Sayın
Edip Yüksel, Deedat'ın kitabına ilave ettiği,
"Papazlara ve Hristiyanlara Kitab-ı
Mukaddes'ten Sorular" başlığı altındaki
bölüme (sayfa 108) şu sözlerle başlamaktadır:
"Bu bölümde bir çok sorunun cevabını
bulacaksınız. Bu soruları, karşılaştığınız
Hristiyanlara nazik bir dille sorunuz. Aldığınız
cevapları değerlendiriniz." Açıkçası
Kitab-ı Mukaddes'i (Kutsal Kitap'ı) içtenlikle
araştıran kişinin, Sayın Yüksel'in kitabında
doğru dürüst bir cevap bulacağını sanmıyoruz.
Nedenini sorarsanız, ilk önce Sayın Deedat
ile Yüksel'in, sorularını derlemek için
başvurdukları batılı kaynaklar, Kutsal Kitap'ın,
Allah'ın vahyi olduğuna inanmayan kişiler
tarafından yazılmıştır. Bu kişiler Tevrat,
Zebur ve İncil'in asıl nushalarını bile,
Tanrı'nın sözü olarak kabul etmeyip, eski
zamanlarda insanlarca yazılmış efsanelerden
oluştuğunu söyleyip duran insanlardır. Tabii
ki, dağa çamur atarak kimse onu yerinden
oynatamaz; aynı şekilde Kutsal Kitap tarih
boyunca binbir saldırıya uğramış ve yine
uğrayacak, ama hiç bir zaman sarsılmadığı
gibi, yine sarsılmayacaktır. "Ot kurur,
çiçeği düşer, ama Rab'bin Sözü sonsuza dek
kalıcıdır!" (Yeşaya 40:8)
Sayın
Yüksel'in, çalışmasında yararlandığı bu
"bilginler", yorumlarında, mucizeleri
veya ön bildirileri kaydeden bölümleri hedef
alarak temelsiz kuramlarına göre, Allah'ın
Sözü'nü parçalayıp onu çelişkili göstermeye
çabalamaktadırlar. Bu parçalama yönteminin
güzel bir örneği olarak "Tevrat kaynakları"
başlığı altındaki paragrafa bakabilirsiniz
(Deedat ile Yüksel, Kitabı Mukaddes Allah
Sözü müdür?, s. 114). Fakat bu kişilerle
ilgili Allah'ın uyarısı şöyledir: "Bırakın
onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır.
Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi
de çukura düşer!" (Matta 15:14).
Aslında
Kuran'da kaynakça olarak sürekli başvurulan
Tevrat ve İncil'in, bazı Müslüman çevreler
tarafından sonradan hükümsüz hale geldiği
ve değiştirildiği iddiası, "bindiği
dalı kesen Nasrettin Hoca" fıkrasına
benziyor. Sayın Yüksel ile emektaşları,
bir yandan savlarını desteklemek için Kutsal
Kitap'a başvurup, diğer yandan da O'nun
geçerliliğini çürütmeye çabalıyorlar. Bunu
yine başka bir örnekle açıklayacak olursak,
birinin mahkemede kendisini savunması için
seçtiği tanığı, sahtekâr diye suçlamasına
benziyor!
Her
neyse, daha sonra Sayın Yüksel Kuran'dan
şu sözleri Mesih İnanlılarına yöneltiyor:
"Eğer doğru sözlüler iseniz delilinizi
getiriniz!" (sayfa 107). İşte bizler
de bu bölümde bizden istenen delili getireceğiz.
Ayrıca
kitabındaki sorulara nezaket açısından bakılırsa,
Sayın Yüksel'in kullandığı dilin ve konuya
yaklaşımının pek nazik ve samimi olduğu
söylenemez. Tersine o, alaycı ve kötüleyici
bir şekilde yazıyor. Soruları böylece sormakla
da, Kutsal Kitap gerçeğini aramayıp, amacının
ancak onu kötülemek olduğunu açıkça gösteriyor.
Kitaptaki
soruların çoğu oldukça saçmadır. Kendini
bir Kutsal Kitap araştırmacısı olarak göstermeye
çalışsa da, pek başarılı olduğu söylenemez.
Yine de, konuya yabancı olan okuyucu için,
Sayın Yüksel'in, kitabında aktardığı sorularda
birçok önemli konu arasında gerçekten çelişkili
görünen ayetler vardır. Bu yüzden gerçeği
içten arayan kişilere, bu soruların cevabını
mümkün olduğu kadar iyi, ciddi ve tatmin
edici bir şekilde vermeye çalışacağız.
Sayfa
110'daki soru listesinde 62 soru varken,
onu izleyen sayfalarda, 63 soruya rastlıyoruz
(s.139'daki "Şehadeti Doğru Muydu?"
sorusu listede yer almıyor). Acaba burada
bir çelişki var mı? Her neyse, bu 63 soruyu
teker teker ele alıp derinlemesine inceleyeceğiz.
Sayın
Yüksel, sorularına başlamadan önce Kutsal
Kitap'ın "Yeni Ahit" olarak bilinen
bölümünü tanımlamaya kalkışıyor. Özellikle
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna "İncilleri"ni,
birkaç uyduruk iddiayla çürütmeye çalışmaktadır
(Deedat ile Yüksel, Kitab-ı Mukaddes Allah
Sözü müdür?, s.114-117). Bu uydurmalar tamamen
temelsizdir. Bunlar Türkiye'de çok yaygın
olduğu için, "Dört İncil", yani
tek Mesih'e dörtlü tanık konusunu aydınlatmaya,
kitabımızın V. bölümünü, tamamen ayıracağız
(Bkz: "İncil mi İncil'ler mi?"
s. 237-255).
Şimdi
değerli okuyucularımız, bu soruların bir
kısmına neden olan bazı yanlış düşünceleri
ele alalım:
SORULAR
ÜZERİNDE GENEL YORUM
Yanıtlayacağımız
soruların çoğu, Mesih'in günümüz izleyicileri
için bir sorun oluşturmamaktadır. Sayın
Yüksel'in doğru olarak anlayıp saygı duymuş
olsaydı, Kutsal Yazıları hakkında sormuş
olduğu soruların çoğunu sormayacak ve yapmış
olduğu eleştirilerin çoğunu yapmayacak olduğu
özellikle iki konu vardır. Bu iki konu,
Kutsal Kitap'ın ilahi esini ve metninin
günümüze gelişi konularıdır. Bu konuları
daha iyi anlamamızı sağlamak için her birine
özellikle eğileceğiz.
İlahi
Esin
Hristiyanların
Kutsal Kitap'ın İlahi Esinini anlayışları
Müslümanların Kuran'ın İlahi Esinini anlayışlarından
önemli bir biçimde farklıdır. Müslümanların
Kutsal Kitap'ı yanlış anlaması ve reddetmesinin
nedeni çoğunlukla budur.
Müslümanlar,
Kuran'ın her ayetinin peygamber Muhammed'e
başmelek Cebrail tarafından dikte ettirilen
gerçek Tanrı sözü olduğuna inanırlar. Muhammed,
Tanrı'nın Sözünün kendisi aracılığıyla geldiği
bir kanaldan daha öte bir şey değildi. Ancak
Kutsal Kitap daha farklı bir esin fikri
sunmaktadır. Tanrı'nın, yazmak için insanları
ve onların doğal zekalarıyla karakterlerini
kullandığını görüyoruz. "İnsanlar Kutsal
Ruh'ça yönetilerek Tanrı'nın sözlerini ilettiler"
(II. Petrus 1:21). "Yönetilme"
mecazı denizcilikle ilgili bir sözcüktür.
Yelkenlerini açıp rüzgar tarafından yönetilen
bir tekne için kullanılabilir. Böylece,
Tanrı'nın hizmetkârlarının itaatkâr ve kabul
eder bir tutumla "yelkenlerini açtıklarını"
ve Kutsal Ruh'un onları doldurup O'nun istediği
yöne yönelttiğini söyleyebiliriz. Esin,
sadece pasif bir alış değil, Tanrı'yla aktif
bir işbirliği yapmaktı.
Bu
nedenle, Kutsal Kitap'taki kutsal yazılarının
diğer antik kitaplarda paralellerinin olması
önemlidir. Tanrı, belirli tarihsel yer,
zaman ve ortamlarda insanlar aracılığıyla
konuşmuştur. "Kutsal Kitap ayetlerinin
ikili doğasını kabul etmeliyiz: Bir yandan
Tanrı tarafından esinlendirilmiş bir kitaptır,
ama diğer yandan içinde insansal öğe vardır.
Tanrı, ölü aletler değil yaşayan insanlar
kullandı. İnsan kişiliğini bir kenara atmadı,
bunun yerine Kendi esinini kaleme alan insan
yazarların kişiliğini kendisini kullandı."
Kitaplarında
bulunan çok değişik stiller ve içeriklerden
ötürü bu gerçek özellikle Eski Antlaşma
(Tevrat ve Zebur) etüdünde önemlidir. İçinde
politik önderler ve askeri generaller, çobanlar,
krallar, esirler ve sakiler tarafından yazılmış
olan tarih, soyağaçları, kanunlar, şiirler,
ilahiler ve peygamberlikler (kehanetler)
buluruz. İman kahramanlarının hem büyük
kahramanlıklarını hem de günahlarını kaydeder.
Ama Tanrı'nın sözünü bizim için bu kadar
uygun kılan buradaki insanlık ve çeşitliliktir.
Tanrı'nın sözünü bizim için bu kadar uygun
kılar. "Bu Kutsal Kitap'ın anlatılmaz
değeridir: mükemmel bir biçimde ve bütünüyle
ilahidir... buna karşın insan tarafından
yazılmış olduğu için insana mükemmel bir
biçimde ve bütünüyle uygundur."
Böylece
Müslümanların uslamlamalarının aksi olarak,
Kutsal Kitap'ın ilahinin yanı sıra insansal
izler ve özellikler taşıması bir dezavantaj
değil kesin bir avantajdır. Esas Ayetleri,
Tanrı'nın insanların yazmasına neden olmasıyla
yazılmıştı. Bizler, Tanrı'nın yazma işlevinde
kullarının kafalarını ve ellerini kullandığına
inanıyoruz. Bu kullar kendi günlerinin stilinde
yazdılar. Tanrı'nın esininin kendisini,
insanlığın anlayabileceği bir biçimde kayda
geçirdiler.
Ancak,
Tanrı sadece kullarının yazmasına neden
olmadı, aynı zamanda onların yazdıklarının
yüzyıllardır dikkatle korunup günümüze gelmesini
sağladı. Başkaları ne iddia ederlerse etsinler,
Tanrı'nın Kendi ayetlerinin herkesin okuması
ve gerçeğin bilincine erişmesi için korunmasının
icabına baktığından emin olabiliriz. Bundan
başka herhangi bir şey önermek, Tanrı'nın
Kendisinin dürüstlüğüne saldırıda bulunmaktır.
Eğer
Müslümanlar Kutsal Kitap'ı eleştirmek istiyorlarsa
bunu Kutsal Kitap'ın kendisinin olduğunu
iddia ettiği şeye dayanarak yapmalıdırlar.
