İkinci Bölüm
Erasmus’un öğrettikleri.
Tez 1: Erasmus’un
"özgür irade” tanımı.
Tez 2: Erasmus’un
Apokrif’e ait bir kitaba dayandırdığı tezi.
Tez 3: Erasmus’un
“özgür irade” hakkındaki üç görüşü.
Tez 4: Erasmus’un
Vaiz 15:14-17’e dayandırdığı tezine dönülmesi.
Tez 5: Erasmus’un
Vaiz 15:14-17’yi kullanış şeklinin incelenmeye
devam edilmesi.
Tez 6: Erasmus’un
ileri sürdüğü tezler, insanın iradesinin
tamamen özgür olduğu anlamına gelir.
Tez 7: Tekvin
4:7 bir buyruğun verilmesinin, bu buyruğa
itaat edilebileceği anlamına gelmediğini
kanıtlayan bir başka bölüm.
Tez 8: Tesniye
30:19 - “Yasa sayesinde günahın bilincine
varılır”.
Tez 9: Erasmus’un
Yasa ve Müjde’yi karıştırması.
Tez 10:
Tanrı’nın açıklanmış iradesi ve gizli iradesi.
Tez 11:
Yükümlülük, itaat etme yetisinin varlığını
kanıtlamaz.
Tez 12:
İnsan, Tanrı’nın gizli iradesine burnunu
sokmamalıdır.
Tez 13:
Yasa, insanın zayıflığını ve Tanrı’nın kurtaran
gücünü gösterir.
Tez 14:
Yeni Antlaşma’da verilen bilgiler, aklanmış
olanları yönlendirmek içindir.
Tez 15:
Ödüllendirilme, Tanrı’nın vaadine dayanır,
insanın hakkettiklerine değil.
Tez 16:
Tanrı’nın kudreti, bizlerin sorumluluklarını
ortadan kaldırmaz.
Tez 1: Erasmus’un "özgür
irade” tanımı.
Haksızlık yapmamak için senin yaptığın tanımı
olduğu gibi burada vermeliyim: “Kişinin,
kendisini sonsuz kurtuluşa yahut bunun tersi
doğrultuda yönlendirmesine olanak veren
etkenleri kendisine uygulamasında kullandığı
insan iradesinin gücü olarak tanımlayabilirim”.
Buna, tanım diyemezsin! Tanım, açık olmalı.
Fakat bu ifadenin anlaşılması için her parçasının
açıklanması gerek. Ayrıca, bir şeyi açıklamak
isterken çok farklı başka bir şeyi açıklamışsın.
Demek istediğim, senin tarif ettiğin türden
irade özgürlüğüne yalnızca Tanrı sahiptir,
ama sen insanların da bu gibi bir iradeye
sahip olduklarını söylüyorsun. Fakat insan
da aynı şekilde efendisine itaat etmek zorunda
olan bir köledir. Çoğu insan Tanrı’nın emirlerine
uygun bir şekilde davranıyor. Bu senin tarif
ettiğin gibi “iradenin özgürlüğü müdür”?
Bu sözde tanımı biraz parçalara ayırmalıyım.
Bazı bölümler yeterince açık ancak diğer
kısımlara saldıra- bilmem için onları biraz
daha açıklamalıyım. Bir şeylerden suçlularmış
gibi ışıktan korkuyorlar! Senin sözünü ettiğin
“insan iradesinin gücü”nün birşeyi seçme
ya da reddetme, onaylama ya da onaylamama
gücü olduğunu varsayarak başlayacağım. Gerçekten
de, insan iradesinin işlevi budur. Fakat
sen, bir de şunu ekliyorsun: “…etkenleri
kendisine uygulamasında kullandığı…” Senin
burada yaptığın şey, insanı iradesinden
ayırmaktır. İnsana, iradesini yönlendirme
gücü veriyorsun. Fakat, insanın iradesi
kedisinin bir parçasıdır bu seçimleri yapan
parçasıdır. İnsanı, iradesin- den ayırıp,
iradesi üzerinde ona güç vermek, açıkça
saçmalıktır! Eğer seni yanlış anladıysam,
bu senin suçun çünkü kendini daha basit
ve anlaşılır şekilde ifade etmeliydin!
Peki, kişiyi “sonsuz kurtuluşa götüren”
şeyler nelerdir? Bunlar, Tanrı’nın işleri
ve sözleri olmalıdır. Başka hiçbir şey bizleri
sonsuz kurtuluşa ulaştıramaz. Pavlus şöyle
diyor: “Tanrı’nın kendisini sevenler için
hazırladıklarını hiçbir göz görmemiş, hiçbir
kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır”.
Daha sonra bu şeyleri nasıl kavrayabileceğimizi
açıklayarak devam ediyor - “Oysa Tanrı bunları
bize Ruh aracılığıyla açıkladı”. Bu demek
olmalıdır ki Ruh olmaksızın bu kurtuluşu
kesinlikle bilemez ve dolayısıyla bunu kendimize
“uygulayamayız”.
Bu dünyanın tanıdığı gelmiş geçmiş en iyi
eğitimli kişilerin çoğu, ruhsal şeyleri
saçmalık olarak nitelendirmişlerdir. Aslında,
dehaları ne kadar fazlaysa, ruhsal şeyleri
de o kadar çok komik bulmuşlardır. İnsanlar,
yanlızca Kutsal Ruh yüreklerini aydınlattığı
için ruhsal şeylerin gerçeğini kavrayabilirler.
Devam edelim. Bizlere diyorsun ki "özgür
irade”, Tanrı’nın işleyişini ve sözünü kabul
edip, etmeyeceğine kendi başına karar verebilen
insan iradesinin gücüdür. Bunu söylemek,
insan iradesine cennet ya da cehennemi seçme
yetisi vermektir. Kutsal Ruh’a yahut Tanrı’nın
lütfuna hiçbir yer olmadığı anlamına gelir.
Bu, insan iradesini Tanrı’yla aynı düzeye
çıkartmak demektir.
Pelagian adı verilenler de aynısını yapmışlardır.
Fakat sen bunu daha da ileriye götürdün!
"Özgür iradeyi” iki kısma ayırdılar
- bazı şeyler arasındaki farkı anlama
gücü ve bu şeyler arasında seçim yapma
gücü. Fakat senin "özgür iraden” anlamakta
tamamıyla yetersiz kaldığı sonsuzluğa ilişkin
şeyleri seçebilecek tek güçtür. “Yarım özgür
irade” yarattın!
Ve şimdi de kendinle çelişkiye düşüyorsun
çünkü bir zamanlar “insan iradesi lütuf
olmaksızın hiçbir şey yapamaz” demiştin.
