:25-33)
Bununla
birlikte Kutsal Kitap'taki düzenin "Mesih'e
duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize boyun
eğin" ana ilkesi, evlilik alanında
da geçerlidir. Bu yüzden karı-kocalara seslenirken
Tanrı'nın evlilik için öngördüğü düzen şöyle
belirtilir: "Ey kadınlar, Rab'be ait
olanlara yaraşır biçimde, kocalarınıza boyun
eğin. Ey kocalar, karılarınızı sevin. Onlara
sert davranmayın" (Koloseliler 3:18-19).
Şunu hatırlamamız gerekir ki Kutsal Kitap'ta
yer alan boyun eğmek ve erkek kadının başıdır
gibi düzen kavramları hiçbir şekilde Rab
katında kadının erkekle eş değerde olduğu
gerçeğini değiştirmez. "Artık ne Yahudi
ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi
ayırımı vardır. (Galatyalılar 3:28).
5)
EVLENMEYEN KİŞİ
Son
bir nokta olarak erkeğin veya kadının bekâr
kalıp evlenmemek konusuna bakabiliriz. Bu
konuya iki açıdan bakmamız gerekir: 1) Evlenmenin,
bekâr kalmaktan daha hayırlı olup olmaması.
2) Erdenliğin, kızlar için önemli olduğu
kadar erkekler için de önemli olup olmaması.
1)
Hadîslerden birinde Muhammed şöyle konuşmuş:
"Kadını
hayırlı yapan şeylerden biri de, erken yaşlarda
evlendirilmeleridir."
Böylece
İslam'a göre bir kadının evlenmesinin, onun
bâkire kalmasından daha hayırlı olduğu anlaşılır.
Kutsal Kitap'a göre ise bir kadının veya
bir erkeğin Tanrı'nın Egemenliği uğruna
evlenmemesi iyidir (Bkz. Matta 19:11-12;
I. Korintliler 7:1, 6-8). Neden? Çünkü...
"Evli
olmayan erkek, Rab'bi nasıl hoşnut edeceğini
düşünerek Rab'bin işleri için kaygı çeker.
Ama evli erkek karısını nasıl hoşnut edeceğini
düşünerek dünya işleri için kaygı çeker.
Böylece ilgisi ikiye bölünür. Evli olmayan
kadın ya da kız hem bedence hem de ruhça
kutsal olmak amacıyla Rab'bin işleri için
kaygı çeker. Ama evli kadın, kocasını nasıl
hoşnut edeceğini düşünerek dünya işleri
için kaygı çeker... Dikkatinizi dağıtmadan,
Rab'be adanmış olarak ve O'na yaraşır biçimde
yaşamanız için... "(I. Korintliler
7:32-35)
Yani
evlenmemiş kadın veya erkek eksik değildir.
Hatta büyük bir ayrıcalığa sahiptir. Yine
de, bu şekilde bekâr kalmayı ancak böyle
bir Tanrı vergisine sahip olanlar kabul
edebilir. Tabii ki çoğunluk, Tanrı'nın insanlık
için uygun gördüğü şekilde evlenecektir.
Evliliğe saygı gösterilmelidir (Bkz. İbraniler
13:4).
2)
İslam ülkelerinde "erdenlik" öğesinin
önemi çok büyüktür. Halbuki evlenmeden cinsel
ilişkilere girmemenin önemi yalnız kızlar
için gerekli görülür. Öyle ki "bekâret"
kelimesi "kızlık" veya "kız
oğlan kız" olma durumu anlamına gelir.
Muhammed evlilik öğütleri verirken, evleneceği
kadında bekâret aranmasını tavsiye etti:
"Bâkire kadınlarla evleniniz. Çünkü
onlar doğurgandırlar, daha tatlı dilli,
dudaklıdırlar. Cinsel ilişkide ve harcamada
daha kanâatkârdırlar."20 Bu açıdan
Kuran, cennetlik erkeklere "bâkire",
yani "bakışlarını yalnız erkeklerine
çevirmiş, daha önce ne insan ne de cinlerin
dokunmuş olduğu eşler" verileceğini
söylemektir (Bkz. Vakıa/56:35-38; Rahmân/55:56).