Kutsal Kitap'ı Kuran'ın nasıl esinlendirildiği
hakkındaki kendi görüşlerine dayanarak eleştiren
Müslümanlar, burada verilen yanıtların bazılarıyla
tatmin olmayacaklardır. İki top oyununu
birbiriyle karşılaştıran insanlar gibi olacaklardır.
Türkiye'de futbol ve voleybol oynarız. Her
oyun bir topla oynanır. Ancak voleybol oyuncusu,
futbol oyuncusunun topa her zaman tekme
attığından şikayet ederse, eleştirisi geçersizdir.
Sadece futbol kuralları konusunda cahil
olduğunu göstermiş olur. Müslüman, Kutsal
Kitap'ı, Kuran'ın kendisine geldiğine inandığı
yola dayanarak eleştirirse onun eleştirileri
de aynı şekilde geçersizdir. Sadece Kutsal
Kitap'sal esin görüşünü anlamadığını göstermektedir.
Tanrı'nın
Kutsal Kitap'ın esini ve bugünümüze gelmesi
sürecinde insanları araç olarak kullanması
Mesih İnanlılarını rahatsız edip endişelendirmez.
Tanrı Tanrı'dır ve istediği kişiyi ya da
şeyi kullanır.
Metnin
Günümüze Gelişi
Sayın
Yüksel'in bize sunduğu soruların birçoğu
Kutsal Kitap metninin günümüze gelişiyle
ilgilidir. Müslümanların metni bilginlerin
incelemesine maruz bırakmaktaki isteksizliğinden
ötürü Kuran'ın değişik metinleri yoktur
(sayfa 78-83'de açıklandığı gibi). Müslümanlar
Kuran'ın sadece bir tek elyazmasında var
olduğunu da ve bu yüzden hiçbir değişik
metni olmadığında ısrar ederlerse, tarihsel
gerçeklerle yüz yüze gelmemekte devam etmektedirler.
Ancak
Mesih İnanlılarının saklayacak sırları yoktur.
Bulunan her elyazması ve her elyazması kısmı
bile dikkatle korunmuştur. Bu, iki şeyi
göstermiştir: a) yüzyıllar boyunca çok az
sayıda metinsel yanlışlar yapılmıştır, ve
b) bu elyazmalarının hayretler verici doğruluk
ve çok titiz dikkatle kopya edildiklerini
bugün herkes açıkça görebilir. Tabii ki
Müslümanların bugüne kadar böyle bir geliş
kayıtları yoktur, çünkü Kuran'ın (Osman'ınkinden
başka) bütün elyazmaları yok edilmiştir
(bkz. sayfa 77-78).
Sayın
Deedat ve Sayın Yüksel gibi adamların, Kutsal
Yazıları eleştirmek için birçok elyazmasındaki
değişiklikleri göstermelerine karşın, Mesih
İnanlılarının bu konuda farklı bir tavrı
vardır. Bunları saklamaya çalışmak yerine,
değişiklikler incelenmiş ve Kutsal Kitap'ın
birçok çağdaş çevirisinde herkesin görmesi
için dipnotlar olarak konulmuşlardır. Belki
Sayın Deedat ve Sayın Yüksel bunun farkına
varmamışlardır ama bunlar Kutsal Kitap'ın
bize nasıl geldiğini görmek için onu kendi
kendilerine etüt etmelerine yol açarak Mesih
İnanlılarına büyük bir hizmette bulunmuşlardır.
Bu antik elyazmalarının güvenilirliği ve
hiçbirinde birbirinden büyük bir fark olmaması
kendilerinden Kutsal Kitap'ı tercüme ettiğimiz
bugün elimizde olan metinlerin ne kadar
güvenilir olduğunu gösterir. Bu yüzden,
bugünümüze gelirken içine yanlışlar eklendiğini
ve Kutsal Kitap'ın tutarsız olduğunu söyleyerek
onu eleştirenler gerek kutsal olsun gerek
laik olsun antik belgelerin doğası hakkında
ciddi bir anlayış eksiklikleri olduğunu
göstermektedirler. Elyazmalarında aşağıda
ele alacağımız biçimdeki geçirme hatalarının
var olması onların güvenilirliğini ve doğruluğunu
kanıtlar.
Eski
Antlaşma'nın (Tevrat ve Zebur'un) kendilerini
destekleyen birçok antik elyazmaları vardır.
Bunların en eskileri 1947'de keşfedilen
Qumran kitaplığındandır. Bunların tarihleri
M.Ö. 3'cü yüzyıla kadar dayanır, ki bu da
çok eski bir tarihtir (Muhammed'ten dokuz
yüzyıl öncedir). Bu elyazmaları, daha önce
Kutsal Kitap'ı tercüme etmekte kullanılan
elyazmalarından yaklaşık 1000 yıl daha eskidirler.
Lut Gölü cıvarında bulunan bu elyazmaları,
o zamana kadar kullanılan elyazmaları kendilerinden
neredeyse 1000 yıl kadar yeni oldukları
halde hiçbir önemli metinsel değişiklik
taşımadıklarını gösterirler. Bu, Eski Antlaşma'nın
elyazmalarına büyük bir dikkat ve saygıyla
davranıldığını gösteren hayret verici bir
tanıklıktır. Elimizdeki Yeni Antlaşma (İncil)
elyazmaları ve onların günümüze nasıl geldiklerinin
özeti için 47'nci soruya bakınız (s.185-188).
Tabii
ki bütün antik belgeler, eğer gerçekseler,
yazıcılar ve onları kopya edenler ne denli
dikkatli olursa olsun insanlar tarafından
geçirilmelerinin işaretlerini taşımaktadırlar.
Bu notta, (onları kasti olarak yanlış anlamak
isteyen o insanlar hariç) Kutsal Kitap'ın
okunma ve anlaşılmasını etkilemediklerini
göstermek için Kutsal Kitap ayetlerinin
geçirilmesinde ortaya çıkan türdeki hataları
sunmak istiyoruz.
Antik
metinleri etüt edenler, geçirme hatalarının
genellikle iki ana alanda olduklarını öğrenmişlerdir:
1)
Sayıların kaydedilmesinde. Antik dil sistemlerinin
bugün bizim yaptığımızdan çok daha değişik
bir biçimde sayı kaydetme yolları vardı.
Örneğin Soru 13'ün yanıtında gösterdiğimiz
gibi yazıları yanlış okumak çok kolaydır.
Soru 8, 12 ve 15'de aynı türde sorulardır.'
Soru 8'de Yehoakin'in yaşının 8 mi yoksa
18 mi olduğu sorulmuştur. Bir metin uzmanı,
hatta böyle şeyleri öğrenmek için zamanını
vermiş biri bile bir elyazmasında sayının
silinmiş, lekelenmiş ve bu yüzden yanlış
okunmuş olduğundan ötürü metni kopya eden
kişinin yanlış yazdığını hemen anlayabilir.
Aynı şekilde Soru 12'de Ahazya'nın kral
olduğunda 22 mi yoksa 42 yaşında mı olduğu
sorulmuştur. Bunlar bu tür antik belgelerde
çok görülen ve bilinen kopya eden kişinin
hatalarıdır.
Bazen
büyük sayıların paralel metinlerde değişik
oldukları görülür. Örneğin Soru 4, Davut'un
700 mü yoksa 7000 mi savaş arabası sürücüsü
olduğunu ve Soru 7 Süleyman'ın süvarileri
için 4000 mi yoksa 40.000 mi ahırı olduğunu
sormaktadır. Bu büyük sayıların çoğu binlerle
dile getirilir. Sayıları yazmada sık sık
alfabetik harfler kullanılırdı. Binler harfin
üzerine konulan noktalarla belirtilirdi.
Böylece üzerinde iki nokta olan İbrani alfabesinin
ilk harfi olan, "alef" bin anlamına
geliyordu. Elyazması eskidikçe harflerin
üzerinde noktalar olup olmadığını anlamak
gitgide zorlaşırdı. Böylece 700'ü 7000 olarak
okumak işten bile değildi.
2)
İsimlerin Kaydedilmesi. Özellikle yabancı
ve çok bilinmeyen isimlerin doğru bir şekilde
kopya edilmesi çoğunlukla zor olmaktaydı.
Soru 17'de II. Samuel 8:17 ve I. Tarihler
18:16'daki değişiklikler buna iyi birer
örnektirler. Samuel'deki bölümün dediği
gibi Seraya ya da Tarihler'de geçtiği gibi
Şavşa büyük bir olasılıkla bir yabancıydı.
Bu yüzden ismi değişik biçimlerde geçmektedir.
Soru
9'da Alâmet'in, Azmavet'in ve Zimri'nin
babasının kim olduğu bize sorulmuştur. İki
paralel bölümde, Yehoadda ve Yara olarak
iki değişik isim geçtiği kaynak gösterilmiştir.
İngilizce'de bile, anlatımlardan birinin
ismin kısa halini kullandığını, bunun büyük
bir olasılıkla aynı kişi olduğunu görebiliriz.
Bu da çok görülen bir şeydir, ve bir çelişki
olmaktan uzaktır, gerçek bir antik eser
olmanın özelliklerini taşımaktadır.
Son
olarak, Kutsal Kitap'ta çelişkiler gibi
görünen sorulara yanıt bulmak için kabul
edilmiş bir Hristiyan bilgine danışmak gibi
ciddi bir çaba gösterilmişe benzememektedir.
Eğer bu sorulara yanıt bulma arzusu gerçekten
var olsaydı, sorular çok az bir araştırmayla
çabucak yanıtlanabilirdi.
63 Soruya 63 Cevap
1.
"Şelah kimin oğlu idi?"
2.
"Harun nerede öldü?"
3.
"Yesse'nin kaç oğlu vardı?"
4.
"700 mü 7000 mi? Atlı mı yaya mı?"
5.
"Davud'u kim tahrik etti, Allah mı
Şeytan mı?"
6.
"Üç yedi'ye eşit mi?"
7.
"Hz Süleymanın atları için kaç ahırı
vardı?"
8.
"Yehoyakim kaç yaşında kral oldu?"
9.
"Alamet'in, Azmavet'in ve Zimri'nin
babası kimdi?"
10.
"800.000 mi, 1.100.000 mi? 500.000
mi, 470.000 mi?"
11.
"İkişer mi, yedişer mi?"
12.
"Ahazya kaç yaşında kral oldu? Babasından
kaç yaş büyüktü?"
13.
"Kral Baaşa hortladı mı?"
14.
"Kâhyalar işten kaytarıyor muydu?"
15.
"Çelişkiler bahçesi" (Ezra 2 ve
Nehemya 7)
16.
"Saul'un kızı Mikal çocuk doğurdu mu?"
17.
"Çelişkiler galerisi"
18.
"İnsanoğlu en çok kaç sene yaşayabilir?"
19.
"Hz. Âdem ağacın meyvesinden yediği
gün öldü mü?"
20.
"Allah yorulur mu?"
21.
"Allah derede oturanları kovamadı mı?"