Ama iş "özgür iradenin” tanımını yazmaya
gelince insanın iradesine tam bir özgürlük
verdin. Gerçekten de çok garip bir adamsın!
Bazı eski felsefecilerin öğretilerini seninkine
yeğlerim. Onlar, kendi başına bırakılmış
bir insanın sadece yanlış olanı yapabileceğini
söylemişlerdi. Yanlızca lütfun yardımıyla
insan iyi olanı seçebilir demişlerdi. İnsanın,
aşağı inmekte özgür, ama yukarı çıkmak için
yardıma ihtiyacı olduğunu söylemişlerdi!
Ama buna "özgür irade” demek gülünçtür.
Ben de tüm bunlara dayanarak, aşağı düşmekte
özgür ancak bir insan tarafından kaldırılmadıkça
yukarı çıkamayacak olan bir taşın "özgür
iradesi” var diyebilirim! Felsefecilerin
öğretileri seninkinden daha iyi. Taş, hem
aşağı düşmeyi hem de yukarı çıkmayı seçebilir!
Tez 2: Erasmus’un Apokrif’e
ait bir kitaba dayandırdığı tezi.
"Özgür irade” konusunda tüm söylediklerini
Ecclesiasticus 15:14-17’ye dayandırıyorsun.
“Başlangıçta Tanrı insanı yarattı ve onu
kendi aklının ellerine bıraktı”. Yazar,
Tanrı’nın kuralları ve buyruklarına ilişkin
ayrıca şunları eklemektedir: “Eğer benim
buyruklarımı tutmak ve beni hoşnut eden
imanda sürekli kalmak istiyorsan, onlar
seni koruyacaktır. O, senin önüne ateş ve
su koymuştur; ve elini ona uzatacaksın.
Yaşam ve ölüm insanın önündedir; ve hangisini
arzu ederse, o verilecektir kendisine”.
Vaiz'in Yahudiler tarafından Tevrat’a alınmadığını
söyleyerek senin kanıt olarak gösterdiğin
bu sözde metni gözardı edebilirdim, fakat
kendinin bile bu metni “somut ve karışık”
olarak tanımlaman benim için yeterlidir.
"Özgür iradenin” ne olduğunu bizlere
basit bir şekilde açıklayacak bir metin
oluşturmak için senin ya da bir başkasının
bir sonsuzluk boyunca uğraşması gerekecektir.
Tez 3: Erasmus’un “özgür irade”
hakkındaki üç görüşü.
"Özgür irade” hakkında tek bir taneden
üç farklı görüş çıkartıyorsun! Şimdi bunlara
bakalım. Birincisi, lütuf olmaksızın insanın
iyilik yapmak isteyemeyeceği; iyiliği başlatıp,
iyilikte ilerleyip ya da iyiliği tamamlayamayacağıdır.
Bu görüşe, “aşırı fakat yeterince olası”
diyorsun.
“Daha aşırı” olarak nitelendirdiğin ikinci
görüşün ise "özgür iradenin” yanlızca
günaha götürebileceği ve yanlızca lütfun
tanrısal bir yaşama kişiyi yönlendire- bileceğidir.
“En aşırı” olduğunu söylediğin üçüncü görüşün
ise "özgür iradenin” anlamsız olduğu
ve bizlerin içindeki iyinin ve kötünün sebebinin
Tanrı olduğudur.
Bu görüşlerin ilkini kabul etmeye hazırsın
çünkü bu ilk görüş, insana bazı şeyler için
çaba göstermesine olanak veriyor. Diğer
iki görüşe ise karşısın. Neden dediğini
bilmiyor gibisin! Bunlar, üç farklı görüş
değil, senin karşıtların tarafından ortaya
konmuş tek bir düşüncenin üç farklı şekilde
ifade edilmiş şeklidir. Senin "özgür
irade” tanımının, senin kabul edilebilir
olduğunu söylediğin o ilk görüşle alakası
bile yoktur. Senin tanımın, "özgür
irade” hem iyi hem de kötü olanı yapabileceğini
söyler. Fakat senin kabul ettiğin görüş
ise insan iradesinin Tanrı’nın lütfu olmaksızın
iyi olanı seçemeyeceğini söyler. Bu iki
irade birbiriyle zıttır. Birinci görüşü
kabul ederek "özgür iradenin” iyi olanı
yapamayacağını kabul ediyorsun. Biraz evvel
şöyle demiştin: “İnsan iradesi öylesine
kötüdür ki, özgürlüğünü kaybetmiştir ve
günaha kulluk etmeye mecburdur ve daha iyi
bir duruma geri dönemez”. Ama aynı şeyi
ben söylediğimde, sen şunu diyorsun: “Böyle
saçma birşey daha önce hiç duyulmamıştır”.
Yazdıkların, iyi olmaya çalışmanın aynı
anda "özgür iradenin” hem gücünde hem
de gücünde olmadığı anlamına gelir. Eğer
bu adam deli değilse, gerçek bir deliyle
tanışmak isterdim!
Kullandığın ifadeler birbirine öylesine
zıt ki bir arada olmaları mümkün değildir.
“İyilik yapabilirlik” ile “iyilik yapamazlık”
arasında orta bir yer yoktur.
Ortaya koyduğun ikinci ve üçüncü görüşlere
gelince…birincisinde olmayan yeni hiçbir
şey yok onlarda da. Üçü de mükemmel bir
uyum içinde. Yanlızca ikinci ve üçüncü görüşe
karşı olduğunu söylüyorsun fakat çok açıkça
üçü de insan iradesinin tüm özgürlüğünü
yitirdiğini, günaha hizmet etmek zorunda
olduğunu ve iyi olanı arzulayamayacağını
söylüyor. Ve eğer bu doğruysa, durum gerektirir
ki insan kötülük yapar ve bunu yapar çünkü
yapmak zorundadır. Buna engel olamaz.
Tez 4: Erasmus’un Vaiz 15:14-17’e
dayandırdığı tezine dönülmesi.
Apokrif’deki o bölüme geri dönelim ve demin
belirttiğimiz görüşlerle karşılaştıralım.
Muhtemelen doğru olduğunu düşündüğün bu
görüş, "özgür iradenin” iyi olanı arzulayamayacağını
söyler. Fakat Vaiz’den alıntı yapılan bölüm
"özgür iradenin” bir dereceye kadar
iyilik yapabileceğini kanıtlamak için kullanılmıştır.
