TANRIYI ARAYISIM
Çeviren:
Thomas Cosmades
GDk yayın no: 35
Kİtap: FAL BAKMAK
GÜNAH MI?
Yazar: Richard A. Bennett
Your
Quest for God
Cross
Currents International Ministries
P.O.
Box 55 11 44
Dallas, Texas 75355-1144
ISBN: 975-8379-
© Gerçeğe Doğru Kitapları
Davutpaşa Cad. Emintaş
Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/89
Topkapı, İstanbul - Türkiye
Tel: (0212) 567 13 89
Fax: (0212) 567 73 13
E-mail: ikaratas@turk.net
www.gercegedogru.com
Baskı: Anadolu Ofset – Tel:
(0212) 567 73 13
1.
Baskı: Temmuz 2005
Önsöz
Bölüm 1
TANRI
GERÇEKTEN VAR MI?
Bölüm 2
RUHSAL REHBERİN GÜVENİLİR MİDİR?
Bölüm 3
TANRI NASIL BİRİDİR?
Bölüm 4 İNSANLARI NE AYIRIYOR?
Bölüm 5
TEMELDEKİ SORUN NE OLABİLİR?
Bölüm 6
İNSANLAR NİÇİN BÖYLESİ YANILMAKTALAR?
Bölüm 7
TANRI GERÇEKTEN BENİ SEVER Mİ?
Bölüm 8
NEREDE YAŞAM BULABİLİRİM?
Bölüm 9
TANRI’NIN AİLESİNE NASIL KATILABİLİRİM?
Bölüm 10
BUNUN ARDINDAN NE GELİYOR?
İMAN KARARIM
ÖNSÖZ
Hayat trafik gibidir. Nerelerde yürüdüğümüz, ne tür
adımlar attığımız elbette önemlidir. Nedeni
basittir; yürümekte olduğumuz yolun ilerisinde
bizi ölüm bekli-yor. Ama bu, yaşam olabilir.
Bunun için yaşam ve ölüm yolculuğunda
belirli levhalara ihtiyacımız vardır.
Sağ-lıklı levhalar esenlikli yaşama yöneltenlerdir.
İnandığı-mız Tanrı şu sağduyulu sözü belirtiyor:
“Yol
kavşakla-rında durup bakın, eski yolları
sorun, iyi yol nerededir öğrenin. O yolda
yürüyün, canlarınız rahata kavuşur” (Yeremya
6:16). Elinize ulaşan şu kitap hayat
yolunda şaşkınlıklarla karşılaşan, ciddi
ruhla yaşam yolunu tanı-mak isteyen bireye
sesleniyor. Ağırbaşlılıkla yolu aşma-ya
çalışırken, sağa ya da sola sapma kararsızlığında
bulunana konuşuyor: “Yol
budur, bu yoldan gidin” diyen Tanrı’nın
sesi (Yeşaya 30:21).
Kitabın baş konusu yetkili çağrıyı
verene ilişkindir. O kimdir? “Tek
gerçek, tel yol, tek yaşam Ben’im” diyen
İsa Mesih (bkz. Yuhanna 14:6). Sağlıklı, etkili levha işte budur. Mesih’in yolu
neyi gösterir? Gerçek kurtuluşu bulanların
sağlam yöntemini. Şimdiki geçici varlıktan
Tanrı’nın katına, sonsuz cennete ileten
kutsal-lık gönencini. “Orada cadde ve yol olacak, ona kutsal-lık
yolu denilecek. Murdar insan ondan geçmeyecek.
Sadece kurtulanlar için olacak o. Yoldan
yürüyenler bön kişiler bile olsa oradan
sapmayacaklar” (Yeşaya 35:8).
Yazar sizi bu yola yönlendirmeyi amaçlayarak
içten-likle teşvik ediyor. Bundan başka
ademoğlunun düşün-celerini, arayışlarını
ve yanılgılarını belirtiyor. Kutsal Kitap’ın
ışığında bunları aydınlatmaya çaba gösteriyor.
Tanrı’nın varlığına, isteğine, yarattığı
doğa düzenine ilgi çekici yaklaşıma değiniyor.
Tarihsel-bilimsel örnek-ler göstererek
Tanrı’nın herkese ilgisini kanıtlıyor,
insa-nın yüreğini cesaretlendiriyor. Kitaptaki
ruhsal tanıklık-lar yaşamın çeşitli katlarından
gelenlerin kişisel deneyi-midir. Bunlar
sizi hem yüreklendirebilir, hem de güç-lendirir.
Yeryüzünde güncel konuyu oluşturan
doğru-yanlış, gerçek-yanılgı üzerindeki
çelişkili görüşleri birbirinden ayırt
etmeye çalışıyor yazar. Doğal düzeyde
yaşamak-tayken iyilik ve kötülük arasındaki
sürtüşmelere sürekli tanık olan insana
doğrultuyor tezini. Sözü edilen konu-lara
ilişkin daha sağlam anlayışa kavuşmak
isteyen herkese bu özlü yazıyı tavsiye
ediyorum.
Ramazan ARKAN
Antalya
İncil Kilisesi Pastörü
Jeoloji bilgisi yeryüzünün özyaşam bilgisidir. Ne var ki, bütün özyaşam bilgileri
gibi taa başlangıca ulaşamaz.
Sir Charles Lyell
BÖLÜM 1
TANRI
GERÇEKTEN VARMI
ok çetin
görgülerle karşılaşmış biri olabilirsin.
Bunlarla savaşırken, “Tanrı beni sevebilir
mi?” diye soruşturdun. Hatta O’nun varlığından
şüpheye bile düştün.
Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın nasıl, ne biçimde var
olduğu-na gidilmiyor; ne de bunun kanıtlanışıyla
uğraşılıyor. Kutsal Söz şu açıklayışla
başlıyor: “Başlangıçta Tanrı gökleri
ve yeri yarattı” (Yaratılış 1:1).
Bu çarpıcı bilgi hem basit hem de düşündürücüdür.
Tanrı’nın varlığını ve O’nun evreni yaratan
olduğunu ilan ediyor.
Yıllar öncesi eşim Dorothy, Avrupa’nın sayılı
psikiyatri hastanelerinden birinde önem
taşıyan bir görevdeydi. Oradaki doktor-uzman
ateist olduğunu savunuyordu. Eşime inancıyla
ilgili sorular yağdırıyordu. O, “Doktor
bey” dedi, “Bilgini, uz-manlığını hürmetle
sayarım. Övülen bir üniversite okutmanısın.
Kendi alanında adın geniş çapta tutuluyor.
İzin verirsen, zama-nını vermeye yaraşır
bir öneride bulunacağım. ‘Ben ateistim’
deyip de sorunu noktalamadan önce, psikiyatri
çalışmalarına verdiğin meraka eşit sayılacak
bir hayranlıkla Kutsal Kitap’ı araştırmanı
salık vermek isterim.”
Yıllar boyu psikiyatri koğuşlarında umutsuzluk
derya-sında sürüp giden akılsal düzensizlikle
boğuşurken, kurtarıcı İsa Mesih’ten gelen
sağaltma gücüyle değişmiş kişiler olarak
o yer-den ayrılanlara taşıdı eşim uzmanın
anısını. Tanrısal dokunma-nın hasta akılda
sonuçladığı sağalma gelişimini gösterdi
ona. Özellikle, şifaları herkesçe bilinen
bir-iki hastadan söz etti. Öylesi değişmişti
ki bu insanlar; verimli yaşam yöntemine
ka-vuştu, niceleri hayranlıkta bıraktı.
Bunlar Tanrı’yı, kurtarıcı İsa Mesih’i
kişisel imanla, deneyimle tanıdı. Bu doktor-uzman
ko-nu edilenlerin en çağdaş ilaçlardan,
psikiyatri tekniğinin ince-liklerinden
bile yararlanamadığını çok iyi biliyordu.
Bir ateist veya ruh hekimi durumunda bu
köklü değişikliklere kafası eremiyordu.
Eşime, tanrıtanımaz olduğunu bildiren bu uzman
dok-tor, tutumunu değiştirdi ve ondan
kendisi için dua etmesini diledi. Bunun
yanı sıra, yaşamında ilk kez Kutsal Kitap’ı
araştı-racağını bildirdi. Bu araştırma
yedi hafta sürdü. “Bundan böyle ateizm
iddiasında bulunmayacağım” dedi. “Ama
başka bir so-runla karşı karşıyayım. Buradan
öte güçlüğüm entelektüel alan-da değil,”
diyerek sözünü sürdürdü. Tanrı’ya kesin
bağlılığın yaşam biçimini değiştirmeyi
gerekli kıldığını düşünerek, “Ken-dimi
böyle farklı bir yaşantıya atamaya istekli
bulamıyorum!” dedi. “Mesih inancına verilince
yaşam yöntemim başka olma-lı!” Konu sanki
burada kapandı.
Biz Tanrı’ya umudu yitirmedik. Doktor arkadaşımızın
kurtuluş sağlayışını kabul edebilmesi
için Baba’ya yakararak dua ettik. Bu on
yıl sürdü. Sonunda umudumuz yeşerdi. Gön-derdiği
bir mektupta artık yaşamını Mesih’e atadığını,
O’na Rabbi ve kurtarıcısı olarak iman
ettiğini belirtti. Sevinç dalga-ları yüreğimizi
okşadı. Gelişim Tanrı Sözü’nün verdiği
güven-likten kaynaklanıyordu: “Demek
ki iman, Haber’i duymakla, Haber’i duymak
da Mesih’in Sözü aracılığıyla olur” (Romalılar
10:17).
Tanrı hepimizin kendisini tanıyabilmemize yardımcı
olsun diye, varlığımızın derinine O’nun
varlığını kanıtlayan vicdan sesini koydu.
Bazıları istekleriyle Tanrı’ya inanmamayı
yeğliyorlar. Ne var ki, yeryuvarlağında
Tanrı’ya inanabilmesi olanak dışı sayılabilecek
tek insan yoktur.
Alalım fiziksel dünyayı. Tanrı burada varlığını
kanıtla-yan birçok gösterge koymuştur.
Bilim yirmi birinci yüzyılda evrenin daha
önce bilinmeyen birçok gizine ulaşabildi;
ulaşıyor da. Herkesi hayran bırakan sayısız
yeni buluş, bir tasarımcı olmaksızın evrenin
kendiliğinden meydana gelemeyeceğini bil-gine
de bilgisize de açıkça gösteriyor. Hiç
kimse bir uzay meki-ğinin tasarlayan,
hazırlayan olmadan kendi başına uzaya
çıkabi-leceğini, yeryuvarlağı yörüngesinde
dönebileceğini, kararlaştı-rılan saatte,
belirlenen yere yumuşak iniş yapabileceğini
savu-namaz. Bu ince ve ayrıntılı girişime
tasarımcılar, teknisyenler, bilginler
hep bir arada katkıda bulunur. İnsan başarısı
bazı du-rumlarda felaketle sonuçlanabilir
de. Bu sıradan, güneşin seyri, iklimler,
gökadalar (galaxy), yer-çekimi yasası,
vb birer tasarım ürünüdür Sevginin etkisi-gücü
Tanrı’nın tasarımı olmaksızın kendiliğinden
gerçekleşemezdi.
Kusurlu düzenin büyük patlama (big bang)
etkilemesiyle oluştuğuna inanmak, böylesi
düzenli bir kuruluşun sadece Tanrı tarafından
varlığa gelebileceğine inanmaktan milyon
kat daha güçtür. Tasarımlayan olmaksızın
sonuçlu bir tasarımın varlığı düşünülemez.
Tanrıtanımaz olduğunu söyleyenler de uzay yolculuğuna
koyuldu. Ama uzayda genellikle bilinen
düzen ve uyum ku-rallarını kesenkes benimsedi.
Bunları bir yana itip, biz ateizmin kurallarına
bağlıyız deselerdi herhalde yeryüzüne
geri gelemez-lerdi. Ateistler doğa kurallarına
bağlılıklarını öne sürerler. Ne var ki,
hiçbir kural kendiliğinden oluşmadı, rasgele
meydana çıkmadı. Kuraldan söz edildiğinde,
onu düşünen ve saptayan ol-duğunu tanımak
gerekir. Her kuralın gerisinde onu tasarımlayan
bulunur.
Atomun patlamasıyla oluşan kuvvetin
ve salıverilen gü-cün etkisinden doğan
dehşet genel bilgidir. Buna karşı güneşin
her saniye her yöne saçtığı kuvvet beş
milyar atom bombasının patlamasıyla eşitdeğerdir.
Dahası var; güneşten öte uzayda kuv-vetini
salıveren çok daha güçlü, daha büyük yıldızlar
var. Bun-ların ne sayısı, ne de akla hayale
gelmez etkinliği bilinebiliyor. Sayıları
milyarlar dolayında. Ama bunlar bilinemeyen
uzayın belirli bir sınırı içinde. Oradan
öte daha neler var! Bazı gökada-ların
(galaxy) saçtığı enerji bizim güneşin
verdiği enerjinin mil-yarlar kat üstünde.
Kuvvet, kuvvet, kuvvet! Gücü sınır bilme-yen
Yaratan düşünülmeden, bunca kuvvetin kökeni,
başlangıcı acaba neredendir?
Şu şaşırtıcı düzen, aklı düşünceyi sınırla kısıtlanamayan
bir tasarımlayana götürüyor. Biz O’na
kuralları, yasaları oluşturan, onları
yöneten Tanrı, ya da Allah diyoruz. O,
düşünceyle sınırlanamayan gücün kökeni,
ölçülemeyen yeteneğin kişiliğidir. Kutsal
Söz’de kutlandığı gibi:
“Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta,
Gökkube ellerinin eserini duyurmakta,
Gün güne söz söyler; gece geceye bilgi verir.
Ne söz geçer orada, ne de konuşma.
Onların sesi işitilmez.
Ama sesleri yeryüzünü dolaşır,
Sözleri dünyanın dört bucağına ulaşır”
(Mezmur 19:1-4).
“O’nun göze görünmeyen nitelikleri –başlangıcı, sonu olmayan gücü ve tanrılığı–
dünyanın yaratılmasından bu yana yapılan
işlerden anlaşılmakta ve açık açık görülmektedir.
Onun için, hiç özürleri yoktur” (Roma-lılar
1:20).
Öyledir; herhangi bir köşede, herhangi bir kişinin
Tanrı’yı
yadsımaya hiçbir özürü yoktur.
Bu sınırsızlığı, bu gücü, bu düzeni tasarlayan
sağdu-yulu insan ne denli küçük ve önemsiz
bulur kendisini! Tan-rı’nın önümüzdeki
eserleri bize kendimizi göstermekte, iç
alemimizi sergilemekte.
Kral-peygamber
Davut ruhunun tepkisini dile getirir:
“Göklerini, ellerinin yapıtını, oraya koyduğun ayı ve yıldızları görünce sordum:
İnsan nedir ki, onu anasın? Ademoğlu nedir
ki, ona ilgi gösteresin?” (Mezmur 8:3-4).
Şu çağda, yıldızlarla örtülü göklere ilişkin bilgimiz
geniş kapsamda artmış bulunuyor. Dev çapta
teleskoplar uzayla ilgili görüş yeteneğimizi
yarım milyon kez kolaylaştırdı. Uzay gemileri
dolaştıkları ırak köşelerden yeryuvarlağına
tertemiz resimler gönderebiliyor. Bu parmak
ısırtan gelişimlere tanık olan bizler
de, Mezmur’u yazan Davut’la birlikte şaşkınlığımızı
dile getirebiliriz: "Olanların
topunu yaratan Tanrı benim gibi önemsiz
bir yaratıkla nasıl ilgilenir?"
Dahası var. Teleskop çağı aynı zamanda mikroskop
çağıdır. Bugün bildiklerimiz arasında,
o görkemli evrenin yanı sıra bir de küçücük
ölçekte beliren, ancak ve ancak mikroskopla
görülebilen nesneler bulunur. Bunlar,
uzaydaki yıldızların ulu-luğu yanında
akıl almaz küçüklüktedir. Mikroskop ötesi
varlık-ların gizini ışık gücü bile gösteremiyor.
Uzun süreden beri bili-nen laboratuar
mikroskopunun başaramadığı işi elektron
mik-roskopu açıklayabiliyor; bilginlere
sonsuz-küçük varlıkların içerdiği güzelliği,
tasarçizimini, gücünü ve tarihçesini göste-riyor.
Bu çarpıcı gerçeğin ışığında, evrenlerin Rabbi
benim gibi önemsiz bir varlığı nasıl düşünebilir
sorusuyla uğraşmaya son verebilirsin.
Nükleer fizikçiler sana sonsuz küçüğün
taşıdığı önemi açıklıyor; evrenin bu yaratıklar
ve görkemli varlıklar etkinliğiyle şaşılacak
uyum kapsamında işlerliğini belirtiyor.
Atomun nötron ve proton ajanlarını yaklaşık
üç santimetrede 1/12 trilyon arasında
değiştirirsek yeryuvarlağı düzenli özdek
(madde) olmaktan çıkar, kozmik nükleer
bir patlama oluşabilir. Gerçek budur;
Tanrı’nın kurulu düzeninde sonsuz küçükle
kavram dışı büyüğün önemi eşittir.
İçimizde taze bir güvenin duygusu parlar: "İnsan
nedir ki onu anasın? Ademoğlu nedir ki,
ona ilgi gösteresin?" Adem-oğlunun
boyu bosu mudur onu önemli kılan? Kuşkusuz
değil! Tam tersine, kişiyi Tanrı’ya önemli
kılan değer bambaşkadır. Hem de Tanrı
bunu açıklıyor; gözünde niçin değerli
birer varlık olduğumuzu bize tanıtlıyor.
Yaratılış bize Tanrı’nın tasarçizi-mini,
zihnini, yasalarını, egemenliğini gösteriyor;
ama Tanrı kendisini apayrı bir yöntemle
açıklıyor. İnsansal, fiziksel sınır-ları
aşan sevgisiyle. Ademoğlu yararına en
üstün iyiliği tasar-layan Tanrı budur.
Bu Tanrı’yı bulabilmek için ruhsal haritan
kesinlikle bel bağlanılır bir harita olmalı.
DUR VE DÜŞÜN
1.
Havaya
bir avuç demir dışığı atsan, bunların
işler bir saat olarak kucağına düşmesini
umabilir misin?
2.
Şu
parmağı ısırtan kusursuz düzenin
kendi başına, yaratan Tanrı olmaksızın
biçimlenebileceğini düşünebilir
misin?
3.
Kusursuz
düzenin Yaratan-Tanrı’ya, O’nun
tasarçizimine, yasalarına, gücüne
tanıklık etmekte olduğunu varsaysak
da bu bilginin seni Tanrı sevgisine
yöneltebileceğini tasarlayabilir
misin?
|
Kapkaranlık bir mağaraya elinde
bir fenerle giren,
orada kolaylıkla ilerleyebilir.
Plato
Doğa, mağaranın girişinden
görülen sönük bir ışıktır.
Tanrı Sözü fenerimizdir.
A. H. Strong
BÖLÜM 2
RUHSAL
REHBERİN GÜVENİLİR MİDİR?
ir süre
önce haber bültenleri bir uçağın yolcularıyla
bir-likte mahvolmasının nedenini yanlış
radar sinyaline da-yandırdı. Bu korkunç
bir kazaydı; ama bireylerin kendi-lerini
felakete sürükleyen bir yaşamsal radar
sistemine bel bağ-lamaları daha da korkunçtur.
Her çağda olduğu gibi şimdiki dönemde de yeryuvarla-ğında
bir sürü çelişkili ve kafa şaşırtıcı sesler
duyulmakta. Her biri Tanrı’yla ilgili
rehber olduğunu savunmakta. Acaba hangi-sinin
gerçek olduğunu nasıl bilebileceğiz? Diri
Tanrı’yı ciddi tutumla arayanlardansan,
yanlış pusulayla yolunu bulmaya çabalama.
Bu, ateşle oynamaktır. Konu senin kendi
sonsuzunu ilgilendirir.
Bir düşünür-devlet adamı şu gözlemde bulunuyor:
“Tanrı Sözü şaşırtıcı nitelikte özgünlük
damgasını taşıyor. İnsan aklının kavrayamadığı
bir uzaklık onu iddialı bütün yazılardan
ayırıyor.” Başka bir devlet adamı da şöyle
diyor: “Tanrı’nın insan soyuna vermiş
olduğu benzersiz bir armağanıdır O’nun
diri Sözü.” Daha pek çok önemli kişi bu
kapsamda konuştu. Onu araştıran gerçekçi
insan bunun kendine özgü bir kitap oldu-ğunu
anlamakta güçlük çekmez. Kral-peygamber
Davut Kutsal Söz’e nasıl güvendiğini şu
betimsel dille anlatır: “Söz’ün adım-larım
için çıra, yolum için ışıktır” (Mezmur
119:105).
Çağlar boyunca taa günümüze dek ademoğulları,
Havva kızları Kutsal Kitap’a yaşam rehberi
olarak baktı. Kutsal Ki-tap’a düşman kesilenler
buna güveni sarsmak için her çabaya koyuldu,
hem de koyuluyorlar. Tüm uğraşlar havanda
su döv-mekle eşit kaldı. Tanrı Sözü bütün
çağlarda sapasağlam durdu, dünya eserleri
arasında kendine özgü yeri korumakta güçlük
çekmedi. Ademoğullarının güvene gereksinimi
vardır. Temel güvenlik Kutsal Kitap’tan
kaynaklanır. Onu esinleyen Tanrı defalarca
ona mührünü bastı, ona ‘Tanrı Sözü’
dedi. Kutsal Ki-tap’ın sayfalarından,
edebiyat eserleri arasından bilgi kovalayan
ciddi bir araştırmacı şu nesnel (objektif)
sonuca varmakta güç-lük çekmez: “Tüm
Kutsal Yazı Tanrı esinlemesidir” (II
Timo-teos 3:16).
Yeryüzünün her köşe ve bucağında
Kutsal Kitap’ı kendi dilinde okuyan ya
da kasette dinleyen çeşitli insanlar onun
bire-yi Tanrı’ya yönelttiğini anlıyor.
Elbette, onun güvenilirliğini gi-dermeye
didinen güçler boş durmuyor. Ama güçlü
sayılan top-lar tanrısal kaleyi sarsamıyor.
Kutsal Kitap tek bir yazarın kale-minden
çıkmış olsa, konusunda düzenli denebilecek
aşamalar belirirdi. Ne var ki, kitaplar
kitabı tek bir yazarın çabası değil, tersine
çeşitli kültür ve geçmişten gelmiş yazarların
sunduğu yapıttır. Bunlar bin altı yüz
yılı kapsayan zaman döneminde yaşadı.
Buna karşın Tanrı gerçeğini düzenli, uyumlu,
gelişimli biçimde tüm çağlara sundu. Bu
kendiliğinden küçük dili yut-turacak bir
olgudur.
En azından bunun kadar önemli sayılan arkeoloji
arayış ve buluşlarından söz edilmeli.
Arkeoloji bilimi geçmişe ışık tu-tan çok
önemli bir uğraştır. Bu çalışmaların ışığı
altında Kutsal Söz’de konu edilen pek
çok olaya, tarihsel belgeye yaklaşım hem
yararlı, hem de verimli olmuştur. Şu anda
arkeoloji araştır-macıları birçok yerde
kazıyla uğraşıyor, Tanrı Sözü’nü kıyasıya
kınayanların ne denli aldandığını kanıtlarla
gösteriyor. Bu kitabı seven ve sayanların
çağdaş arkeoloji bilimine ve buluşlarına
borcu belirtilmeli.
1868 yılında bir Alman bilgini Ürdün’ü ziyaret
etti. Bu ülke Eski Antlaşma döneminde
Moab’tı. Adı Klein olan bu uz-man taş
bir anıta rastladı. Otuz dört satırdan
oluşan, o dönemin kralı Meşa tarafından
yazılan bu tarihsel belge kral Meşa’nın
İsrail’e başkaldırmasını dile getiriyor.
İsrail’in kralları Omri ve Ahab’tan söz
ediyor. Bu krallara Eski Antlaşma sayfalarında
rastlanır. Hem arkeoloji, hem de Eski
Antlaşma kaydı İsrail krallarının Moab’a
karşı baskısından söz etmekte. Bu, yüksek
sayıda Kutsal Kitap belgesinin doğruluğunu
gösteren kanıtların sadece bir tanesidir.
Gerçekten,
Kutsal Kitap Tüm İnsanlığa Seslenen Tanrı
Mesajıdır
Bu çeşit
kanıtlara karşın Kutsal Kitap konusunda
şüphe kurdu eğleştirenler eksik değil!
Uğraşlarını salt eleştiriye yöneltenler
her çağda olumsuz savlarını sürdüregelmiştir.
Hiçbir kanıtla gerçeğe inanmayanların
yanı sıra gerçeği sevinçle kucaklayan
bilginler-düşünürler de vardır. Bunlar
Tanrı Sözü’nün öncesiz ve sonsuz çağları
kapsayan kaynak olduğunu değerlendiriyor.
Kutsal Söz zaman ve mekan sınırlılığının
ötesine giden tanrısal belgedir.
Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, bilimin
yeryü-zünde varoluşumuzun nedenini anlatamamasına,
öte yandan da yaşamın bitiminde neler
olacağını kestirememesine değinebili-riz.
Yine, bilim yaşamın gizini çözemez; insan
canının değerini bildiremez. Bilgin ya
da sıradan kişi ne denli akıllı-öğrenimli
olsa da fizik ötesi bilgiyi edinebilmek,
sınırı olmayan gerçeği çözebilmek için
tanrısal aydınlatmaya gereksinimlidir.
İnanlı bir bilgin, Fransız Blaise Pascal
(1623-1669) şöyle demişti: “Man-tığın,
usavurmanın en üstün başarısı bu yöntemlerin
kendi sınırlılığını tanımaktır.” Varlığımızın
temelde yatan sorunlarına Tanrı Sözü’nün
yönlendirmesi olmaksızın erişemeyiz.
Kutsal
Kitap’ın Tanrı Sözü Olduğunu Kanıtlayan
Önemli İki Göstergeye Dikkaki Çevirmemiz
Gerekir
İlki,
pek çok kişiyi hayrette bırakan peygamberlik
bildirilerinin gerçekleşmesi. İkincisi
de, onu ciddiye alanların yaşamında kesin
ve tümleç etkileme.
Kutsal Kitap’ın Peygamberlikle İlişkili Doğruluğu
Hepimizin
derininde gelecekle ilgili bir merak duygusu
bu-lunur: Gelecek nasıl olacak? Kutsal
Kitap geleceğe ilişkin en önemli olayların
bildiricisidir. Bunların birçoğu girift
ve merak uyandırıcı ayrıntılarla sunuluyor.
Ama kuşkulu kişi sorabilir: "Nasıl
bilebiliyorsun?" Bunun yanıtını bir
örnekle anlatalım: Daha önce hiç ziyaret
etmediğin kırsal bir bölgede tatildesin.
Sağa sola yürüyerek bu yeri araştırıyorsun.
Elinde sana rehber olabilecek bir harita
var. Dünkü gezide haritayı kesenkes güve-nilir
buldun. Bugün başka bir patikayı izlemekle
ilgileniyorsun. Önünde hiç bilmediğin
arazi var. Haritanda verilen bilgiye göre,
sola dönersen bir ormanlığa rastlayacaksın;
orada oldukça bü-yük bir gölle karşılaşacaksın.
Bu gölü görmekle ilgileniyorsun. Ne yapacaksın?
Kuşkusuz haritada gösterilen yöntemi izleye-ceksin
ve sola döneceksin. Biri bunun nedenini
soracak olsa herhalde, “dünkü gezimde
haritanın verdiği bilgiye dayanarak yürüdüm,
verilen bilgiyi doğru buldum” diyeceksin.
Hiç bilme-diğin o yeri harita sana doğru
biçimde bildirmişti.
Kutsal Kitap’ın en çarpıcı özelliklerinden biri,
daha ger-çekleşmemiş olaylara kesin yerindelik
ve yanılmazlıkla pey-gamberlik etmektir.
Gerilere uzanıp çok önceden bildirilmiş
gelişimlerin daha sonra kesenkes gerçekleştiğine
tanık oluruz. Olaylar yüzlerce yıl önce
peygamberlerce açıklandı, sonradan da
yerini buldu.
Bu peygamberliklerin olağanüstü bir amacı dikkatten
kaçamıyor: Gelmiş geçmiş halkları, toplumları,
İsrail ulusunu ve Orta Doğu ülkelerini
içeriyor. Bunlardan da önemli bir gözlem,
Mesih’in gelişiyle ilgili yüzlerce önbilim
ve peygamberlik açıklamasıdır. Bu gerçekleşmeler
bugün tarih olmuştur. Örneğin, Mesih’in
erden bir kızdan doğacağı olaydan yaklaşık
yedi yüz yıl önce bildirildi (bkz.
Yeşaya 7:14; Matta 1:29), peygamberin
ayrıntılarla duyurduğu gelişim bildirildiği
gibi gerçekleşti. Bu sıradan yüzlerce
peygamberlik sözüne işaret edilebilir.
Bu bütünlemelere bakıldığında, Kutsal Kitap’ın
şu dönemin ilerisinde ‘olacak’
dediği olayları saygıyla, korkuyla bekleriz.
Zaten olaylar zinciri Kutsal Kitap’ta
bildirildiği gibi bir askerlik düzeniyle
art arda gelişiyor. Bugün Kutsal Kitap’ı
okuyan sanırsın ki yarınki gazeteyi okumaktadır.
Eski Antlaşma’daki peygamberlikler
üzerinde uzman sayılan bir tanrıbilimci,
orada teker teker konu edilen önbilime
dikkatimizi çektikten ve Mesih’in yeryuvarlağına
insan bede-ninde geleceğini duyuran peygamberlik
belgelerine değindikten sonra çekici nitelik
taşıyan bir soru soruyor: Gelmiş geçmiş
din kurucuları arasında hangisinin insanlığa
geleceği daha önce bil-dirildi? Halep
orada ise arşın burada diyerek çeşitli
din bağlı-larını peygamberlerinin gelişini
açık ve belirgin biçimde bildi-ren tanrısal
bir önbilimi göstermeye çağırıyor. Hiçbir
din kuşa-ğında böyle bir belgeye rastlanamadığını
kesenkes kanıtlıyor. Şu ilerleme çağında
bilgisayarların verdiği önyargıya dayanarak
herhangi bir ülkede seçim sonuçlarının
hangi yöntemi izleye-ceği bildiriliyor.
Kuşkusuz, bunların tanrısal bildiriye
gereksi-nimi yoktur. Bir seçimde kimin,
hangi partinin önde geleceğini açıklayan
seçim sandığı sonuçları ön bilgidir. Vakit
vakit bunlar da aldanabiliyor. Gelgelelim
daha ileri zamana. Belirli bir par-tinin
otuz yıl sonra başbakan adayı kim olacak
sorusunu doğru ve kesin biçimde yanıtlayabilen
bir anket ajanına hiçbir yerde rastlanamaz.
Bu aday nerede doğmuş, annesi-babası kimdir,
ilerideki yaşamı nasıl belirecek, ne zaman
ölecek, vb. Bu tür sorular gülünç olur,
değil mi? Bu sıradan başka bir soruyu
biçimlendirelim: Bin yıl sonra Orta Doğu’da
neler olacak? Hangi devletler batacak,
hangi kentler viran olacak, vb?