22.
"Tanrı'nın burnundan duman yükseldi
mi?"
23.
"Allah pişman olur mu, olmaz mı?"
24.
"Allah'ı, kimse gördü mü?"
25.
"Hz. Yakub insan mıydı?"
26.
"Kocan seni yaratan mı?"
27.
"Tevrat'ı Hz. Musa mı yazdı?"
28.
"Hz. İsa Davud'un Oğlu mu değil mi?"
29.
"Davud'un hangi oğlu Hz. İsa'nın atasıdır?"
30.
"İsa'nın dedesi Yakup mu Heli mi?"
31.
"Unutulan nesil?"
32.
"'Admin' neden kayboldu?" (Luka
3:33)
33.
"İsa Celile'de mi yoksa Yahudiye'de
mi itibar gördü?"
34.
"Kim yardım istedi? Yüzbaşı mı, ihtiyarlar
mı?"
35.
"Çıkarken mi, yaklaşırken mi?"
36.
"Sıpa ile beraber eşek var mıydı?"
37.
"Şehadeti doğru muydu?"
38.
"Ağaç ne zaman kurudu? Ağacın suçu
neydi?"
39.
"Horoz kaç kere öttü?"
40.
"Haç'ı kim taşıdı? Simun mu, İsa mı?"
41.
"Yahuda İsa'yı öptü mü, öpmedi mi?"
42.
"Yahuda İsa'yı neden öptü?"
43.
"Haydutların akıbeti?"
44.
"Kabirlerden çıkan cinliler kaç kişiydi?"
45.
"İsa'yı kaç kişi kefenledi ve kabre
koydu?"
46.
"Mezarda kaç melek gördüler?"
47.
"İncil'deki katmalar ve çıkartmalar..."
48."Baba
ve Oğul!"
49.
"Allah 'Üçlük' Allahı mıdır?"
50.
"Apandisit ameliyatı!" (I. Yuhanna
5:7)
51.
"İsa Hristyanların inandığı gibi Rab
olsa idi..." (Markos 10:18; 13:32;
Yuhanna 1:18)
52.
"'Baba' ve 'Oğul', bazı yerlerde mecazî
anlamda mıdır?" (Matta 5:9; 6:14; Luka
20:36; Yuhanna 8:47; I. Yuhanna 5:18-19)
53.
"Allah birdir, Ondan başka ilah yoktur!"
(Tesniye 4:39; 6:4; 32:39; I. Samuel 2:2;
I. Krallar 8:60; Yeşaya 45:5, 6; Matta 4:10;
6:24; Markos 10:18; 12:29; Luka 18:19)
54.
"İsa Aleyhisselâm Allah-u Teala'nın
kulu ve resulüdür" (Matta 12:15-21;
21:11, 46; Luka 7:16; 24:19; Yuhanna 4:19;
6:14; 9:17)
55.
"Peygamberlere yapılan çirkin iftiralar"
56.
"Hristiyanlık barışçı mı?"
57.
"Hz. İsa, geleceğe ait haberinde yanıldı
mı?"
58.
"Cehennem ateşi var mıdır?"
59.
"Hz. İsa'nın vazettiği İncil hangisidir?"
60.
"Pavlus'un marifetleri" (Elçilerin
İşleri 22:3-10; 9:26; 15:36-41; Galatyalılar
2:10-14)
61.
"Hz. İsa (haşa) lanetli miydi?"
62.
"Hz. İsa Pavlus'u lanetlemişti"
63.
"Hz. İsa son peygamber mi dir?"
Şimdi
her bir soruya cevap vereceğiz, fakat cevapları
aynı veya birbirine benzer olan bazı sorular
vardır. Bu tür soruların birine ayrıntılı
bir cevap, diğerlerine ise kısa bir cevap
ile birlikte ayrıntılı bilgiyi bulmak için
bakılması gereken yeri gösteren not bulunmaktadır.
1.
"Şelah kimin oğlu idi?"
Ve
Arpakşad otuz beş yıl yaşadı, ve
Şelahın babası oldu (Tekvin
11:12) |
Eber
oğlu, Şalah oğlu, Kenan oğlu, Arfakşat
oğlu, Sam oğlu, Nuh oğlu, Lamek
oğlu, (Luka 3:35-36) |
Bu
sorudaki söz konusu olan edebi tür "soy
tetkiki"dir. Bu soruyu yanıtlamadan
önce, soy tetkiklerinin nasıl oldukları
ve işlevleri hakkında bir şeyi anlamak önemlidir.
Ancak o zaman bu edebi türü kendi çerçevesi
içinde anlayabilir ve eleştirisel gözlemlerimizi
adilce yapabiliriz. Soy tetkiklerinin bazı
ortak özellikleri vardır:
a)
Soy tetkiksel edebiyatta sözcükler her zaman
harfi harfine sözlük anlamlarına gelmezler.
'Oğul' gibi bir sözcük '-nin soyundan gelme'
anlamına ve 'nesil' sözcüğü 'birkaç nesil'
anlamına gelebilir. Böylece soyağaçlarını
kronolojik ölçüler olarak kullanmak, onları
hiçbir zaman olmaları tasarlanmamış bir
şey olarak kullanmak demektir.
b)
Soyağacının istenilen bir kalıba uyması
ya da teolojik bir maksadı yerine getirmesi
için nesillerin ya da bireylerin soyağacında
bulunmaması ender görülen bir durum değildi.
Bununla söylenmek istenen soyağaçlarının
yazarların hayal gücüyle uydurulmuş ya da
yaratılmış oldukları değildir. Bu edebiyat
türü, antik dünya yazarları arasında o zaman
anlaşılan ve kabul edilen belirli ölçüde
bir serbestliğe uygun görülürdü. Bu eğer
o zaman bir sorun olmadıysa şimdi de bizim
için bir sorun olmaması gerektir.
c)
Bazı soyağaçları geriye, bazıları da ileriye
doğru yapılmış olabilirler. Geriye doğru
giden tür, genellikle belirli bir kişinin
soyunun diğer bir önemli kişiye kadar uzandığını,
ilk ve son kişi arasındaki aile bağını aradaki
kişileri bağlantıyı yapmaktan başka bir
nedenle belirtmeden göstermek için kullanılır.
Örneğin, I. Tarihler 6:33-43'deki soyağacı
sadece Heman'ın soyunun Levi'ye kadar uzandığını
gösterme amacıyla yazılmıştır. Ezra 7:1-5'deki
soyağacı Ezra'nın soyunun Harun'a kadar
uzandığını göstermeye çalışır. İleriye doğru
olan soyağacı türü ise sık sık bağlantısı
olan kişilerin yaşlarını ve yaptıkları hakkında
bilgiler içerir. Buna iyi bir örnek, Tekvin
5'te Âdem'den Nuh'a kadar olan nesillerin
verilişidir.
Kutsal
Kitap uzmanları, zamanın buna benzer Kutsal
Kitapsal olmayan edebiyatını inceleyerek
antik doğuda kullanılan soyağaçlarını nasıl
anlamamız gerektiği konusuna epey ışık tutmuşlardır.3
Zamanın dinsel olmayan kaynaklarından bu
örnekler, antik çağlarda insanların nasıl
yazdıklarını ve yazılarından beklentilerinin
ne olduğunu anlamamıza yarar. Eleştirilerimiz
sadece o zamanın yazı stilleri ve uygulamaları
hakkındaki bilgisizliğimizi yansıtıyorsa,
Kutsal Kitap soyağaçlarında çelişkiler bulmakta
fazla acele etmeyelim.
Şimdi
bizim sorumuz. The New Bible Dictionary
(Yeni Kutsal Kitap Sözlüğü)4 İbranice "ben"
sözcüğünün sadece oğul değil torun ya da
soyundan anlamına da geldiğini belirtmektedir.
Soyağacını yazarın anlatmaya çalıştığı ana
teolojik noktayı anlamadan harfi harfine
incelemek metnin yanlış anlaşılmasına neden
olur. "Şela kimin oğluydu?" gibi
sorular sormak, sadece soruyu soranın okumakta
olduğu edebiyat türünü anlamadığını ve her
iki bölümde de söylenmek istenen şeyi anlamadığını
gösterir. Tekvin 11 ulusların oluşumunu
gösteren genel bir liste içerir. Luka 3'te
yazar sadece İsa'nın 'Tanrı'nın Oğlu' olduğunu
göstermek için geldiği soyu göstermeye çalışmaktadır
(3:38).
2.
"Harun nerede öldü?"
Ve
Musa RABBİN emrettiği gibi yaptı;
ve bütün kavmın gözü önünde Hor
dağına çıktılar. Ve Musa Harunun
esvabını çıkardı, ve onları oğlu
Eleazara giydirdi; ve Harun orada,
dağın tepesinde öldü; ve Musa ile
Eleazar dağdan indiler.(Sayılar
20:27-28)
Ve
Harun Hor dağında öldüğü vakit yüz
yirmi üç yaşında idi.(Sayılar
33:39) |
Ve
İsrail oğulları Beerot Bene-yaakandan
Moseraya göç ettiler. Harun orada
öldü, ve orada gömdüler; ve oğlu
Eleazar onun yerine kâhinlik etti.
(Tesniye
10:6) |
Hor
bölgesi herhalde büyük dağlık bir bölgeydi.
Sayılar bize O'nun kesin olarak dağda öldüğünü
söyler. Yazar burada Harun'un kahin esvabının
nasıl oğluna geçtiğini göstermeye uğraştığından
belli ki teolojik bir nokta ile ilgilenmektedir.
Mekanın dağ olması Sayılar'ın metni için
çok önemlidir. Ne de olsa Tanrı'nın halkına
dağlarda birçok önemli şey olmuştur. Tesniye,
Harun'un öldüğü yer olarak Moserah'dan söz
eder. Neden besbelli farklı bir mekân? Belki
de Moserah, Hor'un bulunduğu dağlık bölgenin
adıydı.5 Örneğin bir hafta sonu Uludağ'a
kayak yapmaya gittiğini söylemek de mümkündür,
Bursa'ya kayak yapmaya gittiğini söylemek
de mümkündür. Anlatmak istediğimiz yer aynıdır,
tek fark Uludağ'ın belirli bir yer, Bursa'nın
ise daha genel bir bölge olduğudur.
Ancak
burada Eski Antlaşma'daki yerlerin isimleri
hakkında bir şey söylemeliyiz. Sözü edilen
birçok yerin tam olarak coğrafi konumu konusunda
hatırı sayılır bir belirsizlik vardır. Bu,
genelde arkeoloji bilimine ait olan, çok
görülen bir zorluktur ve antik dünya hakkındaki
bütün araştırmaları etkilemektedir. Sözü
edilen zaman hakkında güvenilir coğrafi
bilgiye sahip olmadığımızdan metindeki açık
çelişkileri göstermek tereddüt etmemize
neden olmalıdır.
3.
"Yesse'nin kaç oğlu vardı?"