Sana göre o bölüm, ilk görüşü desteklemektedir
fakat gerçekte onun hakkında hiçbir şey
söylemez. İsa’nın Mesih olduğunu kanıtlamak
için Pilatus’un Suriye Valisi olduğunu söyleyen
bir bölüm- den alıntı yapsan daha iyi!
Ama haksızlık etmemek için Vaiz 15:14-17’ye
bakacağız. Bölüm şöyle başlıyor: “Başlangıçta
Tanrı insanı yarattı ve onu kendi aklının
ellerine bıraktı”. Bu noktaya kadar, buyruklara
ilişkin hiçbir şey söylenmiyor. İnsanın
iradesi tamamıyla özgürdür ve Tanrı insanı
herşeyin sahibi yapmıştır. Ama sonra, şu
sözlerle Tanrı’nın buyruklarını ve kurallarını
bunlara eklediği söylenir: “Eğer benim buyruklarımı
tutmak…istiyorsan…” Bu da doğrudur. Tanrı
insanı hüküm sürdükleri yerden almıştır
ve o andan itibaren insan Tanrı’nın buyruklarının
altına girmiştir. İnsan özgür değildi. Gördüğün
gibi bu bölümü, seni değil beni destekleyecek
şekilde anlamak da mümkün! Benim algılayışım
Kutsal Yazıların tümüyle uyuşuyor, seninki
ise bir metni Kutsal Yazıların tümüyle karşı
karşıya bırakıyor.
Tez 5: Erasmus’un Vaiz 15:14-17’yi kullanış
şeklinin incelenmeye devam edilmesi.
“Eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…”
ifade- sinin, insanın özgürce seçim yapabileceğini
gösterdiğini söylüyorsun. Bunu söylemek,
Tanrı’nın sözlerini insan mantığıyla yargılmaktır.
Ama insan mantığıyla bile “eğer benim buyruklarımı
tutmak…istiyorsan…” sözlerinin her zaman
itaat edebilme yetisinin bulunduğunu göstermediğini
sana ispatlayabilirim. Örneğin, anne-babalar
çoğu zaman çocuklarına bir şeyi yapmamalarını
söylerler, çocuklarının yapabileceklerini
kanıtlamak için değil, yardım istemeyi
öğrensinler diye yapamayacaklarını
kanıtlamak için böyle davranırlar.
Tanrı da bizlere böyle davranır. Onu tutamayacağımızı
göstermek için bizlere Yasasını vermiştir.
Bu da Pavlus’un Romalılar 3:20; 5:20; Galatyalılar
3:19,24’deki öğretisidir.
Tez 6: Erasmus’un ileri sürdüğü
tezler, insanın iradesinin tamamen özgür
olduğu anlamına gelir.
İleri sürdüğün tezde çok temel bir çelişki
var. Bir taraftan Vaiz 15:14-17’deki sözlerin
(“eğer benim buyruklarımı tutmak…istiyorsan…”)
insanın özgürce isteyebileceği ya da istemeyebileceği
anlamına geldiğini söylüyorsun. Ama diğer
taraftan ise belirtmiş olduğun üç görüşten
birincisinin muhtemelen doğru olduğunu söylüyorsun.
Fakat o görüş ise "özgür iradenin”
iyi olanı yapamayacağını söylüyordu. Her
ikisi de aynı anda doğru olamaz!
Vaiz: “Eğer arzulayıp, buyruklarımı tutmaya
çalışmayı deneyeceksen…”demiyor. “Eğer benim
buyruklarımı tutmak…istiyorsan…” diyor.
O nedenle eğer Ecclesiasticus "özgür
iradeyi” destekliyor ise bu yarım bir özgürlük
değil tam bir özgürlük olmalıdır. Pelagian
denen insanların bu sözlerden çıkardıkları
sonuç budur.
Pelagianların görüşüne katılmayanlar çok
büyük bir sorunla karşı karşıya kalacaklar.
Senin dediğin gibi, bir kişi bu metinden
sadece az bir "özgür irade” isteyebilir.
Bu da demektir ki insan sadece Tanrı’yı
arzulamak ve O’na itaat etmek konusunda
özgürdür. Pelagianlar ise, bu bölümün iradenin
ya tam özgürlüğünü ya da tam tutsaklığını
öğrettiğini söyleyerek cevap vereceklerdir.
Hatta, o bölümde ayrıca “…imanda sürekli
kalmak istiyorsan…” ifadesi geçtiğinden
tezlerini daha da ileri götürecektirler.
Sonuç olarak ise, insanın ayrıca iman etmekte
özgür olduğunu öğreteceklerdir. Ancak Kutsal
Yazılarda Pavlus buna şiddetle karşı çıkıyor
ve imanın Tanrı’nın özel bir armağanı olduğunu
söylüyor (Efesliler 2:8).
Ama þimdi Ecclesiasticus’un "özgür
iradeyi” öðretmediðini söyleyen
tezime geri dönmeliyim. “istiyorsan” ifadesinin
“öyleyse yapabilirsin” anlamýna gelmesi
gerektiðini iddia etmek çok yanlýþtýr.
Ýlk insan, Adem’e, Tanrý’nýn
lütfuyla yardým edilmiþ olmasýna
raðmen Adem itaatsizlik etmiþtir.
Eðer Adem itaatsizlik etmiþse,
bizler daha hiçbir lütuf almamýþken
ne yapabiliriz ki? "Özgür irade” tamamýyla
güçsüzdür. Eðer Adem’in durumunu Ecclesiasticus
15:14-17’nin yanýna getirecek olursanýz,
bu bölümün "özgür iradeyi” desteklemekten
çok uzak olduðunu, tersine onun karþýsýnda
olan çok güçlü bir görüþ olduðunu
göreceksiniz. Bu bölüm, Tanrý’ya
itaat etme yetimiz olduðunu deðil,
Tanrý’nýn iradesine itaat
etme zorunluluðumuzu öðretir.
Tez 7: Tekvin 4:7 bir buyruğun
verilmesinin, bu buyruğa itaat edilebileceği
anlamına gelmediğini kanıtlayan bir başka
bölüm.
Ayet şöyle der: “…günah kapıda pusuya yatmıştır;
ve onun isteği sensin; fakat sen ona üstün
ol”. Kötü düşüncelerin yenilebileceğini
ve ille de günaha yol açmayacaklarını kanıtlamak
için bu ayetleri kullanıyorsun. Bir kere
daha kendinle çelişiyorsun. İnsanın iradesinin
iyi olanı arzulayamayacağını söyleyen görüşün
muhtemelen doğru olduğunu sen demin söylemiştin.