Bu gizleri bildiğini savlayan biri çıksa bile,
ona yeni yeni sorular doğrultularak kafasındaki
gerçek payı enikonu araştırılacak. Önbilimi
olduğunu savunanın şarlatanlığı çok geçmeden
anlaşılacak. Topyekün önbilim sadece Tanrı
esiniyle tümlenir. Sonu önceden bilme
ve bildirme özelliği salt Tanrı’ya özgüdür.
Başka hiçbir kaynakta bilinemeyen, rastlanamayan
böylesi ayrıntılı bilginin kökeni salt
Tanrı olabilir. Aklı şaşırtan bu tür bilgiye
rastlanan tek kaynak Kutsal Kitap’tır.
Bu dönemde, Orta Doğu’nun sayılı liman kentlerinden
Sur (Lübnan’da) geliyor akla. Kutsal Kitap’ta
Tanrı bu kente ilişkin bazı önemli bilgi
iletmiştir. Nesnel gerçekle ilgilenen
düşünür Ezekiel 26:3-21’yi okusun,
bildiği her dilde bu Söz’e baksın. Ardından
ciddi bir Ansiklopedi’ye başvursun. Her
iki yerde aynı olayla karşılaşacak: İlki
2600 yıl önce verilen pey-gamberlik Sözü,
ardından son yıllarda düzenlenen Ansiklopedi.
Peygamberlik: Aşağıdaki olaylardan çok
önce Tanrı Sur’la ilgili çalkantılı geleceği
bildirdi. Şu sözlerle:
“Ey
Sur! Sana karşıyım... Ulusları senin üzerine
sal-dırtacağım. Sur’un duvarlarını yıkacak,
kulelerini yerle bir edecekler.”
Bu
çarpıcı duyurunun yanı sıra, o namlı kentin
kuruldu-ğu yer “kökten kazınacak, çıplak
bir kayalığa dönüştürülecek” doğrultusunda
bir yargı da duyurulmakta. Daha da ileriye
gidi-lerek şu gelişim bildiriliyor: “Taşlarınızı,
kerestenizi, toprağı-nızı denize atacaklar.”
Ve aklın kestiremeyeceği bir peygam-berlik:
“Balıkçıların ağ gerdikleri bir yer
olacaksın” (Hezekiel 26:3,4,12,14).
Ve dikkatimizi tarihe çevirelim: Açacağınız
bir Ansik-lopediden, Babil İmparator’u
Nebukadnetzar’ın Sur kentini yer-le yeksan
ettiğini öğrenebilirsiniz. Hisarlarını,
kulelerini Kutsal Söz’de önceden bildirildiği
gibi harap etti. Daha sonra Büyük İskender
o eski kenti kökten kazıyarak çıplak bir
kayalığa dö-nüştürdü. Ardından, karayı
adayla birleştirmek için yıkılan ken-tin
molozlarıyla denizi doldurdular. Tıpkı
önceden peygamber-lik edildiği gibi: Taşlar,
keresteler ve toprak yığını hep denizi
doldurdu. Günümüze dek o görkemli Sur
kentinin kalıntıları denizin suyu altında
gömülüdür. RAB Tanrı böyle olacak demişti–Kutsal–Söz’de
ve aynısı oldu. Sur bugün bir kenttir;
ama o önceki başı yukarda kent değil!
Eski kentin kesin yıkımı 1291’de bütünlendi.
Bugün Sur’u ziyaret eden, sözü edilen peygamberlik-lerin
akıl almaz biçimde yerini bulduğuna tanık
olur. Birkaç balıkçı kulübesi bu küçük
yerin başlıca manzarasıdır. Balıkçı kayıkları
denize açılıyor, ağlar kayalarda kurutuluyor.
Böyle bir geleceği insan öngörüşü bildirebilir
miydi? Nasıl viran oldu derisine sığmayan
Sur? Kutsal Kitap’ta haber verilmişti
bu gelişim.
Bir tarihçi-arkeolog Sur’la ilgili yedi peygamberliği
bu-günün Sur’u ile karşılaştırıyor. Ezekiel’in
önceden duyurduğu peygamberliklerin rasgele
söylendiğini, rasgele gerçekleştiğini
öne sürecek olan bir şüphecinin doğruluk
olasılığını da hesaba vurarak şu gözlemde
bulunuyor: Varsayalım ki, Hezekiel kendi
gününün Sur’una karşı kin besleyerek bu
sözleri kafadan attı, okuyucuya zekasının
keskinliğini yutturabildi ve bu yedi peygamberlik
bildirisi upuygun tümlendi. Konusu edilen
araştır-macı-uzman, insan düzmesi böyle
bir bildirinin gerçekleşebilme olasılığına,
75 milyonda bir olasılık tanıyor. Kutsal
Kitap pey-gamberliklerinin doğruluğu
bu tür kanıtlarla da belgeleniyor.
İsa
Mesih’in dünyamıza gelişi ve bunun nasıl
olacağı Eski Antlaşma’da çeşitli açıklamalarla
bildiriliyor. Bu doğumu kaleme alan öğrenci
Matta daha önce bir gümrük memuruydu.
Peygamber açıklayışlarının dört ayrı durumda
nasıl gerçekleş-tiğini yine insanın aklını
çalan kesinlikle anlatıyor. Bunlardan
biri okuyucuyu Mika’nın peygamberliğine
taşıyor. Mika kendi döneminin haksız-adaletsiz
yöneticilerini sert dille kınarken, halkı
hakça yönetebilecek kimse bulunmadığına
içi sızlıyordu. Bu yürek burkucu durumla
boğuşurken Tanrı peygambere par-lak geleceği
gösterdi. Halka adalet-doğruluk kapsamında
bir yönetici göndereceğini bildirdi. O’nun
kim olduğunu, nerede doğacağını kesenkes
anlattı:
“Ancak sen ey Beytlehem Efrata, Yahuda binleri ara-sında küçük sayılırken,
İsrail’i benim adıma yönetecek olan senden
çıkacak. O’nun çıkışı eski vakitten, ezeli
günlerdendir” (Mika 5:2).
Tanrı
Mika’ya, özlenen Yönetici’nin Efrata Beytle-hemi’nde
doğacağını bildirdi. Çok ilginçtir; ülkede
iki Beytle-hem bulunuyordu. Öbürü, Zebulun
yöresindeydi (bkz. Yeşu 19:15).
İsa’nın hangi Beytlehem’de doğacağı da
kesinlikle bil-diriliyor. Ayrıca İsa,
ailesinin bulunduğu Nasıra’da doğmaya-cak,
ama Efrata Beytlehemi’nde doğacak. Bunun
nedeni de il-ginçtir: Roma İmparatoru
yazılı bir buyruk çıkardı, genel sayım
ilan etti. Her ailenin atasıyla ilgili
kente giderek orada sayılma-sını buyurdu.
Meryem’le Yusuf’un kökeni Beytlehem’de
oldu-ğundan bu yere yolculuk ettiler.
Böylece İsa’nın dünyaya gelişi Beytlehem’de
oldu. Önemi az bir Yahuda kasabası. Meryem
İsa’ya hamileydi; giderlerken yolda doğum
yapabilirdi. Hayır; Beytlehem’e vardılar
ve Meryem orada doğum yaptı. Çünkü Tanrı
peygamber Mika’nın kalemiyle bunu bildirmişti.
Eski Antlaşma’da İsa’nın gelişiyle ilgili
pek çok peygamberlikten bir tanesidir
bu. Tanrı orada şunu bildirir:
“Sonu taa başlangıçtan, henüz olmamış olayları çok önceden bildiren, ‘Tasarım
gerçekleşecek, istediğim her şeyi yapacağım’
diyen BEN’İM” (Yeşaya 46:10).
Şimdi
yine:
“Olup bitenleri çok önceden bildirdim, ağzımı açıp duyurdum. Ansızın yaptım
ve gerçekleştiler... Bunları size
çok önceden bildirdim, olmadan
önce duyurdum. Yoksa ‘Bunları yapan putlarımızdır,
olmalarını buyu-ran oyma ve dökme putlarımızdır’
derdiniz” (Yeşaya 48:3,5).
Tarihsel
gelişimler Eski Antlaşma’da Tanrı’ca bildirilen
bu peygamberliklerin kesin sonuçlamayla
%100 tümlendiğini gösteriyor.
Kutsal Kitap’ın Yetkin Etkisi
Kutsal
Kitap’ın Tanrı Sözü olduğunu kanıtlayan
başka bir gös-terge, bunun yeryuvarlağında
yadsınamayan etkisidir. Kişisel, kültürel,
toplumsal, etiksel bakımdan Kutsal Kitap’ın
mesajı insan soyuna başka kaynaktan gelemeyen
bir yükselme getir-miştir. Bunun yayıldığı,
okunduğu yerlerde cana değen etkisi her
köşede duyulur.
Elinizdeki kitap baskıya verilmeden
önce bir dost bizi ziyaret etti. Birlikte
kitabın metnini gözden geçirdik. Bu arka-daş
tez heyecanlanan biri değildi. Yedinci
bölümü okumaktay-ken içtenlikle ağlıyordu.
İki kez okumayı durdurarak Tanrı-mız’a
şükür duası yükselttik. Orada belirtilen
Tanrı sevgisi bize hamt duygusu getirdi.
Birlikte Tanrı’ya teşekkür ettik; insana
katlanışı, lütfu ve sevgisinin her tür
armağanıyla yaşamı dona-tan sağlayışları
için kendisine ne denli borçlu olduğumuzu
an-lattık. Oracıkta Tanrı’nın canı ihya
eden huzuruyla içimiz sevinç doldu. Daha
sonra yeniden buluştuk.
Arkadaşım için o gün önemliydi. Bir yıl önce zevki
okşayan lüks bir apartmanda yaşıyordu.
Tek başınaydı. Ama bugün buluştuğumuz
yer basit bir konuttu. Önceki yerin tüm
güzelliğine karşın bu ona sevinç getiremiyordu.
Hem de öylesi bir ruh çalkantısındaydı
ki, yaşamın tadı kalmamıştı. Mutluluğa
kavuşmak için bedenin bütün iştahlarını
karşılıyordu. Kokaine tutulmuş, bu alışkıya
oluk oluk para akıtıyordu. En çok aranan
viskiler güncel alışkısıydı. Cinsel ilişkiler
hesapsızdı. Yıllar boyu bir ülkeden öbür
ülkeye, kara parçalarına gider, namlı
kişilerle koklaşır, yersel servetin neler
yapabildiğini görürdü. Varlıkta yüzenlerin
dünyasında eğleşirdi. Unutamadığı o gece
yalnızlık baskısı taa derinlerine çökmüştü.
Bu yalnızlıkta, tek düşüncesi boğuşmakta
olduğu umutsuzluktu. Ve içinde yaşadığı
dünyadaki kudurganlıklar, çalkantılar...
Acaba bir çıkış yolu var mı diye arpacı
kumrusu gibi düşünceye daldı.
Kesin kararlılıkla içi dolu silahına uzandı eli.
Onu şaka-ğına dayadı, parmağı tetiğe yapıştı.
“Tüm duyguların yok olaca-ğı bilinmezlikten
beni otuz santim ayırıyor” diye düşündü.
Hemencecik baskılar, çalkantılar, korkular
noktalanacak. O an, arkadaşım bunun nasıl
olduğunu şimdiye dek bilemiyor. An-sızın
televizyon programı değişti. Bir konuşmacı
belirdi ekran-da. Kutsal Söz’den bir vaaz
veriyor, ilerisi için umut bulundu-ğunu
üsteliyordu. Vakit geceyarısına dokunuyordu.
Yapayalnız olan bu dost hemen yüzüstü
yere attı kendini; Tanrı’dan, İsa Mesih’ten
af ve merhamet dileğinde bulundu.
Arkadaşımın yaşamı ve yaşam seyri öylesi köklü
bir değişiklikten geçti ki, az önce anlatmaya
çalıştığım o çalkantılı ortama büsbütün
ters düşen bir yaşamın ışığı yandı. O
daha dünyaya gelmeden anası babası onun
için dua etmişti. Gençken Kutsal Kitap’ı
okumuştu, ama yaşamıyla ilgili mesaja
yüz çevirmişti. İçinde yüzdüğü varlık-bolluk-zevk
dünyasından Tanrı’yı ve Mesih’i dışladı,
aklın alamayacağı uçarlığa teslim etti
tüm varlığını.
Tanrı’yla karşılaştığı o unutulamayan geceden
on yedi yıl geride bu insan deri kaplı
çekici bir kitap satın almıştı. Ne vardı
onda? Yazısız bembeyaz sayfalar. Kovalayışı,
günlerinin en önemli olaylarını oraya
yazmaktı. Ne var ki, fütursuzlukla akıp
giden o on yedi yılda kitaba kaydedebileceği
bir tek anlamlı olayı düşünememişti. Bu
geçen yıllarda Tanrı’ya, Mesih’e sırt
çeviren arkadaşım şaşırtıcı, içeriği baştan
başa kaygılı bir yolun nereye ileteceğini
bilemeyen yolcusuydu. Bu korkutucu yolculuk
yıldız falcılığıyla başlayarak rock müziğine
uzandı, medyumculuk durağında eğleşti.
Daha sonra yoga yo-luyla ruh rahatlığını
aradı, burada da esenliği bulamadı. Doğu
dünyasının mistik inançlarından medet
umdu. Bunda da umut ışığı yanmadı. Kısacası,
o boş kitaba yazabileceği tek parlak olaydan
söz edemedi. Sonunda, o apaydın karşılaşmayla
Me-sih’i buldu, dışladığı Tanrı’ya O’nun
aracılığıyla tüm varlığını verdi.
İşte o akşam deri kaplı kitaba ilk girişi koydu.
Cana can katan o sevindirici sözleri ben
de okudum. Satırlarda sanki bir güzellik
ve kutsallık ışığı parlıyor: Tanrı, sevgisi
ve kayrasıyla ruhsal görmezliği giderdi,
onu kapkaranlık bir ölümün amansız pençesinden
çekip kurtardı.
Bu tür ruhsal görmezlikleri ışığa kavuştursun,
egemen kesilen karanlığı dağıtsın diye
Tanrı kendisini Kutsal Kitap’ta açıkladı.
Kutsal Kitap’a sahipsen onu oku, sahip
değilsen kesin-likle elde et ve Tanrı’ya
derin saygıyla oradaki sözleri sana ya-zılmış
mesaj olarak değerlendir, seni her tür
günahtan, hatadan kurtarsın diye Mesih’e
yakar. Kutsal Söz’e istekli ruhla yaklaş,
oradan ruhsal ışık yöntemini ara.
Tanrı’nın kişiliğini, kendisine ilişkin dediklerini
sadece Kutsal Kitap’tan öğrenebilirsin.
Orada gerçekle yüzyüze gelebi-lirsin,
dünyanın hiç sönmeyen ışığıyla tanışabilirsin.
DUA
Ya
Rab, Söz’ün kalıcıdır. Adımlarımızı yöneltir;
Onun
gerçeğine inanan
Aydınlanır,
sevince kavuşur.
DUR VE DÜŞÜN
1.
Kutsal
Kitap’la boy ölçüşebilen başka bir
kitap ve yazı var mıdır? Geleceği
kesenkes bildiren kitap.
2.
Kişisel ilişkilerinde yaşamı Kutsal Kitap’ın etkileme-siyle değişmiş kişileri
tanıyor musun?
3.
Kutsal Kitap’ı önemsemezlikten geldiğin hiç oldu mu? Onu açık fikirle okumaktan
hiç kaçındın mı?
|
Cennete ve cehenneme ilişkin sorunlarımız
olabilir. Bunlar bir arada kafayı yorabilir.
Ama Tanrı sorunu yanında hiçtir bu konular.
O’nun varlığı nasıl anlatılabilir? O nasıl
biridir? Düşünen kişiler durumunda bize
düşen sorumluluk nedir?
A. W. Tozer
BÖLÜM 3
TANRI
NASIL BİRİDİR?
erkes yaşamın belirli
bir döneminde kuşkusuz sormuştur: “Tanrı
nasıl biridir?” Tanrı egemen esiniyle
soruyu ya-nıtladı; ama kendi tasarımıyla
düğümü çözmeye çalışanlar Kutsal Kitap’tan
bilgi edinmek dururken uslamlamalarıyla
bir sonuca varmaya koyulurlar.
Kişisel akıl yorma yoluyla Tanrı sorununun çözümüne
çalışanlar Kutsal Kitap’ta gösterilen
yöntemi değiştirmeye di-dinmekteler. Kutsal
Söz şu bilgiyi iletir: “Tanrı, ‘İnsanı
kendi benzerliğimizde, kendimize benzer
yaratalım’ dedi” (Yaratılış 1:26).
Buna karşı ademoğulları meydan okurcasına
atak bir savı kanıtsamaya gidiyor: “Tanrı’yı
kendi benzerliğimizde yarata-lım!” Böyle
diyerek şu Sözü gerçekleştiriyorlar: “Ölümsüz
Tan-rı’nın yüceliğini ölümlü insana değiştirdiler”
(Romalılar 1:23). İnsan buluşu tanrılar
güçsüzdür, gülünçtür, güvenliksizdir.
Ademoğlu ne denli zekalı olsa, bu dünyanın bilgeliğiyle
diri Tanrı’yı keşfedemez: “Çünkü Tanrı
bilgeliği karşısında dünya insan bilgeliğiyle
Tanrı’yı bilmedi” (I Korintoslular
1:21). Eğer Tanrı insansal bilgelikle
bulunabilseydi çok küçük bir tanrı olarak
kalırdı o. Hem de salt bu değil; Tanrı’yı
bula-bilmek için kafayı patlatmaya gereksinim
olsaydı, o denli kafalı olmayanlar acaba
ne yapacaktı! Tanrı’ya şükür, buna gerek
yoktur.
Ruhsal bilgelik herkese sağlanıyor. Üniversite
profesö-ründen, din adamından tut ilkel
bir ülkenin en geri köşesindeki alfabesiz
insana dek. Bu somut bilgi, Tanrı’ya gereksinimini
bilen alçakgönüllü, uysal insana sağlanan
yetkidir. Tanrı’yı ger-çekten bilmeye
gereksinimini tanıyana. “Sizlerden
birinin bil-geliği eksikse, kınamaksızın
içtenlikle herkese veren Tanrı’dan istesin
ve kendisine verilecektir” (Yakup 1:5).
Bu hikmet dün-yasal değil tanrısaldır:
“Bu çağın başkanlarından hiçbiri bunu bilmedi. Bilmiş olsalardı Yücelik Rabbi’ni
çarmıha germezlerdi… Biz dünyanın ruhunu
almadık. Tam tersine, Tanrı’dan gelen
Ruh’u aldık. Öyle ki, Tanrı tarafından
bize bağışlanan armağanları bilebilelim”
(1 Korintoslular 2:8,12).
Dünya
yöntemiyle soruna yaklaşan doğaötesi,
gerçeği bulamaz. Kutsal Kitap ne din kitabıdır,
ne de töre-örf genelgesi. En başta, Tanrı’nın
kendini nasıl açıkladığını bildiren belgedir.
Kendisini anlayabilmen için gerekli hikmeti
sana yalnız Tanrı verir. O’nu anlamana,
yaşamında ne yapmaya gereğin olduğunu
tanımaya...
Tanrı’nın Kutsal Kitap’ını sağla; O’ndan dile, sana Kitap’ın sayfalarında
açıkladığı egemen kişiliğini, tasarısını,
vaatlerini tanıtsın.
Eşimle birlikte birçok seyahatimiz oldu. Hiç umulmadık
yerler, beklenmedik çevreler insan yüreğinde
için için yanan ruhsal özlemi bize belirgin
etti. Örneğin, birgün Kenya’nın ücra bir
köşesinde Afrikalı bazı gençlerle karşı
karşıya geldik. Bunlar Kutsal Kitap’ı
okuyarak Tanrı’yı bulan, imanla Mesih’in
affedici kurtarmalığına kavuşan, belki
de sıradan denecek ço-cuklardı. Ama gerçeğin
onları yönlendirmesiyle yaşayan, sürek-li
araştıran, ilgisi giderek artan genç insanlar.
Ekvator çevre-sinin yanan güneşi çarçabuk
ışığını çekiverdi. Uzun bir gün daha geçmişe
karışmıştı. Yol kenarında bir kayalığa
oturmuş dinlenmeye çalışırken çalılıklardan
bir ses geldi. Baktım, yavaş yavaş yükselen
dolunayın ışığı çocuklardan birinin siyah
gözle-rini sanki yıkıyordu. Kısa zamanda,
on yaşlarını doldurmuş bu genç kayalığa
çömeldi. Dost olmamız uzun sürmedi. Öbür
çocuklar konuşmamızı duyarak balarısı
gibi çevremize üşüştü. İlgiyle konuşmaya
katıldılar. Şaşırdım doğrusu; Kutsal Kitap
üzerindeki bilgilerine, düşündürücü araştırmalarına.
Gençlerden biri ilginç bir soru yöneltti: “Tanrı
Musa’ya niçin yüzünü göstermedi?” Bu soru
beni şaşkına çevirdi. Adı Yoel olan bu
çocuğu yanıtladım: "Tanrı Musa’ya
ne dedi? “...sırtımı göreceksin, Ama
yüzüm görülmeyecek” (Mısır’dan Çıkış 33:23).
Evet, Musa Tanrı’dan nasıl biri olduğunu
ona göstermesini diledi. Ne var ki, Tanrı
Musa’nın boğuştuğu güç-lüğü biliyordu.
Çünkü Tanrı’nın görkemi Musa’nın görerek
anlayabileceği kavramın ötesindeydi. Tanrı’nın
parlak görkemi, nuru öylesi yakıcı-mahvedicidir
ki, Tanrı uyarıyor: “Çünkü yüzümü gören
yaşayamaz” (Mısır’dan Çıkış 33:20).
Ekvatorda eşleksel yaşam süren bu genç arkadaşlar,
gün ortasında gözleri kavrulmadan güneşe
bakamayacaklarını çok iyi biliyorlardı.
Aynı zamanda, karanlık gecede pervanelerin
ışı-ğa doğru üşüşeceğini de biliyorlardı.
Sordum: “Pervaneler ışı-ğın kökenine yaklaşırlarsa
ne olur?" Yanıtladılar: "Art
arda ça-bucak kavrulurlar!” Ateşe karşı
çıkışın getireceği tehlikeyi ga-yet iyi
biliyorlardı. Başka bir betimle sorularına
anlaşılabilir bir yanıt bulmaya çalıştım.
Bu çocuklar küçük kardeş ve kızkardeş-lerini
saran kundak bezlerini çok iyi bilirlerdi.
Aklım Eski Antlaşma’daki bir betime gidiverdi.
Yeryuvarlağını kuşatan Ya-ratan bu ilginç
eylemini şöyle simgeliyor: “Ona bulutları
giysi, koyu karanlığı kundak yaptığım”
(Eyub 38:9). Tanrı dünyamızı böyle
kucakladı. Fizikçiler buna ‘ozon tabakası’
derler. Bu na-zik ozon yuvarı (küreyve)
güneşten kaynaklanan ‘allotrofik’ (molekülünde
üç atomlu oksijen taşır) zararlı ültraviole
(mor-ötesi) ışınlarını filtreden geçirir.
Güneşsiz bir yeryuvarlağını düşünemeyiz.
Ama Yaratan’nın dünyamızla ilgili her
ayrıntıyı gözönünde tutması hepimizi aşırı
dozdan korumayı da tasarladı. Güneşin
kanser oluşturan ışın enerjisinden dünyamızı
savun-mak için yeryüzüne böyle bir siper
koydu Tanrımız. Günü-müzde çevre kirliliğinin
bu ozon tabakasını zorlamasından geniş
çapta söz edildiğini olayları izleyen
herkes bilir.
Ergen arkadaşlar derin ilgiyle Yaratan’ın dünyamızı
kundakla nasıl sardığını öğrenince, kulak
kesilmiş konuşmamı izliyorlardı. Çocuklara,
bu tanrısal koruyuşun hepimizi akla gelmedik
yanmadan kurtardığını anlattım. Yanıtımı
tümüyle anlayabildiler mi, bilemem. Ama
Tanrı’nın insana sevgisini, ilgisini kavradıklarını
söyleyebilirim. Birlikte dua ettik, hepi-mizle
ilgilenen Tanrı’ya şükür sunduk. Onlar
da Musa’ya açık-lanana akıl erdirmiş gözüktüler;
Tanrı’nın Musa’yı da bizi de o kısıtsız
ateşin yakışından koruduğunu tanıdılar.
İmanımızın kö-şe taşı olan, Tanrı’yı herkese
anlatan temel gerçeği kavradılar: “RABBİMİZ
Tanrı tek RAB’dir” (Yasanın Tekrarı 6:4).
Tan-rı’nın tekliği, gerçeğin temelidir.
Öte yandan Tanrı, niteliğini daha kesin biçimde
tanımlamak için insana kendi adlarını
da açıkladı.
Kutsal Söz’de adların önemi büyüktür; çünkü ad
onu taşıyanın belirli niteliklerini bildirir.
Tanrı’ya ilişkin her bir ad özel anlam
taşır, kişiliğinin benzersiz bir yönünü
tanıtır. Eski Antlaşma’da Tanrı’nın belli
başlı üç adıyla yüz yüze geliriz: YAHWEH,
Elohim, Adonai. Her bir adın kendine özgü
önemi vardır. Bu gerçeği gözönünde bulundurmamız
gerekir.
Kutsal Kitap’ta karşılaştığımız ilk ad Elohim’dir.
İki bini aşkın kez kullanılır. YAHWEH
adı en önemli olandır. Ama Tanrı Elohim
adının önemini de bize anımsatır. Bunun
anlamı nedir? Dillerde tekil ve çoğul
kullanımını biliriz. Tekil kullanım bir
kişiyi anlatır, çoğul kullanımsa birden
daha çoğu. İbrani dilinin bambaşka bir
özelliği vardır: İkili ya da çift ad için
belir-li bir ad kullanılır, ikiden fazla
olanlar için başka bir ad. Bu ayrımın
özelliği İbranice bilenlere belirgindir.
Elohim, Kutsal Kitap’ta Tanrı’ya ilişkin
kullanılan ilk adtır. Elohim adı Yaratan
ilişkisinde kullanılıyor. Bu, ne tekildir,
ne de ikili; ama çoğul-dur! “Başlangıçta
Tanrı (Elohim) göklerle yeri yarattı”
(Yara-tılış 1:1). Böylece Kutsal
Söz’ün –Tanrı’nın insana kendisiyle ilgili
açıklayışı– başlangıçtaki ayetinde bir
imlemeyle karşıla-şırız. Bu ima üçte teklik,
teklikte üçlük kavramına doğrultur okuyucunun
düşüncesini. Buna ‘teslis’ denir: Üç ayrı
kişiliğin tekliği.
Böylece Kutsal Kitap bu çarpıcı imlemeyle konuşmaya
başlar: “Tanrı, ‘İnsanı kendi suretimizde,
kendimize benzer yar-atalım’ dedi” (Yaratılış
1:26). Bu aşamada belirtilmesi gereken
bir özelliğe dikkat edilsin: Erkekle kadının
yaratılması bitkisel varlıkların yaratılışıyla
eşanlamlı değildir. Ne de hayvanlar aile-sinin
en üstün sayılan varlıklarıyla. Erkekle
kadın Tanrı’nın suretinde yaratıldı. Bu
nedenle yaratılışın doruğunda kendine
özgü bu yaratıklara rastlanır. Bu görkemli
yaratılış düzeninin tepesinde kadınla
erkek bulunur. Daha ileride bu olgudan
senin kendi özelliğin belirgin olacak.
‘Biz’ ‘bizim’ adılları (zamir) çoğuldur. Yeniden
Kutsal Söz’de bildirilene çevirelim dikkati:
“Tanrı insanı kendi sure-tinde yarattı.
Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış
oldu” (Yaratılış 1:27). Kuşkusuz
‘kendi sureti’ tekildir. Bunda hiçbir
güçlük yoktur. Ama Elohim birden çoktur;
çoğuldur. Yaratan Tanrı’ya ilişkin bu
bilgi yersel kavramla anlaşılamaz. Böylesi
bir güçlüğümüzde bize yardımcı olmak için
Tanrı bir eğitici vermiştir. “Tanrı’dan
gelen Ruh’u aldık. Öyle ki, Tanrı tarafın-dan
bize bağışlanan armağanları bilebilelim”
(I Korintoslular 2:12).
Kutsal Kitap bu imlemelerle Tanrı’nın niteliğini
açıkla-dıktan sonra O’nun gizemle yüklü
üçte tekliği konusunu gide-rek daha da
anlaşılır dille tanıtır. Tanrı’nın kişiliğini
üçtetek, tekte-üç özelliğinde kavraman
O’nun sana karşı sevgisini takdir etmene
yol açar. Buna yedinci bölümde eğileceğiz.
Tanrı’nın yüce sevgisi kişiliğinin gönencine
gelmemize yardım edicidir. O kendisini
Kutsal Kitap’ın başından sonuna sevgisi
ilişkisinde tanıtır. Burada Baba Tanrı,
Oğul Tanrı, Kutsal Ruh Tanrı ile tanışırız.
Kısıtlı aklımız böyle görkemli bir gerçeğin
ancak sınırına yaklaşabilir. Ademoğlunun
diri ve gerçek Tanrı’ya ula-şabilmesi
olanak dışıdır. Bu nedenle girişime kendisi
koyuldu, insana O yaklaştı.
Tanrı’nın tüm görkemi ve kutsallığının açıklanışı
Mu-sa’nın gözlerinden saklı kaldı. Ama
Oğul Tanrı’nın kişiliğinde, –Elohim– kendisini
insanın kavrayabileceği nitelikte açıkladı.
Buna ilişkin bize kesin bilgi veriliyor:
“Çünkü, ‘Karanlıkta ışık parlasın!’ diyen Tanrı yürek-lerimizde parladı. Mesih’in
kişiliğinde Tanrı, bilgisinin yüceliğini
içeren ışıkla bizi aydınlatmak istedi”
(II Ko-rintoslular 4:6).
Öğrenci
Yuhanna bu şaşırtıcı gerçeği İsa’nın yüzüne
bakınca şu sözlerle dile getirdi: "O’nun
yüceliğini Baba’dan gelen biricik Oğul’un
yüceliği niteliğinde gördük"
(Yuhanna 1:14).
Daha
sonra Yuhanna Tanrı’yla kişisel karşılaşmasını,
İsa’yla Elohim niteliğinde buluşmasının
sonucunda kaleme aldı. Yazar Yuhanna öncesizin-sonsuzun,
kurulu düzenin, Musa’nın Tanrı’yla karşılaşmasının
insan gözüyle görülüşünü anlattı. Pek
çok kişiyi şaşırtabilen bu karşılaşma
Yuhanna’yla yaratan Tanrı arasında gözle
görülür, elle tutulur biçimde gerçekleşti:
“Baş-langıçtan bu yana var olan yaşam
sözü. İşittiğimiz, gözlerimizle gördüğümüz,
baktığımız, ellerimizle dokunduğumuz
yaşam sö-züne ilişkin yazıyoruz” (I Yuhanna
1:1).
Bu açıklama bir tanrıbilim düzenlemesi değildir.
Yazar-öğrenci Yuhanna’nın diri Tanrı’yla
karşılaşmasının belgesidir. Olabilir ki
birisi sorar: “Bunun şu anda bana yararı
nedir?” Dinleyelim yazar Yuhanna’yı: “Bunları
size yazmamızın nede-ni, sevincimizin
doruğa erişmesi içindir” (I Yuhanna 1:4).
İşte budur, elindeki kitabın yazılmasının nedeni.