Kutsal
Kitap'a göre evlenmeden önce veya evlilik
dışında cinsel ilişkilere giren her kadın
ve de her erkek günah işlemiştir. Hiç ayrım
yoktur. "Tanrı cinsel ahlaksızlıkta
bulunan (evlenmeden cinsel ilişkiye girenler)
ve zina edenleri (evli olduğu kişiden başkasıyla
cinsel ilişkiye girenler) yargılayacak"
(İbraniler 13:4). İsa Mesih, zinada yakalanmış
bir kadını getirip onun taşlanmasını isteyen
erkek din bilginlere şunu söyledi: "Aranızda
günahsız olan, ona ilk taşı atsın!"
(Yuhanna 8:1-11).
Kutsal
Kitap'ın standartları, şartları şöyledir:
"Tanrı'nın
isteği şudur: kutsal olmanız, cinsel ahlaksızlıktan
kaçınmanız, her birinizin, Tanrı'yı tanımayan
uluslar gibi şehvet tutkusunda değil, kutsallık
ve saygınlık içinde kendi bedenini denetleyebilmesi...
Rab bütün bu suçlardan ötürü insanları cezalandıracaktır.
Çünkü Tanrı bizi ahlaksızlıkta değil, kutsallık
içinde yaşamaya çağırdı." (I. Selanikliler
4:3-7)
Hatta
iç varlıklarının günahlarıyla ilgili olarak
İsa erkeklere şöyle buyurdu, "'Zina
etme' denildiğini duydunuz. Ama ben size
diyorum ki, bir kadına bakıp onu arzulayan
her adam, zaten yüreğinde o kadınla zina
etmiştir" (Matta 5:27-28).
Gördüğümüz
gibi diğer konularda olduğu gibi kadının
konumu konusunda da Kutsal Kitap ile Kuran
arasında büyük ve esaslı çelişkiler vardır.
Bundan doğan sonuç, kadınların durumunu
çok farklı şekilde belirleyen bu iki bildirinin
aynı kaynaktan geldiğini söylemenin mümkün
olmamasıdır.
10 - Tarihsel Farklılıklar
Yukarıda
incelediğimiz esas kavramsal farklılıklar
dışında Kutsal Kitap ile Kuran arasında
birçok tarihsel çelişki görülmektedir. Bunların
en belirgin olanları ile bulundukları ayetlerin
referanslarını aşağıda sıralayacağız:
1.
Nuh'un gemisi nereye kondu?
Kutsal
Kitap Nuh'un gemisinin Ağrı Dağına konduğunu
açıkça ifade eder, halbuki Kuran Nuh'un
gemisinin Cudi Dağına konduğunu söyler.
Kutsal
Kitap: Tekvin 8:4
Kuran:
Hûd/11:44
2.
Nuh'un oğlu boğuldu mu?
Kutsal
Kitap Nuh'un oğulları olan Sam, Ham ve Yafet'in
eşleriyle birlikte gemiye bindiklerini ve
tufandan kurtulduklarını bildirir. Fakat
Kuran Nuh'un oğullarından birisinin tufanda
boğulduğunu ifade eder.
Kutsal
Kitap: Tekvin 6:10; 7:7; 8:18; 10:1; I.
Petrus 3:20
Kuran:
Hûd/11:43-45
3.
İbrahim'in babası kimdir?
Kutsal
Kitap İbrahim'in babasının Terah olduğunu
ifade ederken Kuran onun Azer olduğunu söyler.
Kutsal
Kitap: Tekvin 11:26
Kuran:
En'am/6:74
4.
Musa ve Samiriler
Kutsal
Kitap'ta Samirilerin şehrinin Musa'nın ölümünden
yüzlerce yıl sonra kurulduğunu ifade ederken
Kuran'da Samirilerin Musa zamanında çölde
altın ineğe taptıkları yazılır.
Kutsal
Kitap: I. Krallar 16:24
Kuran:
En'am/20:85, 95
5.
Davut'la mı Gideon'la mı?
Kutsal
Kitap'a göre Calut (Golyat) Davut'a karşı
savaşmıştır. Fakat Kuran Calut'un, Davut'tan
birkaç yüzyıl önce yaşamış olan Gideon'la
savaşmış olduğunu söyler.