Ama şimdi, Kutsal Ruh’un ya da Mesih’in
yardımına ihtiyaç duymaktan tek bir kere
bahsetmeden diyorsun ki, insanın iradesi
kötü tutkuları yenebilir.
Aslında, bu ayetin öğrettiği şeyin bununla
alakası yok. Yine bu ayet, insana neyi yapabileceğinin
değil, yapması gereken şeyin gösterilişine
bir örnektir. Diğer bir örnek ise birinci
buyruktur “Karşımda başka ilahların olmayacaktır”.
Ayetler, buyruktur, buyrukların varlığı
ise bunlara itaat edilebileceği anlamına
gelmez. Tersine, Kain’in örneğinde olduğu
gibi buyruklar yetersizliği ortaya çıkarır.
Tez 8: Tesniye 30:19 “Yasa sayesinde
günahın bilincine varılır”.
"Özgür iradeyi” desteklemek için kullandığın
üçüncü ayet şudur: “Senin önüne hayatla
ölümü, bereketle laneti koydum…; bunun için
hayatı seç”. Sen diyorsun ki: “İnsanın seçme
özgürlüğünün olduğunu bundan daha açık ne
gösterir ki?” Fakat körsün! Musa insanlara
hayatı seçin dediğinde, insanlar onu mu
seçti? Eğer öyle yapsalardı, Kutsal Ruh’un
işleyişine ihtiyaç kalmazdı.
Diyorsun ki: “İki yolun kesiştiği bir yerde
duran adama, sadece biri açıkken ‘İstediğini
seç’ demek çok komiktir”. Ne saçma bir örnek!
Bir yol ayrımında bulunduğumuz doğrudur
ancak biri değil her ikisi de kapalıdır.
Tanrı’nın lütfu olmaksızın iyiye giden yolu
seçemeyiz. Diğer yola da Tanrı’nın izni
olmadan yönelemeyiz! Romalılar 3:20’de Pavlus:
“Yasa sayesinde gücün ya da iyiliğin bilincine
varırız” demiyor. Ya da: “Yasa aracılığıyla
iradenin gücü açığa çıkar”. Fakat şöyle
diyor: “Yasa sayesinde günahın bilincine
varılır”. Yasa, insanın yapabileceğini
değil, yapması gerekeni söylemektedir.
Daha sonra “seçmek”, “dönmek” ve tutmak”
kelimelerine ilişkin Tesniye 3’den alıntı
yapıyorsun. İnsanların gerçekten de bu şeyleri
yapmaya güçleri yoksa, buyrukların gereksiz
olduğunu söylüyorsun. Ama yine tekrarlıyorum,
bu buyruklar insanların yapmaları gereken
şeyleri belirtirler. Gereksiz değildirler.
Gururlu insana ne kadar güçsüz olduğunu
göstermek için tasarlanmışlardır. İnsanı,
sol kolu dışında her tarafı bağlı olan birine
benzeterek bu bakış açısını komik duruma
düşürmeye çalışıyorsun. O adama, sağ tarafında
kaliteli bir şarap, sol tarafında ise yüksek
mevkiler olduğu söyleniyor. Daha sonra ise
bu ikisi arasında bir seçim yapması isteniyor.
Bu örnekle ne kanıtlamaya çalışıyorsun?
İnsan iradesinin kati özgürlüğünümü kanıtlamaya
çalışıyorsun? Çok unutkansın! Tanrı’nın
lütfu olmasızın "özgür iradenin” hiçbir
şey yapamayacağını sen söylemiştin. Örneğinle
benim düşüncemi çürütmeye çalıştın ama şimdi
de ben bir örnekle seni komik duruma düşüreceğim.
Karşında iki kolu da bağlı bir adam var!
Bu adam, kollarını sağa ve sola oynatmakta
özgür olduğu konusunda kendisiyle gurur
duyuyor. Bu yüzden, ona ellerini bir yönde
oynatması söyleniyor - onunla dalga geçmek
için değil, ama yapamayacağını göstermek
için. Kutsal Yazılarda insanın sadece Şeytan
tarafından bağlı tutulmadığını ama aynı
zamanda da doğru olan şeyi yapmakta özgür
olduğunu düşünmeye kandırılmış olduğunu
görüyoruz. Musa’nın yasası, insanların hayali
özgürlükleriyle aldatıldıklarını göstermek
için verilmiştir.
Tez 9: Erasmus’un Yasa ve Müjde’yi
karıştırması.
Kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamak için
bir dizi ayeti kullanıyorsun fakat yasa
ile müjde arasındaki farkı göstermekte tamamen
başarısızsın. Yasa hakkında olduğunu zannettiğin
ayetlerin nasıl müjdeyi öğrettiğini sana
göstereyim. Örneğin, Yeremya 15:19’a bakalım:
“Eğer dönersen, seni geri getiririm…”, ve
Zekarya 1:3: “Bana dönün,…, ben de size
dönerim”. “Dön” kelimesi, insanın Tanrı’ya
dönebilme yetisinin “Allahın Rabbi bütün
yüreğinle seveceksin” ifadesindeki “seveceksin”
emrine uyabilme yetisinden daha fazla mı
olduğunu kanıtlıyor? Bu kelimeler, insanın
kendi gücüyle Tanrı’ya dönebileceğini kanıtlamaz.
Fakat insanlar ne yapmaları gerektiğini
bildikleri zaman, o şeyleri yapma gücünü
nereden bulabileceklerini soracaklardır.
“Bana dönün” sözleri, “Bana dönmeye çalışın”
demek değildir. İnsanlar dönmeye çalıştıklarında
lütfun kendilerine sunulacağını söylüyorsun.
Fakat bu, ayetlerin ikinci kısmının da şu
anlama gelmesine neden olacaktır: “Ben de
size dönmeye çalışacağım”! Olağanüstü birşey
olurdu bu! Belki, Tanrı’ya da lütuf verilebilirdi!
Bırak bu boş düşünceleri! Kutsal yazılarda
kullanılan “dön” kelimesi hem “yasal” hem
de “müjdesel” anlamda kullanılmıştır. Yasal
olarak kullanıldığında, insanın yanlızca
itaat etmesini buyuran bir emir değil, fakat
yaşantısının bütünüyle değişmesini gerektiren
bir buyruktur (ör. Yeremya 4:1; 25:5; 35:15).
“Dön” kelimesi müjdesel anlamda kullanıldığında,
Tanrı tarafından bizleri rahatlatma amacıyla
söylenir çünkü bizden birşey istenmez, Tanrı’nın
lütfu bizlere sunulur (ör. Mezmur 14:7;
116:7; 126:1). Zekarya, bizlerin önüne hem
yasa hem de lütuf mesajı koymuştur. Yasanın
tümü “Bana dönün” ile özetlenirken, lütuf
ise “Size döneceğim” ifadesiyle özetlenir.