Seni tanımayan ama Mesih’in sevgisiyle
seven bir dostun, senin de sevincimize
katılmanı istemesi... Diri Tanrı’yla buluşman
sana sevinç bolluğu getirecektir.
Yazar
Yuhanna devam ediyor:
“Gördüğümüzü ve işittiğimizi size de müjdeliyoruz. Öyle ki, bizimle ruhsal
paydaşlığınız olsun. Bizim paydaşlığımız
ise Baba ile ve Oğlu İsa Mesih iledir.
Bunları size yazmamızın nedeni, sevincimizin
doruğa erişmesi içindir” (I Yuhanna 1:3,4).
Evet, karanlık bir gecede ışığın çekiciliği gibi,
Tanrı yüceliğinin insanı çekişi de odur.
Bugün Tanrı’nın nasıl biri olduğunu bilmek
istersen, sen de Musa’yla birlikte dua
edebi-lirsin: "Bana yüceliğini
göster!"
DUR VE DÜŞÜN
1.
Tanrı’yı
bilgeli biçimde aramaya ilgin varsa,
Kutsal Kitap’ı akılcı tutumla oku:
2.
Kutsal
Kitap’ı okurken Tanrı’nın kendisini
sana açıkla-masını dile. Şöyle bir
duayı önermek yararlı olur: ‘Ya
Tanrı, evreni yaratan sensin, beni
de gerçekten seviyor-san lütfen
kendini bana açıkla! İsa Mesih’in
ezeli Oğlun olduğunu bana göster.
Peygamberlerce vaat edilen Mesih
O ise bunu da tanıt bana.’
3.
Tanrı’ya
gerçekçi açıdan tapınmak için O’na
ilişkin tanı-yacağın gereği anımsa.
Tanrı senin kendisini kavraya-bilme
yeteneğinden çok çok üstün ve güçlüdür.
O’nu kavrayabilme erişimini gerilerde
bırakan sınırsız sonsuz bilginin
pınarıdır.
|
İnsana özgü nitelikleri az da olsa anlayabilirim.
Tarihin sayfalarında bulunan her varlık İNSAN’dır,
kendim de bir insanım. Ama insanlardan
oluşan
sıradağlarda O’na benzer hiç kimse
düşünülemez:
İsa Mesih insanın ötesinde dimdik dikilen Kişi’dir.
Napolyon
BÖLÜM 4
İNSANLARI
NE AYIRIYOR?
ünümüzde
yeryuvarlağına dünyasal bir köy deniyor.
Ne var ki, yeryüzü birbirine düşman kesilmiş
komşularla dolu. Bu dünyasal köy tehlikelerle
dolu bir yaşam me-kanına dönüşmüş! Yüzeyde
insanlığı ayıran sorunların ulusal, siyasal,
sosyal, dinsel, yerel hatta endüstriyel
düzeyde geniş bir alanı kapsadığı düşünülmekte.
Gerçi, bu türden sorunlar soyu-muzu üzücü
boyutlarda giderek bölmekte. Ama daha
az belirgin olan, bütün bunlara taş çıkartıyor
diyebileceğimiz, kökte çörek-lenen ayırıcı
bir neden durmadan sırıtıyor dünyamızda.
Yine de ilkin insanlar arasında göze görünen ayrılık
ne-denlerine eğilelim; sonra kökendeki
etkilemeye dikkati çevire-lim.
Belirgin Ayırıcılar
Siyasal: Dünya liderleri korku ve güvensizlikle
birbirinin yü-züne bakıyor. Sorunlar kesin
uyuşmazlığa dayanınca askeri gü-cün ulusal
güvenliği sağlayabileceği tezine bel bağlanıyor.
Bu arada ilgisini bu doğrultuya çeviren
kuşaklar barış için nükle-erlerden arınma
çağrısını duyurmak için didiniyor. Ne
yazık ki, protestocuların eylemlerini
televizyonda izleyenler ‘barış’ adına
yapılan bu gösterilerde sergilenen taşkın
öfkenin savaş yöntemi-ni çizen türden
bir kızgınlık olduğuna derin esefle tanık
oluyor.
Ekonomik: Kuraklık,
çevresel kirlilik, kıtlık, açlık, sel-ler,
depremler türünden doğasal felaketler
gitgide insanlığı uğ-raştırıcı boyutlara
uzanmakta. Bunlara özellikle üçüncü dünya
ülkelerinde tanık olunuyor. Bu yürek burkucu
felaketler zinciri zengin ve fakir ülkeler
arasındaki ayrıcalığı daha da aşırı uca
sürüklüyor. Yardım elini uzatan pek çok
kurumun ve insanın iyi niyetine karşın
ne yazık ki birçok durumda zenginler zengin-leşiyor,
fakirler fakirleşiyor.
Ailesel: Hiç
kuşkusuz günümüzde evlilik ve aile kuru-mu
salgınlaşmış bozukluk uçurumuna geldi
dayandı. Afrika’ dayken, Letsoale adında
bir yerli gözyaşlarıyla, ”Evim yakıldı!”
yakınmasını ünlem biçiminde yükseltti.
Ben kamıştan kurulu, dört duvarlı barakasından
söz ettiğini sandım. Ama az sonra bu-nun
aile sarsıntısıyla ilgili olduğunu öğrendim.
Nazik dille, eşi-nin onu bırakıp gittiğini
bildirmeye çalışıyordu. Bunun gibi, günümüzde
birçok ev yıkılmış ya da yıkılmak üzere.
Bencil ya-şantı sevgiyle başlayan ilişkileri
allak bullak ediyor. AIDS illeti aileleri
kasıp kavuruyor. Ama, az ileride göreceğimiz
gibi Tan-rı’nın sevgisi her çifte, her
çocuğa sunuluyor. Evlilik bağını per-çinlemekle
ilgilenen, kalıcı ilişkiyi arayan her
çifte...
Endüstriyel: İş yerinde hoşnutsuzluk ve gerginlik bu-nalımlarına alıştık gayrı. 1985’te
İngiltere’de yirminci yüzyıla özgü en
üzücü anlaşmazlığın çözümünü duyarak derin
bir nefes aldık. Grev ve kaba kuvvetli
sokak çatışmaları kapandı ama sü-ren giden,
için için tüten öfke emekçi-işveren arasında
kapan-mayan bir yaraya dönüştü, sağlıklı
ilişkileri sarstı. Bu olaylar düşüncemi
1904 yılına, Galler ülkesine götürdü.
Olayları yaşa-yan John Parry o ilginç
olguyu bana ayrıntılarıyla anlattı.
Bu insanla tanıştığımda doksan bir yaşında emekli
bir maden işçisiydi. Büsbütün kör, maden
hastalığı diye bilinen kronik bir sayrılıktan
çok eziyet çekiyordu. Olanak buldukça,
eşimle birlikte bu maden emekçisinin kuzey
Galler ülkesindeki kulübesini ziyaret
ederdik. Çok sevinirdi. İçten kopup gelen
yü-reklilikle, coşkuyla Tanrı’nın Galler
ülkesinde yaptıklarını can-dan gönülden
bizimle paylaşırdı. 1904, 1905 yıllarında
Galler ülkesi canları ihya eden bir uyanışa
sahneydi. Bu ruhsal uya-nışta hem emekçi,
hem de işveren diri Tanrı’yla bağlantı
kurdu. Bunun sonucunda iki tarafı gerçekten
birleştiren bir kardeşlik bağıyla bambaşka
bir birliğin oluştuğunu gördüler. Birbirlerine
karşı güven ve saygı duygusu o canları
kenetledi. Buydu 1905 olgusuyla 1985 çatışmaları
arasındaki ayrım.
Düşüncesi o parlak günlere kaydıkça John Parry
coş-kuyla, sevinçle o döneme ilişkin deneyimlerini
bize aktarıyordu. Bu ruhsal uyanışın sonucu
yüksek sayıda meyhanenin, bira-al-kol
büfesinin kendiliğinden kapanışını getirdi.
Artık içki kulla-nan kalmadı. Başka arkadaşlarla
maden kuyularına inerek o yerlerde dua
ettiklerini, Tanrı’ya ilahi yükselttiklerini
en tatlı anıları aktarırcasına bize anlatırdı.
“Bugüne dek” diyerek tatlı tatlı güldü.
“İnsanlar yanıma gelip ruhsal uyanışın
belirgin oldu-ğu yerleri öğrenmek isterler”
yüreğine değerek, “Onlara derim ki” dedi,
“Ruhsal uyanış işte burada, parmağımı
dokunduğum şu yerin altında gerçekleşir.”
Kökende Yatan Ayrım
Sözü
edilen ayrımların önemi yadsınamaz; ama
insanlığı ayıran kalıcı-ürkütücü daha
derin bir ayrımın etkisi hep sırıtıyor.
Bu tehlikeli ayrım şu anda birçok ülkenin
huzurunu düzenini kök-ten sarsmakta. Ademoğullarını
kutuplaştıran temel neden, Tanrı kavramlarının
altüst edilişidir.
İnandığımız Tanrı kendisini tüm insanlığa açıkladı.
Bunu yaparken tanrısal varlığına ilişkin
hiç kimseye ödün ver-medi. İsa Mesih’in
doğumundan önce Tanrı insanları kendisine
yöneltecek bir ışık göndereceğini vaat
etti. O’nu gerçek kişili-ğinde belirgin
edecek ışık. Şöyle dedi O: “Karanlıkta
yürüyen halk büyük bir ışık görecek” (Yeşaya
9:2). Bunun yanı sıra Tanrı bu ışığın
nasıl belireceğine ilişkin ayrıntılı bilgi
sağladı: “Çünkü bize bir çocuk doğacak,
bize bir Oğul verilecek” (Yeşa-ya 9:6).
Doğal olarak bir çocuğun doğuşu dikkate değer
özellik taşımaz. Tanrı bunu bildirip konuyu
noktalamış olsaydı, çocu-ğun doğuşu büsbütün
normal bir görünümde kalırdı. Bu türden
tanrısal bir haber oluşturamazdı. Ne var
ki, bu bildirinin yanı sıra “Bir Oğul
verilmesi” konuya vaat önemini katıyor.
O eski çağda bir peygamberlik sözü olan
bildiri şimdi tarihsel bir olgudur. Tanrı’nın
gerçekleşeceğini bildirdiği gelişim sonuçlanmıştır.
Yeryüzünde bir çocuk doğdu; yüceden bir
Oğul verildi. Bu çocuğun doğuşu Tanrı
armağanı, Oğul’du. Tanrı karanlıkta el
yordamıyla yolunu bulmaya didinen insanlığa
ışığını gön-derdi. Şu ana dek bu Işık
karanlığı şüpheyi dağıtmakta, Tan-rı’nın
insana açıklanışını buğulayan engelleri
kovmaktadır. Tan-rı’nın bu özel çocuğunun
doğuşunu başka çocuklarınkinden ayırt
edebilmek için, Tanrı biricik Oğlu’nun
mucize olarak beliren doğuşla gerçekleşeceğini
tanıttı: “İşte kız gebe kalıp bir oğul
doğuracak; adını İmmanuel koyacak” (Yeşaya
7:14).
Adının anlamı ‘Tanrı bizimle’dir. Bu bilgi
insan yüre-ğine coşku getirsin. Adın herkese
ilettiği somut gerçek, Sevinç Getiren
Tanrı Haberi’nin çeşitli din töre ve biçimlerinden
apayrı özellik taşıdığıdır. Çeşitli dinler
insanın Tanrı’ya ne biçimde, hangi dille,
hangi giysilerle, hangi serpuşlarla ulaşabileceği
konusuyla uğraşırken, Kutsal Söz Tanrı’nın
insana nasıl erişti-ğini anlatır. Bu açıklama
uyarınca Tanrı yeryuvarlağıyla bağ-lantısını
gerçekleştirince erden bir kız o çocuğu
bekliyordu. Evreni yaratan Tanrı’nın zaman
ve mekana girişi bugün tarihsel olgudur:
“...Rabbin meleği düşünde Yusuf’a görünerek
şöyle dedi: ‘Ey Davut oğlu Yusuf! Meryem’i
kendine eş olarak almak-tan çekinme. Çünkü
onda oluşan Kutsal Ruh’tandır” (Matta
1:20). Daha sonra İsa doğup büyüdü.
Kendisini çekemeyen insanlar karşısında
tanrılığını şöyle belirtti: “Ben ve
Baba biriz” (Yuhanna 10:30).
Zamanımızda ayın yüzünde yürümüş bir uzay adamı
şu çarpıcı gözlemde bulundu: "Tanrı’nın
yeryüzünde yürüyüşü insanın ayda yürümesinden
çok daha önemlidir." Doğaldır ki,
ademoğlunun uzayda başarabildiği hiçbir
ustalık, diri Tanrı’nın öncesiz çağlardan
zamana gelişiyle karşılaştırılamaz. "Bir
çocuk doğacak" ve "Bir
Oğul verilecek" peygamberliği
ardından, daha da ayrıntılı başka bir
peygamberlik duyurdu Tanrı. Bununla o
özel kişinin kimliğini tanıttı: "O’nun
adı Acayip Öğütçü, Güçlü Tanrı, Sonsuzluk
Babası, Esenlik Önderi çağrılacak"
(Yeşaya 9:6b). Hiç kuşkusuz, başarılı
bir dünya liderinin kişiliğinde böylesi
bilek ve amaç bileşiminin gerçekleşmesi
köklü bir gerekçedir. Şimdiki düzende
liderlik sorumluluğunu üstlenen-lerin
değil sadece doğru olanı yapabilmeye yeteneği
olacak, aynı zamanda gerekli güç de onlarda
derişecek. Ademoğlu bu aşamaya çıkamıyor.
Bu da başka mesele: Belirli etkin liderler
ne yapılması gerektiğini biliyor; buna
karşın sürekli barışı ve güvenliği gerçekleştirmeye
güçleri yetmiyor, zekaları elvermi-yor,
başarıları parlamıyor.
Barış ve Esenlik Başkanı İsa Mesih’in yeryuvarlağına
kalıcı barışı getirebilecek bilgeliği,
güçlülüğü var. İleride O tüm yeryüzünün
hükümranı olacak. O parlak günün gelişinde
bütün silah imalatı duracak, depolarda
istiflenmiş nükleer bombalar etkisiz bırakılacak,
ulusların sınırlarını gözeten bütün askerler
evlerine salınacak ve yeniden çağrılmayacak.
Ademoğlunun insan soyunu yönetmekte yetersizliği
hiçbir tanığı gerektirmez. Evreni kapsayan
barış ve adalet Barış Başkanı’nın evrensel
hükümranlık asasını sallamasıyla gerçek-leşecek.
Bu gelişimde "İnsanlar kılıçlarını
çekiçle dövüp saban demiri yapacaklar;
mızraklarını da bağcı bıçağı. Ulus ulusa
kılıç kaldırmayacak; artık savaş eğitimi
görmeyecekler" (Yeşa-ya 2:4).
Bu barış-esenlik döneminde, "Sular
denizi nasıl kaplı-yorsa, dünya da RAB
bilgisiyle dolup taşacak" (Habakuk
2:4). Çalkantılı dünya tarihi sonsuzluğun
Tanrısı’nı hoşnut eder biçimde böylesi
parlak sonuca ulaşacak. Tsunami felaketi
türünden tüyleri diken diken eden doğa
kudurganlıkları bile gerilerde kalacak.
Evet, perde inecek, gün ışığıyla parıl
parıl yanan başka bir sahne belirecek.
Ne var ki, Rab İsa Mesih’in yönetiminde dünyasal
barışın gerçeklenişinden önce giderek
daha da belirgin olan ayrılık ha babam
yoğunlaşacak. Beklenen gümbürtü ve patlama
İsa Mesih’in kişiliğine ilişkin olacak.
Bu durumda İsa’nın kişiliği ve özelliği konusunda
kesin bilgi aşamasına gelmen çok önemlidir.
O dünyamıza niçin geldi, yeryüzündeyken
senin için ne yaptı?
Kutsal Kitap’ı açınca çarpıcı bir açıklayışla karşılaşır-sın.
Eski Antlaşma’da Yaratılış, Yeni Antlaşma’daysa
Yuhanna. Bu iki yazı birbirine benzer
bildiriyle başlar. Bunlara bakmak yararlıdır.
"Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri
yarattı" (Yaratılış 1:1). Ve,
"Başlangıçta Söz vardı... ve Söz
Tanrı’ydı... Her şey O’nun aracılığıyla
var oldu" (Yuhanna 1:1,3). Yaratılış
yazı-sında ‘Elohim’ adıyla açıklanan
Tanrı, yazar Yuhanna’nın bel-gesinde
‘Söz’ olarak tanıtılıyor. Elohim
Söz’dür. O beden ku-şandı, yaratıkları
arasında yürümeye, eylem yapmaya geldi.
Tanrısal Söz insan bedeni oldu, aramızda
yaşadı. Tüm metni okumak konumuza daha
bol ışık saçar:
"Her şeyin başlangıcından önce Tanrısal Söz vardı. Tanrısal Söz Tanrı’yla
birlikteydi ve Tanrı neyse Tan-rısal Söz
O’ydu. Başlangıçta Tanrı’yla birlikteydi.
Tanrı her şeyi O’nun aracılığıyla oluşturdu
ve olanlar-dan hiçbiri O’nsuz olmadı…
Tanrısal Söz dünyadaydı. Tanrı dünyayı
O’nun aracılığıyla oluşturdu, ama dünya
O’nu bilmedi. Kendi halkına geldi, ama
kendi halkı O’nu kabul etmedi. Kendisini
kabul edenlerin tümüne –O’nun adına iman
edenlere– Tanrı’nın çocukları olma yetkisi
verdi... Tanrısal Söz beden oldu, kayra
ve gerçekle dolu olarak aramızda yaşadı.
O’nun yüceliğini Baba’dan gelen biricik
Oğul’un yüceliği olarak gör-dük"
(Yuhanna 1:1-14).
Yüzyıllar öncesi yaşayan Musa’ya ve çağlar boyu
pek çok insana benzerlikte öğrenci Filipos
da Tanrı’nın nasıl biri olduğunu öğrenmek
istedi.
Bu
Filippos İsa’dan somut bir istekte bulundu:
"Ya Rab, Baba’yı bize göster"
(Yuhanna 14:9). İsa bu soruyu somut
dille yanıtladı: "Beni görmüş
olan Baba’yı görmüştür" (14:9).
Böy-lesi gözü pek bir yanıt İsa’yı alık
bir kandırıcı kılardı elbette; O Tanrı’nın
kendisi olmamış olsaydı eğer. Ama hiç
kimse İsa’yı alıklık ya da kandırıcılıkla
suçlayamaz. Tanrı’nın kendisi değil de
bu türden bir savlamayı ortaya atan bir
aldatıcıysa o, insanlık tarihinin kaydettiği
baş sahtekardır. Bunu göz önünde tutarsak
İsa’nın yetkili bildirisini gerçekçilikle
değerlendirmeliyiz; O’nun yüzüne bakınca
Tanrı’yı gördüğümüzü bilmeliyiz.
İsa Mesih kişiliğine ilişkin bu önemli açıklamayı
ya-pınca kendisine karşı direniş başladı;
bazıları kendini O’ndan ayırdı. Şaşılmasın!
İsa, "Ben ve Baba biriz"
(Yuhanna 10:30) deyince O’nu işitenlerin
bir kesimi Tanrı’yı arayışlarıyla ilgili
soruya tatmin edici yanıtı buldu. Öte
yandan başka bir kesimi, varlığına akıl
erdirilemeyen Tanrı’nın kişiliğini böylesi
alçak-gönüllü kılabileceğini kestiremedi.
Düşmanlık tepkisi başgös-terdi. İsa bazılarını
çekti, ama başkalarını aksilendirdi. O’nu
iç-tenlikle izleyenler bulunduğu gibi,
istemezlikle ölümünü düzen-leyenler de
belirdi.
Yeryüzündeki
yaşam süresinde İsa insanları ikiye böldü.
Şunu belirtmişti O:
"Benimle birlikte olmayan bana karşıdır" (Matta 12:30).
Kaldı ki, başlangıçtaki tepki hiçbir durumda son
karar niteliğini taşıyamaz.
İsa’ya karşı en kudurgun tepkiyi gösterip de daha
sonra O’nun en sadık bağlısı olan bir
kişiye dikkati çevirelim. Bir Yahudi rabbisi
olan Tarsuslu Saul İsa’nın bağlılarına
keskin düşmanlık taşkınlığıyla saldırdı,
baskılar düzenledi, onların öl-dürülmesini
onayladı. Ama yaşam gidişini değiştiren
bir karşı-laşmanın ardından Mesih’e Rabbi
ve kurtarıcısı olarak iman etti, günlerinin
geriye kalanını Mesih’i yücelterek, O’na
hizmet sunarak geçirdi. Mesih’e derin
bağlılığı yüzünden çok eziyet çekti, taşlandı,
işkencelere katlandı ve öldürüldü. Bu
sonucu oluşturan etken acaba neydi?
Saul Yeruşalim’den Şam’a gidiyordu. Niyeti kötüydü:
Şam’daki Mesih bağlılarını tutuklasın,
onları alçaltsın... Yolda çarpıcı bir
ışığın parladığını gördü, bir süre için
gözü görmedi. Saul hiçbir kuşkuya yer
bırakmayan kanışla Tanrı’nın karşısın-da
bulunduğunu kavradı. YAHWEH adının karşılığı
olan Kirios sözünü kullanarak sordu:
"Sen kimsin, ya Rab?" Tanrı’dan
gele-bilecek yanıtı duydu: "Ben
senin saldırdığın İsa’yım" (Resul-lerin
İşleri 9:5). O gün, o yolda Saul İsa’nın
Tanrı olduğunu tanıdı.
Bu açıklama Saul’u bir Mesih düşmanı olmaktan
sıyır-dı, aynı Mesih’in haberini insanlığa
yayan ve duyuran kıldı. Bundan öte onun
yaşamı Mesihin’di. Bu iman, bu bağlılık
başı-na pek çok dert açtı; ama hiç yılmadı.
Kılını kıpırdatmadan var-lığını Tanrı’dan
tüm insanlığa bildirilen müjdeyi yaymaya
atadı. Kurtarıcı İsa Mesih’in bu yaşamda
bütünlenen eylemi onu kök-ten değiştirdi,
çağların en önemli Mesih habercisi kıldı.
O döne-min kilise topluluklarına, inanlılarına
Tanrı esinlemesiyle on üç mektup yazdı.
Bu mektuplar Tanrı Sözü olmanın yanı sıra,
ede-biyat çevrelerince en başarılı birer
yapıt olarak değerlendirilir. Sonradan
adı Pavlos’a değiştirilen bu insan "her
şeyin O’nun aracılığıyla ve O’nun için
yaratıldığına" (Koloseliler 1:16)
bütün mektuplarında, konuşmalarında İsa
Mesih adına tanıklık eder.
Dikkat edildiği gibi, Kutsal Kitap Nasıralı İsa
Mesih’i Tanrı Oğlu Tanrı olarak insanlığa
tanıtıyor. Günümüzde Mor-monlar, Yehova’nın
Şahitleri, Yeni Çağ, Mooncular, Hari Kriş-na
sırasından yeni türemiş tarikatlar yaygın.
Bunlar İsa’ya ‘bir’ tanrı diyerek çoktanrıcı
(politeizm) yönteme hizmet ediyorlar.
Bu çerçevede başka dinler de vardır. Hindistan’da
odaklanan, çeşitli kisveler altında tüm
dünyaya yayılan Hari Krişna tarikatı gibi.
Ne diyor bunlar? “Evet Mesih’i Tanrı olarak
kabul ediyo-ruz. Pek çok tanrıdan biri
de odur.” Belirtildiği gibi buna çok-tanrıcılık
denir. Başka bir din O’nu yaratılmış bir
peygamber düzeyine indiriyor. Yine başka
inançlar aman onları gücendir-meyelim,
ne şiş yansın ne de kebap diyerek Tanrı’nın
kendi kişiliğine ilişkin açıklayışı bir
yana itiyorlar, ikili çatı altında ikili
oyun oynamaya çalışıyorlar. Tanrı ‘evet’
ve ‘amin’ dir. O ne bir kimseye ödün verir,
ne de suyun akıntısına gider. Vahiy’i
kesindir, sonuçlamalıdır.
Eski Antlaşma’da İlyas peygamberi ve O’nun hizmet
sunduğu tek Tanrı’yı unutmayalım. İlyas’ın
döneminde Yezebel adlı putlara tapan bir
kadın İsrail’in kraliçesi oldu. Kocası
Ahaz’ı da puta tapıcılığa sürükledi. Baal
adlı bir yalancı tanrıya. Bu ilahın dini
resmi din ilan edildi. Ama diri Tanrı’nın
hiçbir yolla yıldırılamayan peygamberi
İlyas bu yalancı dini yıkacak. Baal’ın
rahiplerine meydan okudu o. Baal dinini
dize getirdi. (Bu ilginç olayı I
Krallar 17 ve 18 bölümlerde okuyun.)
Bu, Eski Antlaşma’da herkese konuşan bir
olgudur. İnsan icadı bütün tanrılar Rab
İsa Mesih "adı önünde diz çökecek
ve her dil İSA MESİH RAB’tır diyerek,
Baba Tanrı’nın yüceliği için tanıklık
edecek" (Filippililer 2:11). İsa
öncesiz çağlardan sonsuzlara dek Baba
Tanrı’yla, Kutsal Ruh’la birdir.
İsa Mesih’in Tanrı olduğunu kavrayınca, O’nun
erden kızdan doğduğuna inanmakta güçlük
çekmeyiz. Ve, O’nun sayı-sız mucizesine,
ölümü, gömülüşü ve dirilişine, göklere
yükse-lişine, görkem ve yücelikle yeniden
gelişine... Bunlar hep ger-çektir; çünkü
İsa Mesih tam Tanrı’dır. Tüm evreni yaratan,
fi-ziksel yasaları koyan, koruyandır.
Yaşamı sağlayan ve sürdü-rendir; hem de
amaçlı yönde. Kendi koyduğu fiziksel kuralları
dilediği biçimde kullanandır. İnsana sevgisi-kayrası
egemen istemi uyarıncadır.
İsa Mesih’in kişiliği konusunda insanlık bölünmüştür.
İnsanın görüşü bir, Tanrı’nınki başka.
İnsanlık soyu gelişmiş ya da gelişmemiş,
demokrat ya da dikta yönetimi, sağ ya
da sol, şeriat ya da laik, terörist ya
da terörizm karşıtı diye bölünmü-yor.
Bunlar insan yapımıdır. Hayır, dünya İsa
Mesih’in kişiliği görüşleri üzerinde ayrılmıştır.
O, Tanrı’nın yeryüzüne gelişi mi-dir,
yoksa salt önemli biri mi, bir peygamber
mi? İsa’nın sözleri dramatik savlar değil,
kesinlik belirginlik yüklü tanıtlamalardır:
"İsa ‘Tanrı Babanız olsaydı, beni severdiniz’ dedi, ‘Çünkü ben Tanrı’dan
çıkıp geldim. Kendiliğimden gelmedim.
Beni O gönderdi. Ne dediğimi niçin anlamı-yorsunuz?
Çünkü sözümü dinlemeye dayanamıyorsu-nuz.
Siz babanız iblistensiniz ve babanızın
isteklerini yerine getirmek istiyorsunuz.
O, başlangıçtan beri katil-dir, hiçbir
zaman gerçekten yana olmadı; çünkü onda
gerçek yoktur. Yalan söylerken içinde
bulunanı söyler. Çünkü yalancıdır ve yalanın
babasıdır" (Yuhanna 8:42-44).
Sürpriz yapma olmasın. Bu sözlerden iki aile beliriyor:
Babası Tanrı olan inanlılar kesimi, bir
de babası şeytan olan imansızlar kesimi.
Her kadın her erkek Tanrı çocuğu değil!
Tanrı ailesinden olmak, ya da şeytanın
ailesinden olmak. İşte budur hekese ilişkin
sonsuzluk seçeneği (alternatif). Tanrı,
Allah konusunda pek çok insanın samimi
(içten beslenen) inancı var; ne etmeli
ki, birey içten beslenen aldatı aleminde
de çalkalanabilir. Yüzyıllar boyu süren
bir aldatı insan kafasını örümcekli kılmış;
şöyle: Neye inanırsan inan, yeter ki buna
sa-mimiyetle inan! Buna koşut olarak denebilir
ki, zararı yok zehir iç; yalnız onun ilaçlığına
inan. Nedir bunun sonucu? Ölüm!
Gerçekten, insanlık ailesi ikiye bölünmüştür.
Her birey ya birinin üyesidir, ya da öbürünün:
Tanrı ailesi, şeytan ailesi. En önemli
gerekçe hangi aileye bağlı olduğunu bilmendir. Tanrı ailesinin bir parçası olmayı gerektiren
koşul, O’nun kişili-ğini anlamak, biricik
Oğlu Mesih’i bize vermekle sonuçladığı
kayrasal eylemi tanımaktır.
İsa (Yehoşua) adının İbranice’de anlamı
nedir? YAHWEH kurtarıcıdır. O’nun doğumunu
haber veren melek Yusuf’a şu bilgiyi iletti:
“…Onun adını İsa koyacaksın. Çünkü
O halkını günahlarından kurtaracak” (Matta
1:21)
DUR ve DÜŞÜN
1.
Sen
samimi oldukça Tanrı’ya ilişkin
nasıl ve ne yolda inandığının önemi
var mıdır?
2.
İnsanlar
arasında kesin ayırım oluşturan
neden ne olabilir? Siyasal, ekonomik,
ailesel, endüstriyel mi? Değilse,
ruhsal ve sonsuzluk konusu mu?
3.
İsa
Mesih’in anlattığı bu iki kesimden
hangisine bağımlı olmayı istersin?
|
BİR MESİH İNANLISININ
KONUYLA İLGİLİ GÖRÜŞÜ
Doğal insan Tanrı’nın varlığını yok sayarak sorunların üstesin-den
gelme mücadelesinde tam yenilgiye uğrayacaktır.
Yaşam-larında gerçek ve diri Tanrı’ya
yer veren insanlarsa sorunun kökenini
kavramış bulunuyorlar. İnsanın doğasındaki
günah öğesi görmezlikten gelindiği sürece
sorunlara gerçekçi ve kalıcı çözümler
sunma olanağı dışlanmış olur. Yeryüzündeki
adalet-sizliğin, kötülüğün, haksızlığın,
şiddetin, her çeşit pisliğin köke-ni Günah’tır. Buna köklü çözüm yolunu sağlamış olan Tanrı’yı dinlemekte
yararımız büyük olacaktır. Bizi seven
Tanrı’ya yüre-ğimizi açıp O’nu hayatımıza
Rab ve kurtarıcı olarak almamız gerekir.
Temel sorunlara gerçekçi çözümler bulunacaksa,
bu ko-valayışta sadece ve sadece içinde
Tanrı’nın yaşadığı insanların adımları,
öngörüleri ve girişimleri birer umut ışığı
yakar. İnsa-nın günahını ortadan kaldırmak
ve onu Tanrı’yla barıştırmak amacıyla
yeryüzüne inen ve tanrısal eylemini haç
üzerinde ka-nıtlayan, ölen, gömülen, ardından
da dirilen İsa Mesih sorun-larımıza en
etkin çözümdür. Mesih’in egemen olmadığı
her ça-ba ve atılım başarısızlıkla sonuçlanır.
Çünkü O şu çarpıcı öğütte bulunmuştur:
“Bensiz
hiçbir şey yapamazsınız!” (Yuhanna 15:5).