Kutsal
Kitap: Hakimler 7:1-7; I. Samuel 17:4, 23,
45-49
Kuran:
Bakara/2:249-252
6.
Musa'yı evlat edinen Firavun'un karısı mı
kızı mıydı?
Kutsal
Kitap'a göre Musa'yı nehirden kurtarıp evlat
edinen kişi Firavun'un kızıydı. Fakat Kuran'a
göre Musa'yı evlat edinen Firavun'un karısıydı.
Kutsal
Kitap: Çıkış 2:5-10
Kuran:
Kasas/28:8-9
7.
İbrahim Yahudi (İbrani, İsrail'li) mi, değil
miydi?
Kutsal
Kitap, İbrahim'in Yahudi milletinin doğal
babası ve Mesih İnanlıları'nın manevi babası
olduğunu ifade eder. Fakat Kuran İbrahim'in
Yahudi veya Hristiyan olmayıp bir "Müslüman"
olduğunu söyler.
Kutsal
Kitap: Tekvin 14:13; Çıkış 4:5; Romalılar
4; Gal. 3:29
Kuran:
Âl-i İmran/3:67
8.
Haman Musa'nın zamanında mı yaşadı?
Kuran
Haman'ın Musa zamanında Firavun'un veziri
olduğunu ifade eder. Fakat Kutsal Kitap
Haman'ın Ester zamanında Ahaşveroş'un (Xerxes
olarak bilinir) veziri olduğunu açıkça bildirir.
Tarih olarak, Musa ve Firavun M.Ö. 1447-1410
civarında yaşadılar, fakat Ester, Haman
ve Ahaşveroş birkaç yüzyıl sonra yaşadılar.
Ahaşveroş Pers kralı olarak M.Ö. 486'dan
465'e kadar saltanat sürdü.
Kutsal
Kitap: Çıkış 1:11; Ester 1:1; 3:1
Kuran:
Kasas/28:1-8, 38
9.
İsa hurma ağacının altında mı doğdu?
Kutsal
Kitap çok açık bir şekilde Mesih İsa'nın
Beytlehem şehrinde doğuduğunu ifade eder.
Hatta Tevrat'ın İsa'nın doğuşundan yaklaşık
700 yıl önce kaleme alınan Mika bölümünde
de O'nun orada doğacağına dair açık bir
önbildiri vardır. Kuran ise, İsa'nın çölde
bir hurma ağacın altında doğduğunu söyler.
Kutsal
Kitap: Mika 5:2; Luka 2:1-16
Kuran:
Meryem/19:23
10.
İmran'ın kızı Meryem, Musa'nın ablası mı
İsa'nın annesi miydi?
Kutsal
Kitap aynı adı paylaşan iki farklı Meryem'den
söz eder: (1) Musa'nın ablası Meryem ve
(2) İsa'nın annesi Meryem. Bunlar bin yıl
kadar farklı tarihlerde yaşadılar. Musa'nın,
ağabeyi Harun ve ablası Meryem'in babasının
ismi Amram'dı (yani "İmran").
Fakat Kuran, İsa'nın annesi olan Meryem'i
İmran'ın kızı ve Harun'un kızkardeşi olarak
göstererek bu iki dönemi birleştirmiştir.
Kutsal
Kitap: Sayılar 26:59; Luka 2:1-7
Kuran:
Meryem/19:28; Tahrîm/66:12; Tâhâ/20:25-30
11.
Eşiyle evlenebilmek için bedel olarak yıllarca
çalışan Musa mı Yakup muydu?
Kutsal
Kitap Yakup'un eşi Rahel'le evlenebilmek
için yedi yıl köle gibi çalıştığını söyler.
Musa'ya gelince böyle bir şey söz konusu
değildir. Ancak onun evlendiği kadın yedi
kızkardeşten biriydi. Kuran ise Musa'nın
iki kızdan biriyle evlenmek için on senelik
bir süreyi doldurduğunu ifade eder.