Ve
Yesse oğullarından yedisini Samuelin
önünden geçirdi. Ve Samuel Yesseye:
RAB bunları seçrnedi, dedi. Ve Samuel
Yesseye dedi: Çocukların hepsi bu
mu? Ve dedi: Daha en küçüğü var,
ve işte, koyunları güdüyor.
(I.
Samuel 16:10-11) |
...dördüncü
oğlu Netanelin, beşinci oğlu Raddayın,
altıncı oğlu Otsemin, yedinci oğlu
Davud'un babası oldu.
(I.
Tarihler 2:14-15) |
I.
Samuel 16:11, Davut'un Yesse'nin sekizinci
ve en küçük oğlu olduğunu çok açık bir biçimde
dile getirmektedir. Dahası, I. Samuel 17:12
Yesse'nin sekiz oğlu olduğundan söz etmektedir.
I. Tarihler 2:14-15 Yesse'nin oğullarını
isimleriyle sayar ve Davut sıralamada yedinci
ve son olarak gelir. Bundan, hemen ayetin
metninde çelişki olduğu sonucuna mı varmalıyız?
Tabii ki hayır! Aslında durumun açıklaması
çok basit olabilir. Kutsal Kitap bilginleri
aşağıdaki olasılıkları önermişlerdir:
1)
Yesse'nin oğullarından biri genç yaşta ölmüş
ve bu da oğulların sayısını yediye indirmiş
olabilir.6
2)
Bu soyağaçsal listelerin teolojik kullanımlarını
akılda tutarak belki de Tarihler'in yazarı
onun Tanrı tarafından sevilen olduğunu gösterip
Davut'a özel bir yer vermek isteyerek onu
yedinci sıraya koymuş olabilir.7 Yedi sayısı,
Kutsal Kitap'ta sık sık kusursuzluk ve bütünlüğü
simgeler. Teolojik önem taşıyan şeyleri
belirtmek için nesiller ya da bireylerin
soyağaçlarına dahil edilmesi sık görülen
bir şeydir. Soyağaçları hakkındaki notumuza
bakınız.
4.
"700 mü 7000 mi? Atlı mı yaya mı?"
Ve
Suriyeliler İsrailin önünden kaçtılar;
ve Davud Suriyelilerden yedi yüz
araba cenkçilerile kırk bin atlı
telef etti, ve ordu başbuğu Şobakı
vurdu, ve o orada öldü.(II.
Samuel 10:18) |
Ve Suriyeliler İsrailin önünden
kaçtılar; ve Davud Suriyelilerden
yedi bin araba cenkçilerile kırk
bin yaya asker öldürdü, ordu başbuğu
Şofakı da öldürdü.(I. Tarihler
19:18) |
II.
Samuel'e göre Davut 700 araba cenkçileri
ve 40,000 yaya asker öldürdü. Ama I. Tarihler
Davut'un 7000 araba cenkçileri ve 40,000
yaya asker öldürdüğünü kaydeder. Bunlardan
hangisi doğrudur?
Mesih
İnanlıları Kutsal Kitap'ın çağlardan beri
dikkatle korunduğuna inanırlar. Yazıcılar
tarafından yürütülen dikkatli kopyalama
işlemini biliriz. Ancak Mesih İnanlılarının
itiraf ettikleri bir şey varsa o da, Tanrı'nın
Kutsal Ruh'u aracılığıyla Yazılı Sözünü
yüzyıllar boyunca sadakatle koruduğu halde
bunu yerine getirmek için kullandığı süreç
insansaldır. Kopyalayanlar insandır. Sözde
çelişkiler olarak sunulan ayetlerin bir
yazıcının kopyalama işleminde yapmış olduğu
çok az hatalardan birinin örneği olması
çok olasıdır. Hangi ayet doğrudur? Her iki
şekilde de bunun pek fazla önemi yoktur
çünkü metine zarar gelmemiştir ve her iki
ayette de Davut'un önemli zaferi çok açık
bir biçimde bellidir.
Yukarıdaki
ayetler gibi ayetlerin Kutsal Kitap ayetlerinin
herhangi bir şekilde değiştirildiği iddialarına
karşı gerçekten de kuvvetli birer kanıttırlar.
Eğer değiştirilmiş olsalardı, tutarlı bir
okuma parçası sunmak için yukarıdaki ayetteki
gibi yazıcıların yaptığı hataların düzeltilmiş
olmasını beklerdik. Neden mi? Herhangi birisi
Kutsal Kitap'ı çelişkiler içermekle suçlamasın
diye! Bakınız Metinin Günümüze Gelişi hakkındaki
bölüm (s. 139-140).
5.
"Davud'u kim tahrik etti, Allah mı
Şeytan mı?"
Ve
İsraile karşı RABBİN öfkesi yine
alevlendi, ve: Git, İsraili ve Yahudayı
say, diye Davudu onlara karşı tahrik
etti. (II. Samuel 24:1)
|
Ve
Şeytan İsraile karşı kalktı, ve
İsraili saymak için Davudu tahrik
etti.(I. Tarihler 21:1)
|
II.
Samuel'deki ayette Davut'u tahrik edenin
Tanrı'nın Kendisi imiş gibi görünür, ama
I. Tarihler'de bunu yapanın Şeytan olduğu
söylenir (Bkz. s. 96-97).
Kutsal
Kitap ve onun öğretilerini bilenler için
bu ayetler açık bir çelişki anlamına gelmezler.
Tanrı her zaman her şeyi yönetmektedir ve
birçok durumda Şeytan'a Tanrı'nın hizmetkârlarını
ayartıp sınamak için izin verir. Bireyin
yaşamındaki sıkıntılarda, hem Tanrı'nın
hem de Şeytan'ın rolü olmasının iyi bir
örneği de Tanrı'nın hizmetkârı Eyüp'ün durumunda
görülür. Tanrı, Eyüp'ün Şeytan'ın elinden
birçok felaketler yaşamasına izin verdi,
ancak Tanrı'nın amacıyla Şeytan'ın amacı
tamamiyle farklıydı. Tanrı, sıkıntının terbiyesiyle
Eyüp'ün imanını arıtıp kuvvetlendirmek istiyordu.
Şeytan ise, Eyüp'e verebileceği kadar zarar
vermek istiyor, hatta Eyüp'e Tanrı'yı lanetletmeye
çalışıyordu (Eyüp 1 ve 2). Sonuçta Eyüp'ün
Tanrı'ya olan imanı arttı ve Tanrı'ya olan
güveninin haklı olduğu ortaya çıktı.
Kutsal
Kitap hem Tanrı hem de Şeytan'ın işbaşında
olduğu birçok durum içerir, ama her ikisinin
de amaçları ayrıdır. Tekvin 37, Yusuf'un
ağabeylerinin onu sonra Mısır'da köle olarak
satan tüccarlara satmalarının korkunç öyküsünü
anlatır. Tekvin'in son bölümünde Yusuf,
ağabeylerinin kendisine zarar vermeyi istedikleri
halde Tanrı'nın buna izin vermekteki amacının
iyilik olduğunu kabul eder. Bu, Şeytan burada
direkt bir şekilde işin içinde olmadığı
halde, Tanrı'nın ağabeylerin kötü davranışlarını
kullanıp onlardan (insanları kıtlıktan kurtarmak
gibi) iyi bir sonuç çıkarttığı durumlardan
biridir.
I.
Petrus 5:8-11'de Şeytan'ın yutacak birini
arayarak kükreyen bir aslan gibi dolaştığını
okuyoruz. Ama Mesih İnanlısı bir süre acı
çektikten sonra onu eski konumuna döndürecek
olan ve sıkıntılarından ötürü onu daha kuvvetli
yapacak olan Tanrı'dır.
Öyleyse
Davut'u kim tahrik etmişti? Tarihler'in
yazarı mı doğruyu söylemektedir yoksa Samuel'deki
anlatım mı doğrudur? Bu sorunun yanıtı,
her ikisinin de doğru olduğudur. Tanrı'nın
en iyi sonucu almak Şeytan'ın da en büyük
zarara neden olmaya çalışmak amacıyla, hem
Tanrı hem de Şeytan'ın kişinin karar vermesi
işine karışmaları olasıdır. Davut'un neden
nüfus sayımı yaptırdığı bize açık bir biçimde
anlatılmamıştır ama daha önceki yaşamının
simgesi olan Tanrı'ya olan tam güvenini
bir yana bırakıp daha çok askeri kuvvete
güvenmeye başlamışa benziyor. Bir nüfus
sayımı yaptırmasında bir kötülük yoktu.
Ne de olsa, Tanrı daha önce Musa'ya halkı
sayması için talimat vermişti (Sayılar 1:2-3;
26:2). Ama Davut'un askeri kuvvetinin ne
olduğunu anlamak isteğinin gerisindeki güdü
çok yanlış olabilir. Hatta, Davut'un komutanı
Yoab Davut'a Davut'un aldırmadığı bazı kuşkulardan
söz etme cesaretini bile gösterdi (I. Tarihler
21:3). Böylece bunun aracılığıyla Tanrı
Davut'a bir ders vermek istiyordu, bu da
askeri gücün hiçbir sonucu olmadığıydı.
İşin
içinde Şeytan da vardı ve şüphesiz o da
Davut'un yanlış arzularını kendi menfaatine
kullanmak istiyordu. Ancak sonunda, Şeytan
arzularına erişemedi ama Tanrı hem Davut'a
hem de İsrail'e öğrenmeleri gereken bir
ders verdi ve ruhsal büyümelerinde kendilerine
yardımcı olacak bir şekilde onları alçakgönüllü
kıldı. Tanrı bu korkunç olayı çok iyi bir
şeye dönüştürdü. Hastalığın bittiği yerde,
Tanrı'nın meleği gelecekte yapılacak olan
tapınağın Moriya Dağının tam tamına neresinde
yapılması gerektiğini gösterdi (I. Tarihler.
21:18).
6.
"Üç yedi'ye eşit mi?"
Ve
Gad Davuda gelip ona bildirdi, ve
kendisine dedi: Sana memleketinde
yedi kıtlık yılı mı gelsin? yoksa
düşmanların seni kovalarken onların
önünde üç ay mı kaçarsın? yoksa
memleketinde üç gün veba mı olsun?
Şimdi düşün ve bak, beni gönderene
ne cevap götüreyim? (II.
Samuel 24:13) |
Ve
Gad Davuda gelip ona dedi: RAB şöyle
diyor: İstediğini al: ya üç yıl
kıtlık; yahut düşmanlarının kılıcı
sana erişerek seni sıkıştıranların
önünde üç ay bitip tükenmek; yahut
da üç gün RABBİN kılıcı, ve RABBİN
meleği İsrailin bütün sınırlarında
harap ederek memlekette veba. Ve
şimdi bak, beni gönderene ne cevap
götüreyim? (I. Tarihler
21:11-12) |
Bu
sadece metni kopya eden bir yazıcının hatası
olabilir (Bkz. s. 97).
Ayrıca
II. Samuel'in yazarı tarafından bize Davut'un
Saul'un günahlarından birinin sonucu olarak
Davut'un günlerinde üç yıl kıtlık oldu (21:1-2).
Bu olay Tarihler'de kaydedilmemiştir. II.