Memduh Uysal
E-Posta: memduhl@msn.com
BÖLÜM 5
TEMELDEKİ
SORUN NE OLABİLİR?
irminci yüzyılın başlarında
pek çok kişi dünyanın gele-ceğine ilişkin
aşırı oranda iyimserdi. Barışı bereketi
bel-geleyen altın çağa girmekte olduklarını
savladılar. Pek çok insan bu parlak çağın
yararı her ülkede belirgin olacak yolunda
düşünüyordu. Hatta yoksulluğun, hastalıklar
zincirinin, çeşitli bunalımların çok ağır
çileler çektirdiği bahtsız ülkelerde bile
durumun değişmesi gözleniyordu. Eyvahlar
olsun! 1914’ün savaş sirenleri tüm Avrupa’yı
sarstı.
Yirmibirinci yüzyılı karşıladık.
Geçmişte bıraktığımız yüzyılda akla sığmayan
fen-bilim buluşları kişilerin küçük dilini
yutturdu doğrusu. Bütün bunlara karşın
ademoğlu gayrı parlak bir yarından söz
edemiyor. Tersine, korkutucu silahlarla
kendini her yerde belirgin eden savaşın
insan başına daha ne çoraplar öreceği
kestirilemiyor. Küresel terörizm, her
tür ulusal sorun ve başka çalkantıların
eniklediği yürek burkucu sonuçlar, kafasını
kullanabilenlere insanlık tarihinin en
tehlikeli bir döneminde bulunduğumuzu
kanıtlıyor. Şu an dünyamız kutuplaşmış
(pola-rizasyon) saplantısında. Az önce
bunun üzerinde durduk. Çağ-daş toplumların
dokusu saldırı altında. Bu nasıl oldu?
İşte bu önemli soruna yanıt bulabilmek
için dünya lider-leri hep bir araya geliyor;
konuşuyor. Onlar sorunları masaya koyup
birbirinin görüşlerini, önerilerini tartışırken
dünya bir bunalımdan öbürüne atlıyor.
Harcanan enerji, para ve insan gücü ne
denli yoğun olursa olsun, hiç kimse dünyanın
gitmekte olduğu yöntemi değiştiremiyor.
Gel de tut kelin perçeminden! Sayılır
hükümet insanları, siyasetçiler, bilim
uzmanları, ente-lektüeller, iş adamları,
bankacılar, doktorluğun uzmanları, top-lumbilimciler,
eğitmenler, vb. tümü ince bilgileriyle
uğraşlara katkıda bulunuyor. Kesin yanıt
ya da çözüm gelemiyor!
Ne gam! Bu aydın düşünürlerden, Tanrı’nın temel
prob-lem diye tanıttığı nedene sanki hiç
değinilmiyor: Herhangi bir çözümün bulunuşundan
önce tanımlanması gereken asıl prob-lem.
Temel sorunumuza ilişkin bizi aydınlatabilen
yetki salt Tanrı’dır. İşte ayrım bu dört
yol ağzında odaklanıyor. Orada Tanrı’ya
bilgisel yönden yaklaşanlarla, ‘Allah’
derken neyin nesi olduğunu kestiremeyenlerle
karşılaşır herkes. O’nu arayan-larla,
böyle gelmiş böyle gider mantığına saplananlar...
Başlangıçta Tanrı’nın ne dediği unutulmasın: "Kendi
suretimizde, kendimize benzeyen insanı
yaratalım" (Yaratılış 1:26).
Bunun fiziksel benzeyiş olmadığını hemen
vurgulamalı-yız. İsa Mesih Tanrı’yı kısa
ve özlü açıklamayla şöyle tanıtır: "Tanrı
Ruh’tur" (Yuhanna 4:24). Kuşkusuz,
bedende taşıdığı-mız kol, ayak, göz parçaları
taşımaz Tanrı. O, "Kimsenin yakla-şamadığı
ışıkta oturur. O’nu ne gören olmuştur,
ne de kimse görebilir" (I Timoteos
6:16). Görülmeyen insan olmamıştır.
Bunu gözönünde tutarsak, beden son nefesi
verdiğinde yaşamı-nı sürdüren Tanrı’nın
suretinde yaratılan gerçek insan var.
Kutsal Kitap Tanrı’nın aklı, duygusu,
isteği olduğunu belirtir. İnsanın Tanrı
suretinde yaratılması bu üç özelliği içerir.
Ama O Tanrı olduğundan aklı, duygusu,
isteği sonsuz ve kısıtsızdır. Hiçbir kısıtlaması
yoktur. Budur Tanrı’nın ırası (karakter).
Bunun tam tersine, insan kısıtlıdır. O
büyük deha Einstein’ın da aklı kısıtlıydı.
Hiçbir insan yoktur ki, her şeyi bilebilsin;
hiçbir insan sınırsız kapsamda sevemez
ve hiç kuşkusuz, insanın isteği evrende
egemen olamaz. İnsan, yazgısının (mukadderat)
efendisi değildir, ne de varacağı yerin
pilotu.
İnsanın kişiliğinde başka bir özellik bulunur:
Tanrı’yı bilebilmek, O’nunla paydaşlıkta
bulunma yeteneğini taşımak. Bunun içindir
ki, İncil insanı üç içerikli bir varlık
niteliğinde tanıtır.
"Esenlik kaynağı Tanrı sizi tümden kutsasın. Rabbimiz İsa Mesih’in gelişinde
tüm ruhunuz, canınız, bedeniniz kusursuz
saklansın" (I Selaniklilier 5:23).
Tanrı’nın verdiği yetki uyarınca ademoğlu ruhuyla
Ya-ratanı karşısında O’nunla ilişki kurabilir.
Yine bedeniyle –ca-nıyla– düşünebilir,
seçebilir sevebilir. Bunlar onun kişiliğidir,
yani canı. Bunlarla fiziksel dünya karşısında
bireyin bağlantısı vardır. Kutsal Kitap’ın
vurguladığı düzen kapsamında bunlar kendine
özgü yerde tutulunca aksaklık yoktur.
Ama bu arada ne oldu? Birşeylerin sırası değişti.
Bunun sonucu pek çok insanda beden öncelik
aldı. Ruh ise üçüncü sı-raya itildi. Ne
yazık ki, bugünün ortamında pek çok kişiye
fizik-sel, maddesel ve seksüel ilgi öncelik
almış! Düşünülenler, ka-rarlaştırılanlar,
beğeniler hep bu doğrultuda. Gelgelelim
ruhsal değerlere; bunlar cansız, hareketsiz.
İnsanı yaratana, varlığı ye-nilemeye yönetmeye
ne hak tanınıyor ne de öncelik veriliyor.
Çok çok dinsel uygulamalarla yetiniliyor.
Tanrı’nın egemen is-teği ön sıraya konmadıkça,
bilginin kaynağı Olan’la, yolunu şa-şırmış
ademoğulları arasında buluşma-ilişki kurulamıyor.
Tan-rı’yı kişilikten soyunmuş, yaratığıyla
bağlantısı kopmuş bir var-lığa dönüştürenin
ruhsal durumu ölmüşlüktür. Buna karşı,
Tan-rı’yla paydaşlık gönencinde yaşayan,
gerçekten yaşamaktadır.
"Ama Tanrı’nın acıması öylesine zengindir ve sevgisi öylesine boldur
ki, suçlarımızın içinde ölü olan bizleri
Mesih’le birlikte yaşama getirdi. Kayrayla
kurtulmuş bulunuyorsunuz" (Efesoslular
2:4,5).
Yeryüzündeki
bunalımların tümü insanın ‘isteğinden’
kaynaklandı; belirtilmeli, ‘bozuk isteğinden’.
Tanrı insanları birer kukla olsunlar diye
yaratmadı. Kukla onu yöneltenin isteği
olmaksızın deprenemez. Kuklayı oynatan
elindeki ipi çekerek kuklanın kımıldanışlarını
etkiler. Buna karşı Tanrı bize özgür istek
verdi; seçtiğimizi, istediğimizi yapalım
diye. Ama bu ar-mağanı Yaratanı’ndan alan
insan aldığı kararlar ilişkisinde sağ-töre
(etik) sorumluluğunu taşıyan bir varlıktır.
(Kutsal Kitap’ı bir yana iten ruhbilimciler
bu konuya yaklaşmazlar.)
Adem’le Havva’nın yaratılışlarının ardından ön
sırada beliren, kurulu düzeni sarsıntıya
götüren bir trajedi patladı. Aden bahçesindeki
meyve ağaçları arasında kendine özgü iki
ağaç bulunuyordu. Birinin adı, Yaşam Ağacı’ydı,
ötekininkiyse, ‘İyiliği ve Kötülüğü Bilme
Ağacı’ (bkz. Yaratılış 2:9). Tanrı
Adem’le Havva’ya buyruğunu açıkladı: Her
ağacın ürününü yiyebilirler; ama iyiliği
ve kötülüğü bilme ağacından yiyemez-ler.
Tanrı atalarımıza söz dinlerlikle söz
dinlemezlik arasındaki bu seçim hakkını
verirken kendilerini özgür seçim yetkisiyle
yarattığını belirgin etti. Tanrı’ya karşı
söz dinlerlikle davranıp davranmama hakkı
onlarındı. Bu ilişkide kararı onlar verme-liydi.
Derin esefle üzüntüyle öğrenüyoruz ki; Adem’le
Havva Tanrı’ca insanlığa verilen en parlak
sağlayışa başkaldırdılar.
Elbette, Tanrı insanın kararını önceden biliyordu:
On-ların söz dinlemezlik doğrultusunda
atacakları adımı ve bu yeğ-lemenin sonucu
olarak dille anlatılamayan felaketler
zincirini, bunun yetişecek insan soyuna
neler çektireceğini.. Bütün bunlar Tanrı’nın
egemen bilgisi içindeydi. Bu nasıl anlatılabilir?
Ya-ratığı insanı seven Tanrı onu seçim
hakkından özgür bırakmadı. İnsanın ters
seçimi ilerdeki parlak bir seçime göstergeydi.
Tanrı bambaşka bir fırsat kapısı açacak;
bunu doğru bir şekilde değer-lendirene
görkemli bir armağan sağlayacak. Bugün
yine herkese seçim hakkı sunuluyor.
Yalanın babası şeytan saptırıcı taktiğini kurnazlıkla
kul-lanarak Adem’le Havva’yı ters karar
vermeye ayarttı. Tanrı’nın ‘yemeyeceksiniz’
dediği o ürünü çekicilikle bürüdü; onu
yerler-se tıpkı Tanrı gibi olacaklarını
öne sürerek ağızlarını sulandırdı. (Şeytan
bugüne dek ademoğlunun kendi kendinin
tanrısı olabi-leceğini insanlığa yutturmakta.
Ne var ki, Tanrı Tanrı’dır; hiçbir durumda
Tanrı olmaktan gerilemez. Buna koşut olarak
da, insan insandır; hiçbir durumda insan
kalmaktan ileriye gidemez). Buna karşın
şeytan Adem’le Havva’yı ayarttı, kendi
kararlarını Tanrı’nın kararlarından daha
öne koydurttu. Bu ters kararın so-nucu
olarak yetişen her soy Yaratanı’yla dirimsel,
kişisel ve iç-tenlikli ilişkiden yoksun
kaldı. Çünkü herkes Adem’in soyun-dandır.
İncil bunu şöyle vurgular:
"Bir tek insan yüzünden günah nasıl dünyaya girdiyse, günah yüzünden
de ölüm dünyaya girdi. Böylece bütün insanları
ölüm sardı. Çünkü tümü günah işledi"
(Ro-malılar 5:12).
Her mezarlık, her hastane, her ordu topluluğu,
her ceza-evi kısaca yeryüzünde bu yerlerin
hepsi, yaratılışın başlan-gıcındaki o
ters karardan kaynaklanır. Adının günah
olduğu bu kahredici kötülük insanlığın
özgün (orijinal) kök belasıdır. Günah
insanın Tanrı’yla paydaşlığını sarsmakla
kalmadı, bunun yanı sıra sağlıklı insan
ilişkilerini de allak bullak etti.
Sen ben salt insan soyunun bir parçası olduğumuz-dan
değil, aynı zamanda eylemlerimizden ötürü
günahlıyız.
Davut peygamber doğuştan günaha tutsaklığımızı
şu ağıtla dile getirir: "İşte,
ben suç içinde doğdum, anam günah içinde
bana gebe kaldı" (Mezmur 51:5). Onu
miras olarak almamız hepimizin ayrı ayrı
işlediği günah eylemlerine karşı mazeret
sayılamaz. Kutsal Kitap bunun yanı sıra
hepimizi söz dinlemezlik çocukları
diye suçlar: "Bedenimizin
tutkuları uya-rınca davrandık. Bedenin
ve düşük aklın istekleri neyse onları
uyguladık" (Efesoslular 2:2,3).
Gerçek budur. Kendi söz dinlemezliğimiz nedeniyle
Tanrı’nın karşısında suçluyuz. Suç başka
birine yükletilemez; ne hayat arkadaşına,
ne bir arkadaşa, ne de ana babaya. Ne
so-yumuza sülalemize ne de çevremize kabahat
yükleyebiliriz. Sen ben, hepimiz kişisel
suçlardan sorumluyuz.
Biz ademoğulları arasında her tür kin ve ayrılığın
ne-deni, günahın her varlıkta müşterek
(ortak) ve paydaş bir eylem olmasıdır.
Günah ateistle Tanrı’ya inancı olanı,
teröristle yasa-ları sayanı aynı çatı
altında birleştirir. Günah üçüncü dünya
in-sanıyla gelişmiş ülke insanını birbirine
bağlar. Günah kapitalist-le Marksist’i,
polisle yasasızı, feministle erkeğin üstünlüğünde
duranı hep bir araya getirir. İnsan, gençliğe
uyuşturucular süren bir vurguncu, ya da
töreci olabilir, denize bakan pahalı katlarda
gününü gün eden, ya da gecekondularda
dar darına kötü koşul-larla boğuşan biri
olabilir, doktora yapmış ya da alfabeyi
kavra-mamış olabilir, yargı hep aynıdır:
"Tümü günah işledi ve Tan-rı’nın
yüceliğinden yoksun kalmaktadır"
(Romalılar 3:23). Gü-nah ademoğulları
arasında bütün gerginliklerin temel nedenidir.
Ama İsa Mesih her günahlının umududur, dostudur.
O şunu bildirir: "Doğru kişileri
değil günahlıları çağırmaya geldim"
(Matta 9:13). Kısa mesafe ya da uzun
mesafe olsun, Tanrı’nın kutsallığıyla
insanın günahlılığı arasında aşılamayan
bir yarık vardır. Günah sözünün öz anlamı
‘hedeften şaşırmak’ tır. Bunu düzeltmeye
kendi yeterliğimizden hiçbir katkıda bulu-namayız.
Tanrı’yla barışa kavuşabilmek için iyi
insan olmaya didinmekle, din-töre gereklerini
uygulamakla umulanı elde ede-meyiz! Bu,
"Kişinin yaptığı işler nedeniyle
değildir. Öyle ki, kimse övünmesin"
(Efesoslular 2:9). Bunun içindir ki,
İsa Mesih kurtuluştan söz ederken, "Ben
kurban değil, merhamet isterim" dedi
(Matta 9:13).
Tanrı’nın "merhameti öylesine zengindir
ki" (Efesoslu-lar 2:4), senden
tek isteği kurtarışını O’nun armağanı
niteli-ğinde imanla değerlendirip kabul
etmendir:
"Çünkü iman ederek kayrayla kurtulmuş bulunuyorsu-nuz. Bu kendi başarınız
değildir. Tanrı armağanıdır" (Efesoslular
2:8).
Günahlının
Tanrı katına girebilmesi için İsa Mesih
en yüksek değeri (kurbanı) sundu. Merhamet
Tanrısı Rab İsa Mesih aracılığıyla yaşam
bolluğunu armağan niteliğinde herkes için
gerçekleştirdi. Öte yandan, Tanrı sana
seçim hakkı tanıdığından yaşam armağanını
zoraki içine koymaz. Tanrı’nın eliaçıklıkla
sana sunduğu armağana göstereceğin olumlu
tepki boyun borcundur. Tanrı şöyle buyurur:
"İşte kabul edilen zaman şimdidir;
işte kurtuluş günü bugündür" (II
Korintoslular 6:26). Şimdi. Kişişel
çabalarınla yaşamını düzene sokmaya çalıştıktan
sonra ileride birgün değil! İsa’nın dediğini
anımsa; "Doğru kişileri değil,
günahlıları çağırmaya geldim" (Matta
9:13).
Yaşam sorununa gerçekçilikle göz gezdirdiğinde,
günah çalkantısının çözüm bekleyen temel
bunalım olduğunu bildi-ğinde ilk adımı
atmış olursun. Her nerede bulunsan, hangi
durumda bocalasan İsa Mesih’in kolları
seni bugün kabule hazırdır. Senden duymak
istediği söz şudur: "Ya Tanrı,
ben günahlıya acı!" (Luka 18:13).
Bir Cezalıdan Gelen Mektup
Okuduğunuz
mektup Güney Afrika’nın en sıkı güvenlik
önlem-leriyle çevrili bir cezaevinden
geliyor:
“Tanrı’yı Arayışın adlı kitabınız bana Tanrı Sözü’nü açıklamakta
yardımcı oldu. Bu kitap yaşama ileten
gerçek yolu gösteriyor. Ne dediğimi herhalde
anlıyorsunuz. Kitabı bana bir arkadaşım
verdi. Tanrı’yı Yaratan olarak tanıyorum,
tüm evreni yapan olduğuna inanıyorum.
Tanrım’ın cezaevinde bana yardımcı olacağına
da imanım vardır.”
Trans World Radio’dan
duyuldu.
DUR VE DÜŞÜN
1. Yaşadığımız şu toplumda yürek
burkucu bir düzensizlik bulunduğunu
tanıyor musun?
2. Hastalanırsan, doktor sana ilaç vermeden önce hastalığı
tanımlaması gerektiğini önemli
sayıyor musun?
3. Kutsal Kitap senin sorununu
ne biçimde tanımlar?
Problemine gereken şifayı
nerede gösterir?
|
Bu kentte epey zamandan beri Simon
adlı bir büyücü vardı. Bu adam Samiriye
halkına parmak ısırtıyordu. Kendisinin
çok önemli biri olduğunu söylüyordu. Küçüğünden
büyüğüne varıncaya dek hepsi, ‘Bu kişi
Yüce Güç denen Tanrı’nın gücüdür’ diyerek onu ilgiyle dinlemekteydi.
Dr. Luka
BÖLÜM 6
İNSANLAR
NİÇİN BÖYLESİ YANILMAKTALAR?
ocukken,
düşman bombardıman uçaklarının İngiltere
üze-rinde sürekli uçtuğu bir bölgede yaşadım.
Savaştaydık. Bu uçaklar ülkenin orta ve
kuzey kesimlerindeki endüstri de-rişmelerine
(konsantrasyon) uzanıyordu. Öbür çocuk
arkadaşla-rımla karşı taraf bomba uçaklarının
gürültüsünü bizim savaş uçaklarının sesinden
ayırt edebilmeyi öğrendik. Bizim projek-törlerin
yüksekteki düşman uçaklarını ışığa boğduğunu
görünce çok heyecanlanırdık. Yerdeki uçaksavar
silahlarının ve hava-daki savunma uçaklarının
bazen bir bomba uçağını düşüreceğini biliyorduk.
Karşı tarafın uçağı düşürülünce mürettebattan
bazısı belki paraşütle iniş yaparak kurtulabilirdi.
Bunların bir yolunu bularak kaçmasını,
gözden kaybolup yeniden ülkesine dönebilmesini
ve taze bir yürekle geri gelip başka bir
bombar-dımana katılmalarını önlemek için
sorumlu makamlar bütün yol işaretlerini
söktü. Bunun sonucunda hiçbir yerde yol
işareti görülemezdi. Ama biz çocuklar
kentimizin dışında Wootten Woods denen
yerde, çok önemsiz bir kavşakta küçük
bir yol işareti kaldığını biliyorduk.
Gidip bu yol işaretini ters yöne çevirdik,
bunu yapmakla savaşta ülkemize yardım
ettiğimizi tasarladık. Bölgenin sorumlularıyla
elele vererek bu istenmeyen kişilerin
ülkemize sokuluşunu şaşırtmaya çalışırdık.
Bu bir örnektir. Tanrı bizi aydınlatıyor; aldatıcı
yol işaretlerine bakarak kimilerin Tanrı’yı
arayışta şaşırtılabileceğini bildiriyor.
İlk sırada beliren bir konuya eğilelim:
Bu sınırsız-sonsuz evrene bakıp da onun
bir kurucusu-yapıcısı bulunduğuna şüpheler
eğleştiren eninde sonunda yolunu şaşıracaktır.
“Bilgelik taslarken akılsızlığa sürüklendiler...
Tanrı’yı bilme aşamasına gelmeyi onaylamadıklarından,
Tanrı onları uygunsuz işler yapmaları
için onaylanmayan düşünceye teslim etti”
(Romalılar 1:22, 28).
İşte bu bozuk akıl Yaratan’a tapacak yerde doğallıkla
yaratılışa özgü işlere tapınacak. Öte
yandan karşısındaki değer-leri usavurmayı
bilen, Yaratanı’na tapınacak. Tanrı’nın
evreni yarattığına inanmayı yadsıyanı
Tanrı bozuk akla teslim eder. Ardından,
evrenin kaza sonucu meydana gelişine ilişkin
düzme-ce savlara bağlanmaya bırakır onu.
Baştan çıkmış akıl yanılan akıldır.
Bundan başka, Tanrı Kutsal Sözü’nü gerçek kaynağı
ve tanrısal bilgi yöntemi olarak değerlendirmeyenleri
hazırlop sav-larla oyalanmaya teslim edeceğini
uyarıyor. Tanrı’nın Kutsal Sözü’nü kesin
ve belirgin iman yoluyla benimsemeyen,
kendini tehlikeye açık bırakmaktadır.
"Çünkü kurtulmaları için gereken gerçeği sevmeye yanaşmadılar... Yalana
inansınlar diye Tanrı onlara aldatı gücünü
gönderiyor" (II Selanikliler 2:10b,11).
Bu ilke vurgulanmalı; gerçeği yadsıyan yalanı
içtenlikle kucaklar. Çok iyi anımsıyorum;
bir kez Londra’nın sisli yol-larında eve
götüren yolu
seçmeye çalışıyordum. Yolun kenarını
bulabilmek için bile çok çabaladım. El
feneri de yardımcı ola-mıyordu. Sis ortalığa
hakimdi. Tanrı aklı karıştıran güçlü aldatı-nın
insan soyuna bir hortlak gibi sona dek
balta olacağını bil-diriyor; çünkü ademoğulları
Havva kızları Tanrı Sözü’nde su-nulan
gerçeği tepti. İsa’nın öğrencileri efendilerine
ilginç bir soru doğrulttu: “Senin gelişini
ve çağın sona erdiğini gösteren belirti
ne olacak?” (Matta 24:36). İsa evrende
görülecek çarpıcı belirtiler arasında
şunu da belirtti:
“Çünkü yalancı mesihler ve yalancı peygamberler türeyecek. Bunlar önemli belirtiler
gösterecek ve göz kamaştırıcı işler yapacak.
Öyle ki, olanağı bulunsa seçilmişleri
bile kandırırlardı” (Matta 24:24).
Bu
sözleri okurken belki diyebilirsin, “Hayır,
hayır! Ben aldanmıyorum.” Hatta, “Yalancı
mesihleri, yalancı pey-gamberi kolaylıkla
sezebilme yeteneğim var!” diye gururlana-bilirsin.
Ama sorunu daha derinden düşünmeye çalış.
Gerçeği kabul etmedinse, Tanrı senin aklını
bulandırsın diye şeytanı ser-best bıraktı.
Elbette sen bunun farkında değilsin. Bir
yalancı peygamberin seni yanılttığını
bilebilseydin, o zaman hiç yanıl-mazdın.
Tüm aldatı aklın içindedir. Aklının sivriliğiyle
büyük-lenenin akılda yanıldığını, yalana
kulluk ettiğini kabullenmesi güçtür.
Kutsal Kitap’ı okurken ya da onu okuyunca gerçeğe
direnenler, böylece kendilerini aldatı
ve kandırıya açık bırakan-lar iki sınıfa
ayrılır. Kimileri, aklının sivriliğiyle
övünerek ken-dilerini yeterli sayar. Başkaları,
sağlıklı töreye kayıtsız kalır. Bunlara
karşı, Tanrı isteğini kavrayarak onu uygulamaya
istekli olanlara İsa Mesih’in bir vaadi
duyurulur: "Tanrı’nın istemini
uygulamak isteyen biri çıkarsa, öğretişimin
Tanrı’dan mı oldu-ğunu, yoksa kendiliğimden
mi konuştuğumu bilecektir" (Yu-hanna
7:17).
Tanrı’nın isteğini gerçekten uygulamayı
istiyorsan, bi-lebilirsin ki Tanrı Kutsal
Sözü’nde neye inanacağını neye inan-mayacağını,
nasıl davranacağını nasıl davranmayacağını
sana öğretecektir. Bunun yanı sıra kendi
kendini akıl hocası atayan, ama Tanrı
Sözü’nü öğretmeyen dinsel eğiticileri
yadsımayı da sana anımsatacaktır. Bunların
öğretisi kasıtlı, davranışı terstir.
Zamanımızda insanları ters yöne yönlendiren şeytan
ajanları aldatıcı tarikat bağlılarıdır.
Tekte üçlük üçte teklik gerçeğini yadsıyan,
Baba, Oğul, Kutsal Ruh tanrılığını dışlayan
yalancı peygamberdir. Bunlar Kutsal Söz’ün
birkaç yerine ve konusuna değinirler,
öte yandan da kitabın metnini içeriğinden
kopararak Kutsal Söz’e ters düşen bir
tarikat eniklerler. Yalancı eğiticileri
denemek isteyen onlara basit bir soru
doğrultur: “İsa Mesih kimdir?” Bunun içindir
ki, İsa’nın kimliğini bilmen gerçekle
tanış olmanın kökenindeki gereklerdendir.
İsa Tanrı’nın Oğlu olarak anlaşılınca ve bilinince
öbür kuruluşların foyası ortaya çıkar.
O kesin bir açıklamada bulun-du:
“Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez” (Yu-hanna 14:6).
Ruhsal
kargaşalık dinsel kuşaklara kısıtlanmış
değil sa-dece. İnancı dışlayan dünyasal
yorum yöntemi, hümanist (in-sancıl) felsefe
uyarınca etkisini kullanarak ademoğlunun
evren-de odak (mihrak) olduğunu öne sürüyor.
Toplumun temel uğraşı insanın geliştirilmesi
olmalı diyor. Hümanizmin platformu her
yana dal budak salmış bulunuyor: Üniversiteler,
medya, sanat, vb. Reklamcılık dünyasının
özdeyişi (motto) bir sözle özetle-nebilir:
Kendimizi pohpohlayalım.
Hümanizmi
özetlemek istersek bu, yaratığın tanrılaş-tırılmasıdır.
Bazılarının varsaydığı gibi yeni bir felsefe
kolu değildir. Mesih’in evrene haberini
tanıtan Pavlos’un günlerinde Tanrı şöyle
konuştu: “Onlar Tanrı’nın gerçeğini
yalanla değiş-tirdiler; Yaratan’dan çok
yaratığa tapındılar, ona hizmet sun-dular”
(Romalılar 1:25a). Tanrı O’na sığınmayan
ademoğlun-dan soruyor: “Ben dünyanın
temelini atarken sen neredeydin? Anlıyorsan
söyle” (Eyub 38: 4). Bu, hümanistleri rahatsız eden bir sorudur.
Şeytan Havva’ya yaklaştığında olanaksızı
olanaklı göstererek ona seslendi: “Tanrı
gibi olacaksınız” (Yaratılış 3:5).
Şu çağda şeytan yanıltıcı hümanizm öğretisiyle
aynı sinsi oyunu oynuyor.
Olabilir ki
daha gençsin; siyasal-dinsel sorunlara
ve bu türden konulara şimdiye dek pek
eğilmedin. Belki siyasetçilere sıcak bakmıyor,
dincileri de çağa ayak uyduramamakla suçlu-yorsun.
Yaşdaşlarının izinden yürüyerek kişisel
tatminliğin için başka yönlere çeviriyorsun
gözünü. Olasılıkla, çağdaş rock mü-ziğine
gönlünü kaptırdın. Bu müziğin birçok kolu
seni kendine çekiyor olabilir: Yeni müzik
dalgası, serseri müziği, sert metal müziği,
vb. Kendini içinde bulduğun yalnızlık
dünyasından seni her ne kurtarabilirse
ona sarılıyorsun. İşittiğin havaya göre
dans ederken söylenen şarkının sözlerine
belki dikkat edersin. Bun-lardan nasıl
bir anlam çıkarırsın? O sözlerin genellikle
satanizm yönteminden, sadizm (elezerlik)
hevesinden, seks düzensizli-ğinden etkilendiğini
belki de bir söyleyen olmuştur sana. Birçok
kez bu tür müziğin içeriği cehennem dehşetini
betimliyor. Bu sapma, anlamsız diye yorumlanan
varoluşa bir alternatif sayılır belki.
Ama, böylesi müziğin çalındığı atmosferde
çoğu kez ka-ba kuvvete götüren bir çılgınlık
havası eser. O gençleri bir araya getiren
yöntemin etkisi hem kendilerini hem de
birbirini yiyip bitirmektir dememiz yanlış
olmaz herhalde.
Los
Angeles kentinde Morg diye bilinen büyük
bir buz-hane var. Burada her zaman ortalama
altı yüz ceset bulunur. Birçoğu gençler.
Cesetleri üç ay süreyle saklarlar, belki
yakın-lardan biri çıkar da onları tanıyabilir
diye. Ayak parmağında bir etiket yazılıdır:
İsimsiz. Bu genç cesetlerin çoğu bir süre
sonra bilinmez kişiler olarak kimsesizler
mezarlığına gömülür. Birço-ğu uyuşturucular
dünyasından gelmiş. Bu yavrular konusunu
ettiğim müziği dinlediler. Diskolarda,
milyonlarca evi donatan CD’lerde (kompakt
disk) aynı müziğe saatlerce kulak tuttular.
Bu arada yanlış, berbat yol işaretini
izlediler. Yolun sonuna vardıklarında
oradan geri dönme olanağı kalmamıştı artık.
Ah, İsa Mesih’in o içtenlikli çağrısını
duysalar ve O’na pekiyi dese-lerdi: “Ben
onlarda yaşam olsun, hem de bol yaşam
olsun diye geldim” (Yuhanna 10:10).
Bu
kargaşa ortamına ‘siyah saat’ diye nitelenen
okult (gizemli büyücülük) eylemi de sokuldu.
Günümüzde bu okult taşkınlıklarına geniş
ilgi gösteriliyor; Karanlık Çağlar’ı anımsa-tırcasına!
Ve şaşkınlık oluşturan yönler bolluğu...
Bütün bunlar bugünün ‘bilimsel aydınlanma’
çağında sırıtıyor.