Hezekiel 18:23’ü de aynı şekilde kullanıyorsun.
“Ben kötü adamın ölümünden mi zevk duyarım?
Daha ziyade yollarından dönüp yaşamasından
değil mi?” Bir kere daha “dönüp” kelimesinin,
o kişilerin dönebilecekleri anlamına geldiğini
söylüyorsun. Bu metni, müjde yerine yasaya
dönüştürüyorsun. Günah işlememenin bir zorunluluk
olduğunu söylüyorsun. Bu yasadır. Fakat
Rab: “Ben kötü adamın ölümünden mi zevk
duyarım?” diyor ve açıkça günahkarın hakkettiği
ve farkında olduğu cezadan sözediyor. Tanrı
böyle bir kişiye bağışlanma ve kurtuluş
ümidi veriyor. Yasanın sözleri, günahlarını
ne hisseden ne de bilen kişilerin sırtlarında
çok ağır bir yükdür. Yapmaları gereken şeyler
kendilerine gösterilmiştir. Fakat müjde,
günahlarının bilincinden gelen rahatsızlık
içinde olanlara ve üzüntüye düşenlere verilmektedir.
Bu nedenle Hezekiel’in “Ben kötü adamın
ölümünden mi zevk duyarım?” sözleri "özgür
iradeyi” kanıtlamaktan çok uzak olmakla
beraber tam tersini ispatlar. Tanrı’nın
vaatleri olmaksızın ne denli ümitsiz olduğumuzu
göstermektedir bu ayetler. Aslında, lütuf
bizleri kaldırıncaya dek, her an daha da
kötüleşiriz. Günahkarları kurtarmak için
bu merhamet sözleri gereklidir (tabi eğer
Tanrı’nın bu şeyleri sadece konuşmayı sevdiği
için söylediğini düşünmüyorsanız!). Günahını
yasanın kendisine gösterdiği kişiden başka
hiçkimse bu vaat sözlerini alamayacaktır.
Tanrı’nın yasasının gücünü hissetmemiş olanlar
ve ölüm ve yargıdan korkmayanların, Tanrı’nın
merhamet vaatlerine ilgi duymazlar.
Tez 10: Tanrı’nın açıklanmış iradesi ve
gizli iradesi.
Biraz önce Hezekiel kitabındaki bölümde
peygamberin sözleri, yasa aracılığıyla neden
bazı insanların günahlarının bilincine varıp,
bazılarının ise varmadığı sorusuyla hiçbir
şekilde ilgili değildir. Ayrıca peygamber,
neden bazıların Tanrı’nın lütfunu alıp,
bazılarının almadığı konusuyla da ilgilenmemektedir.
Tanrı’nın açıklanmış iradesiyle, gizli iradesi
arasında çok belirgin bir ayrım yapmalıyız.
Gizli iradesinde Tanrı, seçeceklerinin (Tanrı’nın)
merhametini almalarını planlar. Buna burnumuzu
sokmayıp, saygıyla hayranlık duymalıyız.
Bizler, Tanrı’nın kendisine saklı tuttuklarıyla
değil, bizlere açıkladıkları şeylerle ilgilenmeliyiz.
Bunu elimizdeki metne uygularsak, demek
olur ki yücelikte saklı olan Tanrı, günahkarın
ölümünden pismanlık duymuyor. Fakat, insana
kendini açıklamış olduğu şekilde Tanrı,
yarattığı insanlarda gördüğü ölüm yüzünden
üzülmektedir ve bu ölümün kaldırılabilmesi
için bir adım atmıştır. Tanrı’nın gizli
iradesiyle yönlendirilmemiz imkansızdır
çünkü bu iradeyi hiçbir zaman bilemeyiz.
O’ndan korkup O’na hayranlık duymamız için,
gizli bir iradesinin olduğunu bilmemiz yeterlidir.
Bu nedenle, eğer yok olursak bunun bizim
suçumuz olduğunu söylemek doğru olur çünkü
gerçekten de hatalı olan insanın iradesidir
(Matta 23:27). Fakat bu hatayı Tanrı’nın
her insandan neden çıkarıp almadığı ya da
bizler bundan kaçamazken neden bizleri bu
hatalardan sorumlu tuttuğunu sorgulamak
bize düşmez. Sorsak bile, cevabını bulamayacağız.
Pavlus’un Romalılar 9:20’de dediği gibi:
“Ama ey insan, sen kimsin ki Tanrı’ya karşılık
veriyorsun?”.
Tez 11: Yükümlülük, itaat etme yetisinin
varlığını kanıtlamaz.
Şu sözlerle devam ediyorsun: “Kendisine
buyrulanı tutmak, her insanın gücü dahilinde
değilse bu gerektirir ki, Kutsal Yazılardaki
tüm teşvik sözleri, tüm vaatler, tehditler,
azarlamalar, bereketler, lanetler ve düzinelerce
örnekler faydasız ve gereksizdir. Fakat
daha önce birçok kereler de söylediğim gibi,
belirli bir yükümlülük belirten Kutsal Kitap
ayetleri, senin ileri sürdüğün gibi böylesine
bir “özgür iradenin” varlığını kanıtlamak
için kullanılamaz.
Kendi görüşünü desteklemek için kullandığın
son bölümlerden biri ise Tesniye 30:11-14:
“Çünkü bugün sana emretmekte olduğum bu
emir senin için güç değildir, ve senden
uzak değildir. O göklerde değildir ki, diyesin:
Kim bizim için göklere çıkacak ve bizim
için onu alıp getirecek, ve bize işittirecek
ki onu yapalım? Ve o denizden öte değildir
ki, diyesin: Kim bizim için bu denizin ötesine
gidecek, ve bizim için onu alıp getirecek,
ve bize işittirecek ki, onu yapalım? Fakat
yapasın diye o kelam sana çok yakındır,
ağzında ve yüreğindedir”.
Diyorsun ki, bu sözler bizlere buyrulanı
yanlızca yapabileceğimizi değil, ama bunları
yapmamızın da yürümek kadar kolay olduğunu
gösterir! Ama bu metnin anlamı eğer buysa,
Mesih’in zamanını boşuna harcadığını söylemeliyim.
Doğal olarak ve kolayca Tanrı’nın gerektir-
diklerini yapabileceğimiz için O’na hiç
ihtiyacımız yokken Mesih, Kutsal Ruh’u bizlere
göndermek için kanını döktü. Peki eğer durum
buysa, lütuf olmaksızın “özgür iradenin”
iyi olanı yapamayacağını söylediğin düşünceyle
tüm bunlar nasıl uyum içinde olabilirler?