Samuel'in yazarı, bu üç yılı ve artı bu
olayın gerçekleştiği ara yılı da 24'cü bölüme
dahil ediyor olabilir. Samuel'de sözcükler
farklıdır, "Sana yedi kıtlık yılı mı
gelsin...?" Bunun anlamı yedi yılın
sürekli ve kapsamlı olmasıydı. Davut'un
cezası, kıtlığın üç yıl daha devam etmesi
ve böylece toplam yedi yıl kıtlık olmasıydı.
Ancak
Tarihler'de sadece Davut'la ilgili olan
olaylar verilmektedir. Bu yüzden orada Saul'un
günahlarından ötürü halkın üzerine gelen
daha önceki kıtlık kaydedilmez. Bu yüzden
kıtlığın bir kısmı olan Tanrı'nın Davut'a
verdiği cezayı temsil eden kıtlığın üç yılı
seçeneğini sunması uygundur.
7.
"Hz Süleymanın atları için kaç ahırı
vardı?"
Ve
Süleyman'ın cenk arabaları için
kırk bin ahır bölüğünde atları vardı,
ve on iki bin atlısı vardı. (I.
Krallar 4:26) |
Ve
atlarla cenk arabaları için Süleymanın
dört bin ahırı vardı, ve on iki
bin atlısı vardı, onları araba şehirlerine,
ve kıralın yanına,Yeruşalime koydu.(II.
Tarihler 9:25) |
Bakınız
Bölüm II. ve Bölüm 5 (Sayıların Kaydedilmesi)
8.
"Yehoyakim kaç yaşında kral oldu?"
Yehoyakin
kıral olduğu zaman on sekiz yaşında
idi; ve Yeruşalimde üç ay kırallık
etti; ve anası Yeruşalimli Elnatanın
kızı olup adı Nehuşta idi. (II.
Krallar 24:8) |
Yehoyakin
kıral olduğu zaman sekiz yaşında
idi; ve Yeruşalimde üç ay on gün
kırallık etti; ve RABBİN gözünde
kötü olanı yaptı.(II. Tarihler
36:9) |
Bakınız
sayfa 139-140.
9
"Alamet'in, Azmavet'in ve Zimri'nin
babası kimdi?"
Ve
Ahaz Yehoaddanın babası oldu; ve
Yehoadda Alemetin, ve Azmavetin,
ve Zimrinin babası oldu; ve Zimri
Motsanın babası oldu.(I.
Tarihler 8:36) |
Ve
Ahaz Yaranın babası oldu; ve Yara
Alemetin, ve Azmavetin, ve Zimrinin
babası oldu; ve Zimrı Motsanın babası
oldu;(I. Tarihler 9:42)
|
Bakınız
sayfa 140.
10.
"800.000 mi, 1.100.000 mi? 500.000
mi, 470.000 mi?"
Ve
Yoab yazılanların sayısını kırala
verdi; ve İsrailde kılıç çeken sekiz
yüz bin yiğit vardı; ve Yahuda adamları
beş yüz bin kişi idi.(II.
Samuel 24:9) |
Ve
Yoab yazılan kavmın sayısını Davuda
verdi. Ve bütün İsrail, kılıç çeken
bin binler ve yüz bin kişi idi;
ve Yahuda kılıç çeken dört yüz yetmiş
bin kişi idi.(I. Tarihler
21:5) |
Samuel
İsrail'de 800.000 savaşan adam ve Yahuda'da
500.000 savaşan adam olduğunu kaydeder.
Ancak Tarihler İsrail'de 1.100.000 ve Yahuda'da
470.000 savaşan adam olduğunu kaydeder.
Buradaki
fark, dört etkenden birine (ya da daha fazlasına)
bağlı olabilir:
1)
Nüfus sayımının resmi ve tamam olmaması
(bkz. I. Tarihler 27:23-24), farklı sayıların
halk arasında kim oldukları belirtilmemiş
olan bazı grupların dahil edilmesi ya da
edilmemesinden kaynaklanmış olabilir (bkz.
I. Tarihler 21:6). Gruplardan değişik biçimlerde
söz edilir (II. Samuel İsrail'de 800.000
yiğit adam olduğunu, I. Tarihler ise bütün
adamların toplamının 1.100.000 olduğunu
söyler. 300.000 Tesniye 20:1-9'daki savaş
yasalarına göre sınanmamış yeni terhis edilmiş
askerler olabilir. Nüfus sayımına dahil
edilmemiş bir grup da II. Samuel 24:9'da
bildirildiği gibi, her ay 24.000 kişiden
oluşan kralın özel muhafızları ve 12 oymağın
1.000'er kişilik gruplarıyla birlikte olan
subaylar olabilir ve I. Tarihler 27:1-22'de
bulunur. Bunların toplamı 300.000'e benzer
ve 800.000 ile 1.100.000 arasındaki farkı
açıklayabilirler.
2)
Kesin sayılar kullanma yerine "yuvarlak
sayılar" kullanmak sık görülen bir
durumdur. Bu durumda 500.000, 470.000 için
kullanılan yuvarlak sayı olabilir. (Bu tür
"yuvarlaklaştırma"nın bir örneği
Elçilerin İşleri 7:6'daki İstefan'ın konuşmasında
görülebilir. İstefan'ın İsrail oğullarının
Mısır'da sıkıntı çektikleri yılları "400"
olarak bildirmesini, Çıkış 12:40 ve Galatyalılar
3:17'deki daha kesin bir sayı olan 430 yıl
ile kıyaslayın.)
3)
Kopya eden kişilerin özellikle sayılarda
yaptıkları hatalar (Bkz. sayfa 139-140).
4)
II. Samuel 24:3 ve I. Tarihler 21:3, 6 bize
Yoab'ın nüfus sayımına taraftar olmadığını
bildirmektedir. Ancak kralının emirlerine
karşı gelemezdi. Yoab iyi bir nüfus sayımı
yapmadı. Levi ve Bünyamin oymaklarını sayıma
katmadı (ayet 6). Levi zaten nüfus sayımına
katılmayacaktı çünkü kahinlerin geldiği
oymaktı (Sayılar 1:49-50). Ama Bünyamin
neden dahil edilmemişti? Belki bu iş, bir
bütün olarak Yoab'ın yapmaktan hoşnut olmadığı
bir şeydi. Herkesi saymamanın efendisinin
günahını birazcık olsun azaltacağını düşünmüş
olmalıydı.
Yoab
tarafından kasten çıkarılan kargaşalığa
ek olarak I. Tarihler 27:24 bize iki şey
söyler: Birincisi Yoab nüfus sayımını doğru
dürüst tamamlamamıştır bile ve ikincisi
de gerçek sayı Kral Davut'un kayıtlarına
geçirilmemiştir. Standart bir sayının kaydedilmemesinin
nedeni standart bir sayının var olmayışıydı.
Yoab nüfus sayımına o denli karşıydı ki,
Davut'a savaşabilecek adamlarının doğru
sayısını asla bildirmedi. Farklı sayılar
bunu ortaya koyuyor olabilirler. Sayılar
birbirleriyle aynı olmadığı için ortada
bir çelişki olduğunu varsaymak, metnin anlatmak
istediği şey olan, nüfus sayımının Davut'un
yaptığı günahlı bir etkinlik olduğu ve sayımın
sonunda kaç tane adamı olduğunu gerçekten
asla bilmediğini, anlamamaktır.
Özet
olarak, nüfus sayımıyla ve bu hesaplarla
ilgili bir sürü etken vardı. II. Samuel
ve I. Tarihler'de kaydedilen sayıların neden
böyle kaydedildiklerini tamamiyle kesin
olarak söyleyebilmek zor olduğu gibi Kutsal
Kitap ayetlerinde kesin hata ve çelişki
olduğunu söylemek de budalaca ve yanlıştır.
11.
"İkişer mi, yedişer mi?"
Ve
seninle beraber sağ kalmak için
her yaşıyan, bütün beden sahibi
olanlardan, her nevinden ikişer
olarak gemiye getireceksin; erkek
ve dişi olacaklar. Cinslerine göre
kuşlardan, ve cinslerine göre sığırlardan,
cinslerine göre toprakta her sürünenden,
her neviden ikişer olarak, sağ kalmak
için sana gelecekler.(Tekvin
6:19-20) |
Bütün
yeryüzü üzerinde zürriyetlerinin
sağ kalması için, kendine her temiz
hayvandan, erkek ve onun dişisi
olarak yedişer, ve temiz olmıyan
hayvanlardan, erkek ve onun dişisi
olarak ikişer; göklerin kuşlarından
da erkek ve dişi olarak yedişer
yedişer alacaksın. (Tekvin
7:2-3) |
Soru
metinleri dikkatli okumamaktan kaynaklanmaktadır.
Hem bölüm 6'da hem de bölüm 7'de Nuh'a yanına
her hayvandan bir çift alması söylenmiştir.
Bunun nedeni basitti, tufandan sonra her
hayvanın kendi türünün devamını sağlayabilmesi
içindi. Nuh'a her hayvandan iki tane alması
ama aynı zamanda temiz olan hayvanlardan
yedi tane ve temiz olmayan hayvanlardan
iki tane alması söylenmişti (7:2). Tekvin
8'de Nuh'un karaya çıktıktan sonra yaptığı
ilk işin, Tanrı'ya kurban olarak hayvanlar
ve kuşlar sunduğunu görüyoruz. Bunlar ne
tür hayvanlar ve kuşlardı? "Nuh...
her temiz hayvandan, ve her temiz kuştan
aldı, ve mezbah üzerinde yakılan takdimeler
arzetti" (Tekvin 8:20).
12.
"Ahazya kaç yaşında kral oldu? Babasından
kaç yaş büyüktü?"
Ahazya
kıral olduğu zaman yirmi iki yaşında
idi; ve Yeruşalimde bir yıl kırallık
etti. Ve anasının adı İsrail kıralı
Omrinin kızı Atalya idi (II.
Krallar 8:26). |
Ahaztya kıral olduğu zaman kırk
iki yaşında idi; ve Yeruşalimde
bir yıl kırallık etti; ve anasının
adı Omrinin kızı Atalya idi (II.
Tarihler 22:2). |
Krallar
22 yaşında olduğunu, Tarihler 42 yaşında
olduğunu söyler. Bakınız sayfa 139-140.
13.
"Kral Baaşa hortladı mı?"
Yahuda
kıralı Asanın üçüncü yılında,
Ahiyanın oğlu Baaşa Tirtsada bütün
İsrail üzerine kıral oldu, ve
yirmi dört yıl kırallık etti.(I.
Krallar 15:33)
Yahuda
kıralı Asanın yirmi altıncı yılında
Baaşanın oğlu Ela Tirtsada İsrail
üzerine kıral oldu, ve iki yıl
kırallık etti.(I. Krallar
16:8)
Yahuda
kıralı Asanın otuz birinci yılında
Omri İsrail üzerine kıral oldu,
on iki yıl kırallık etti; Tirtsada
altı yıl kırallık etti.(I.