Satanizm’e
ne denecek? Yeryüzünün dört bucağına ahtapotun
kolları gibi uzanıyor o. Ademoğulları
şeytana tapını-yor. Londra borsasında
önemli sorumluluk taşıyan bazı kişiler
‘Siyah ayin’ kutlaması için bir araya
geliyor. Avrupa’da cadı yuvaları kurulmuş;
bunlar başka kara parçalarına dal budak
salıyor. Kökü Afrika’da olan ‘ölü atalara
tapınış’ tarikatı her yana uzanıyor. Ruhlarla
ilgili seanslar düzenleniyor. Şeytanın
karanlık dünyasına değen törenler yapılıyor;
erkek ve kadınlar metafizikle ilişki kurmaya
çalışıyor. Yolu-yöntemi şaşırmış uğraşların
tümü ruhsal dünyayı anlayabilmek kovalayışından
kaynaklanıyor. Tanrı’yı arıyorum diye
bulanık suda balık avla-yanlar çevreyi
daha da bulandırıyor, Tanrı’yı büsbütün
yitiriyor, karanlığın egemenliğine, yalan
yanlış fantezilere isteyerek-istemeyerek
teslim oluyor. Bu karanlık uğraşlar özellikle
sözde gelişmiş ülkelerde görülüyor ve
rağbet topluyor.
Tanrı’nın
son günlere ilişkin bildirdiklerini anımsamak
kendi yararımızadır. O bizi yalancı peygamberlere
ilişkin uya-rıyor. Bundan başka sahte
mucizelerin, düzmece belirtilerin son
günlerdeki genel yanılgıyla atbaşı beraber
gideceğini söylüyor. Üstelik
bir kandırıcılık erbabının belireceğini,
tüyleri ürperten eylemlere koyulacağını
da açıklıyor: “Çünkü kurtulmaları için
gereken gerçeği sevmeye yanaşmadılar...
Yalana inansınlar diye Tanrı onlara aldatı
gücünü gönderiyor” (II Selanikliler 2:10b,11).
Yalancı öğretiler ve şeytansal eylemler çerçevesinde
et-kinliğin yoğunlaştığı şu çağda, her
soydan her boydan gencin ya da orta yaşlının
dinmeden kabaran mayalanmayla etkinlenmesi
doğrusu şaşılacak iş değil! Bireyler sanki
kendini şüpheciliğe, güvensizliğe teslim
etmiş. Bilmeliyiz ki, şeytanın yanıltıcı
yol işaretleri her yana yerleştirilmiştir.
Şunu kesinlikle anlaya-biliriz: Bunların
hiçbiri sersemleşmiş kadını-erkeği tek
kurtarıcı İsa Mesih’e yöneltemiyor.
Seven Tanrı’nın bildirisi, bu kasvetli havanın
etkilediği yaşam görüşünden bambaşkadır.
O’nda umursamazlık, şaşkın-lık, ölümde
kadercilik yok. O’nun müjdesi umut ufuğu,
güven-lik doluluğu, bollukla beliren yaşamdır.
Tanrı’yı bulmaya ger-çekçi arayışı kovaladıkça,
Kutsal Kitap’ı okudukça orada Kut-sal
Ruh’un seni her durumda Rab İsa Mesih’e
yönelttiğini gö-rürsün. İsa’nın yetkili
vurgulaması sürekli işitilir: “Yol
da, ger-çek de, yaşam da Ben’im. Ben aracı
olmadıkça kimse Baba’ya gelemez” (Yuhanna
14:6).
Tanrı, yaşamın şaşırtıcı baskılarıyla yorulmaman
için seni kandırıcı yol işaretlerine karşı
uyarıyor. Aynı zamanda kafanı bulandırabilecek
köksüz dayanaksız öğretileri öz yapılarıyla
karşında sergiliyor. Ve sana şu somut
vaadi veriyor:
“‘Çünkü sizin için düşündüğüm tasarıları biliyorum...’ diyor RAB. ‘Kötü tasarılar
değil, size umutlu bir gelecek sağlayan
esenlik tasarılarıdır bunlar. O zaman
beni çağıracak, gelip bana yakaracaksınız.
Ben de sizi işiteceğim. Beni arayacaksınız,
bütün yüreğinizle arayınca beni bulacaksınız.
Kendimi size buldurtacağım’ diyor RAB”
(Yeremya 29:11-14).
DUR VE DÜŞÜN
1.
Tanrı’ya
tapınacak yerde yaratığa tapınan
kafa nasıl bir kafadır? (Romalılar
1:22-28’yi okuyun)
2.
Tanrı’yı
ararken, herhangi akılsal bir sorununu
çözebi-lecek anahtar nedir? (Yuhanna
7:17’i okuyun) Zekan mıdır?
İsteğin ya da istencin (irade) midir?
3.
Tanrı
seni kendisine yöneltmeye berrak
ve açık bir ‘yol işareti’ veriyor
mu? (Yuhanna 8:12’yi okuyun)
|
Bir yerde küçük bir çocuk din-ahlak
dersi veren öğretmeninden sormuş: “Tanrı
kötü çocukları sever mi?” Hoca yanıtlamış,
“Şüphesiz hayır!” Üzülerek belirtmeliyim;
bu yanıt sövgüye kaçıyor. Tanrı kötü çocukları
sevmeseydi, beni hiçbir zaman sevemezdi!
Büyük yazar Shakespeare konunun derinine
şöyle giriyor: ‘Sevgi sevgi olamazdı;
değişen durumlarla etkilenseydi.’
G. Campbell Morgan
BÖLÜM 7
TANRI
GERÇEKTEN BENİ SEVER Mİ?
enin
için önemli sayılan birinin sevgisinden
şüphe ettiğin oldu mu hiç? Ya da, birisi
senin sevginden güvenlik duymuyorsa ona
sevgini ispat etmeye çalıştın mı? Her
iki olasılığa yaklaştığımızda görürüz
ki, belirli durumlar gerçek sevginin laftan
çok eylemle desteklenmesini gerektirir.
Eylemin laftan daha güçlü ve etkili
olduğunu bilmemiz bizi Tanrı sevgisinin
kendine özgü eylemle sergilenişine götü-rür.
İsa Mesih’in haç üzerindeki ölümü Tanrı’nın
sana karşı sevgi eylemidir. Bunun önemini
kavradığında, Tanrı’nın seni gerçekten
sevdiğine ayrıntılı bilgi edinmene gerek
kalmaz. Ben tövbe edip kurtarıcı İsa Mesih’e
iman ettikten ve yeniden doğ-duktan sonra
olmuş bir hikaye okudum: Bir askerle borazan
çalan bir çocuk. Bunlar Güney Afrika’da
Bor savaşında hizmet görmüş. Borazancı
çocuk Willie Holt ve art arda sövüp sayan
yedi asker. Hep birlikte aynı çadırdalar.
Askerlerden biri Bill. Ne Tanrı’ya ne
de Oğlu İsa Mesih’e inanıyor. Ama çocuk
Willie tam bir Mesih bağlısı. Her gece
yatağının başında diz çöker sessizce Kutsal
Kitap’ı okur, dua eder. Bunu gören asker-ler
onunla sürekli tiye alırdı.
Birgün onların komutanı Albay tüm birliği karşısında
sıralanmaya çağırdı. Çocuk Willie ile
sövücü Bill’in çadırına hırsız dadanmıştı.
Bu aşırıcıyı bulmak için Albay tüm birliğe
sanki ültimatom verdi: “Daha önceki uyarılarım
bir işe yara-madı. Dün gece hırsız yine
marifetini sürdürdü. Bugün o hayta-ya
son bir fırsat veriyorum; suçunu ikrar
etsin erkekse cezasını çeksin. Yok, buyruğuma
kulak asmazsa onunla birlikte herkes çıplak
sırtına onar kırbaçla cezalandırılacak.
Ama birisi ortaya çıkıp da bu dolabı döndüren
benim derse, geriye kalanlar kır-baçtan
esirgenecek.”
Albay’ın sözlerinden sonra çocuk Willie onun karşısın-da
vaziyet aldı. “Albay’ım” dedi, “Buyurdunuz ki, biri öne ge-lip cezasını çekerse
geriye kalanlar kırbaçtan kurtulacak.
O kişi ben olacağım.” Albay aşırı öfkeyle
askerlere gürledi: “Suçsuz bir çocuğun
yerinize sizin cezanızı yüklenmesine nasıl
izin vere-bilirsiniz?” Hiçbir kımıltı
duyulmadı. Komutan sözlerini sür-dürdü:
“Öyleyse hepiniz suçsuz bir gencin suçluya
yaraşan ce-zayı yüklendiğine –umarım ki
acı duyarak– tanık olacaksınız.”
Bir asker olarak sözüne bağlı kalan Albay küçük
Willie’nin sırtını soydurttu ve kırbacın
acımasız darbelerini o körpe bedene indirtti.
Willie haddini aşan dayağa dayanama-yarak
oracıkta bayıldı. Bu acıklı manzaraya
daha fazla katla-namayan Bill bir anda
ortaya fırladı ve acı acı haykırdı: “Dur-durun;
hırsız benim!” Cezamı kendim üstleneceğim.
O sırada ayılan Willie hafiften mırıldandı:
“Zararı yok Bill! Albay kara-rından geri
dönemez. Tüm cezanı ben tamamlayacağım.”
Öyle de oldu. Ama çocuk Willie ağır darbelerin
etkisinden kurtula-madı. Böylesi genç
yaşamdan cennete ayrılmadan önce, Bill
–çökmüş o kocaman adam– çocuğun
yatağı başında hüngür hüngür ağladı: “Neden
Willie, neden bunu benim için yaptın?”
Küçük Willie güçlükle konuşabildi: “Bill,
birçok kez sana Tan-rı’nın seni nasıl
bir sevgiyle sevdiğini anlatmaya çalıştım;
her kezinde konuyu matrağa döktün. Senin
cezanı üstlenirsem bu, Mesih’in seni ne
denli sevdiğini somut bir eylemle kanıtlar
diye düşündüm. Mesih senin yerini almaya
haça çıktı, senin günahın için öldü.”
Willie kurtarıcısına kavuşmadan önce Bill,
Mesih’in sevgisinden kaynaklanan kayrasal
kurtuluşa iman etti, onu ka-bul etti,
yaşamı yöntemi değişti. Willi’nin tanıklığını
o üstlendi.
Evet, Tanrı İsa Mesih’in kişiliğinde kaybolmuş
insan yararına kesin ve etkin kurtarma
eylemini gerçekleştirdi. Bunun gerisindeki
etken Sevgi’dir. Tanrı’nın her
cana doğrultulan sev-gisi... Böylesi kavranılamaz
bir sevgiydi, Mesih’i o yüce kurtar-malığa,
dayanılmaz işkencelere götüren itki.
Yetkin (kusursuz) İnsan
Golgota
tepesinde üç ayrı haç dikilmişti. İkisinde,
idam yargılısı iki haydut asılıydı. Bu
iki suçlu arasında İsa Mesih mıhlanarak
asıldı; o haçta öldü.
Bu dayanılmaz işkencenin son saatlerinde haydutlardan
biri her üçünü de bu ağır yargıya götüren
cezanın hukuki yö-nüyle ilgilenmeye başladı.
Şaşılacak şey, kendi acısını çektiği işkenceyi
değil, İsa’nın çektiği işkenceyi düşündü;
aklı bu sorunla düğümlendi. Nasıl olur
da hukuk yasalarının kaynağı meşhur Roma
böylesi bir çelişkiye düşer; İsa’yla kendilerini
nasıl ve niçin aynı cezaya çarptırır?
Bu bariz adaletsizlik kafası-nı biteviye
kurcaladı. Sonunda sağduyulu dille, berraklıkla
ve alçakgönüllülükle o ölen haydutun lisanı
evrilmiş çevrilmiş üç gözlemde odaklandı:
“Bizimki hak edilmiş cezadır. Yaptıkları-mıza
yaraşan karşılığı alıyoruz.” Soruna
çözüm arayan bu us-lamlamayla, ölmekte
olan haydut kişisel sorumluluğunu açıkça
ikrar etti; bu yolla suçunu kabullendi.
Onun ikinci sözü şuydu: “Gerçekten bize yaraşan
yolda ölüyoruz.” Zamanımızda ufak
tefek suçların, ya da vahşi cina-yetlerin
sürüp gitmesi sıradan olaylara dönüştü.
Birinci yüzyılda bu tür suçlara nasıl
bakıldığını anlamamız güçtür. Ama bu mah-kum
haydut kendi diliyle, şu birkaç sözle
o dönemde kendile-rine çektirilen ölüm
cezasının hukuki ve adaletli olduğunu
res-men bildiriyordu. “Yaptıklarımıza
yaraşan ölümle ölüyoruz” ikrarıyla
olayı kesinleştiriyordu.
Gelelim üçüncü sözüne: “Ama bu insan hiçbir
yolsuz iş yapmadı.” Haydutun kişisel
suçunu kaşını kıpırdatmadan açık-ça itiraf
etmesi dikkate değer doğrusu. Hukukun,
yasaların kara-rını itirazsız kabul etti.
Ne var ki, kendi yanında asılan İsa’ya
gösterdiği ilgi daha da çok dikkati çekicidir.
Bu insan, bu İsa, ölmekte olan haydutun
tüm dikkatini üzerine çekti. “O suçsuz-du,
yargılanması büsbütün haksızdı; böyle
bir cezaya çarptırıl-ması adaletsiz belirginlikti.”
Suçluluğunu baştan sona kabul eden haydut ağır
mah-kum durumunda nereye dönebilir, nereden
medet umabilirdi? Hiçbir yerden! Yalnızca
onun yanında asılı suçsuz İsa Mesih’ ten.
İçtenlikle, imanla O’na yakardı: “Ya
İsa hükümranlığına geldiğinde beni anımsa!”
Rab İsa Mesih bu tür ciddi ikrarın do-kunaklı
gereksinimini her kezinde kayra ve merhametle
karşı-ladığı gibi, sağlayabildiği güvenliği
hemen belgeledi: “Doğrusu sana derim
ki, bugün benimle birlikte cennette olacaksın”
(Luka 23:39-43).
Mesih’e sığınan bütün tövbeli günahlılar gibi
ölmekte olan haydut da o gün af ve sonsuz
yaşam güvenliğiyle esenliğe kavuştu. Günahı
için Tanrı’ca atanan kurtarana döndü –Rab
İsa Mesih’e– O’nun affını merhametini
tam yerinde diledi: Me-sih’in kurtulmalık
olarak öldüğü haçta. O korkutucu, ama
tarih-sel günde ölmekte olan iki hayduttan
birinin dikkati suçsuz İsa Mesih’e
doğruldu. Bu haça çakılma olayından sonra,
ileride O’nun iki öğrencisi kesin ve belirgin
dille İsa Mesih’in günah-sızlığını
vurgulayacak. Bunlar ve aynı kurtarıcıya
iman eden Pavlos kişisel tanıklıklarıyla
İsa’nın günahsızlığını kesenkes
belirtecekler.
PETROS
Rab İsa’nın çok yakın arkadaşıydı. Tez
can-lılığıyla bilinen bir insan. Bu adam
kendi kişiliğini İsa’nın gü-nahsızlığı
ışığında enikonu inceledikten sonra şu
kanıtlı sonucu beyan etti: “O hiçbir
günah işlemedi” (I Petros 2:22).
YUHANNA da İsa’nın yakınlarından biri, O’nun çevresinde
bulunanlardandı. Her gün İsa’yı izler,
O’nun yaşantısını, tutumunu birlikte oldukları
zaman bütün inceliğiyle bir kitap gibi
okurdu. Bu yakın ilişkiden edindiği kanıtlılıkla,
su götürmezlikle şunları yazdı: “O’nda
günah yoktur” (I Yuhanna 3:5).
PAVLOS bir aydındı, düşünürdü. Böylesi eğitimli
bir araştırıcı izlenimini iki kelimeyle
özetledi: “Günah nedir bilmeyen”
(II Korintoslular 5:21). İsa’yı
görmüştü. Pavlos O’nu göklerde gördü.
Sözüne güvenilir üç kişinin tanıklığı
işte budur.
Yine de bazıları bu sağduyulu kanıtları tez elden
savar. Diyebilir ki, “Ne ölen haydut,
ne Petros, ne Yuhanna, ne de o Pavlos
nesnel görüşle konuşuyor. Ölümle boğuşan
o suçluya gelince sarılabileceği bir dal
arayışındaydı. İsa’nın yakınları üç kişiye
gelince İsa’ya bağlılıkları nedeniyle
yanlı dil kullan-dılar.” Bir an için buna
pekiyi diyelim; ya Roma valisi Pontoslu
Pilatos için ne diyeceğiz? Onun yanlılığı
başka yöndeydi; Me-sih’in ne dostu, ne
de yakını sayılabilirdi. İsa’nın suçlayıcıları
O’nu paldır küldür valilik makamına sürüklediler;
İsa’ya karşı düzenledikleri töhmeti mitralyöz
gibi yağdırarak ölümünü dili-yorlardı.
Vali sorguyu enikonu sürdürüp sonuçlayınca
açık açık konuştu: “O’nu önünüzde yargıya
çektim. Ama öne sürdüğünüz suçlardan hiçbirini
bulamadım kendisinde” (Luka 23:14).
Baba Tanrı’nın yücelerdeki tahtından gelen yetkili
bil-diriyle karşılaştırılınca, insandan
kaynaklanan bu tanıklıkların önemi geride
kalmaz mı? Bir konuşmacı açık bir toplantıda
konuşmadan önce onun anlaşılabilir biçimde
herkese sunulması gerekir. İsa Mesih de
topluluklara hizmetini açmadan önce, Baba
Tanrı sevgili Oğlu’nu insanlığa tanıtmayı
üzerine aldı. Göğün ve yerin duyduğu o
tanrısal sesle Baba Oğul’u övdü, O’nu
tüm dünyaya sundu: “Sevgili Oğlum budur.
O’ndan hoş-nutum” (Matta 3:17).
Baba çok iyi biliyordu; Oğlu Mesih insan bedeni
kuşan-mış durumda yeryüzünde Tanrı’nın
insana ilişkin özlediği ve öngördüğü kusursuzlukla
yaşadı. O’nun dışında istisnasız tüm insan
soyu günah düşüklüğündedir. “Tanrı’nın
yüceliğinden yoksun kalmaktadır” (Romalılar
3:23). Yalnız İsa bu zümrenin dışındadır.
Her açıdan, her bakımdan başkadır. Bu
nedenle O insanlığa hizmetini açmadan
önce Baba Tanrı O’nu herkese tanıttı.
Tanrı O’nun kutsal Babası’dır (bkz.
Yuhanna 17:11). Tanrı sevgili Oğlu’nun
yaşamından baştanbaşa hoşnuttu.
Önceki sayfalarda vurgulandığı
gibi, Rab İsa Mesih başlangıcı olmayan
zamanlardan şu ana dek hiçbir dönemde
tam Tanrı olmaktan çıkmadı. Bunu gözönünde
tutunca Tan-rı’nın yüceliğinden soyunarak
yeryüzüne inişini, erden bir kızın rahminde
bulunuşunu, insan benzerliği kuşanışını
düşünebilmek her bakımdan akılları sarsan
olaydır. Tanrı’nın kendisine özgü gizi!
Bunları gözönünde bulundurursak, İsa’nın
Baba Tanrı’nın istemiyle tam uyumda var
olduğu kavramımızı canlandırır. Ters durumda
O, Baba’ya kusursuz hoşnutluk sağlayamazdı.
İsa Me-sih yeryüzünde geçirdiği tüm süre
boyunca her an Baba Tan-rı’nın karşısında
söz dinlerlik gösterdi; Baba’yla daima
uyumda olduğunu kanıtladı. Bu görünüm
tanrısal gizin başka bir yönü-dür. Kin,
düşmanlık, söz dinlemezlik ortamında günahın
kasıp kavurduğu yeryüzünde İsa göksel
Babası’na özgü kutsallığı ser-giledi.
Sevgiyi açık açık tanıttı, bundan kaynaklanan
amaçlı ya-şamı yaşadı.
Küçük dili yutturan görünüm, İsa Mesih’in yeryuvar-lağında
Yaratan’ın her şeyi yaratmış olduğu kurulu
–ama sar-sıntılı– düzende O’nun başlangıçtaki
amacını tümler biçimde yaşadığıdır. İsa
Mesih Tanrı’dan daha geride olmamakla
bir-likte, otuz üç yıllık yersel yaşamında
Yaratan’ın insana ne çeşit yaşam biçimi
öngördüğünü açık açık sergiledi. O’nun
yersel varlığı süresince hiçbir tutumu
ya da davranışı Yaratan’ın bu en parlak
yapıtına yaraşan düzgüden sapmadı. Bu
yıllar içinde İsa her an, kesinlikle göksel
Babası’nın isteğiyle uyumdaydı. Bu-nun
içindir ki, Baba yeryüzünde kusurlu insanlar
arasında gör-kemli yaşam yaşayan sevgili
Oğlu’na baktığında O’ndan kesen-kes hoşnuttu.
Yalnızca O’ndan.
Suçsuz! Günahsız! Mükemmel! Az önce değindiğimiz
o kişiler İsa’yı suçsuz insan olarak gördü.
Yücelerdeki kutsal Baba O’nu mükemmel
kişi niteliğinde gördü. Suçsuz! Günah-sız!
Görkemli! Ve bu birey öldü. Yerimize öldü.
Her birimize karşı taşıdığı eşsiz sevginin
itkisiyle öldü.
Sınırsız Sevgi
Hayalini
kullanarak İsa’nın haça mıhlandığı o özel
Cuma günü, bu acıklı olayı görenlere sen
de katılmaya çalış. Haçın çevre-sinde
toplanan kalabalığın ağzı dili bağlanmış.
Bu ürkütücü manzaraya bakmaktayken kana
boyanmış, kişiyi şoke eden ola-ya dikkat
kesildiler. İsa’nın iki yanında idam yargılısı
iki kişi. Bunlar soydaşları arasında suçluydu;
aynı zamanda Yaratan’ın karşısında suçluydu.
Her ikisine de ölüm yargısı ülkenin yasası
uyarınca gerçekleşiyordu.
Bu
iki yargılının orta yerinde İsa kendi
haçında asılıydı. İki haydutta büsbütün
karşıt görünüm! İsa salt insanlar önünde
suçsuz değildi; ama kutsal Babası’nın,
evet Tanrı’nın karşısında suçsuzdu; “Suçsuz
ve lekesiz kuzuyu andıran...” (I
Petros 1:19; bkz. II Korintoslular 5:19).
Mesih’in bu kefaret ölümü Tan-rı’nın
sevgiyle dolu yüreğinden koptu. Haydutların
cezası yasa-ların dileğiydi. Ama İsa Mesih’in
yasaya hiçbir borcu yoktu. O kendisini
hazmedemeyenlere şunları söylemişti: “Canımı
veri-rim; öyle ki onu yeniden alayım.
Canımı benden kimse alamaz. Ama onu kendi
isteğimle veriyorum. Canımı vermeye de,
yeni-den almaya da yetkim vardır” (Yuhanna
10:17,18). Sevgisinin hangi boyuta
uzanacağını öğrencilerine şu sözlerle
açıkladı: “Hiç kimsede insanın dostları
yararına canını vermesinden daha üstün
sevgi yoktur” (Yuhanna 17:13).
İsa’nın
ölümü ve dirilişi ardından yazar Pavlos
bu ger-çeği şu yazıyla aydınlattı: “Tanrı
günah nedir bilmeyeni yeri-mize günah
kıldı. Öyle ki, Mesih bağlılığında Tanrı’nın
doğru-luğu olalım” (II Korintoslular 5:21).
Birçok yüzyıl sonra, Mesih’in günahlarımıza
kefaret niteliğinde ölümüne ilişkin tanrısal
gerçek şu anlamlı diziyle belirtildi:
Sen
benim doğruluğumsun,
Bense
senin günahın.
Bana
yaraşanı sen üstlendin,
Senin
olanı bana verdin.
Ne
değilsen o oldum,
Öyle
ki, ben ne değilsem o olayım.
Buğday Tanesi
Beklenen
ölümünü her bir inceliği ve ayrıntısıyla
önceden bilen Rab İsa, yüreğindeki acıyı
öğrencilerine açıkladı: “Şu anda yüreğim
üzüntüyle sarsılıyor. Ne demeliyim? ‘Ey
Baba, beni bu durumdan kurtar’ mı? Ama
ben bunun için gelmiş bulunu-yorum. Ey
Baba, adını yücelt!” (Yuhanna 12:27,28).
Tanrı’nın egemen yüceliğine böyle
bütünsel bir bırakım, Baba’nın en iç-tenlikli
yanıtını getirdi: “Yücelttim ve yücelteceğim”
(Yuhanna 12:27,28).
Rab
İsa Baba’ya dua etmeden önce öğrencilerine,
to-hum özelliği taşıyan bir tanenin harmana
götüren yolu hazırla-yabilmesi için ilkin
ölmesi gerektiğini anımsattı:
“Size önemle belirtirim: Yere düşüp de ölmeyen buğday tanesi tek başına kalır.
Ama ölürse bol ürün verir” (Yuhanna 12:24).
Günahsız
insan olarak ölümün O’nda hiçbir gücü
düşü-nülemezdi. Ama kendi isteğiyle ölmeye
razı oldu. Senin benim günahımız için
bağışlamalık ölümü.. O bu yolla arıtılmış
insan-lardan oluşan sonsuzluk ürününü
topluyor. Bu tarımsal betimle Rab İsa
hem tasarısını anlattı hem de buna iman
eden her cana vaadini kanıtladı.
(Tasarısı)
“Baba’dan gönderildim ve dünyaya geldim.
Yine dünyayı bırakıp Baba’ya gidiyorum".
(Vaadi) "Yeniden gelip
sizi yanıma alacağım; öyle ki, benim bulunduğum
yerde olasınız” (Yuhanna 16:28; 14:3).
Güç
kavuşulabilecek bir olgu! Akıl almaz bir
kefaret sunusu. Kurtarıcı’nın dillere
destan olan bu sevgi eylemi niceler tarafından
geri çevrilmekte, af bağışı tepilmekte.
Başkaları O’nun ölmediği saplantısına
kulluk etmekte. Yine bazıları bunu kayıtsızlıkla
karşılamakta. Ademoğulları isterse Kurtarıcı’yı
doğrudan doğruya yadsısın, ya da dolayısıyla
yan çizsin sonuç aynı olacak: Sonsuz yaşamın
vericisinden sonsuzlar sonsuzu kopmak.
Sonsuz ışıktan, sonsuz sevgiden yoksun
kalmak karanlığa tıkılmak. Bu korkunç
gelecek şu sözlerle dile getirilir:
Öldükçe
ölürsün,
Öylesi
ürkünç bir ölümdür bu;
Sonsuzu
kapsayan ölüm.
Öldükçe
ölürsün,
Ama
ölmüş ilan edilmezsin hiç!
Bu bilginin yanı sıra, Rab İsa Mesih seni sadece cehennemden cennete aktarmaya
ölmedi. Bundan başka, Tanrı’yı cennetten
senin varlığına ulaştırmaya öldü.
Sonsuz
yaşam salt senin geleceğini cennetin güvenli-ğine
kavuşturmak değildir. Gerçekten inanlı
olana Kutsal Söz’ de duyurulan güvenlik,
sonsuz yaşamın hiç son bilmeyen gör-kemli
bugün, yaşanmakta olan sürekli şimdi özelliğini
taşıma-sıdır.
“Tanrı bize sonsuz yaşam verdi, bu yaşam O’nun Oğlu’ndadır. Oğul’u varlığında
bulunduran yaşama sahiptir. Tanrı’nın
Oğlu’nu varlığında bulundurmayan yaşama
sahip değildir...” (1 Yuhanna 5:11,12).
Sonsuz
yaşamın sağlanışı bir kişidendir: Rab
İsa Me-sih’ten. Mesih senin varlığında
kendisine yaraşan yeri alınca, o anda
sonsuz yaşam başlamıştır.
Benzersiz Değer
Haçta,
o yüce kurbanın sunuluşunda Tanrı’nın
kutsallığı, ada-leti, sevgisi birbiriyle
bağlantı kurdu; kucaklaştı, birleşti.
Bu-rada Tanrı’nın kutsallığı kanıtlandı.
Adaleti tatmin edildi ve aynı haçta sevgisi
günahlı kişiyi kucakladı; senle beni.
Bu tan-rısal eylemin neye mal olduğu dille
anlatılamaz, kağıtla kalemle yazılamaz.
Tanınmış tanrısal-ruhsal konular yazarı,
Oswald Chambers şu kapsamda yararlı bir
uyarıyı sunuyor:
“Tanrı herkese Baba’dır kapsamında genelsel uygula-malı
kullanımlardan sakın. ‘Allah Baba’ dercesine.
“Bu yorum, Tanrı iyiliğinin herkesi çevrelediği
doğrul-tusunda bir halk görüşüdür. Buna
göre O nasıl olsa bireyi affe-der! Bu
duygudaş varsayım Yeni Antlaşma öğretisinin
dışında-dır. Hiçbir zaman unutulmasın,
Tanrı’nın günahı affedip bizi kayrasına
kavuşturması, İsa Mesih’in haç ölümüyle
gerçekleşir. Bunun dışında başka hiçbir
yöntem O’nun karşısında tutuna-maz. Tanrısal
eylemin gerçekliğini anlamadan genel af
türünden giderayak bir affa inanmak sıradanlığıyla
kendini ele verir. Kayrasal affın Tanrı’ya ne büyük bir özveri
karşılığına mal olduğunu baştan sona kavrayamamak,
başlagıçtan tut büyük yanılganlıktır.”
Gerideki sayfalarda borazancı çocuk Willie Holt’un
öz-gecil (kişisel yararının ötesine giden)
davranışında parmağımızı ısırtan bir örnekle
karşılaştık. Ama Tanrı’nın Golgota tepesinde
katlandığı sevgi ıstırabıyla denkleştirilebilecek
hiçbir insan ey-lemi düşünülemez. Tanrı
Kutsal Kitap’ın sayfalarında en büyük
trajedinin perdelerini açarak tüm insanlığa
bu özverili sevginin görünümünü sunuyor.
Yine de bu bağışlamalık kurbanın görke-mi
kısıtlı kavramın sınırını dünyalar boyu
aşıyor. Buna karşın böylesi baş döndürücü
bir sevgi eylemine biraz kafa yormak Tanrı
sevgisinin uzunluğunu, genişliğini, yüceliğini,
derinliğini anlayabilmeye ışıldak gücüyle
aydınlık getirir.
İsa Mesih haç üzerinde ölünce günahlarımıza karşı üç yönlü ıstıraba katlandı.
Haçta
İsa’nın bedeni işkenceler altında inledi.
Orada tanrısal sevgi en aşırı uca gerildi.
Bunlardan daha da travmatik (yara oluşturan)
gelişim, haçta İsa öncesiz çağlardan o
karanlık ana dek gönenci olan ışığın parlaklığından,
Babası Tanrı’yla birlikte yücelik görkeminden
yoksun kaldı. Gerçek budur; İsa’nın çektiği
ıstıraplar yaratık kavramının dışındadır.
O’nun bedensel işkencelerini düşünürken,
duygusal ve özellikle ruhsal ıstıraplarına
eğilmemiz biz günahlı insanlar doğrultusunda
sergilediği sevginin ölçüsünü taptaze
kavramla bize gösterir.
Bedensel İşkence: Tanınmış ressam Rembrandt’ın dünya çapında çarpıcı bir yapıtını yok etmekle,
kullanılmış bir kağıdı ufalamak eylemlerini
birbiriyle karşılaştırmak kafasızlık olur.
Bu betimden çok daha önemli başka bir
karşılaştırma eylemine yaklaşalım. Kutsal-kusursuz
insan İsa Mesih’in ölümü hiç kuşkusuz
başka birinin ölümüyle kıyas kabul edemez.