Kutsal
Kitap: Çıkış 2:16-22; Tekvin 29:18
Kuran:
Kasas/28:22-29
Bunların
dışında başka birçok tarihsel çelişkiler
daha verilebilir. Fakat bu örnekleri, Kuran'ın,
daha esaslı açılardan olduğu gibi, tarihsel
ayrıntılar açısından da kendisinden önce
gelen Kutsal Kitap'ta kaydedilen gerçeklerle
uyuşmadığını kanıtlamak amacıyla sunuyoruz.
Özet
Kutsal
Kitap ile Kuran arasındaki farklılıkları
ayrıntılı bir şekilde çalışmak için tam
bir kitap bile yetmez. Bu bölümde sadece
en esaslı çelişkileri kısaca ortaya koymaya
çalıştık.
Son
olarak bir özet yerinde olur. Arap kökenli
yazar Adel-th Khoury gayet nesnel bir şekilde
Hristiyanlığı ve İslamiyeti kendi kaynak
kitaplarını karşılaştırıp, şu kapsamlı özeti
yaptı:
[Kutsal
Kitap'a göre] Tanrı, insanı kendi benzeyişinde
ve suretinde yarattı ve yaradılışta Kendi
etkinliğinin izlerinin rastlanmasına izin
veriyor. Ama Tanrı her şeyden önce, Kendini
insanlara açıklayan ve iç yaşamını örten
perdeyi çekmeye karar veren Baba'dır. Son
ve tam Vahiy, bedene bürünen Tanrısal Söz
(Kellamullah) olarak geldi. Bu Söz, İsa
Mesih ve Tanrı'nın Oğlu'dur. Baba da insanları
kurtarmaya ve Mesih'teki lütuf aracılığıyla
onları Tanrı çocukları saygınlığına yüceltmeye
karar vermiş bulunuyor. Bu sayede yaşamlarına,
uygun bir düzen de sağlamıştır. Vahiy, insanların
Tanrı'nın ev halkı düzeyine yüceltildiklerine
dair ipuçları veriyor.
İslam'a
göre ise Tanrı, mutlak deneyüstülüğün ve
gizemin ta kendisidir. İç yaşamına kimse
giremez. Vahiy, Tanrı'nın özü ve varlığı
ile ilgili şahsi bir açıklama kesinlikle
değildir, yalnız okunan bir duyurudur, bir
Kuran'dır. Tanrı insanlara, Kendi özgür
iradesi ve yetkisiyle beyan ettiği buyrukları
bildirir. İnsanın, Tanrı'nın iradesine mutlak
bir şekilde teslim olmakla bekleyebileceği
tek şey, Tanrı'nın tahmin edilemeyen merhametine
kavuşmak ve sadık kulları arasında sayılmaktır.
Bu nedenle Tanrı'nın bedene büründüğü düşüncesi
İslam mantığına tamamen aykırıdır. Aynı
şekilde birinin ölümü sayesinde başkalarının
kurtuluşundan ve insanların Tanrı çocukları
sayılmasından söz etmek boş laflar içinde
kaybolmaktır. Tanrı'yla yarattığı insan
arasında hiçbir yönden benzerlik yoktur.
Bu nedenle insan Tanrı'nın ev halkı seviyesine
asla erişemez.21
Böylece
birçok yönden, ama başta Kutsal Kitap'ta
açıklanan Tanrı'nın bazı esas nitelikleri
ve insan için planladıkları açısından Kuran'ın,
daha önce gelen Kutsal Yazılar'a uymadığına
kanaat getiriyoruz.
Sonuç
Artık
bu araştırmanın önemini görebiliriz. Bulundukları
iddialara göre ya Kutsal Kitap ya da Kuran
Allah'ın Sözü'dür. Ama ikisi birden doğru
olamaz. Bu gerçeği iyice anlayan Sayın Ahmet
Deedat, Edip Yüksel ve daha birçok Müslüman
yazarlar, bu nedenle Kutsal Kitap'a yoğun
bir şekilde saldırıyorlar. Eğer Kutsal Kitap
gerçekten doğru olup Tanrı'nın değişmez
kurtuluş Sözü ise o zaman Kuran'a yer kalmaz.
Bu da işlerine gelmez.
Dilerseniz
bu yazarların iddialarının ne kadar temelsiz
ve zayıf olduklarını görelim...
Sonraki
Sayfa (Deedat'la Yüksel'in Kitabının 1.
Bölümüne Cevap)
|