Bunu kendinin söylediğini unuttun mu?
Bu nedenle Pavlus’un Romalılar 10:8’de Tesniye
30:11-14 için söylediklerini burada belirtmemin
pek gereği yok. Yanlızca, o bölümde "özgür
irade” hakkında hiçbir şey söylenmediğini
görmek için o ayetlere bakacağım. Örneğin,
“senin için güç”, “senden uzak”, “göklerde”
ve “denizden öte” sözleri ne anlama gelmektedir?
Bu sözler, sadece, yapmaya çalışabileceğimiz
şeyleri anlatmaktadır. Bu şeyleri yapabilme
yetimiz hakkında hiçbir şey söylemezler.
Basitçe, uzaklıktan bahsederler. Söylediklerimin
ilkokul mantığı olduğunu biliyorum ama böylesine
saçma düşüncelerle karşı karşıya kalmışken
ne yapabilirim ki? Basitçe belirtmek gerekirse
Musa, bu ayetlerde yasayı adil olarak veren
bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanrı’nın
yasasının ne olduğunu bilmedikleri için
insanları özürsüz bırakmaktadır. Tanrı’nın
gerektirdiklerini öğrenmek için başka hiçbir
yere bakmaları gerekmez. Yasa’yı bilmediklerinden
onu tutmadıklarını söyleyemezler. Yasa’nın
bir giz olduğunu ileri süremezler. Çok açıkça
ortadadır ve görülmektedir. Bu nedenle "özgür
iradenin” itaatsizlik için ileri sürdüğü
bahanelerin hepsi ortadan kaldırılmıştır.
Bu ayetlerin Tanrı’nın gerektirdiklerini
bizlere gösterdiğini tekrar belirtmeliyim.
Bizlere, yapabileceklerimizi değil, yapmamız
gerekenleri göstermektedirler. Bizlere,
ne kadar zayıf ve günahlı olduğumuzu göstermek
üzere tasarlanmışlardır.
Tez 12: İnsan, Tanrı’nın gizli iradesine
burnunu sokmamalıdır.
Şimdi ise senin Yeni Antlaşma’dan “kanıt”
olarak gösterdiğin ayetlere bakalım. Özellikle
Matta 23:37: “Ey Kudüs!…ben de kaç kez senin
çocuklarını öyle toplamak istedim, ama siz
istemediniz”. Eğer herşey Tanrı’nın arzuladığı
gibi olacaksa, Kudüs’ün haklı olarak şöyle
cevap vermesi gerektiğini söylüyorsun: “Gözyaşlarını
neden boşa harcıyorsun? Eğer peygamberlerini
dinlememizi istemediysen, neden gönderdin
ki? Ne yapacağımıza sen karar vermişken,
bizleri neden sorumlu tutuyorsun?”
Fakat daha önce de söylediğim gibi, Tanrı’nın
gizli iradesine karışmak insanların işi
değildir, çünkü Tanrı’ya ilişkin gizlide
olan şeyler bizleri çokça aşmaktadır (1.Timoteyus
6:16). İsa Mesih aracılığıyla neleri bilip,
neleri bilmememiz gerektiğini bizlere açıklayan
beden almış Tanrı’yı düşünerek geçirmeliyiz
(Koloseliler 2:3). Beden almış Tanrı’nın:
“sizleri toplamak istedim, ama siz istemediniz”
dediği doğrudur. Mesih, tüm insanlara kurtuluşu
sağlamak için yapılması gereken her şeyi
yapmak, acı çekmek ve sunmak için dünyaya
gelmiştir. Tanrı’nın gizli iradesiyle katılaştırılan
bazı insanlar onu reddetmiştir (Yuhanna
1:5,11). Bu beden almış aynı Tanrı, kendi
tanrısal iradesi uyarınca bazı kişileri
yok olmak üzere bırakmış olduğu halde, tanrısızların
yok olmasından yok olmasından üzülmekte
ve bunlar için göz yaşı dökmektedir. Bu
nedenini sormak bize düşmez, sadece O’nun
karşısında korku ve saygıyla durmamız gerekir.
Bazıları ise, köşeye sıkıştığım anda, Tanrı’nın
gizli iradesine burnumuzu sokamayız diyerek
kaçmaya çalıştığımız ileri sürecektir. Ancak
bu benim icadım değildir. Pavlus, Romalılar
9:19 ve 21. ayetlerde ve kendisinden önce
İşaya da (İşaya 58:2) bu şekilde konuşmaktadır.
Çok açıktır ki, Tanrı’nın gizli iradesini
araştırmaya kalkmamalıyız, özellikle tanrısız
insanların şiddetli bir şekilde bunu yapmaya
ayartıldıklarını gördüğümüzde bizler bunu
yap- mamalıyız. Onları sessiz ve saygılı
olmaya çağırmalıyız. Bu doğrultuda sorgulamaya
devam etmek isteyenler, tabi ki yapabilirler
fakat Tanrı’ya karşı savaşıyor olacaklardır.
Kimin kazanacağını göreceğiz!
Tez 13: Yasa, insanın zayıflığını ve Tanrı’nın
kurtaran gücünü gösterir.
Gösterdiğin bir başka ayet ise Matta 19:17:
“Yaşama kavuşmak istersen, O’nun buyruklarını
yerine getir”. “İstersen” sözünün iradesi
özgür olmayan birine nasıl söylenebileceğini
soruyorsun. Fakat daha önceleri sen de "özgür
iradenin” iyi olanı arzulayamayacağı ve
lütuf olmaksızın yanlızca günaha hizmet
edebileceği konusunda benimle aynı fikirdeydin.
Nasıl olur da şimdi iradenin tamamen özgür
olduğunu ispatlamak istersin? “Arzu edersen”
ya da “istersen” gibi ifadelerinin kullanılması,
o şeyi yapabilme yetisinin o kimsede olduğu
anlamına geldiği gerçekten de doğru mudur?
Örneğin şöyle deseydik: “Eğer Davut’la karşılaştırılmak
istiyorsan, onun gibi mezmurlar yazmalısın”.