Krallar 16:23)
|
Asanın
kırallığının otuz altıncı yılında
İsrail kıralı Baaşa Yahudaya karşı
çıktı, ve Yahuda kıralı Asanın yanına
giren ve çıkan adam bırakmasın diye
Rama şehrini yaptı. (II.
Tarihler 16:1) |
Asa'nın
hükümdarlığının 3'cüncü yılında Baaşa İsrail'in
kralı oldu (I. Krallar 15:33). Asa'nın hükümdarlığının
26'cı yılında Baaşa'nın oğlu Ela kral oldu
(I. Krallar 16:8). Asa'nın hükümdarlığının
31'inci yılında Omri kral oldu (I. Krallar
16:23). Ve Asa'nın hükümdarlığının 36'cı
yılında Baaşa Yahudayla savaş yaptı (II.
Tarihler 16:1). Bunu Asa'nın hükümdarlığının
35'ci yılına kadar hiç savaş olmadığını
söyleyen II. Tarihler 15:19'la kıyaslayın.
Böylece II. Tarihler 16:1'deki ayeti gerçekleştirmek
için Baaşa'nın hortlayıp hortlamadığını
soran soru ortaya çıkıyor.
Bu
görünüşte olan çelişkinin en olası açıklaması,
15 ve 16'nın çok kolay bir şekilde 35 ve
36 olarak yanlış anlaşılmasından kaynaklanan
yazıyı kopya eden yazıcının hatası olmasıdır.
Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu sayılar
orijinal olarak İbrani alfabesinin sayısal
işaretleriyle yazılmış idiyseler, bir 16
çok kolay bir şekilde bir 36'yla karıştırılabilirdi.
M.Ö. 7'ci yüzyıla kadar İbranice'de 10 anlamına
gelen "yod", İbranice'de 30 anlamına
gelen lamed'e çok benziyordu. "Yod"'u
lamed gibi göstermek için bütün gereken,
eski ve çok kullanılmış bir elyazmasındaki
bir leke ya da yıpranmışlık izleriydi ve
bu 20 sayılık bir hataya mal oluyordu. Metnin
Günümüze Gelişi'yle ilgili nota bakınız
(s. 139-140).
14.
"Kâhyalar işten kaytarıyor muydu?"
Ve
Süleyman'ın yük taşıyan yetmiş bin,
ve dağlarda taş kesen seksen bin
adamı, bunlardan başka Süleymanın
işte çalışan kavmın üzerine hükmeden,
işin başında bulunan üç bin üç yüz
baş kâhyaları vardı.(I.
Krallar 5:15-16) |
Ve
Süleyman yük taşıyan yetmiş bin
adam, ve dağlarda taş kesen seksen
bin adam, ve onların üzerinde iş
başı olan üç bin altı yüz adam saydı.
(II. Tarihler 2:2) |
Kutsal
Kitap ayetlerine daha dikkatle bakarsak
sayıların aslında aynı olduğunu görmüş oluruz.
Sayıları birbirleriyle kıyaslayacaksak bunu
doğru bir biçimde yaptığımızdan emin olmalıyız.
I. Krallar 5:16 3.300 kâhya kaydetmiştir.
Ancak I. Krallar 9:23 550 kâhya daha kaydetmiştir
(bunlar bir başka kâhya sınıfına dahil olabilirler).
Bu da Krallar kitabında kayıtlı olan 3.850
sayısını ortaya çıkarır. II. Tarihler 2:2
(ve 2:18) 3.600 kâhya kaydetmiştir. Ancak
II. Tarihler 8:10 250 kâhya daha kaydetmiştir.
Bu da II. Tarihler'deki toplam kâhya sayısını
3.850'ye çıkarır. İşte bu noktada Krallar
ve Tarihler'in metinlerinde doğru bir kıyaslama
yapabiliriz. Sayılar aynıdır. İlk baştaki
farklılıklar Krallar ve Tarihler'de kâhyaları
sınıflamanın farklı yöntemlerinden kaynaklanmıştır.
15.
"Çelişkiler bahçesi" (Ezra 2 ve
Nehemya 7)
Hem
Ezra hem de Nehemya Babil'den geri dönen
sürgünlerin bir listesini içerirler. Listeler
arasında ondört istatistik fark vardır.
Bunun nedeni nedir?
Nehemya'nın
Nehemya 7:5'de kaydedildiği gibi ("Ve
neseplerine göre sayılsınlar diye ileri
gelenleri, ve hükümet memurlarını, ve kavmi
toplamayı Allahım yüreğime koydu. Önce çıkanların
nesep kitabını buldum, ve onun içinde yazılı
buldum"), yeni bir nüfus sayımı yaptığı
çok açıkça bellidir. Büyük bir olasılıkla
Ezra'nın daha önce yaptığı nüfus sayımını
kendi nüfus sayımına temel olarak kullandı,
gerektiği yerlerde değişiklikler yaptı.
Nehemya'daki nüfus sayımının düzeltilmiş
olduğu, Ezra 2:68-69 ve Nehemya 7:70-72'nin
kıyaslanmasından belli olur. Ezra'nın listesinin
sürgünler Filistin'e gitmek üzere yola çıkmadan
önce ve Nehemya'nın listesinin bazı ailelerin
son anda alınan kararlar ya da hastalık
v.s. gibi bazı planlarında değişiklikler
yapmış olmalarını göz önüne aldığını kabul
edersek, iki liste arasındaki farklılıklar
böylece açıklanmış olur.
Buna
ek olarak, kopya etme işlemi sırasında sayılarda
hata yapılma yatkınlığı olduğunu hatırlamalıyız.
Böylesi hatalar bu tür soyağaçsal listelerde
doğal olarak ortaya çıkarlar. Hem sayılar
hem de yabancı isimlerin okunması genellikle
zordur ve eğer orijinal elyazması eski ya
da lekeliyse hata yapmadan kopya etmek zor
oluyordu. Metnin günümüze gelişi konusundaki
nota bakın.
16.
"Saul'un kızı Mikal çocuk doğurdu mu?"
Ve
Saulun kızı Mikalın ölümü gününe
kadar çocuğu olmadı.(II.
Samuel 6:23) |
Ve
Ayyanın kızı Ritspanın Saula doğurduğu
iki oğlunu, Armoniyi ve Mefiboşeti,
ve Saulun kızı Mikalın Meholalı
Barzillay oğlu Adriele doğurmuş
olduğu beş oğlunu kıral aldı.(II.
Samuel 21:8) |
II.
Samuel 6 bize Mikal'ın ölümüne dek hiç çocuğu
olmadığını söyler. II. Samuel 21 ise, sadece
bazı İngilizce çevirilerde (!) Mikal'ın
beş oğlu olduğunu söyler.
Sayın
Yüksel'in Mikal'ın her iki ayette de sözü
edilen aynı kişi olduğu konusunda ısrar
etmesi tuhaftır. Eğer dikkatle okursak,
Mikal'ın sadece Saul'un kızı değil aynı
zamanda Davut'un karısı olduğunu (I. Samuel
18:27) anlarız. Böylece II. Samuel 21:8'de,
Mikal'dan Adriel'le evli olduğundan söz
edildiğinden, kendisi Saul'un kızı olarak
tanımlandığı halde bunun başka birisi olduğunu
bilmeliyiz. I. Samuel 14:49'dan, Saul'un
en büyük kızının Merab ve kardeşinin de
Mikal olduğunu biliyoruz. I. Samuel 18:19'da
Merab'ın Adriel'le evliliğinin anlatımını
buluyoruz. Neden bazı İngilizce çevirilerde
ona Mikal denmiştir? Bu bir çelişki değil
sadece yazıcının bir hatasıdır. Ayetler
bir kitaptan öbürüne geçirilirken isimler
karıştırılmıştır. Metnin Günümüze Gelişi
hakkındaki nota bakın (Kısım 2).
17.
"Çelişkiler galerisi"
Ve
Davud ondan bin yedi yüz atlı,
Ve
kıral Davud Hadadezerin şehirleri
olan Betahtan ve Berotaydan pek
çok tunç aldı...
Hamat
kıralı Toi işitti; ve Toi, oğlu
Yoramı...
Ahitubun
oğlu Tsadok, ve Abiatarın oğlu Ahimelek
kâhindiler; ve Seraya kâtipti.(II.
Samuel 8:4, 8-10, 17)
|
Ve
Davud ondan bin cenk arabası, ve
yedi bin atlı,
Ve
Davud Hadarezerin şehirleri olan
Tibhattan ve Kundan pek çok tunç
aldı
Hamat
kıralı Tou işitince...oğlu Hadoramı
Ahitubun
oğlu Tsadok, ve Abiatarın oğlu Abimelek
kâhindiler; ve Şavşa kâtipti; (I.
Tarihler 18:4, 8-10, 16) |
Bu
birbirine benzeyen bölümlerde neden birçok
farklılık vardır?
a)
II. Samuel 8:4'de 1700 cenk arabası, I.
Tarihler 18:4'de 7.000 cenk arabası olduğunu
okuruz. Açıkça bellidir ki bu sıradan bir
kopya hatasıdır. I. Tarihler 19:18 7.000
cenk arabası der. Metinin Günümüze Gelişi
hakkındaki notu okuyun.
b)
II. Samuel 8:8 Tibhat ve Berotay'dan çok
tunç aldığını yazar, ama I. Tarihler 18:8
onların isimlerini Tibhat ve Kun olarak
kaydeder. Neden bir şehri tanımlamak için
iki değişik isim kullanılmıştı? Ezekiel
47:16'da, Berotay şehrinden söz edilmektedir.
Kun, şehrin eski ismi ya da yerel olarak
kullanılan ismi olabilirdi. Lut'un Sodom'un
yargısından kaçmak için sığındığı şehrin
adının Zoar olduğunu biliyoruz (Tekvin 19:20-22).
Ama şehrin aynı zamanda Bela olarak da tanındığını
biliyoruz (Tekvin 14:2). Aynı şekilde günümüzde,
şimdi bu isim şehrin eski adı olan St. Petersburg'a
değiştirildiği halde Leningrad ismini yanlış
anlaşılmaktan korkmadan kullanabiliriz.
c)
II. Samuel Toy ve Yoram isimlerinden
söz eder. I. Tarihler 18:9 ve 10 bu şehirlerin
isimlerini Tou ve Hadorami olarak verir.
Özellikle iddia edilen bu çelişkinin yeterli
ölçüde bilgince dürüstlük göstermediğini
söylemeliyiz. Böylesi çelişki iddialarında
bulunulunca insan bunun şaka mı ciddi mi
olduğunu anlıyamıyor. Bu isimler belli ki
aynıdırlar. Birbirlerinden farklı formlarda
gözükmeleri nefes almak kadar doğal bir
şeydir. Aynı şey II. Samuel 8:17 ve I. Tarihler
18:16'daki farklılıklar için de söylenebilir.
Samuel'deki ayette Seraya ya da Tarihler'deki
Şavşa'nın bir yabancı olması ihtimali çok
büyüktür. Bu yüzden babasının adı kaydedilmemiştir
ve ismi değişik biçimlerde yazılmıştır.
18.