Eski Antlaşma’da, İsa’nın ileride gerçekleşecek
fiziksel bozuluşuyla ilgili çarpıcı bir
peygamberlik sözü vardır. Yeşaya peygamber
(İ.Ö. yaklaşık 700 yıl) gelecekteki olayı
şöyle dile getirir: “Biçimi görünüşü öyle bozuldu ki, insana benzer
yanı kalmadı” (Yeşaya 52:14b). Bu
önemli peygamberlik bildirisin-de Tanrı
sevgili Oğlu’na merhametsizce işkence
uygulanaca-ğını, O’nun bir insanın görünüşünden
koparılacağını duyuru-yordu. Rab İsa ölümünden
önce bu gelişimi beklemekte oldu-ğuna
ilişkin kendisi peygamberlik etti:
“Bakın, Yeruşalim’e çıkıyoruz. İnsanoğlu başrahiplerin ve dinsel yorumcuların
eline teslim edilecek. Kendisini ölümle
yargılayacaklar, ulusların eline teslim
edecekler. O’nunla alay edecek, yüzüne
tükürecek, kamçılayacak, sonra da öldürecekler...”
(Markos 10:33, 34).
Söylenen
ne idiyse tam öyle oldu. Yazar Markos
daha sonra bunun gerçekleştiğini yazdı;
herkes olaya tanıktı: Bir ka-mışla başına
vurdular. O’na tükürdüler. Diz çöküp önünde
eğil-diler, sonunda O’nu çarmıha çaktılar
(bkz. Markos 15:19,20).
Kurtarıcı
İsa’ya uygulanan Roma kamçısı deri sırım-lardan
oluşurdu. Sırımların ucuna keskin kemik
ya da maden parçaları işlenmişti. Bu vahşi
işkence gereci bireyin bedenini hem sırtta
hem de göğüste paramparça ederdi. Bu yürek
burku-cu saldırı olaydan bin yıl önce
şu sözlerle Davut’un peygam-berliğinde
bildirilmişti: “…Ellerimi, ayaklarımı
deliyorlar. Bü-tün kemiklerimi sayar oldum;
gözlerini dikmiş, bana bakıyor-lar” (Mezmur
22:16,17). Olay budur; kusursuz, günahsız
Rab İsa böylesi işkenceli, acılı ölüme
çarptırıldı. Acıma öğesinin dışlandığı
bu korkutucu uygulamada İsa’nın insana
benzerliği silindi. Tanrı’nın seni ne
denli duygulandırıcı bir sevgiyle sevdiği
hiç aklına geldi mi?
Duygusal İşkence: Rab İsa’nın haçtaki işkencesi bizim insan kavrayışımızın ötesindedir. Ama
bu, ıstıraplarının sadece bir kesimidir.
Bedensel işkencesi dille anlatılamayan
acıların sadece yüzeysel bir parçasıdır.
Bunların yanı sıra İsa Mesih haç-tayken
canının derininde duygusal işkenceyle
kıvrandı. Öğren-cisi Yuhanna o ürkünç
saatleri şöyle anlatır:
“İsa’ya gelince (Romalı askerler), O’nun ölmüş oldu-ğunu gördüler. Bu yüzden
bacaklarını kırmadılar. Ama askerlerden
biri O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğ-ründen
hemen kan ve su aktı” (Yuhanna 19:33,34).
Doktorluğun
uzmanları İsa’nın göğsünden kan ve su
çıkmasını O’nun kalp parçalanışına uğrayışıyla
yorumluyorlar. Kalp üzerinde çalışmada
bulunan bilginler, ölen İsa’nın kalbi
sözün tüm anlamıyla kırılınca, kalbi çevreleyen
perikart zarına kan doldu diyorlar. Romalı
asker mızrağıyla Kurtarıcı’nın göğ-sünü
delince oradan kan ve su aktı. Bu gelişimin
de Eski Ant-laşma’da peygamberliği var.
İsa’nın o acıklı ıstırabını olaydan yaklaşık
bin yıl önce Davut şu sözlerle belirtti:
“Hakaret kal-bimi kırdı; dertliyim”
(Mezmur 69:20). Böyle oldu İsa’nın
derinde çektiği ıstırap. O’nun seven kalbi
paramparça oldu.
Sevgiyle
dolu o kalbi insan soyunun dertleri acıları
sanki istila etti. “Günahlılardan apayrı”
(İbraniler 7:26) olanın canını –ruhunu–
cehennemin kudurganlığı kapladı. Ve Rab
İsa yüreğinin kırılmasıyla öldü. Bu sarsıcı
görünüm Tanrı’nın seni ne denli sevdiğini
anlayabilmene yardım eder mi hiç?
Ruhsal İşkence: Rab İsa’nın bedensel ve mantıksal işkencesini genellikle birçok kişi anlayabilir.
Ama O’nun ruhsal işkencesini anlayanlar
azdır. Yine de, İsa’nın öncesiz zamanlar-dan
bu yana Baba’yla ve Kutsal Ruh’la gönendiği
o eşsiz pay-daşlığın kopması taşıyabileceği
en ağır işkenceyi oluşturdu. Öğleyin on ikiden öğle üstü üçe kadar katlandığı
o ürkütücü karanlıkta İsa Baba ve Kutsal
Ruh tarafından terk edildi. Bu sırada
yüksek sesle bağırdı: “Tanrım, Tanrım
neden beni bırak-tın?” (Matta 27:46).
O üzgün günde öncesiz-sonsuz üçte-teklik, tekte-üçlük
koptu. Anlaşılamaz parlaklık ve yücelik
gizemi zorlandı. Senin ve benim günahımızdan
ötürü o ezeli bağlılık zedelendi. Bu gizemli
birlik İsa haçta asılırken günahın o günahsız
kişiyi istila etmesiyle sarsıldı. Çünkü
Baba Tanrı varlığında günah denen o iğrenç
illeti eğleştiremezdi. İsa günahsız varlığında
günah yü-küyle sergilenmekteydi. “Çünkü
Tanrı günah nedir bilmeyeni yerimize günah
kıldı” (II Korintoslular 5:21). Bu
nedenle, İsa ölürken sütü bozuk insanlığın
mekanı –dünyamız– üç saat süreyle korkutucu
karanlığa büründü. Mesih inanlısı bir
ozan (Isaac Watts) bu korkunç görünümü
şöyle anlattı:
Örttü
Güneş’i karanlık;
Gizledi şanını
Öldü Mesih, güçlü Halik,
Mahlukun kurbanı.
“Tanrı ışıktır ve O’nda karanlığın izi yoktur”
(I Yuhanna 1:5). Tanrı kutsallığının
ona bakılamayan nuru ve insan günahının
zifiri karanlığı: Bunlar hiçbir koşul
altında birlikte duramaz. Işığı açtığın
anda karanlığın ansızın ortadan çekilmesi
gibi, ışığı kapattığın anda karanlık hemen
üstün gelir. İsa yitik insan soyunun günahını
üstlendiğinde karanlık üstün oldu.
Derin
acı duyarak söylememiz gerekir; bu ruhsal
ka-ranlık kurtarıcı Tanrı’nın kurtarma
sevgisine sırtını çevirenin sonsuz ortamı
olacak. Gece yarısının karanlığından daha
katı, hücreye kapatılmaktan daha yalnız,
zaman kavramının ötesinde uzun... Kutsal
Söz’de yazılı olduğu gibi: “Yargı şudur:
Dün-yaya Işık geldi, ama insanlar karanlığı
Işık’tan daha çok sev-diler. Çünkü onların
işleri kötüdür” (Yuhanna 3:19). İsa’ya
karşı kayıtsızlık ruhsal karanlığın ve
ölümün habercisidir. Hem ruhsal hem de
sonsuz ölüm. Öte yandan imanla İsa’ya
yönel-mek yaşamla sonuçlanır: Ruhsal yaşam,
sonsuz yaşam.
Yengiyi Bildiren Haykırış
O zifiri
karanlık üç saatin ürkütücü süresi sonuçlandı,
ardından sevindirici haber bildirildi.
İsa Mesih ‘son buldum’ demedi. Bu umutsuzluğa
götürürdü. Sevginin kurtarma eylemi bütünlendi.
Şimdi O muzaffer sesle, “Sonuçlandı”
(Yuhanna 19:30)
diye bağırdı.
Senin ve benim günahımızın karşılığı kesenkes ödendi. Sonuçlandı!
Kurtarma sunusu tümlendikten sonra üçte tek, tekte
üç Tanrı birliğinde Rab İsa’nın gönendiği
o egemen ışık artık sonsuzluk boyu kalıcılığını
belgeledi (bkz. Yuhanna 17:5).
Bundan böyle senin, benim günahımıza gereken
çok ağır karşı-lıkta bulunmaya hiçbir
borçluluğumuz, yükümlülüğümüz yok. Bundan
başka, yasanın doğrultusunda İsa Mesih’in
sonuçladığı kurtarışı koz kırıp etkisiz
kılmaya şeytanın olanağı kalmamıştır.
O hain engereği –şeytanın– zehirli dili
kurumuştur.
Ölüm, Ölüm Başkanını Alt Etti
Tanrı’nın
insan bedeni bürünüşünün nedeni salt senin,
benim günahım için ölmek değildir. Dahası
var: “Ölümün güçlü egemenliğini kendinde
bulunduranı, yani iblisi ölümüyle ezsin”
(İbraniler 2:14b).
Davut
cesedini yere serdiği dev Golyat’ın kılıcıyla
onun işini bitirdi. Bu eylemle betimlendiği
gibi, İsa Mesih şeytanın tuttuğu silahı
–ölümü– onun elinden aldı ve etkinlikle
onun ye-nilgisini bütünledi. İsa insanın
özgürlük sağlayıcısıdır. Kadının ve erkeğin...
O, Tanrı’nın dünyaya gönderdiği özgürlükçüdür.
Ademoğullarını, Havva kızlarını sonsuz
ölümden, ruhsal tutsak-lıktan özgür kılabilen
biricik kurtarıcı. Yaratan’ın kendi sure-tinde,
benzerliğinde yarattığı herkesi kendisinin
başkaldırışına benzer kılan şeytanın tahakkümünden,
ruhsal kölelikten, sonsuz ölümden serbest
çıkaran Mesih...
İsa
şeytanı insansal bedeniyle, kanıyla yendi.
Ardından ölüme üstün gelerek mezardan
dirildi. Kırk gün sonra göklere yükselişini
görürüz: “Mesih önderimiz olarak oraya
yükseldi” (İbraniler 6:20). Bu yükselişin
önemi çok sevindiricidir. İlk kez, suçsuz,
günahsız, kusursuz İnsan cennete girdi.
Haçta çektiği ölüm yargısının sonucunda,
kendi ardından aynı yere girsinler diye
başkalarına yolu açtı.
Mesih
inanlılarının o canlı ilahilerini içtenlikle
seslen-diği Charles Wesley Tanrı sevgisini
ruhunda ve canında duya-rak şu ezgiyi
yazdı: “Ulu sevgi sonsuz ölçün! Tanrım
yerime ölürsün.”
Mesih Dirilmiştir
“Ama
gerçekte Mesih ölüler arasından dirilmiştir.
O, uyuyan-ların ilk ürünüdür. Çünkü ölüm
insan aracılığıyla geldi, ölülerin dirilmesi
de insan aracılığıyla oldu” (I Korintoslular
15:20-21).
Dr.
Sangster adlı bir tanrıbilimci vaazlarıyla
niceleri etkiledi. Beni de. Altın dilli
denebilecek bir Mesih tanıtıcısıydı o.
Esef edilir ki, bu adam ölümünden önce
tüm konuşma kabiliyetini yitirdi; ağzını
kanser kaplamıştı. Şimdiki yaşamdan ayrılıp
sonsuz yaşama kavuşmadan önce kızına eliyle
işaret ederek kağıt kalem istedi. Mesih’in
dirilişi Pazarı’ydı. Şunları yazdı: “Dilsiz
olup da ‘Mesih dirildi’ diye bağırmayı
istemek, konuşabilirken ‘Mesih dirildi’
diye bağırmaya isteği olmamak-tan yeğdir.”
Mesih’in müjdecisi Pavlos kral Agrippa’nın karşısında
kendisini savunurken, yalancı suçlayıcıların
savlamalarını İsa Mesih’in işkencelerine
ve dirilişine değinerek yanıtladı: “Me-sih’in
işkence çekmesi gerektiğini, ölülerden
dirilen ilk kişi olarak halka ve uluslara
ışık bildirisini yayacağını söylüyorum”
(Resullerin İşleri 26:23).
İsa Mesih’in dirilişinden önce başka dirilişlere
rastlı-yoruz Yeni Antlaşma’da. Bunlardan
biri Lazaros’tur (bkz. Yu-hanna 11),
bir başkası, sinagog başkanlarından Yairos’un
kızı (bkz. Luka 8:41-56), bir de
dul kadının oğlu (bkz. Luka 7:11-17).
İsa bu kişileri yaşama getirdi, ama hepsi
de birkaç yıl sonra yine öldü. Ama Rab
İsa Mesih’in dirilişi kendine özgüdür.
Bugün O sadece beden açısından diri değil,
ama ruhsal açıdan sonsuzlar sonsuzu diridir.
Az önce yazdığımız ayette belirtildiği
gibi, O ölüler arasından ilk dirilendir.
Ölülerin gömülü olduğu mezar ve çürüyüş
elbette Yaratan’ı kendinde tutamazdı.
İsa Mesih Tanrı’nın kendisidir. Yaşam
yaratandır. Bunun yanı sıra kusursuz insandır;
kurtaran Tanrı’dır. O, mezardan diri olarak
çıktı, cennetin kapısını açtı; kendisine
her iman edene. Onlara verilen vaat şudur:
“Ama Tanrı’nın acıması öylesine zengindir ve sevgisi öylesine boldur ki, suçlarımızın
içinde ölü olan bizleri Mesih’le birlikte
yaşama getirdi. Kayrayla kurtulmuş bulunuyorsunuz.
Tanrı, Mesih İsa bağlılığında bizleri
O’nunla birlikte diriltti, O’nunla birlikte
göksel yer-lerde oturttu” (Efesoslular
2:4-6).
Haberci Pavlos eski Korintos kentindeki Mesih
bağlılarına yazdığı mektupta, günahlarının
getirdiği karanlık sonuçtan nasıl kurtulduklarını
onlara anımsattı. Tanrı’nın bildirisini
de-ğerlendirip kabul ettiklerinden. Buna
güvenerek tanrısal eylem-de canlarına
gereken desteğe kavuştuklarından. “Kutsal
Yazı-lar’ın çok önceden bildirdiği gibi,
Mesih günahlarımız için öldü; sonra gömüldü.
Yine Kutsal Yazılar’ın çok önceden bildirdiği
gibi üçüncü gün dirildi” (I Korintoslular
15:3). Dün, bugün, yarın her gerçek
inanlı parlak Tanrı bildirisinde güvenlik
buluyor: “Mesih günahlarım için yerime
öldü, üçüncü gün dirildi, etkin-yeterli
aracılığıyla bana yepyeni yaşam sağladı.”
O İlk Günden Üçüncü Güne
Kafanı
bir soru kurcalayabilir: “Haça çakıldığı
günle dirildiği gün arasında Mesih neredeydi?
O üç günde O’na ne oldu?” Tanrı insan
kuşaklarında bu sorunun doğacağını bildiğinden
yanıtını çoktan verdi:
“Çıktı sözünün anlamı nedir? Şu: O, yerin en derin bölgelerine de inmiştir.
İnen de O’dur, tüm göklerin en yükseğine
çıkan da O. Amaç O’nun tüm evreni dol-durmasıdır”
(Efesoslular 4:9,10).
Evet,
Kutsal Söz bizi aydınlatıyor: Rab İsa
Mesih göğe yükselişinden önce ‘yerin
en derin bölgelerine’ indi. Sonra
göklere çıktı. Eski Antlaşma döneminin
iman ederek yaşamdan ayrılan kutsallarını
zafer orununda göklere çıkardı. Bu çağda
gerçekten inanan kadın erkek çok iyi bilir;
ölümün kapısı cennete ileten giriş kapısıdır.
Mucizeler Rabbi Mesih, bedensel ve ruhsal
ölüme karşı üstünlüğünü belgeledi ve bunu
yararımız için bütünledi:
“Ölüm yengide yutuldu. Ey ölüm, yengin nerede? Ey ölüm, kargın nerede? Ölümün
kargısı günahtır ve günahın gücü ruhsal
yasadır. Ama Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla
bizlere yengiyi sağlayan Tanrı’ya şükür!”
(I Korintoslular 15:55-57).
Eklenti. Sevgisinin Vasiyetnamesi
Rab İsa
cennete ileten o görkemli yola kapıyı
açtı. Şimdi biz de Mesih’i O’nun zafer
orununda izleyebiliriz. Bu en sevindirici
sağlayıştır. Aynı sıradan başka görkemli
bir sağlayışı, ölümden önce gönlünde taşıdığı
inanlılarına göklere yükselişinin ardından
bağlılarına Kutsal Ruhu’nu göndereceğini
vaat etmesidir. Onlara şu güvenliği verdi:
“Kutsal Yazı’da belirtildiği gibi, bana iman eden kişinin içinden yaşam veren
ırmaklar akacaktır. İsa bu sözü kendisine
iman edeceklerin alacakları Ruh’a ilişkin
söylemişti. Çünkü İsa daha yüceltilmediğinden,
Ruh verilmemişti” (Yuhanna 7:38-39).
“Ama şimdi beni gönderene gidiyorum… Ben de Ba-ba’dan isteyeceğim. O size
başka bir Avutucu vere-cektir… Gerçek
Ruh’u… Gitmem sizin için daha iyidir.
Çünkü gitmezsem Avutucu size gelmez. Ama
gidersem O’nu size gönderirim… O beni
yüceltecek” (Yuhanna 16:5; 14:16,17; 16:7,14).
Oğlu
Mesih’in ölümüyle Baba Tanrı’nın nasıl
yücelen-diğini gördük. Şimdi aklına yeni
bir soru gelebilir: Mesih senle bana Kutsal
Ruhu’nu göndermekle nasıl yücelebilir?
Bir
açıdan bu soruyu, inanan herkesin yaşamında
tan-rısal sevginin başkalarına aktarılmasıyla
gerçekleşir diyerek yanıtlayabiliriz.
Kutsal Kitap’taki güvenlik şudur: “Tanrı’nın
sevgisi bizlere verilen Kutsal Ruh aracılığıyla
yüreklerimizde dolup taşmaktadır
(Romalılar 5:5). Bu Mesih’i
yüceltir. Kutsal Ruh’un yaşamdaki varlığı
ve etkisi, Tanrı’nın bireyde konutla-nan
sevgisi en parlak bir doruğun parlaklığından
ve çekicili-ğinden daha görkemlidir. Mesih’in
haç üstünde kesinleşen kefa-ret ölümünü
imanla değerlendirdiğinde, Rab İsa Kutsal
Ruh’un etkin kişiliğinde senin aracılığınla
insanları sevecektir. Güç kavranılan bir
bütünleme değil mi?
Mesih’in
senin yerine öldüğüne iman ederek bu yüce
sağlayışa yüreğinden şükran yükseltmen,
sana Tanrı’nın affet-me kayrasını, sevgisini
ve böyle bir güvenliğin getirdiği sevinci
sağlayacaktır. Ardından, değerli yaşamını
sende konut kuran İsa Mesih’in hizmetine
sunup şu sevgisiz dünyamızda benzersiz
sevgisinin kanalı olarak kullanılmak apayrı
bir gönençtir.
Yüksek
bilgisiyle tanınan bir tanrıbilimciden
sormuşlar: “Tanrı’ya ilişkin en parlak
diyebileceğin düşüncen ne olabilir?” Hayret!
Bu bilgin, soruyu iyi bilinen bir çocuk
ilahisini dıştan söyleyerek yanıtlamış:
İsa
sever bilirim,
İncil’de
bu güvencim.
Bakın
O’na küçükler,
Zayıfları
destekler.
Evet, Tanrı beni gerçekten sever; seni de GER-ÇEKTEN sever.
Ah
sevgi, kurtuluş sağlayan,
Ah
bağış! Cana ulaştıran,
Ah
kayra! Tanrı’ya bağlayan, Golgota’da
Yücedir kayra. Af belirgin.
Haçtan gelen bağış, somut kesin.
Özgürlük suçlu cana değgin, Golgota’da...
Bir Mektup: Bilmediğim Mesih’i Nasıl Bildim?
Başka inançtandım.
İslamın vecibeleri uyarınca ailem bana
na-mazı, orucu ve başka şartları öğretti.
İslam kadınından beklenen biçimde kuşandım:
Uyarınca giysi, hicap, vb. Bir erkeğin
yüzü-me bakmasına hiç katlanamazdım.
Bir
kadının uğraşabileceği işlerin kısıtlamalı
oluşu bana geniş çapta boş zaman sağlıyordu.
Ne yapayım? Radyomuzun başından hiç ayrılmıyor,
pek çok yayın dinliyordum. Bu arada birçok
yayın Mesih’in kurtarma eylemini öven
konuşmaları dikkatime getiriyordu. Birgün
yengemin elinde bir takım ilginç yazılar
gördüm. Meğerse, bunları yayıncılardan
bir mektupla istemiş. Bundan cesaret alarak
ben de yazdım. Yengemin adre-sini vererek.
Yanıtınızı ve mektupla birlikte Tanrı’yı
Arayışın adlı kitabı aldım.
Bu
kitabın sayfalarından Tanrı’yı aramanın
ne olabile-ceğini kavramaya çalıştım.
Yedinci bölüme geldim dayandım. Orada,
“Tanrı gerçekten beni sever mi?” sorusuna
takıldım. Özellikle bir paragraf tüm ilgimi
topladı: “Tanrı haç üzerinde senin yararına
bütünlediği eylemle sevgisini açıklıyor.
Haç’ta Tanrı’nın gerçekleştirdiği sevgi
eylemini akıl var, izan var diyerek değerlendirdiğinde
Tanrı’nın seni sevdiğine başka bir kanıt
gerekmez. Bu bölümü yüzü aşkın kez okudum.
Sonunda haçtaki o parlak eylemin yaşamıma
biricik çare olduğunu kavramaya başladım.”
Fatma Bahuri
DUR VE DÜŞÜN
1. Bir kimseyi sevdiğini kanıtlamanın en etkin göstergesi
nedir?
a. Sevdiğini söylemekle mi?
b. Sergilediğin bir eylemle mi?
2. Tanrı sana sevgisini nasıl kanıtladı?
3. Tanrı’nın sevgisine nasıl bir kişisel tepki gösterirsin?
|
Operasyon masasının elektronik düzenlemesinde
her operatör kanı yaşamla tanımlamayı
(teşhis) öğrenir. Bunlar birbirinden ayrı
düşünülemez. Birinin kaybı her ikisinin
de kaybı demektir.
BÖLÜM 8
NEREDE
YAŞAM BULABİLİRİM?
akit
hızla gece yarısına dönüyordu. On sekiz
saat süren yolculuğumuzun ortasında yüzlerce
başka yolcuyla birlik-te Paris’in St.
Lazare tren istasyonundaydık. Bütün yol-cular
memurun bilet gişesini açmasını, böylece
trenimize gidişi sağlamasını bekliyorduk.
Bekleyenlerin
çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Eşimle
birlikte bu genç topluluğun arasına karışınca
sanırsın ki Avrupa’nın her ülkesi burada
temsil edilmekteydi. Bazı kızlarla erkekler
azıcık olsun uyku çalmaya çabalıyordu.
Öteberi torbalarını rahat bir yastığa
dönüştürerek bu yolda kullanmaya çalışıyorlardı.
Onlar sere serpe taş basamağa yayılmaktayken
arkadaşları nöbet bekler gibiydi. Kimi
bir sandviçi çiğnemekle uğraşıyor, kimisiyse
elindeki şişeden su içmekle oyalanıyordu.
Beklemekteyken
gençlerden bazısıyla konuşmaya koyulduk.
Gençliğin verdiği heyecana karşın, yüzlerinin
ifadesi düşlemekte oldukları o ülküsel
yaşama şimdiye dek kavuşama-dıklarını
gösteriyordu. Aradan çok geçmedi, konu
döndü dolaştı yol arkadaşımız Rab İsa
Mesih’e ulaştı. Konuşma ilerledi; bu maceracı,
huzursuz gençlerden bir yabancıyla konuşmaktan
çe-kinmeyenler içini açarak ‘gerçek’ diye
niteledikleri yaşama ka-vuşabilme özlemini
dile getirdi. Bazısı onu gelecek istasyonda
bekliyordu. Bazısı da yeni bir arkadaşlık
ilişkisinde. Kimisiyse kaşını kırpmadan
o ‘tatlı’ yükselebilme deneyimini bir
sonraki şırıngada ya da gelecek içki aleminde
bekliyordu. İçlerinde genellikle bir korku
çöreklenmekteydi: Olmaya ki, kötü bir
virüs bizi yakalasın!
O uzak Afrika
köylerinde bu korkutucu virüse cılız kişi-nin
virüsü derler. Doktorluk deyimiyle onu
HIV pozitif (olum-lu) diye nitelerler.
Bu virüs kesinlikle belirince ona herkesin
bildiği AIDS denir. Kadını erkeği, çocuğu
büyüğü çarpan ça-resiz illet. Bu virüsü
taşıdığını duyanın gözü dünyayı göremez
olur. Tanımı öğrenenin güçlü hisarları
yıkılır. Konuyla az çok ilgilenen, AIDS
belasının bir kan hastalığı olduğunu bilir.
Ya-ratan’ın bedenimize sağladığı kan temizleyici-arıtıcı
akarsudur. Ne gam! Bu pak akarsu akıntıya
kürek çekmek türünden bir nesneye dönüşüyor.
Her yıl bu illetten ölen milyonlarca çocuğu,
genci, yaşlıyı düşünün!
İtiraf
etmeliyim; kanın hayatı yenileyen bir
akarsu özelliğini taşımasına karşın,
kanı görmek her zaman yüreğimi kal-dırır.
Bu korkuyu alt edebilmek için, bir kezinde
benim durumumda başka insanlara katılarak,
Londra hastanelerinden birin-de yüksekteki
kuleden bir operasyonu izlemeye gittim.
Ope-ratörün neşteri belirli bir yeri deşince,
neredeyse bayılıyordum. Yanımda duran
doktor tepeden tırnağa ter döktüğümü,
benzi-min kül gibi olduğunu görünce odadan
ayrılmamı salık verdi. Gayrı orada duracak
yiğitliğim kalmamıştı.
Tepkisi
benimkine benzeyenlerin katlanılmazlığına
kar-şın, sürekli kan kaybıyla yaşamı-sağlığı
tehlikede bulunanlara kan aktarımı yaparlar.
Çağdaş bilimin basit başarılarından biri
sağlıklı kişinin damarından çekilen kan
bir süre sonra ölümlü hastalığa tutulanın
damarına aktarılınca yaşam akarsuyu göre-vini
görebilir.
Çağdaş
bilimin kanla ilgili uğraşları ve takdire
değer başarıları genel bilgi olmadan çok
önce Tanrı şu değişmez gerçeği eski çağların
insanına duyurdu: “Çünkü etin canı
kandadır” (Levililer 17:11). Bu alanda
tanınmış bir bilim adamıdoktor Paul Brand
kesin belirginlikle kanın yaşam özelliğini
taşıdığını anımsatıyor. Bu bölümün başındaki
gözlemi okuyun.
Bireylerin
dikkatinden kaçan kayda değer bir gerçek
var: HIV virüsü türünden bulaşıcı illetler
belirli kişilere özgü-dür: Bir bakımdan,
bir kaza ya da kayıtsızlık sonucu buna
tutu-lurlar. HIV’ye yakalananlar yaklaşık
elli milyondur yeryüzün-de; güngünden
yaşamını yitirenlerse yüzlerce, binlerce..
Öte yandan küresel çapta tüm insanlığı
içine alan başka bir sayrılık var. İnsanlık
genel bir ailedir: “(Tanrı)
her ulusa bağlı insanları tek atadan yaratmış
ve yeryüzünün her yanında yaşamalarını
sağlamıştır” (Resullerin İşleri 17:26).
Uluslarıntoplumların sö-zü edilen ölümcül
hastalığına Tanrı ‘günah’ der. Kutsal
Kitap’ta bu sayrılık dönüp dolaşır, Adem’e
uzanır; tüm insan kuşak-larının atasına:
“Bir tek kişinin suç işlemesiyle bunca
insana ölüm yargısı geldi” (Romalılar
5:12, 15, 18, 19).
Budur
hepimizin ortaklaşa paylaştığımız tarihçe:
Irk, ulus, toplum, inanç, ülke, aile ve
başka her ne varsa. “Çünkü tümü günah
işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun
kaldı” (Romalılar 3:23). “Tüm insan
soyu Adem’e bağlılık yüzünden öldü”
(I Korintoslular 15:22). AIDS virüsünün hastalığı kapmış kan
yoluyla bedene yayılması herkesçe bilinen
acıklı bir olgu-dur. Kaldı ki, bundan
daha ciddi günah hastalığı kuşaktan kuşa-ğa
her yerde herkesi sardı ve sürekli sarmakta.
Bu üzücü geli-şim olmaksızın kadın erkek
herkes bedensel ölüm vadisinden geçmeksizin
dosdoğru cennete giderdi; ama durum bu
değil!
Tanrı’ya
şükürler! İsa Mesih’in beden kuşanarak
insan-lık ailesine doğumu, yaşam verici
kan pınarını herkese sağladı. Bu, egemen
Tanrı’nın çağlar öncesi tasarladığı ve
öngördüğü çözümdü. Melek Cebrail Meryem’e
belirdi; bir Oğul doğura-cağını, adının
İsa (Yehoşuya, Kurtaran) olacağını bildirdi.
Daha evlenmemiş, erden kıza hamileliğinin
nasıl gerçekleşeceğini şöylece açıkladı:
“Kutsal Ruh üzerine gelecek, Yüce Olan’ın gücü sana gölge salacak. Bu nedenle
doğacak olan kutsal kişiye Tanrı Oğlu
denecek” (Luka 1:35).
Bu en önemli
Tanrı mucizesiydi. Erkek bilmeyen Mer-yem
hiçbir temasa gelmeden Kutsal Ruh’tan
gebe kalacak. Bu düşündürücü eylemle Tanrı’ya
özgü yaşam insan soyuna geçti. Yavru rahimde
gelişirken, embriyonda kan dolaşımı başladı.
Günah sayrılığıyla etkilenmeyen kan; çünkü
Rab İsa’nın damar-larındaki kan yaşam
kaynağıydı. Hiçbir bozukluğu olmayan kan.
O’nun kan bağı başkaydı, kendine özgüydü.
İnsan
kanının kavramı güç bir gizem alemidir.
Hema-toloji
sözü kan bilimini anlatır. Bu araştırma
doğrultusunda ya-pılan çalışmalar her
kezinde doktorluğu yeni buluşlara götürü-yor.
Yaşam kaynağı olan bu şaşılacak sıvıya
ilişkin daha pek çok giz bulunuyor. Konuyu
kısaca anlatmak gerekirse kanın görevleri,
vücudu temizlemek, yaşamı sürdürmek ve
istilacı mikroplara karşı savaşmaktır.
Kuşkusuz, kan bilimi en ilginç incelemeyi
gerektiren uğraştır. Bu şaşılacak gerçeklerden
öte kendisini sevgiyle açıklayan Tanrı
sana da bana da bir kan pınarı sağladı.
O pınarın kesin etkisi kanın öteki etkilerinden
de üstündür. Bu, mucize oluşturan etkidir.