Bununla söylemek istediğimiz, Tanrı bizlere
bu yetiyi vermedikçe Davut gibi olmamızın
imkansız olduğu değil midir? Bu nedenle,
Kutsal Yazılar’da bizlere nelerin Tanrı
gücüyle yapılabileceğini ve nelerin insan
gücüyle yapılamayacağını gösteren ifadeler
görmekteyiz. Bu ifadeler yanlızca bizlerin
doğal gücüyle yapamayacağı şeyleri göstermez
fakat bu gibi şeylerin Tanrı’nın gücüyle
yapılabileceği bir zamanın geleceği vaadini
verir. Kutsal Yazıların anlatmak istediğini
şu şekilde de ifade edebiliriz: “Buyrukları
tutma iradesine eğer sahip olursan (ki bu
da senin kendinde değil, Tanrı tarafından
istediği kişiye vermesiyle mümkündür), onlar
seni o zaman koruyacaklardır”.
Aynı şekilde görüyoruz ki, emredilenlerin
hiçbirini yapamayacak durumda olmamıza rağmen,
hepsini yapabiliriz zayıflığımız bizim kendimizindir,
yapabilirliğimiz ise Tanrı’nın lütfuyla
gelir.
Tez 14: Yeni Antlaşma’da verilen bilgiler,
aklanmış olanları yönlendirmek içindir.
Yeni Antlaşma’da iyi ve kötü işlere ilişkin
ayetlere dayanan birçok tez ileri sürüyorsun.
Örneğin: “Sevinin, sevinçle coşun! Sizden
önce yaşamış olan peygamberlere de böyle
zulmettiler” (Matta 5:12). Eğer herşey Tanrı’nın
istediği gibi oluyorsa, iyi işlerin ödüllendirilmesi
gibi bir şey olamaycağını söylüyorsun.Yani
sen bu ayetin, insanın yardıma ihtiyacı
olmadan cennette kendisine ödüller kazandıracak
iyi işleri yapabileceği anlamına gelmesini
istiyorsun. Bak sen! Kitabın büyüdükçe senin
“özgür iraden de” görmeyeli bayağı gelişmiş!
"Özgür irade” artık sadece iyi olanı
arzulayıp, yapma gücüne sahip değil ama
şimdi bir de sonsuz yaşamı elde edebilmesini
istiyorsun! Peki o zaman Mesih’e ve Kutsal
Ruh’a ne ihtiyacımız var?
“Zeki” insanlar “normal” insanlar için çok
açık olan şeylere karşı bayağı kör olabiliyorlar!
Eski Ahit ile Yeni Ahit arasındaki farkı
görmekte başarısız oluyorsun. Eski Antlaşma’da,
bizleri Yeni Antlaşma’daki vaatlere koşarak
gitmemizi sağlayan yasalar ve tehditler
bulunmaktadır. Yeni Antlaşma’da, çarmıha
gerilmiş Mesih’te lütuf ve günahlardan bağışlanma
bulduğumuz müjde bulunmaktadır. Ayrıca,
lütfu ve affı alarak aklanmış olanları yüreklendirmek,
Ruh’un meyvelerini ortaya çıkartmak ve çarmıhı
cesaretle taşımalarını sağlamak için teşvik
sözleri ve bilgiler bulunmaktadır.
Kutsal Yazılar’da sadece insanların uyarınca
yaşaması gereken yasaları görmekle, Kutsal
Ruh’un değiştirme işine karşı tamamen körsün.
Kutsal Yazıları çalışmak için bunca zaman
harcamış bir kişi için çok şaşırtıcı bir
şey bu. Işık, karanlıkla ne kadar uyum içindeyse
Matta 5:12’nin de "özgür iradeyle”
o kadar ilgisi vardır. O ayet, zaten “lütuf
altında” olan elçileri bu dünyanın sorunlarına
karşı güçlendirmek ve teşvik etmek için
yazılmıştır.
Tez 15: Ödüllendirilme, Tanrı’nın vaadine
dayanır, insanın hakkettiklerine değil.
Matta 5:12’deki “ödül” bir vaat gibidir.
Fakat vaadin varlığı, bizlerin birşeyleri
yapabileceği anlamına gelmez. Sadece, belirli
bazı şeyleri yaparsak ödüllendirileceğimizi
kanıtlar. Buradaki soru, karşılığında ödülün
sunulduğu davranışları yapıp, yapamayacağımızdır.
Bazıları, bu ödülün koşan herkesin önüne
konduğunu bu nedenle de herkesin koşup,
ödülü kazanabileceğini söylerler! Ne kadar
da komik bir mantıktır bu! (“Özgür irade”
böyle düşüncelerle kanıtlanabilecek olsaydı,
bunların bayağı yardımı olurdu!)
Herşeye karar veren Tanrı’ysa, ödül söz
konusu olamaz düşüncesini savunmaya çalışıyorsun.
Eğer bununla, isteksiz bir işçiyi “ödüllendirmek
istemeyeceğini” söylemek istiyorsan, sana
katılıyorum. Fakat insanlar iyiyi ve kötüyü
isteyerek yaptıklarında, ödül veya ceza
bunların doğal sonuçlarıdır. İradelerini
kendi güçleriyle kontrol edemeseler bile
bu geçerlidir. Ancak diğer taraftan bizler
yanlızca lütuf aracılığıyla iyi olanı yapmayı
arzulayabiliyorsak, açıkça görülür ki kazanç
ve ödül de yanlızca lütuf aracılığıyla gelir.
Fakat ödül hakkında değil, yaptıklarımızın
sonuçları hakkında konuşmalıyız. Karşılığı
verilmeyecek hiçbir iyilik ve kötülük yoktur.
Cehennem ve yargı, tüm kesinliğiyle kötü
olanları beklemektedir. Aynı şekilde, tanrısal
kişileri de bir krallık bekler çünkü bu
onlara göksel Babaları tarafından hazırlanmıştır
(Matta 25:34). Tanrı’nın krallığını kazanmak
için iyi işler yapmaya çalışırsak, başarısız
olacağız ve böylece tanrısal olmadığımızı
göstereceğiz.
Öyleyse, tüm Kutsal Yazılar’da krallığı
vaat eden ve cehennem tehditlerini ortaya
koyan ayetler ne anlama gelmektedir? (Tekvin
15:1; II. Tarihler 15:7; Eyüb 34:11; Romalılar
2:7). Bunlar basitçe, iyi ve kötü yaşanmış
hayatların sonuçlarını gösterir. Bilgilendirmek
ve uyandırmak için tasarlanmışlardır. Ödül
hakkında hiçbirşey söylemezler fakat bizlere
neler yapmamız gerektiğini öğretir ve sona
kadar dayanmamız için teşvik ederler. (Tekvin
15:1; 1. Korintliler 15:58; 16:13). Bu aynı
bizim bir kimseyi, yaptıklarının Tanrı’yı
hoşnut ettiğini söyleyerek teşvik etmemiz
ya da yaptıklarının Tanrı’yı hoşnut etmediğini
söyleyerek o kişiyi uyarmamız gibidir.