"İnsanoğlu en çok kaç sene yaşayabilir?"
Ve
RAB dedi: Ruhum adam ile ebediyen
çekişmiyecektir, çünkü o da ettir;
bunun için onun günleri yüz yirmi
yıl olacaktır.(Tekvin 6:3)
|
Ve
Nuhun bütün günleri dokuz yüz elli
yıldı; ve öldü.(Tekvin 9:29)
Şelahın
babası olduktan sonra, Arpakşad
dört yüz üç yıl yaşadı, ve oğullar
ve kızlar babası oldu.(Tekvin
11:13) |
Tekvin
6:3 insanoğlunun günlerinin sadece 120 yıl
olacağını yazar. Buna karşın Tekvin 9:29,
Nuh'un yaşamının 950 yıl olduğunu söyler.
Tekvin 11:13 Şela'nın yaşamının 403 yıl
olduğunu kaydeder. Bu neden böyledir?
Tekvin
6:3'de insanın günlerinin 120 yıl olduğunun
söylenmesi insanın yaşam süresinden değil,
Tanrı'nın tufan vasıtasıyla insanları yargılamadan
önce onların tövbe etmesini bekleyeceği
yılların sayısıdır. I. Petrus 3:20'de Nuh'un
günlerinde Tanrı'nın sabırla beklediğini
okuyoruz. Bu süre boyunca Nuh gemiyi inşa
etti ve doğruluk yolunu bildirdi. Bu, Tanrı'nın
günahkârlara karşı ne kadar sabırlı olduğunu
gösterir. Ancak, Nuh'un zamanında 120 yıl
sonra Tanrı'nın yargı günü geldiği gibi
yine gelecektir.
19.
"Hz. Âdem ağacın meyvesinden yediği
gün öldü mü?"
Fakat
iyilik ve kötülüğü bilme ağacından
yemiyeceksin; çünkü ondan yediğin
günde mutlaka ölürsün.(Tekvin
2:17) |
Ve
Âdemin yaşadığı bütün günler dokuz
yüz otuz yıl oldu; ve öldü.(Tekvin
5:5) |
Tekvin
2:17 Âdem'in öleceğini vaat eder, ama Tekvin
5:5 Âdem'in çok daha sonra öldüğünü gösterir.
Yasak
meyveyi yemesinin sonucu olarak Âdem, fiziksel
ve ruhsal olmak üzere iki şekilde öldü.
Fiziksel ölümünün hemen gerçekleşmediği
doğrudur, ama ölmeye mahkûm edildi Gerçekten
de bir süre sonra Âdem öldü. Bu, bir ağaçtan
yaşayan bir dal kesmek gibidir. Yapraklar
bir süre yeşil kalırlar ama dal ölüdür.
Ama
Âdem'in meyveyi yediği gün, bir başka ani
ölüm gerçekleşti. Âdem'le Havva'nın Tanrı'ya
itaatsizlik ettikleri andan itibaren Bahçe'de
artık her şey aynı değildi. Neden değildi?
Çünkü itaatsizlik ettikleri andan itibaren,
ruhsal olarak öldüler. Tanrı ile olan dostlukları
bozuldu. Artık bir daha asla her şey eskisi
gibi olmayacaktı. Fiziksel ölüm geliyordu
ama ruhsal ölüm aniydi. Bu, çıplaklıklarını
örtmeye çalışırkenki tutumlarını (Tekvin
3:7) ve Tanrı ile olan dostluklarından uzak
durmaya çalışmalarını (Tekvin 3:8-10) açıklamaktadır.
Düşüşün geniş sonuçlarını ve Âdem'le Havva'nın
Bahçe'den kovulmalarını da açıklamaktadır.
Efesliler 2:1, insanların Tanrı'nın bağışlamasını
yaşamadan önceki durumlarını "suç ve
günahlardan ötürü ölü" olarak tanımlamaktadır.
Bu anlamda Âdem meyveyi yediği anda ölmüştür.
20.
"Allah yorulur mu?"
Bilmedin
mi? işitmedin mi? Ebedî Allah, RAB,
dünyanın uçlarını yaratan, zayıf-lamaz
ve yorulmaz; onun anlayışının derınliğine
erilmez.(Yeşaya 40:28) |
Ve
Allah yedinci günü mubarek kıldı,
ve onu takdis etti; çünkü Allah
yaratıp yaptığı bütün işten o günde
istirahat etti.(Tekvin 2:3)
|
Yeşaya
Tanrı'nın yorulmadığını ve zayıflamadığını
söyler ama Tekvin Tanrı'nın dünyayı yarattıktan
sonra dinlendiğini kaydeder. İnsanbiçimci
dilin (yani O'nu daha iyi anlamamıza yardım
etmek için Tanrı'yı insansal terimlerle
açıklayan dilin) kullanımı Kutsal Kitap
ayetleri boyunca görülen bir şeydir. Tanrı
görülmez, sonsuzdur ve vücudu yoktur. Buna
karşın Kutsal Kitap'ta kullanılan insanbiçimci
dil, Tanrı'nın "güçlü sağ koluyla"
etkin olduğunu söyler (Çıkış 15:16). Bunun
anlamı O'nun bir kolu olduğu mudur? Tabii
ki, kullanılan bu dil harfi harfine yorumlanmamalıdır.
Tanrı bir baba olarak resmedilir ama insansal
bir babanın bütün özelliklerini Tanrı'ya
atfetmeyiz. Tanrı hakkında yaptığımız bütün
tanımlamalarda insansal sözler ve deyişler
kullanılır, ama genelde metnin içeriğinden
bu tür bir dilin teolojik bir gerçeği anlatmaya
çalıştığı anlaşılır. İnsanbiçimci dili harfi
harfine algılamak, antik kutsal yazılarda
çok bulunan kabul edilmiş edebi tür hakkında
tamamen cahil olduğunu göstermektir. Böyle
bir sorunun ortaya çıkması bizi iki nedenden
ötürü şaşırtmıştır: Birincisi, Kuran da
Allah'ı tanımlamak için insanbiçimci dil
kullanır. Örneğin Tâh/20:5 ve Hadîd/57:4'de
Allah'ın tahtından söz edilir. Tanrı'nın
yorulması hakkındaki soru ile aynı ruhta
bizler de neden Allah'ın oturmak için bir
tahta ihtiyacı olduğunu sorabiliriz. O da
mı yorulur? Tabii ki hayır! Bu, insanbiçimci
dildir. Özet olarak, sayın Yüksel'in yaptığı
gibi insanbiçimci dili harfi harfine yorumlamak
kullanılan edebi türün anlaşılmadığını gösterir.
21.
"Allah derede oturanları kovamadı mı?
Ve
RAB Yahuda ile beraberdi ve dağlık ahalisini
kovdu; çünkü derede oturanları kovamadı,
çünkü demir cenk arabaları vardı. (Hakimler
1:19)
İlk
olarak dikkat etmemiz gereken şey, insanları
vadiden kovamayanların Tanrı değil Yahuda'lı
adamlar olduğudur. Ama eğer Tanrı
onlarla beraber idiyse düşmanlarını vadiden
nasıl kovamadılar? Bu ayetten önceki ve
sonraki ayetleri okuyanlar için apaçık olan
en az dört neden vardır:
a)
Tanrı'nın İsrail'e yardımı ve bereketi onların
Kendi buyruklarını tutup tutmamalarına bağlıydı
(Tesniye 7:1-5). Ama Hakimler 2:1-3, İsrail'in
Tanrı'ya itaatsizlik ettiğini ve bu yüzden
Tanrı'nın düşmanlarını kovmakta onlara yardım
etmediğini gösterir. İsrail Tanrı'ya nasıl
itaatsizlik etmişti? Putatapar uluslarla
antlaşmalar yaparak. Bu yüzden İsrail'in
düşmanları onların böğürlerinde dikenler
olacaklardı (ayet 3).
b)İsrail,
Tanrı'nın atalarıyla yaptığı antlaşmayı
bozmuştu. Bu nedenden ötürü de, Tanrı onların
düşmanlarını kovmalarına yardım etmemişti
(2:20-21).
c)
Tanrı, İsrail'in Kendi buyruklarına itaat
etmekteki sadakatını sınıyordu. Tanrı bu
uluslardan bazılarının hâlâ var olmalarına
izin veriyorsa o da bu nedendendi. İsrail'in
onları kovamaması, Tanrı'nın zayıflığından
ötürü değil İsrail'lilerin Tanrı'ya olan
imanlarının yetersizliğinden ötürüydü (2:22-23;
3:4).
d)
İsrail'lilerin gerçek bir savaş deneyimi
yoktu. Kenan diyarında bir ulus olarak ayakta
kalabilmeleri için savaş sanatını öğrenmeleri
gerekiyordu. Bu, Tanrı'nın onlara gereksinimleri
olan deneyimi sağlamasının bir yoluydu,
(3:1-2).
22.
"Tanrı'nın burnundan duman yükseldi
mi?"
Burnundan
duman yükseldi, Ağzından ateş yiyip bitirdi;
Ondan közler tutuştular.(II. Samuel
22:9)
Ben
de onlara bir aslan gibiyim; kaplan gibi
yolun yanında bekleyeceğim (Hoşea
13:7)
Yine
bu da bizi şaşırtan itirazlardan biridir.
Çünkü burada da, insanbiçimci dil kullanımının
bir başka örneğini görüyoruz (bakınız sayfa
158-159). Bu soruya yanıt olarak söyleyebileceğimiz
iki şey vardır;
a)
Daha önce de söylediğimiz gibi, Kuran da
insanbiçimci dil kullanır. "Allah'ın
yüzü" terimini çok kullanır (örneğin
Rahmân/55:27). Eğer Allah'ın gerçekten bir
yüzü varsa, bu neye benzer? Kuran aynı zamanda
bize Allah'ın "gözetim"inden (Arapça:
"nezâret") söz eder (Bkz. Hûd/11:37;
Tûr/52:48; Kâmer/54:14). Buradan hareket
edip O'nun gözlerinin ne renk olduklarını
soralım mı? Tabii ki bu soru bizim yanıtladığımız
soru kadar saçma bir sorudur.
b)
Kutsal Kitap bize Tanrı'nın Kendisinin
sorduğu, "Beni kime benzeteceksiniz
ki, ben ona eşit olayım?" (Yeşaya 40:25),
ve "Beni kime benzeteceksiniz ki kıyaslanabilinelim?"
sorularını sorar. Tanrı hiç kimseyle ve
hiçbir şeyle kıyaslanmaz. Tanrı'yı anlamamıza
yardımcı olmak amacıyla insansal terimler
kullanıldığında bu dilin harfi harfine algılanması
beklenmemektedir.
23.
"Allah pişman olur mu, olmaz mı?"