Hepimizin günahlılığı belirtildi. Günaha
katlanamayan kutsal Tanrı ‘gerçek’ yaşam
arayana ‘kutsal’ kan sağladı. Her günahlı
kadına ve erkeğe İsa’nın kanı günahtan
arıtan tanrısal etkendir. Fiziksel sağlık
gönencinde olan günahlı insan Tanrı’nın
karşısında ruhsal ölüdür. Bu kişiye İsa’nın
kanı asıl Yaşam’ı aktarır. Bu yeni yaşamdır.
İsa Mesih’ten kaynaklanan Yaşam’la donatılana
O’nun kanı, şeytanın çeşitli saldırılarına
karşı Tanrı’ca sağlanan savunma ve püskürtme
yeteneğidir. İsa’nın güçlü kanına ilişkin
Kutsal Kitap’ta şöyle yazılmıştır:
“Çünkü atalardan kalma boş yaşayınızdan, yozlaşan gümüşle ya da altınla kurtulmadığınızı
biliyorsunuz. Tersine, suçsuz ve lekesiz
kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanıyla
kurtuldunuz” (I Petros 1:18,19).
Kanın Arıtma Yeteneği
Ortalığı
karıştıran bir haber medyayı uğraştırdı.
Para hırsıyla kavrulan bir taşıma şirketi
sağlık kurallarını sayacak yerde onları
çiğnemiş. İşin kolayına giderek akıcı
madde dağıtımında kullanılan tankeri birbiriyle
çelişkili iki sıvıyla yüklemiş. Tan-ker
bir yere giderken zararlı bir sıvı taşımış;
dönüşü için de onu ustalıkla yıkayarak
insan sağlığını allak bullak edici başka
bir nesneyle doldurmuşlar. Sağlık kuralları
hiç öneme alınmadığın-dan birçok kişi
zehirlenmiş, hastalanmış. Bunlardır paragözlü-lüğün
dolapları!
Gelelim
Yaratan’ın özenle, kusursuz bilgiyle yarattığı
bedene. Burada Tanrı mucizelerle ışıldayan
bir taşıma düzenini bütünledi. Bu tanrısal
yöntemle hücrelere besi nesneleri taşı-nıyor
ve hiçbir şeye yaramayan artıklar toplanıyor,
sağlığa ge-rekli işlem bütünleniyor. Yaratan’ın
kusursuzlukta yaratma ye-teneği uyarınca
kan dolaşımında hiçbir aksaklık olmuyor.
Akıl erdirilemeyen görünüm! Bedenin hiçbir
hücresi bir kılcal da-mardan kıl payı
uzaklıkta değil! Bu hücrelerden tehlike
oluş-turucu zararlı nesneler toplanmasa,
onlar yok edilmemiş durum-da kalsa, etkisi
kırılmasaydı her bir mikrop bedene yayılarak
kaçınılmaz sağlık sorunları doğururdu.
Günahın
arıtılması günahsız İsa’nın kanına dayandığın-dan,
kurtarıcı Tanrı bu somut bilgiyi herkese
açıklar. Yarattığı insanla böylesi ilgilenen
Yaratan yaşamımızdan günahın zehir-leyici,
mahvedici etkisini kendine özgü yöntemle
giderdiğini kanıtlar. Bu arıtma yeteneği
sadece Tanrı’ya özgüdür. Din icaplarının
böyle bir sonucu kesinleştiremeyeceği
apaçıktır. Kutsal Kitap’ta vurgulanan
tanrısal gerçek şöyle belirtilir: “O
ışıkta olduğu gibi biz de vaktimizi ışıkta
geçiriyorsak, karşılıklı ruhsal paydaşlıktayız
demektir. Oğlu İsa’nın kanı bizleri her
günahtan arıtır” (I Yuhanna 1:7). Bu
söz tüm belirginliğiyle herkese duyuruluyor:
“Kan dökülmeden günah bağışlanması
yoktur” (İbraniler 9:22).
Kanın Yaşam Sağlama Yeteneği
Kanın
başka bir görevi, bedeni yaşatabilmek
için gerekli suyu ve besiyi her yana taşımaktır.
Kan her bir hücreye ve dokuya ulaşamazsa
bunlar hemen ölür. Kan dolaşımı durunca,
sonuç bedenin ölmesidir. Yaşamın kanda
olduğu belirgindir. Bunu göz önünde tutarsak
aklımız Rab İsa’nın ilginç bir sözüne
gider. Kanına ilişkin konuşunca İsa, öğrencileri
şaşkına döndü. O kesin yetkiyle şöyle
dedi:
“İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe sizde yaşam olmayacak. Bedenimi
yiyip kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır.
Son gün onu ben dirilteceğim. Çünkü bedenim
gerçek yiyecek, kanım da gerçek içecektir”
(Yuhanna 6:53-55).
Öğrencilerin
bu sözleri şaşkınlıkla karşıladığını bilen
İsa konuyu daha yakından aydınlattı: “Bedenimi
yiyip kanımı içen bende kalır, ben de
onda kalırım” (Yuhanna 6:56). Ruhsal
yaşamın öz niteliğini anlamak sevincin
kaynağını bulmaktır. İsa’nın kanı günahlıları
suçlarından arıtmak için döküldü. İsa’nın
haç üzerinde akan kanı O’nun yaşamıyla
paydaşlıkta bulunabilmemizi sağladı. Rab
İsa O’nun kanını içmemizin taşıdığı anlamı
aydınlattı: “Ben de onda kalırım.”
Mesih’in
diriliş gücüyle kişisel bakımdan paydaşlığı
tanıyan inanlılar, O’nun iç yaşamımızda
sürdürdüğü etkinliği zafer ilahisi yapar:
“Dirilen Mesih varlığımda yaşıyor.” Bu
inanlılara Rab’bin sofrasına katılıp ekmekle
şarabı paylaşmak basit ve betimsel hamt
fırsatı, tanıklık göstergesidir.
İsa’nın
iç varlığa yaşam öğesini katan kutsal
kanı, Tanrısal mucize işleviyle, Kutsal
Ruh’un etkisiyle yeniden doğuşta gerçekliğe
kavuşur. Tanrı düzeni budur; başka yöntem
yoktur. Bireyleri canı can kılan yaşama
götüren amaca ancak kanın iletişiyle ulaşılabilir.
Kanın Savunma Yeteneği
İnsanın
bedenindeki kanın bir de başka fonksiyonu
bilinir. Değil sadece yaşam temizleyiciliği,
yaşam sağlayıcılığı, üstelik yaşam savunuculuğu
da kanın bellibaşlı görevlerindendir.
Birkaç
yüzyıl önce veba hastalığı Avrupa kara
parçasını kasıp kavurmuştu. Aynı hastalık
yakın geçmişte Hindistan’da sırıtıverdi.
Genel korku ve telaş başgösterdi. Jet
uçakları hep dezenfekte edildi, belirli
durumlarda yolcular sağlık yoklaması için
bir süre karantinada tutuldu. Bu öldürücü
illetin başka ülkelere sıçrayabilmesi
önlenmeliydi. Daha da ileri gidilerek
Hindistan havaalanı uçaklara ambargo uyguladı.
Veba hastalığı-nın oluşturduğu tehdit
olmadan da, her yanda insan bedeni bir
sürü ölümcül çıkartının ambarı! Ama Yaratıcı
kana şaşılacak bir karşı saldırı yeteneğini
sağladı. Yaşamı savunabilme mekaniz-masına
antitoksin ve başka nesneleri koydu. Çeşit
çeşit saldırıcı toksiti etkisiz kılabilecek
özdekleri beden sürekli olarak mey-dana
getirir, bakteri istilasına karşı hiç
ara vermeden savaşır. Bu tür saldırı başgösterince,
beyaz kan hücreleri bunların belirgin
görevi savunma içindir –aklı durdurucu
hızla çoğalır, hemen savunma uğraşını
üstlenir.
Her
fizik-kimya öğrencisi bu gerçekleri bilir;
ama belki birçok kişinin bilmediği Tanrısal
gerçek, Rab İsa’nın kanı –bedendeki kanın
istilaları püskürttüğü gibi– O’na iman
edenin varlığını sürekli savunur. Şeytanla
şeytansal güçlerin aralıksız saldırsına
maruz kalan inanlının savunucusu o kefaret
kanıdır. İncil’de son zamanlara ilişkin
belirtilen peygamberlik açıklama-larından
biri şeytanla Tanrı arasında süregelen
amansız savaştır. İnanlıların eskatologya
ile ilgili bu çetin çatışmada nasıl üstün
gelebildiği şöyle anlatılır: “Kuzu’nun
kanıyla ve tanıklık ettik-leri sözle onu
yendiler, çünkü ölüme dek canlarını sevmediler”
(Vahiy 12:11). Mesih’e bağlandınsa
sen de iblisin çirkin ve sarsıcı istila
taktiklerini alt edebilirsin. Aklını,
bedenini, ruhunu savunan o değerli kanla.
İsa’nın
amansız şeytana karşı parlak yengisi,
Adem’le Havva’nın Eden bahçesinde onun
sinsi saldırısıyla günaha tut-sak kılındıkları
an Tanrı tarafından bildirildi. Tanrı
orada kadı-nın tohumundan gelecek olanın
şeytanı alt edeceğini belirtti: “Seninle
kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize
düşman edeceğim. Onun soyu senin başını
ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın”
(Yaratılış 3:15). Bu peygamberlik
açıklamasın-da bildirildiği gibi, kadının
tohumu şeytanın başını ezecek. Öte yandan
da şeytan onun topuğunu bereleyecek. Tıpkı
söylendiği gibi oldu; kadının tohumu Rab
İsa Mesih kendi istemiyle çar-mıha mıhlandı,
kutsal kanını akıttı:
“Öyle ki, ölümün güçlü egemenliğini kendinde bulunduranı, yani iblisi ölümüyle
ezsin” (İbraniler 2:14b).
Az
önce sözünü ettiğim, Gar’da rastladığımız
hayal av-cısı o gençlerin durumundan ayrımlı
olarak pek çok genç ve yaşlı insan gerçek,
anlamlı yaşamın kaynağını bulmuştur; bul-maktadır
da...
Bir
süre önce Uganda’da eşimle birlikte kendimizi
yak-laşık yüz kişinin arasında bulduk.
Ugandalı bu gençler içerikli yaşamı bulduklarına
kesin güvendeydiler. Onlar da Rab İsa
Me-sih’in değerli kanı sunusuyla arıtan,
yaşam sağlayan, şeytanın etkisini kıran
göksel gücü tanıdıklarını sevinçle anlattılar.
Hepsi bir ağızdan eşit tanıklığı vermekteydi.
Önceki günahlı yaşama tövbe etmişler,
yaşam yenilenişinin gönencine gelmişler.
Kenya’daydık.
Terörizm eylemleri nedeniyle seyaha-timizi
kesmemiz gerekli kılınıyordu. Ama Kutsal
Ruh başka bir yöntem gösteriyordu bize.
Uganda’ya gitmemiz programımız-daydı.
Ugandalı pastörler ve eşleriyle buluşmamız,
onlara Söz’ü vaaz etmem önceden düzenlenmişti.
(Bizi yöneten Kutsal Ruh dönüş yolculuğumuzu
da kararlaştırmıştı. Askeri bir darbeden
önce Entebbe uçak alanına gidecek son
uçağa binebildik).
Ülkeye
vardığımızda hava elektrikli, korku da
yaygındı. Kargaşalık genel, yollar sokaklar
çöple kaplı... Bölgede daha birkaç otomobil
bulunuyordu. Bunlardan birisi bizi uçak
alanın-dan aldı; bomba düşüşünden delik
deşik yolu aşarak kente ulaş-maya çalışırken
eli silahlı başıbozuk askerler otomobilimizi
önledi. Kimdi bunlar? Hükümetten mi, karşı
taraftan mı, üniformaya bürünmüş fırsat
kollayıcılar mı? Bereket versin ki yol
kesenler şoförümüzü tanıdı. Aynı kabiledenmişler
meğer! İstemeye istemeye yeşil bezi salladılar,
geçişimize izin verdiler. Bizi soyabilirler
ya da başka bir kötülük yapabilirlerdi.
Gideceğimiz
noktaya ulaştığımızda, toplantının yapıla-cağı
yerin karanlık, bakımsız, kirli bir bina
olduğunu gördük. Korkudan titreyen bir
kent kesimi. Ama toplantıya katılacak
pastörlerle eşleri o karmakarışık salona
ulaşınca pek de hoş olmayan çevremizi
unutuverdik, Rab aramızdaydı. Bizi huzuru
ve görkemiyle kutlu kıldı. Uganda’da yönettiğimiz
o toplantılar aklımızdan silinmeyecek.
Sanki bir dağ doruğundaydık; Tan-rı’yla
buluşmanın gönencinde.
Her
gün sekiz saati kapsayan bu toplantılara
katılanlar sert sıralarda oturdular, konfor
aramadılar... Eşimin olsun benim olsun
konuşmalarımıza içtenlikle kulak kesildiler.
Kutsal Ki-tap’a dayanan derslerin taslağını
eşim kara tahtaya tebeşirle yazıyor, katılanlarsa
ufak tefek kağıtlara not düşüyordu. Ansızın
kapıda bir kargaşa oluştu. İçkili iki
kişiden biri giriş yerinde en-gellenmiş
ama arkadaşı elindeki tüfeği sallayarak
içeri dalmayı başarabilmiş, yaklaşıp eşimin
yüreğine dayamış!
Karım
sanki duruma hakim olmuş soğukkanlılıkla
“Dua edelim, bu sevgili insan İsa Mesih’i
bilsin!” dedi. Kafama son-suzluk gibi
gelen birkaç saniye sonra tercüman şaşırmış
durum-da bana döndü. “Kulağım inanamıyor
bu sarhoş askerin söyle-diklerine” dedi.
“Bu kadının Tanrısı’nı bilmek istiyorum.”
Tercüman
bunu derken öyle bir görünümle karşılaştım
ki, bunu hiç unutamayacağım! Bilemem;
ne olabilirdi sebebi? Bu davetsiz insanı
dizleri üzerine getiren etki bir melek
gücü müydü, toplantıları saran Tanrı kutsallığının
ve yönetiminin huzuru muydu ki, alkolün
egemen kesildiği bu serkeş askeri böyle
bir alçalmaya sürükledi? Yüreğindeki isteği
açık seçik dile getiriyordu o. Hiç kestiremeyeceğim.
Ama çok iyi bildiğim gerçek, o unutulmaz
anda tüfeğin tetiği yavaş yavaş yere çevrildi,
öldürücü silah askerin dize gelmesiyle
birlikte yere düştü.
Toplantının
ardından bir soru-yanıt ve devam buluşması
tasarlanmıştı. Gayrı bu yapılamazdı. Eşim
bunu çok iyi bili-yordu. Yerdeki adama
“Benimle birlikte şu duayı yinele!” dedi.
Yavaş yavaş kendini tümden alçaltan kişiyi
Kurtarıcı’nın kay-rasına, affına yöneltti.
İsa’nın asıldığı haçın dibine. O kabada-yıyı
gerçek yaşam sağlayan İsa Mesih’in kanına.
Karşılaştığımız
bu olguyu niçin kitaba aktarıyorum? Çünkü
anlatı bu noktada bütünlenmiyor. O parlak
buluşmada sevindirici olaylar zinciri
birbirini izliyordu. Toplantıda davet-siz
misafirden korkan, hatta içlerinden kin
besleyenler vardı. Aramızda yakın geçmişte
onun tehdit ettiği kişiler bulunuyordu.
Oradaki pastörlerden birinin yaşamına
karşı düzenlenen bir saldırıda zavallı
adam parmaklarını yitirmişti. Ama pastörlerin
her biri Mesih’in sınırsız sevgisiyle
donatılmış kişilerdi. Bu nedenle diz çöken
adamın çevresinde toplandılar, onu Mesih’te
kardeş olarak bağırlarına bastılar.
Bunun
ardından müzik aleti kullanmadan, içtenlikli
Af-rika havasıyla ilahiyi bastırdılar.
O ezginin sözlerini anımsa-dıkça yüreğim
coşar, sevinç dalgaları tüm varlığımı
çalkalar: Ah, Mesih’in kanı, Ah, Mesih’in
kanı, Ah, Mesih’in kanı! Tüm günahlarımı
arıtır, canımı uyandırır.
Ne
iyi olurdu, önemli kişiler, yöneticiler
aramızda olup bu duygulandırıcı görünüme
tanık olsalardı. Bambaşka bir gerçekle
yüz yüze gelirlerdi. Günahlı insan kuşaklarında
görülen ailesel, toplumsal, küresel sürtüşme
ve çatışmalar odaklanır, tek çözüm yöntemi
kavranır, tüm ilgi Kurtarıcı’ya yönelirdi.
“Tanrı O’nun aracılığıyla her şeyi kendisiyle barıştırdı. Barış Mesih’in çarmıhta
akan kanı aracılığıyla sağ-landı... Bir
vakitler düşüncenizdeki kötü işlerin etkisiyle
dışarıda kalmış kişiler ve düşmanlar olan
sizleri... ba-rıştırdı” (Koloseliler 1:20-22).
Tanrı’yla
sağlıklı ilişkiye girenlerin durumu-görünümü
kendine özgüdür. “İsa’nın kanı aracılığıyla...
Tanrı’nın gelecek olan öfkeli yargısından
kurtuluş bulacağımız... barışmış olarak
Mesih’in yaşamı aracılığıyla kurtuluş
bulacağımız daha kesindir” (Romalılar
5:9-10).
DUR VE DÜŞÜN
1.
Temel yaşamı gerçekten özlüyor
musun? Bu, Rab İsa’nın tanıttığı
yaşamdır: “Bense onlarda yaşam olsun,
hem de bol yaşam olsun diye geldim”
(Yuhanna 10:10).
2.
Kutsal Kitap’ta bildirildiğine
göre, yaşam öğesi insanın neresindedir?
(Eski Antlaşma’da Levililer 17:11’i
oku).
3.
Rab İsa’nın kutsal kanındaki ebedi
özellik nedir? O kanın arıtan gücüne
inanıyor musun? O kanın yaşam sağlayan
gücüne inanıyor musun? Rab İsa kesenkes
duyuruyor: “Diriliş ve yaşam
Ben’im, Bana iman eden ölmüş olsa
da yaşayacaktır. Yaşamakta olan
herhangi bir kimse bana iman ederse
sonsuzluk boyunca hiç ölmeyecektir”
(Yuhanna 11:25,26).
|
Ressamın çizdiği yapıtın çekiciliği,
insan yüzünün parlaklığı, bir manzaranın
görkemi. Bunların hiçbiri sesle anlatılamaz.
Görme gereği hiç yadsınamaz
BÖLÜM 9
TANRI’NIN
AİLESİNE NASIL KATILABİLİRİM?
940’lı
yılların başlangıcında doktorluk bilimi
göz operas-yonu üzerinde şaşılacak aşamalar
ve başarılar gösterdi. Örneğin kornea
(saydam tabaka) nakli kolay bir el başarı-sına
dönüştü. Bir vaiz arkadaş ilk kornea nakline
tanık oldu-ğunu anlattı. Gözü görmez bir
bayana ölmüş birinden kornea aktarılacaktı.
Ameliyat sonuçlanınca kadının gözleri
birkaç kat sargıyla sarıldı. Kornea nakli
bütünlenince göze hiç ışık girme-meliydi.
Bu durum birkaç gün sürdü. Birbiri ardından,
arayla sargılar çözüldü. En sonunda ışığı
seçebilen kadın heyecandan heyecana gitti.
Bir sabah güneş doğmadan en son sargı
kaldı-rıldı; nur nedir bilmeyen gözler
coşkuyla ışığın gelişini kutladı. O sabah
güneşin ufukta doğuşu baştanbaşa kendine
özgüydü. Gölgeler gitgide kısaldı, yeşil
yaprakların oluşturduğu siluetler sabahın
parlaklığına özel bir çekicilik kattı.
Kuşlar sevinç içinde kırağının örttüğü
çimenlikte uçuşuyor, kahvaltı ediyordu.
Yaşa-mında ilk kez ışığa tanık olan kadına
tüm görünüm bir içaçıcılık şöleni oluşturuyordu.
İri iri gözyaşlarıyla örtülen yüzü parlıyor-du:
“Ah!” dedi, “Böylesi güzelliği bana anlatmaya
çalıştınız; ama bu denli çekiciliği aklımın
ucuna getiremezdim.” Bu coş-kunun ardından
oturdu, Yaratan’ın eşsiz şaheseri karşısında
söyleyebilecek başka bir söz bulamadı.
Gözü
görmez insana kırmızının güzelliğini nasıl
anla-tabilirsin? Gözleri ışığı seçemeyene
güneş batışının sürekli de-ğişen görünümünü
hangi dille tanıtabilirsin? Bunlar olanak
dışı-dır. Gözle seçilebilir görkemi sözle
anlatmaya çalışmanın etkisi kısıtlıdır.
Görüşü olmayan bireyin kulaklarına düşen
sözleri gö-rünüme dönüştürebilme yeteneği
yoktur dersek bu pek yanlış olmaz. Ressamın
yapıtındaki o çarpıcı yetkinlik, insan
yüzünün çekiciliği, bir görünümün haşmeti
ve bu sıradan başka güzel-likleri sözle
anlatabilme kısıtlığını her akıl kestirebilir.
Çinliler, bir resim bin sözden daha etkindir
demiş.
Buna
koşut olarak, bir Mesih inanlısının Mesih’e
iman etmeyene ruhsal içaçıcılığın doyuruculuğunu
iletmeye çalışması kolay değildir. Bir
kezinde Londra’da son sınavlara hazırlanan
bir tıp öğrencisine Tanrı sevgisinin boyutlarını
anlatmaya çalışı-yordum. Yanıtı şuydu:
“Kafama sığmıyor!” Bu gencin içinde bocaladığı
çetin düğümü anlıyordum. Konuşmayı daha
ileri gö-türdüm, bu akıllı insanla açık
açık konuştum: “Öyledir” dedim, “Konumu
kavrayamadığının farkındayım. Çünkü kapkaranlık
odaya kapanmış bir kişi gibisin. Konumuza
akıl erdiremediği-nin farkındayım. Bir
süre önce kendim de senin dünyandaydım.
Ama o karanlığı geride bıraktım. Şimdi
dışarıdayım; burada Tanrı’nın sevgisi
ışınlarını saçıyor.” Adı Davut olan bu
gence adıyla hitap ettim; ardından, “Tanrı’nın
sevgisini anlayabilmek için, o karanlık
odadan çıkmalısın; O’nun çevreyi aydınlatan
ışığına gelmelisin.” dedim. Davut güçlüğünü
tanıdı, bulundu-ğumuz yerde diz çökerek
Rab İsa’dan günahını bağışlamasını diledi,
kendisini de yeni yaşama kavuşturmasını
imanla istedi. Yeniden ayağa dikildiğinde
söylediğini hiç unutamam: “Böylesi benzersiz
bir deneyime kavuşmam aklımın ucuna gelmemişti.”
Fiziksel
görüşün yaratılıştaki büyüleyici özellikleri
in-sana aktarabildiği gibi, ruhsal görüş
Tanrı kişiliğinin gerçekli-ğini, gücünü
ve sevgisini kişinin iç yaşamına aktarır.
Rab
İsa göklere yükseldikten sonra, öğrencisi
Yuhanna aracılığıyla çeşitli topluluklarına,
bu arada Laodikya kentindeki bağlılarına
yüceden konuştu. Onların ruhsal durumuna
ilişkin düşündürücü bir tanımda bulundu:
“...gözü görmez olduğunu bilmiyorsun”
(Vahiy 3:17). Üzücü görmezliğin farkında
olma-yan bir kişiyi düşünebilir misin?
Ruhsal görmezlik tanımlama-sının ardından
Rab İsa onlara şifa yöntemini vurguladı:
“Ben-den göz merhemi satın al ki gözüne
sürüp göresin” (Vahiy 3:18). Ne denli
önem taşıyan ruhsal reçete! Ruhsal görmezlik
ruhsal operasyonu gerektirir; bu da Kutsal
Ruh eylemidir.
Dünyaya
doğuşun fiziksel doğuştu. Ne var ki, o
doğuş sana ruhsal görüşü ve ruhsal kavram
yeteneğini sağlayamadı. İçinde bocaladığın
ruhsal karanlıktan kurtulup Tanrı bilgisinin
yüceliğini içeren ışıkla (II Korintoslular
4:6) yaşam yolunu bulmak istiyorsan
ikinci kez doğmalısın. Rab İsa din hocası
Nikodimos’a şöyle konuştu:
“Bedenden doğan bedendir, Ruh’tan doğan ruhtur. Sana yeniden doğmalısınız
dediğime şaşma... İnsan yeniden doğmadıkça
Tanrı’nın hükümranlığına gire-mez” (Yuhanna
3:3,6,7).
Anlaşılabileceği gibi Tanrı’nın hükümranlığına ka-vuşmayı gerçekten istiyorsan,
yeniden doğmalısın.
Bütün
öbür insanlarınki gibi senin yaşamında
da Tan-rı’ca koyulan bir boşluk bulunuyor.
Bu boşluk, “doldurulmak istiyorum” diye
yakarıyor. Boşluğu ne din, ne din şartları,
ne de dinsel eylemler doldurabilir. Onu
sadece ölüler arasından diri-len İsa Mesih’in
varlığı tatmin eden diri huzuru donatabilir.
O’nu imanla yaşamına alırsan, ölümünün
gereği ve amacı senin yaşamında belirginliğe
gelecektir. O sadece senin günahını arıt-maya
ölmedi. Bunun yanı sıra, yüreğin O’nu
ağırlayabilen terte-miz bir konut olsun
diye öldü. İlkin günahtan arıtılmalısın,
sonra O’nu barındırabilecek pak bir yürek
edinmelisin. Bunları Mesih sağlar.
Çeşitli hizmetlerimiz
sırasında genç bir Afrikalı Mesih bağlısıyla
konuşurken, ülkesindeki gençlere Mesih’i
tanıtmak isteğiyle yüreğinin çarptığını
anlattı. Bir hafta sonra yaklaşık iki
yüz pastöre Kutsal Kitap öğretisinde bulunacaktım.
Bu gence aramıza katılmasını salık verdim.
Gideceğimiz yer yaklaşık beş yüz kilometreydi.
Uzun ve tümsekli bir yol! Otobüsle oraya
gelip bizimle buluşmasını önerdim.
Arkadaşım
William o kalabalık Afrika otobüsüyle
çev-reyi seyretsin diye yolculuğa çıkmadı.
Bu çetin yolculuk onu konferans yerine
iletti. Ama asıl amaç ilerideydi. Bunu
bir betim yaparsak, Rab İsa’nın yaşamına
girmesi, seni günahtan arıtması bu somut
eylemin ardından gelen paydaşlıkla ilgilidir
diyebiliriz. Seni kendisiyle gizemsel
birliğe iletmek, varlığına huzurunun o
doyulmaz gönencini getirmek kurtuluşun
amacıdır. Elbette, günahlarının bağışlanışı
önde gelen gerektir. Bunun ardından Mesih’in
sağladığı yeni yaşamın doluluğuna ermek,
Tanrın’la güngünden yenilenen paydaşlığa
girmek, yaşamına ilişkin ön sırada beliren
kutluluktur. Bundan daha az bir sevinç-le
tatmin olabilir miydin? İşin gerisinde
yaratılışının nedeni, o kutsal ve benzersiz
kişi Mesih’le hiç kopmayan bağlantıya
kavuşman bulunuyor.
Mesih’in
iç varlığında yaşamakta olduğunu kesenkes
bilmen, sonsuz yaşamının şimdiden gerçekleştiğini
anlamanla eşit değerdir. Mesih’in senin
içinde konut kurduğunu kavraman, benzersiz
yaşamının kendinde bulunduğunu tanıman,
bunun sevinciyle yaşam yolculuğunu sürdürmektir.
“Tanıklık şudur: Tanrı bize sonsuz yaşam verdi, bu yaşam O’nun Oğlu’ndadır.
Oğul’u varlığında bulunduran yaşama sahiptir.
Tanrı’nın Oğlu’nu varlığında bulundurmayan
yaşama sahip değildir” (I Yuhanna 5:11-12).
Şaşmamalıyız;
tıp öğrencisi arkadaşım Davut Ran İsa’dan
günahlarını bağışlasın, iç yaşamına girip
ona egemen olsun diye dilekte bulunduktan
sonra şunu söylemişti: “Bu deneyimin böylesi
parlak olabileceğini hiç düşünmemiştim!”
Bu Nasıl Olur?
O tarihsel
gün Yeruşalim’de toplananlar Petros’tan
İsa Mesih’in yaşamı, ölümü, dirilişiyle
ilgili konuşmayı duyduklarında Tanrı bu
insanlarda Kurtarıcı’yı tanımaya istek
uyandırdı. Kutsal Ruh o yoğun topluluğu
şu anda seni etkilediği gibi etkiledi.
Kulak-ları kirişte İsa’nın Rab olduğunu
Petros’un ağzından öğrendiler. O, Tanrı’nın
Mesihi’ydi. İsa’ya ilişkin bu taze kavram
onların derininde ilzam oluşturdu (yanıt
veremez çıkmaza getirdi on-ları). Kurtulmaya
muhtaç olduklarını anladılar. Haça çakılan
Mesih’e –Kurtarıcı’nın kendisine– karşı
takındıkları ilgisizliği ve yadsıyışı
içlerinde tanıdılar. Tanrı belgesi, “Bu
sözleri duy-duklarında yüreklerine hançer
saplanmış gibi oldu” diyor. Hemen
ardından içtenlikle sordular: “Kardeşler,
öyleyse biz ne yapmalıyız?” (Resullerin
İşleri 2:37).
Haberci
Petros’un hiç duraksamadan verdiği yanıt,
töv-be etmeleri gereğiydi. Günaha tövbe
etmeksizin, imanın sözü edilemez. Tövbesiz
iman hayal ürünüdür, düşlemedir. Bireyi
günahtan kurtaran iman, güven oluşturan
aşamadır. Günah kar-şısında tutumu değiştirmektir.
Özü sözü uyumda olmama çeliş-kisinden
yakayı sıyırarak, kişisel iyiliklerine
bel bağlamayarak alçakgönüllülükle İsa’nın
sunduğu kayrasal kurtuluşu benimse-mektir.
Senin yerine haç ölümüne katlanana teşekkür
sunman, Tanrı karşısında, günahlılık sorununda
görüşünü-tutumunu de-ğiştirmektir. Sadece
buna uyulduğunda Kutsal Ruh o gerekli
görme ameliyatını içinde kesinleştirecek,
tanrısal gerçekleri yepyeni kavramla seçebilmene
yardım edecektir. Tövbe sözü-nün öz dildeki
anlamı, ‘düşünceyi değiştirmektir.’ Gerçek
yeni doğuş Tanrı konusunda, günah sorununda
aklı-görüşü değiş-tirmektir.
Tanrı İlişkisinde: Tövbe (akıl değiştirmek) Tanrı’ya ilişkin her çeşit sakat görüşü dışlar.
Afrika seyahatlerimizde, önceki bozuk
yaşam biçimiyle, paganlıkla, fetişizmle
boğuşan, bunlardan yakayı sıyıramayan
birçok insanla tanıştım. Tüm yürekle kurtarıcı
İsa’ya yönelmeleri çeşitli sorunlarına
çözüm getirdi, o sevdikleri fetişleri
ateşe atıp yaktırdı. Bunun yanı sıra,
önceki dine bağnazlıkla yapışmış, hatta
inançları gereğince farklı kanışı olanlara
tehdit havasıyla tanınmış kişilerin İsa
Me-sih’e dönüşlerine, kökten değişmelerine
sevinerek tanık oldum.