Fakat sen şu sözlerinle karşı çıkıyorsun:
“Eğer herşey daha önceden karara bağlanmışsa
Tanrı neden bunları bizlere açıklama zahmetine
katlanıyor ki?” Bunun cevabı şudur ki Tanrı,
Sözü aracılığıyla amaçlarını bizlerde ortaya
çıkarır. Bunu, Sözü olmaksızın da yapabilirdi
fakat bizlerin O’nunla beraber çalışması
O’nu hoşnut etmiştir. Bu nedenle, bizleri
de bu işleyişe dahil etmek için Sözü’nde
bunları bizlere açıklar. Bu sebeple Tanrı
kendi amaçlarını bizlerde gerçekleştirir
fakat aynı zamanda da kendi gücünün ve görkeminin
ve bizim zayıflığımızın ve kötülüğümüzün
tüm dünyada ilan edilmesi için ödüllerden
ve cezalardan bahseden Sözünü tüm dünyaya
vermektedir. Fakat tüm diğer kişilerin değersiz
saydığı bu gerçekler, Tanrısal kişilerce
kabul edilip, yüreklerde saklanırlar.
Tez 16: Tanrı’nın kudreti, bizlerin sorumluluklarını
ortadan kaldırmaz.
“Onları meyvelerinden tanıyacaksınız” (Matta
7:16) sözlerindeki meyvelerin bizlere ait
olduğunu ve bu nedenle Tanrı’nın Ruh’u tarafından
bizlere verilemeyeceğini söylüyorsun. Ne
saçma bir mantıktır bu! O’nu kabul edip,
almış olmamıza rağmen Mesih’in bizlerin
olduğu söylenir. Gözlerimizi biz yaratmamış
olsak da bizimdirler! Sonra, Luka 23:34’den
başka bir tez ileri sürüyorsun: “Baba onları
bağışla”. İrademiz eğer özgür değildiyse,
İsa o zaman katillerini bağışlasaydı daha
iyi olurdu çünkü "özgür iradeleri”
yoktu ve başka türlü davranamazlardı diyorsun.
Fakat bunun cevabı Rab’bin kendi sözlerinde
bulunmak- tadır: “çünkü ne yaptıklarını
bilmiyorlar”. Bu sözlerle Mesih’in anlatmak
istediği, bu kişilerin iyi olan şeyi arzulayamadıkları
gerçeği daha ne kadar açık olabilir ki?
Bilmedikleri şeyi nasıl arzulayabilirler
ki? İradenin zayıf- lığına ilişkin bundan
daha güçlü bir ifade kullanılamazdı. İrade,
yanlızca iyilik yapmakta yetersiz değildir
fakat ne yaptıklarının ne derece kötü olduğunu
ne de iyinin ne olduğunu bilmemektedir!
Yine başka bir ayeti, Yuhanna 1:12’yi kullanıyorsun:
“Ancak kendisini kabul edip, adına iman
edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma
hakkını verdi”. Eğer iradeleri özgür değilse
Tanrı onlara çocuklar olma hakkını nasıl
verebilir diyorsun. Fakat ayeti dikkatli
oku. Yuhanna burada, İblis’in çocuğu olmaktan
Tanrı’nın çocuğu olmaya doğru kökten ve
bütünüyle bir değişmeden söz ediyor. Kişi
hiçbir şey yapmıyor burada, ama yanlızca
bir şeyden başka bir şeye dönüşüyor! Bizler,
içimizdeki "özgür iradenin” kullanılmasıyla
değil, Tanrı’nın yaptığı bir eylem sonucu
Tanrı’nın çocukları oluruz. Yuhanna bizlere,
insanların iman ettikleri taktirde lütuf
mijdesinin tüm insanlar için Tanrı’nın çocukları
olmak gibi muhteşem bir fırsatı yarattığını
anlatmaktadır. Arzulamanın ve iman etmenin,
kendi güçleriyle yapabilecekleri şeyler
olmaması bir kenara, bunlar hakkında herhangi
bir önbilgiye de sahip değillerdir. İnsanlar,
Mesih’e hem Tanrı Oğlu hem de İnsanoğlu
olarak iman etmeyi gerektiren bir müjdeyi
kendi kendilerine ortaya çıkaramazlar. Eğer
durum böyleyse, nasıl olurda onu kabul etmeye
yeterli ya da istekli olabilirler? Yuhanna
bu ayette "özgür iradenin” sahip olduğu
iyi özellikleri değil, müjde aracılığıyla
Tanrı’nın tüm dünyaya bildirdiği Tanrı Krallığının
zenginliklerini vaaz etmektedir. Yuhanna
aynı zamanda "özgür iradenin” müjdeye
karşı olmasından ötürü onu kabul edenlerin
sayısının ne kadar az olduğundan bahsetmektedir.
“Özgür iradenin” gücü şöyle tanımlanabilir
Şeytan iradenin üzerinde hüküm sürer böylece
irade Tanrı’nın lütfunu reddeder. İrade
aynı zamanda yüreklerimizde yasayı yerine
getiren Kutsal Ruh’u da reddeder çünkü "özgür
irade” yasaya kendi çabalarıyla itaat edebileceğini
düşünür.
Ve bundan sonra sen, düşüncelerini desteklemek
için Pavlus’un sözlerinden alıntı yapıyorsun
- o Pavlus ki, özgür iradenin en ateşli
karşıtıdır! Romalılar 2:4’ü kullanıyorsun
: “Tanrı’nın sınırsız iyiliğini, hoşgörüsünü
ve sabrını hor mu görüyorsun? O’nun iyiliğinin
seni tövbeye yönelttiğini bilmiyor musun?”
Ve şu soruyu soruyorsun: “ ‘Özgür iradesi’
olmayan insanlar, Tanrı’nın iyiliğini hor
görmekten nasıl suçlu olabilirler? Kötülüğü
kontrol eden yargıç olarak nasıl insanları
yargılayabilir ki Tanrı?” Romalılar 2:4’deki
sözlerin, Tanrısız kişilerin ne kadar güçsüz
olduklarını kendilerine göstermek amacıyla
yapılmış bir uyarı olduğunu nasıl oluyor
da göremiyorsun? Onları alçaltarak Tanrı,
bu gibi insanları Kendi lütfunu almak üzere
hazırlamaktadır.
Sonraki
Sayfa (Üçüncü Bölüm - Erasmus'un Öğrettikleri
Hakkında)
|