Canı günahtan kurtaran, batılcılıktan, safsatadan
özgür kılan iman İsa Mesih’in YAHWEH ile
aynı olduğuna kesin kanıtlanmayla kendisini
açıklar. O’nun tek kurtarıcı oluşu, şim-diyle
ve sonsuzla ilgilenen düşünce sahibi usa
vurucu insanın sarsılmayan güvenliğidir.
Günah İlişkisinde: Kurtuluşun imanla kesinleşince
an-cak o zaman günahlılığını üzgüyle,
utanç duygusuyla tanıya-bilirsin. Tövbe
yoluyla düşüncen-kavramın sağlıklı doğrultuyu
seçince, bundan böyle günaha karşı tınmazlıkla
davranmazsın. Artık kişisel iyiliklerin,
dinsel icapların, sevapların canını kurta-rabilir
aldanışıyla oyalanmazsın. İnsanın doğruluk
işlerini Kut-sal Söz çok kaba bir betimle
anlatır: “Kirli aybaşı bezi” (bkz.
Yeşaya 64:6). Günahsız, kutsal İsa’nın
kurtarmasına gelen ken-di kirliliğini,
Tanrı’ya yararsızlığını kesenkes görür,
Yaratanı’nı üzen, sıkan, acındıran tutum
ve davranışlarını açıklıkla tanıya-rak
onlara rest çeker.
Askerlik hizmetinde olan bir çavuşu gözönüne getire-lim.
Bu adam izindedir. Birgün iki mektup alır.
Biri bir arka-daştan, öbürüyse komutanından.
İlk mektupta arkadaşının düğü-nüne bir
davet var. Öteki mektuptaysa hemen göreve
dönmesini isteyen bir buyruk. Davetle
buyruk arasındaki ayrımı herkes anlayabilir.
Davet kibarca geri itilebilir, ama
buyruk ya olumlu biçimde yanıtlanabilir,
ya da düpedüz başkaldırmayla.
Tanrı seni sevdiğinden, günahının seni mahva sürük-lediğini
bildiğinden seni tövbeye çağırıyor; tövbe
etmeni buyu-ruyor. Haberci Pavlos uygarlığın
kenti Atina’da kendisini din-lemeye toplanan
sivri kafalılara kesin dille konuştu:
“Tanrı şim-di her yerde bütün insanların
günahtan dönmelerini buyu-ruyor” (Resullerin
İşleri 17:30). ‘Bütün insanlar’ arasında
sen de varsın.
Tanrısal arıtma-kurtarma eyleminin mucizeyle yüklü
yöntemi, seni kişiliğinle ilgili yanlış
görüşlerden özgür kılmak, İsa Mesih’i
insan bedeni kuşanan Kurtarıcı-Tanrı olarak
tanı-yabilme aşamasına iletmektir. Bu
parlak gelişimde Kutsal Ruh, “Tanrı’yı
hoşnut edeni yerine getirebilmen için
varlığında işini sürdürecektir” (bkz.
Filippililer 2:13). Gerçekten tövbe
edene Tanrı istemeyi de yapmayı da gerçekleştiren
gücü verendir. Sadece bu yöntemle yaşamın
değişebilir, Tanrı’ca özlenen ve çizilen
aşamaya yükselebilir.
Seni tanımadığım halde bir arkadaş gibi sana sesleniyo-rum.
Yanında bulunsaydım elimi omuzuna koyar
Rab İsa Me-sih’i kabulüne yardım ederdim.
Kendi başına bir köşeye çekil, Tanrı’nın
karşısında başını eğ, O’na kurtarıcı Mesih’i
yaşamına almak istediğini bildir. Unutma;
alışılmış, dıştan bellenmiş bir dua söylemeyeceksin.
Bu tür duaların, hem de bilinmeyen bir
dilde yapılması hiç kimseye yararlı olamaz!
Tanrı yineleme-lerden hoşnut olmaz (bkz.
Matta 6:7,8). Önemli olan, tüm iman-la
tövbe edip İsa Mesih’i kurtarıcın yapmandır.
O’nun şu yetkili bildirisine gönülden
‘evet’ demekle: “İsa, ‘Yol da,
gerçek de, yaşam da Ben’im’ diye yanıtladı,
‘Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez”
(Yuhanna 14:6).
Bunu yaptıktan sonra gözlerini kapatarak derinden
teşekkür duası sun, Mesih’in günahını
arıttığına şükran yükselt. Unutma, kurtuluş
yeni yaşam kayrasıdır. Armağana karşılık
verilemez; sadece şükran duygusuyla kabul
edilir. Dinsel icaplarla göksel Baba’nın
karşısında geçerlilik bulamazsın.
Duanın İçeriği: Kendi Sözlerinle Kurtarıcıya Seslenmek
“Ya Tanrı,
seni gerçek kişiliğinde bilmedim, sana
sevgimi bil-diremedim. Sen beni hem bildin,
hem de sevdin. Çok çok teşek-kür ederim.
“Ben günahlıyım; kurtuluşumu kendi çabalarımla
elde edemem. Şimdi imanla sana dönüyorum,
ya Rab İsa! Affını di-liyorum. Günahlılığımı
ikrar ediyorum, günahımdan uzaklaşı-yorum.
Sana şükranımı yükseltirim, ya Rab İsa.
Sen yerime öl-dün, bana arınma ve yaşam
sağlama yeterliliğini kutsal kanınla sağladın.
Sana imanla yaşamımı değerli kanının savunmasına
bırakıyorum.
“Ya Rab İsa, yüreğime gir, yaşamımı yönetimin
altına al! Hamdolsun sana, Rab İsa, Kutsal
Ruhun’un aracılığıyla yeniden doğdum.
Senin ölüler arasından dirilişinin yeterliliğiyle
Tanrı’nın çocuğu oldum. Sonsuzlar boyu
yaşam gönencinde-yim. Hamtlar olsun.”
“O’na iman eden hiçbir zaman utandırılmayacaktır”
(I Petros 2:6b).
Şimdi git, bir yakınına kararını bildir. İsa senin
varlığın-da yaşamaktadır. Bunu anımsa.
O’nun için yaşamaya, O’nun hakkında konuşmaya
gereken gücü O sağlayacaktır.
İncil’de belirtilen yüreklendirme bunu sana anımsatır:
“...Eğer İSA RAB’dir diye ağzınla açıkça söyler, yüre-ğinle de Tanrı’nın
O’nu ölüler arasından dirilttiğine iman
edersen kurtulacaksın. Çünkü doğrulukla
dona-tılmak için yürekle iman edilir,
kurtuluş için de ağızla açıklama yapılır”
(Romalılar 10:9-10).
Bir Sevinç Mektubu
“Sevgili arkadaşlar, yaşamım boyunca
okuduklarım arasında en heyecanlandırıcı
akıcı kitabı okumuş oldum diyebilirim.
Tanrı’yı Arayışın kitabını okuduktan
sonra ben eski insan değilim artık. Rab
İsa’nın yaşamını benim yararıma sunması,
kendisini kabul etmeme hem de kendi yaşamımı
O’na sunmaya canımı etkiledi. Bu sevincin
her bir arkadaşıma gelmesini arzu ediyorum.
Lütfen, armağanınız iki kitabı adresime
postalayın. Bunları okumaları için arkadaşlarıma
ödünç vermek istiyorum.
Size teşekkür borçluyum. Mesih’in sağladığı kurtarışı
bana tanıttınız; Tanrı armağanını yaşamıma
kabul etmemi etkilediniz. Böyle bir müjdenin
varlığından bilgisizdim.”
DUR VE DÜŞÜN
1.
Sana
eliaçıklıkla uzatılan bir armağana
teşekkürünü ne biçimde dile getirirsin?
“Lütfen onu bana ver” mi dersin?
Yoksa “Teşekkür ederim” deyip onu
değerlen-dirir misin?
2.
Tanrı
çocuğu olduğunu içinde kanıtlayan
güvence nedir? Duyguların mı, yoksa
imanın mı? “Çünkü iman ederek
kayrayla kurtulmuş bulunuyorsunuz.
Bu kendi başarınız değildir. Tanrı’nın
armağanıdır” (Efesoslu-lar 2:8).
3.
Mesih’e
imanını kapsayan etkenler nedir?
Azıcık töv-be mi? Azıcık şükür mü?
Tümden O’na bağlılık mı?
4.
Seni
kurtardığı için şimdi Tanrı’ya hamdetmek
iste-mez misin? Salt canını kurtardığından
değil, aynı za-manda O’nun nasıl
biri olduğu için.
|
Bana dokunabilecek hiçbir görgü,
duygu, sınav yoktur ki, ilkin Tanrı’nın
ve Mesih’in dikkatinden geçmemiş olsun!
Bu durumlar O’nun gözü önünden geçerek
bana gelmişse, sorunun gerisinde bir anlam
ve amaç bulunuyor. Bunu o anda anlamayabilirim.
Ama paniğe kapılmayı önlersem, gözlerimi
O’na çevirip karşımdaki durumun Tanrı
tahtından geçerek bana vardığını, bir
amaç taşıdığını, canıma anlayamadığım
bir kutluluk getireceğini kestirirsem
işin rengi değişir. Bu durumda herhangi
bir üzgü beni sarsamaz, hiçbir görgü beni
endişelendiremez, hiçbir sarsıntı beni
yıkamaz. Bu düşündürücü gelişimde Mesihim’in
kişiliğiyle sevinç bulurum. İşte imanın
yengisi!
Beş Kara Parçasında Vaazlar Vermiş, Tanınmış bir
Mesih Vaizi
BÖLÜM 10
BUNUN
ARDINDAN NE GELİYOR?
urtuluş
Tanrı’nın insana kayrasal armağanıdır.
Yeryüzün-de bir tek kişi onu çabayla,
karşılıkla, sevapla, din yoluyla kazanamaz.
Tanrı insanı kurtarma eylemini İsa Mesih’in
omuzlarına koydu. O da günahlıyı yenileme
armağanını kefaret eden kanıyla ödedi.
Önceki bölümde salık verdiğim dilek benzerliğinde
bir yakarıyla Tanrı’la yaklaştınsa, Mesih’e
katıksız imanın seni gerçek bir Tanrı
evladı kıldı.
“Kendisini kabul edenlerin tümüne –O’nun adına iman edenlere– Tanrı’nın çocukları
olma yetkisi verdi” (Yu-hanna 1:12).
Bundan sonra aklında bir soru doğacak: “Bunun
ardın-dan ne geliyor?” İsa Yeruşalim’e
gidip orada elemler çekmeye, ölüp gömülmeye,
ardındansa dirilmeye ve göklere yükselmeye
hazırlanmaktayken, öğrencilerine buyruk
verdi: “Bende kalın, ben de sizde”
(Yuhanna 15:4). Bu kısa ve özlü yüreklendir-meyle
Rab İsa kendisine bağlanan canın nasıl
bir yaşam yaşaması gerektiğini açıkladı.
Tanrı’nın inanlısıyla ilgili tasarısı
ve öngörüşü bu kişinin onu kurtarana bağımlılıkta
yaşaması, O’nun gücüyle korunarak cennete
varıncaya dek yeryüzünde apayrı bir yöntem
izlemesidir. Ölüler arasından dirilen
İsa, ger-çek inanlısının varlığında egemen
olur. Bu kişinin hısım akra-bası, çevresi,
dostları vardır; bunlar belki de daha
önce hiç bil-medikleri yeni yaşamın sergilenişine
tanık olacaklar ve soruş-turacaklar. Onlara
gösterilen tanıklık, dirilen Mesih’in
varlıkta beğeni egemenliğini dille-tutumla
sergilemektir.
Mesleğinin demircilik olduğunu varsayalım. Elinde
bü-yük bir maşa bulunuyor. Bunu ateşte
sağa sola çevirirken ne olur? Maşa kızgın
ateşin benzeri olmuş! Yanan kömürlerle
yanan maşanın rengi özdeşleşmiş. Sanki
herşey ateş! Yeniden doğuşunda, dirilen
Mesih sende konut kuran Kutsal Ruh’un
gücüyle senin içinde yaşamaya gelmiş:
“Bu giz Mesih’in içimiz-de olmasıdır”
(Koloseliler 1:27). Gayrı bu Tanrısal
uygulama senin varlığında açık açık tanıklık
etmektedir. Herkes bunu görüyor. Yeniden
doğuşunda Kutsal Ruh seni Mesih’in bede-ninin
bir parçası kıldı. Seni O’nun bedenine
vaftiz etti:
“...Yaşamımız Mesih’le bir arada Tanrı bağlılığında saklanmaktadır” (Koloseliler
3:3). Yeniden bir örnek kullanalım: Leğen suyla dolu; içindeyse bir tas var. Kuşkusuz
tasta da su var. Bu neye benzer? Tas yine
tastır; ama suyla da doludur. Yeniden
doğmuş Mesih bağlısının varlığında Mesih
yaşamak-tadır. Su yoksa tasın kullanımı
da yoktur. Mesih inanlının için-deyse,
o inanlı Tanrı’nın kullanımında etkin
bir kaptır.
Konuyu
daha da geliştirerek bu çift yönlü gerçeğin
canı özgürlüğe kavuşturan kaynaştırma
etkisini enikonu inceleyelim: Ben Mesih’teyim,
Mesih de bendedir.
Ben Mesih’teyim
“Çünkü tek Ruh’la hepimiz bir tek bedene vaftiz edil-dik” (I Korintoslular
12:13).
“Yoksa Mesih İsa ile birleşme yolunda vaftiz edilen bizlerin O’nun ölümünde birleşme yolunda vaftiz
edil-diğimizi bilmiyor musunuz? Çünkü
vaftiz yoluyla O’nunla birlikte ölüme
gömüldük. Öyle ki, Baba’nın görkemli gücüyle
Mesih nasıl ölüler arasından diril-diyse,
biz de vaktimizi yepyeni bir yaşamda geçire-bilelim”
(Romalılar 6:3,4).
“Çünkü siz öldünüz ve yaşamınız Mesih’le bir arada Tanrı bağlılığında saklanmaktadır”
(Koloseliler 3:3).
Birkaç yıl önce lösemiye (kan kanseri) tutulmuş
küçük bir çocuğu tanırdım. O sırada yedi
yaşındaydı. Üç ayda bir hat-aneye gider,
omurgadan bir iğne yapılırdı ona. Bu ziyaretlerin-den
birinde
doktor bir soru doğrulttu çocuğa:
“İğne belkemi-ğine değince başka çocukların
ağladığı gibi neden ağlamıyor-sun? Seni
acıtmıyor mu?” Çocuk yanıtladı: “Evet,
çok ağrıyor. Ama sayın doktor, sen benim
durumumu anlayamazsın belki. İğne belkemiğine
varmadan önce İsa’nın ellerinden geçiyor.”
Bu somut bilgiyle yaşamak eşi bulunmayan
güvenlik duygu-sudur. Mesih bağlılığında
olana, yaşama dokunan her görgüyü O’nun
kendi istemi uyarınca yönlendirmeye gücü
yeter oldu-ğunu bilmek hiçbir durumdan
etkilenemeyen güvenliktir. So-mut, işlerlikli
iman işte budur!
Kurtarıcı İsa’ya iman ederek O’nu yaşamına kabul
et-tin. Bu imana koşut olan başka bir
uzantı, O’nun her tür çal-kantını karşılamaya
yeterli olduğunu bilerek buna iman etmek-tir.
Başlangıçtaki imanın, sürekli iman tutumunu
etkileyen kapı-yı açtı. “Rab İsa Mesih’i
varlığınıza nasıl aldınızsa, O’na bağ-lılıkta
yaşayın” (Koloseliler 2:6).
Yeniden doğman nedeniyle Tanrı İsa’nın yaşamını
tak-lit ederek yaşamanı beklemiyor. Milyonlarca
Mesih bağlısını düş kırıklığına götüren
bir uğraştır bu. Tersine, Tanrı Mesih
bağlılığındaki yaşama benzersiz sağlayışı
tanıtıyor. Günahtan arıtılan, günaha karşı
ölüdür. Mesih bağlılığında olmanın getirdiği
sonuç, ruhsal yasanın (şeriat dilekleri)
öne sürdüğü şunu yapabilirsin bunu yapamazsın
buyruklarından ve yargılamalarından ayrıcalığa
kavuşmaktır. Bu gerçeğin bize getirdiği
kanıt-lama hiçbir kişisel uğraşın şeriat
dileklerini karşılayamamasıdır. Bu, unutulmaması
gereken bir ilkedir; kendi başarımızla
ken-dimize güvenmekle şeriatın bir tek
harfini bile tatmin edemeyiz. Evet, ne
kendimize ne de dinselliğimize bel bağlarız.
Nedeni, şu konuda başarı kazandım derken,
başka bir köşeden bir sakatlık sırıtır.
Tanrı’ya şükür! Rab İsa Mesih’in her bunalımımızı,
her sarsıntımızı kendi yeterliliğiyle
karşılayabilen savunma donatı-mını kuşandık;
bunun güvenliğinde yaşıyoruz.
İnsan yaşamındaki görgüleri, çalkantıları kendi
yete-neklerinle göğüslemeye kalkıştığında
yeni baştan güçlük belirir. Daha yeni
iman etmiş kadın ya da erkek, o eşsiz,
üstün yaşamı kendiliğinden sürdürmeye
çabalayınca bunun başarılamazlığını kavrar.
Mesih’e iman edişinden önceki çalkantılar
yeni baştan sırıtmaya başlar. Bu tehlikeye
karşı inanlısını uyaran Rab İsa Mesih
açıkça şöyle der: “Çünkü bensiz hiçbir
şey yapamaz-sınız” (Yuhanna 15:5).
Yeni Antlaşma’da onlara mektup gönderilen toplulu-klardan
biri Galatya’daydı. Bu inanlılar Mesih
bildirisini ters biçimde yorumlayarak,
imanın yanısıra şeriat yasalarıyla Tan-rı’ya
geçerli olmaya kalktılar. Haberci Pavlos
öfkeye kaçan bir mektupla bu uğraşın cinnetlik
olduğunu vurgular. Onları bu saplantılarından
koparmak için yazar Pavlos cevabı beklen-meyen,
etkili olmayı öngören ince bir soruyla
yaklaşır onlara:
“Sizden sadece şunu öğrenmek isterim: Ruhsal yasada buyrulan işlerle mi, yoksa
işitip iman etmekle mi Ruh’u aldınız?
Aklınız bu denli kıt mı? Ruh bağlılığında
baş-layıp şimdi bedende mi sonuca bağlanmak
çabasın-dasınız?” (Galatyalılar 3:2-3).
Bu inanlılar yeni yaşamlarını Mesih’e imanla başladılar.
Her inanlının yapması gerektiği gibi.
İman yaşamını nasıl sürdürecekler? İlkin
attıkları iman adımıyla. Öyle ki, “bir
tek kişi –İsa Mesih– aracılığıyla
yaşamda egemenlik sürsünler” (Romalılar
5:17).
Galatya’daki inanlılar arasında bunun tersi oldu.
İmanla sağlanan tanrısal ilişkinin yerini
şeriata bağlılığın kısırlığı çaldı: Kişisel
çabalar yöntemi! Tanrı’ya şükür, gerçek
inanlının gün-cel yaşamında bunun tam
tersi gerçekleşebilir. Güngünden Rab İsa
Mesih’ten kaynaklanan yaşam yöntemi. Bu
kavram Galat-yalılar’ın sürüklendiği uşaklık
yerine özgürlük gönencidir.
Mesih Bende Yaşıyor
“Mesih’le birlikte çarmıha gerildim. Artık yaşayan ben değilim. Bende yaşayan
Mesih’tir” (Galatyalılar 2:20).
“Ama Mesih sizde yaşıyorsa, günahlı olan bedeniniz ölü, doğrulukla donatıldığınızdan
ruh da diridir. Mesih İsa’yı ölüler arasından
diriltenin Ruhu sizlerde konut kurduysa
–içinizde konut kuran Ruhu aracılığıyla–
sizin ölümlü bedenlerinize de yaşam sağlayacaktır”
(Roma-lılar 8:10-11).
“Tanrı uluslar doğrultusundaki bu gize ilişkin yüceliğin zenginliğini kutsal
yaşamlılara tanıtmak istedi. Bu giz Mesih’in
içinizde olmasıdır; gelecek olan yücelikle
ilgi-li umuttur” (Koloseliler 1:27).
“İman yoluyla Mesih yüreklerinizde konut kursun...” (Efesoslular 3:17).
Mesih senin kişiliğinde yaşamak yoluyla varlığını
yö-neltmeyi eline aldığına şu içerikli
duayla teşekkürünü suna-bilirsin: “Sana
hamdederim ya Rab İsa. Sen her şeysin;
benim önemim sensiz hiçtir. Gel yaşamıma;
kişiliğini yaşamımda açık-la, aracılığımla
başkalarına sergile!” Mesih bağlılığının
parlak özelliği budur. Senin başarı kovalayışını
Tanrı Mesih’e aktar-mış bulunuyor. Başarın
O’nun başarısına bağlıdır. Rab İsa Me-sih
hem senin sallantılarını karşılar, hem
de yaşamındaki başarı isteğini kendisi
sonuçlar. Yaşamın belirli aşamalara varmış
olabilir; başarın övülebilir, dinselliğin
koltuklarını kabartabilir, vb. Seni tebrik
edenler çok olabilir; ama Mesih’e bağlılık
olma-dan yaşayamazsın. Kendini ya da çevreni
değil, Tanrı’yı hoşnut etmeye yükümlüsün.
Mesih’in sende kendi yaşamını yaşaması
olmaksızın bunu gerçekleştiremezsin.
Mesih şu anda yücelerde, kendi görkemindedir ve
senin varlığında yaşamaktadır. Bu nedenle,
senin yapamayacağın her işi sende O bütünler.
Kutsal Mesih şu murdar ve düşük dünyada
senin kutsallığın, paklığın olabilir.
Şu yenik dünyada O senin yengin ve üstünlüğün
olabilir. Şu ölümlü dünyada, diriliş ve
yaşam olan Mesih Tanrı bağlılığında senin
yaşamındır.
Alçakgönüllülükle kendini Rab İsa’ya atarsan,
yitirileni aramaya ve kurtarmaya gelen
İsa (Luka 19:10), yitirilmiş can-ları
aramak için seni de bu doğrultuda kullanır.
Rab İsa yavan-laşmış varlığa kıvanç sağlar,
başkalarını kurtarmaya gereç kıla-rak
yaşamına heyecan katar. Unutma ki, İsa
göklere yükselmiş olmakla birlikte kendisini
senden ayırmadı. Yeryüzünden yüce-lere
giderken öğrencilere şöyle dedi:
“Kısa bir süre sonra dünya artık beni görmeyecek. Ama siz beni göreceksiniz.
Ben yaşıyorum; bu nedenle siz de yaşayacaksınız.
O gün bileceksiniz ki, ben Babam’da-yım
ve siz bendesiniz, ben de sizdeyim” (Yuhanna
14: 19-20).
Yeniden sorabilirsin: “Tanrı’nın Mesih’te sağladığı
bü-tün olanaklar benim güncel yaşamımda
nasıl uygulamaya geti-rilebilir?” Bu soruyu
birçok kişi sormuştur. Soru akılsal imanla uygulamalı iman arasındaki o geniş yarığa değinir.
Sorunın içeriği aynı zamanda işlerlik
taşır; kişinin imana taşıdığı derin isteği
dile getirir. Buna verilebilen yanıt,
Mesih’in muzaffer yaşamı inanlı aracılığıyla
etkinliğini gösterince bu bir teşekkür
gösterisine dönüşür. Sağlıklı iman, hoşnutluğunu
şükran duygu-suyla açıklar. Örneğin, Mesih’in
seni kurtardığını tanıtmanın en belirgin
biçimi O’na açık teşekkürle yaklaşmaktır.
Bunun yanı sıra, daima kendisine taze
iman öğesiyle yaklaşıp gelecek herhangi
bir sıkıntıda ya da güçlükte yanında bulunacağı
için önceden O’na borçluluğunu açıkla.
“İman dışında Tanrı’yı hoş-nut etmek
olanaksızdır” (İbraniler 11:6). Kurtarıcı’na
beğeni veren yaşamı sürdürmeyi özlemekteyken
iman yükümlülüğüne her an dikkatini doğrult,
her durumda yaşamına yeterli olacağı için
O’na teşekkür yükselt.
Yeni Antlaşma’da okuduğumuz mektuplardan bazısı
buğzla, baskıyla, saldırıyla karşılaşmakta
olan inanlılara doğrul-tuluyor. Yazar
Petros onları önemli bir noktada yüreklendiriyor:
“Mesih’i Rab olarak yüreklerinizde
yüceltin” (I Petros 3:15). Kin ve
saldırı altında inleyen inanlının bunları
nasıl karşılaması gerektiğini belirten
bir gösterge... Buna benzer durumlarda
Me-sih’in senin yaşamında Rab olduğunu
tanıyarak görgüleri gö-ğüsleyebilmen Tanrı’nın
bildirdiği yöntem ve gizemdir.
Eski Antlaşma’da Tanrı’nın adlarından biri Adonay’dır.
Adonay da Rab yerine kullanılır.
Ama daha önemlisi, Efendi diye
çevrilir: Rab Tanrı Efendim’dir. Yazar
Petros bunu vurgu-lamak istiyor. Mesih’i
yüreklerinizde Efendi tanıyın!
Rab İsa senin yaşamında Efendi oldukça,
sürekli kap-samda O’nun paydaşlığıyla
yaşarsın. Bu, senin varlığında bilin-medik
bir özgürlük dokusunu tümler. Böylece
güncel sorunlar ya da fırsatlarda daima
O’na yaslanmanın güvenliğini duyarsın.
Bir ozan bunu şöyle anlatır:
Beni
köle kıl, ya Rab,
O zaman olurum özgür.
Kılıcı sereyim ayaklarına,
O zaman olurum muzaffer.
Özgürlüğün
genellikle yorumlanan, ama kökte aldatıcı
sonuca dayanan bir niteliği vardır: Dilediğimi,
beğendiğimi yaparım! Gücümle koparabildiğim
dalı koparırım! Bu yoruma ters düşen öğüde
İncil’in sayfalarında rastlanır. Yazar
Pavlos şöyle der: “Beni güçlendiren
Mesih aracılığıyla her duruma göğüs gerebilecek
güce sahibim” (Filippililer 4:13).
1859’da Kuzey
İrlanda’da ruhsal bir uyanış görüldü;
binlerce günahlı insan tövbe etti, yaşamını
İsa Mesih’e verdi. İman edenler Mesih’e
kişisel bağlılıklarını, yüreksel tutsaklık-larını
belirten bir bildiri yayınladılar. Böylesi
ciddilikle baktılar kavuştukları o gönence.
Pek çok kişi bu bildiriye adını koydu.
Dirilen Mesih’in günahlı yaşamları kökten
değiştirdiğini kanıt-layan bir belgeydi
bu. Her yanda sanki iklim değişti, imbatlar
esmeye başladı.
Bunu
bir betim olarak kullanırsak, o unutulmuş
belge-den daha güçlü ve kalıcı bir bildiriye
adını yazarak Tanrı’nın göksel çağrısını
gönülden kabul ettiğini belirtebilirsin.
“Koyunların Yüce Çobanı’nı, Rabbimiz İsa Mesih’i, sonsuz antlaşma kanıyla
ölüler arasından geri getiren esenlik
kaynağı Tanrı, istemini uygulamanız için
sizi her çeşit iyilikle donatsın. Hoşnutluk
verici saydığı tutumu İsa Mesih aracılığıyla
sizde oluştursun. Yücelik çağlar çağı
O’nundur. Amin” (İbraniler 13:20-21).
Bir Okuyucu Mektubu
“Sayın
arkadaşlar,
Bana
Kutsal Kitap’ı ve onunla birlikte Tanrı’yı
Arayışın adlı kitabı postaladınız.
Size çok teşekkür ederim. Kitabı okudum,
konu edilen her bir ayeti Kutsal Kitap’tan
arayarak buldum.
Neye
ve nasıl inanmam gerektiğini hep soruşturuyor-dum.
Tanrı’yı Arayışın kitabı bu soruların
yanıtını bulmama yardımcı oldu. Artık
İsa Mesih’e iman ettim. Kitap’taki yön-temle
izlenmeye kararlıyım. Kararım yaşam gidişimi
kapsayan karardır.”
Bir radyo programı dinleyicisi
Senin de iman kararını vermene yardımcı
yöntem
İman Kararım
Tanrı’yı Babam ve Tanrım olarak kabul ediyorum
Yalancı tanrılardan nasıl Tanrı’ya döndüğünüzü, diri ve gerçek Tanrı’ya hizmet
etmeyi amaçladığınızı... (I Selanikliler
1:9).
İsa Mesih’i Rabbim ve Kurtarıcım olarak kabul ediyorum
Tanrı O’nu (İsa’yı) kendi sağına Başkan ve Kurtarıcı olarak yükseltti; ...
günahlardan dönüşü ve günahların bağışlanmasını
sağlasın diye... (Resullerin İşleri 5:31).
Kutsal Ruh’u kabul ediyorum; beni Tanrı sevgisiyle doldurmasını istiyorum
Çünkü Tanrı’nın sevgisi bizlere verilen Kutsal Ruh aracılığıyla yüreklerimizde
dolup taşmaktadır... (Romalılar 5:5).
Kutsal Söz’ü yaşam ilkem olarak kabul ediyorum
Tüm Kutsal Yazı Tanrı esinlemesidir. Gerçeği öğretmeye, yüreği eleştirmeye,
yaşamı düzeltmeye ve doğruluk yolunda
eğitmeye yarar. Öyle ki, Tanrı insanı
yetkin olsun, her iyi iş için donatılsın...
(II Timoteos 3:16,17).
Tanrı halkını kendi halkım olarak kabul ediyorum
Senin halkın benim halkım, senin Tanrın benim Tanrım olacak... (Rut 1:16).
Kendimi tümden Rabbe teslim ediyorum
İçimizden hiç kimse kendisi için yaşamaz, kendisi için ölmez. Çünkü yaşıyorsak
Rab için yaşıyoruz. Ölüyorsak Rab için
ölüyoruz. Öyleyse yaşasak da, ölsek de
Rabbiniz... (Romalılar 14:7,8).
Bu kararı ne yaptığımı bilerek veriyorum
Kime kulluk edeceğinize bugün karar verin. Ben ve ev halkım RAB’be kulluk
edeceğiz... (Yeşu 24:15).
Ciddilikle
Övünç duyduğumuz, vicdanımızın da tanıklık ederek onayladığı şudur: Dünyada,
özellikle de sizlerin önünde kutsallıkla
ve tanrısal içtenlikle davrandık; bedensel
bilgelikle değil, Tanrı kayrasıyla...
(II Korintoslular 1:12).
Özgürlükle
Seherin bağrından doğan çiy gibi kutsal giysiler içinde sana gelecek gençlerin...
(Mezmur 110:3).
Sonsuzu kapsayan karar niteliğinde
Mesih’in sevgisinden bizleri kim ayırabilir? Acı mı, üzüntü mü, baskı mı,
açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, kılıç
mı? (Romalılar 8:35).
Adını
yazarak verdiğin kararın bundan böyle
geçerli olduğunu anımsaman senin için
çok yararlıdır.
Daha
ayrıntılı bilgi almak için veya soru sormak
için,
incilturk@gmail.com
adresine yazınız.
©
Copyright
www.incilturk.com