Allah
insan değil ki, yalan söylesin,ve
insan oğlu değil ki, nadim olsun;
O söyler de onu yapmaz mı? Yahut
söz verir de icra etmez mi? (Sayılar
23:19) |
Ve
RAB yeryüzünde adamı yaptığına nadim
oldu, ve yüreğinde acı duydu. Ve
RAB dedi: Yarattığım adamı, ve hayvanları,
sürünenleri ve göklerin kuşlarını
toprağın yüzü üzerinden sileceğim;
çünkü onları yaptığıma nadim oldum.(Tekvin
6:6-7)
Ve
RABBE dua edip dedi: Ah, ya RAB,
ben daha memleketimde iken bunu
söylemedim mi? bundan ötürü hemen
Tarşişe kaçmağa davrandım; çünkü
biliyordum ki sen lûtfeden ve çok
acıyan, geç öfkelenen, ve inayeti
çok olup kötülükten nadim olan Allahsın.(Yunus
4:2) |
Sayılar'da
Tanrı, pişman olmayan olarak sunulmuştur.
Ama diğer iki ayet Tanrı'nın pişman olduğunu
söyler.
Yine
burada Kutsal Kitap ayetleri Tanrı'nın duygularını
ifade edebilmek için insanbiçimci bir dil
kullanmaktadır (bakınız soru 20 ve 22).
Bizim insansal duygularımız İlahi Olanı
tanımlamak için asla yeterli değildirler.
Ancak, Kutsal Kitap'ta Tanrı, yarattıklarından
ayrı duran pasif bir varlık değildir. Yarattıklarıyla
birçok yönden ilgilenir. Örneğin Tanrı'nın
bir sevgi Tanrı'sı olduğunu biliyoruz. Tanrı'nın
sevgisini insan sevgisiyle eşit tutamayız.
Ama O'nun sevgisini insanlara bildirmek
için başka hangi dili kullanabiliriz? O'nun
sevgisini yaptığı şeylerde görürüz. İsrail'i
Mısır'daki esaretten kurtarmıştır. Biricik
Oğlu'nu günahkârları kurtarmak amacıyla
ölmesi için vermiştir. Bunlar derin bir
sevgiyi gösteren davranışlardır.
Buna
benzer bir şekilde, Kutsal Kitap, Tanrı'yı
tövbe eder bir şekilde resmettiğinde, Tanrı'nın
nasıl olduğunu anlamamız için insansal sözcükler
kullanılmıştır. Her zaman olduğu gibi, dikkatli
bir bilgin onların gerçek anlamını anlamak
için bu ayetlerin içinde bulunduğu metnin
bütününe bakar. Her ayeti sırasıyla inceleyeceğiz:
a)
Tekvin 6:6-7 Tanrı insanoğlunu yarattığına
pişman oldu. İnsanlığın içine düşmüş olduğu
ahlaksal ve ruhsal bozukluğun farkına vardığımızda
Tanrı'nın, Kendi kutsal karakterine sadık
kalabilmek için bu tür davranışları ahlaksal
açıdan tiksindirici bulduğunu anlarız. Bu
bize insanbiçimci dilin kullanımından başka
bir şekilde nasıl anlamlı bir biçimde iletilebilir?
Tanrı'nın insanlığın davranışını bu şekilde
değerlendirmemesi, O'nu, Kendisi kutsal
olmakla beraber, kutsal olmayan davranışlar
karşısında pasif kalan Biri olma suçlamasıyla
karşı karşıya bırakırdı. İnsanlığı yarattığına
pişmandır, insanlığın ahlaksal bozukluğa
düşmesi O'nu üzmektedir, bu yüzden O, Kendi
ahlaksal karakteriyle tutarlı bir biçimde
davranmaktadır.
b)
Yunus 4:2 Burada Tanrı'nın fikrini
değiştirdiğini ve ilk önce vaat ettiği gibi
kötü insanları yargılamadığını görüyoruz.
Ama yine Tanrı, sadece Kendi kutsal ahlaksal
karakteriyle tutarlı bir biçimde davranmaktadır.
Kutsal Kitap ayetlerinde tekrar tekrar,
Tanrı'nın günahı yargılama vaadinin yanı
sıra tövbe edenlere merhamet vaadinde bulunduğunu
okuyoruz. Bu şekilde, eğer günahkârlar günahlarından
tövbe ederlerse, Tanrı günahkârlar için
olan yargısından dönme kapasitesine sahiptir.
Buna bir başka örnek de, Yeremya 18:6-8'de
bulunur. Tanrı İsrail'e, eğer bir ulusu
yargılayacağını bildirmiş ve sonra da o
ulusu uyarmışsa, eğer ulus tövbe ederse
Tanrı da vaat ettiği yargıdan vazgeçeceğini
söylemiştir. Bu, Tanrı'nın herhangi bir
biçimde değiştiğini mi gösterir? Tabii ki
hayır. Tanrı'nın insanlıktan tövbe beklemesi,
sonra da, yargılamadan vazgeçerek karşılık
verememesi O'nun ahlaksal karakteriyle çok
tutarsız bir şey olurdu. Ama Kutsal Kitap
ayetleri, Tanrı'nın Kendi ahlaksal karakterinde
tamamiyle tutarlı ve değişmez olduğunu öğretirler.
c)
Sayılar 23:19 Buradaki metin, tanrıtanımaz
bir kralın İsrail'i lanetlemek için bir
din adamı kiralamaya çalışmasından söz etmektedir.
Ayetin söylemek istediği, Tanrı'ya kutsadığı
bir halkı lanetlemesi için kaba bir şekilde
rüşvet verilemeyeceğidir. Bir insan hoş
olmayan bir şeyi yapmak için kiralanabilir
ama kutsal bir Tanrı'nın böyle bir şey yapması
mümkün değildir. Bu bakımdan Tanrı bir insan
gibi değildir. Malaki 3:6 bunu onaylar,
"Çünkü ben Rab değişmem." Bu ayet,
Tanrı'nın duygusuz, yerinden kımıldayamayan,
yaratıklarına karşılık verme kapasitesine
sahip olmayan biri olduğunu söylememektedir.
Söylemek istediği, Kendi ahlaksal karakterinde
Tanrı'nın Kendi amaçları, karakteri ve varlığına
tutarlı olmasına güvenebileceğimizdir.
24.
"Allah'ı, kimse gördü mü?"
Ve
Musa ile Harun, Nadab ve Abihu,
ve İsrailin ihtiyarlarından yetmiş
kişi çıktılar; ve İsrailin Allahını
gördüler; ve onun ayakları altında,
gök yakuttan tuğla döşeme gibi,
aydınlıkça asıl göke benzer bir
şey vardı. Ve İsrail oğullarının
asilzadelerine dokunmadı; ve Allahı
göıdüler, ve yiyip içtiler.(Çıkış
24:9-11) |
Tanrı'yı
hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir.
O'nu, Baba'nın bağrında bulunan
ve kendisi Tanrı olan biricik Oğul
tanıttı. (Yuhanna 1:18) |
Çıkış'taki
ayetler, bize Harun, Nadab, Abihu ve İsrail'in
ihtiyarlarından yetmiş kişinin Tanrı'yı
gördüğünü söyler. Ancak Yuhanna 1:18'de
hiç kimsenin hiçbir zaman Tanrı'yı görmediği
yazılıdır.
Tanrı'yı
göremeyeceğimizi söyleyen bir sürü ayet
vardır (Çıkış 33:20; Yuhanna 1:18). Neden
mi? İki nedenden ötürü. Birincisi, Tanrı
ruhtur (Yuhanna 4:24). Tanrı'nın özünü göremeyiz
çünkü O ruhtur. İkincisi, bir insan Tanrı'nın
çıplak görkemine bakıp yaşayamaz. Çok yüce
ve (huşu vericidir) korkunçtur. Çok kutsal
ve güçlüdür. Saul'un Şam yolunda yolculuk
ederken Tanrı'nın yüceliğinin sadece bir
kısmını görmesinden sonra, üç gün kör olması
bundandır (Elçilerin İşleri 9:3-9). Eski
Antlaşma'da Tanrı'nın bir bulut, ateş ya
da melekler tarafından simgelenmesinin nedeni
buydu. Peki öyleyse, insanların Tanrı'yı
gördüklerini söyleyen ayetlere ne demeli?
a)
Tekvin 32:30 Burada Yakup bir melekle
güreşmiştir (bakınız Hoşeya 12:4). Ama bu
sıradan bir melek değildi. Bir insanın Tanrı'yla
fiziksel olarak güreşemeyeceğini biliyoruz.
Ama burada Tanrı, bir meleğin Kendisini
simgeleyen şekliyle Yakup'la güreşmiştir.
Bu, Yakup'un yaşamında ruhsal bir dönüm
noktası olmuştur. Bu yüzden Yakup, Tanrı'yı
gerçekten yüz yüze görüp yaşadığını söyleyebilmiştir.
Tanrı'yı gerçekten gören birinin öleceğini
biliyordu. Ancak Yakup, Tanrı'nın temsilcisiyle
güreşmiştir, ve bu anlamda bütün hayret
ve huşu vericiliyle gerçekten de Tanrı'yı,
bir insanın Tanrı'yı görüp de hâlâ yaşayabilmesinin
olası olduğu tek yolla görmüştür.
b)
Çıkış 24:9-11 Musa, Harun, Nadab, Abihu
ve İsrail'in ihtiyarlarından yetmiş kişi,
Tanrı'nın antlaşmayı yürürlüğe koyması için
kutsal dağa çıktılar. Burada, Tanrı'yı gördüklerini
ve yiyip içtiklerini okuyoruz. Bu ayetlerde
dikkat edilmesi gereken bazı önemli şeyler
vardır. Bunlardan birincisi, "ayağının
altında" gibi insanbiçimci bir dilin
kullanılmasıdır. Bunun, akıllı bir okuyucuya
insan gözüyle görülemeyeni tanımlamaya çalışmak
için insanbiçimci dil kullanıldığını bildirmesi
gerekir. İkincisi, mecaz kullanımıdır. Burada
başka ne görüyoruz? O'nun ayağının altında
"kaldırım gibi bir şey" gördüler.
Insanbiçimci dilde olduğu gibi, mecaz kullanıldığında
da yorum, bunlar göz önünde bulundurularak
yapılmalıdır. Üçüncü olarak, 10'cu ayet,
gözlerini ancak Tanrı'nın ayaklarını görebilecek
kadar yükseğe kaldırabildiklerini apaçık
bildirmektedir. Eğer Sayın Yüksel'in söylediği
gibi Tanrı'yı gerçek bir şekilde görselerdi
neden burada Tanrı'nın Kendisinin bir tarifini
bulmuyoruz? Ama tabii ki bulmuyoruz. Tanrı'nın
bir görünüşünü gördüler. Ama Tanrı'nın sadece
bir görünüşünü gördükleri halde Tanrı'nın
kendilerini öldürmediğinin hâlâ farkındaydılar
(ayet 11). Böylece Tanrı'nın bir görünüşünü
görme anlamında Tanrı'yı gördüler- ve yaşadılar.
c)
Çıkış 33:11 Bu ayet bize Tanrı'nın Musa'yla
yüz yüze konuştuğunu yazıyor. Bir insan
nasıl olup da Tanrı'yla bu şekilde konuşup
yaşayabilir? Yine burada, insanbiçimci dil
kullanıldığına dikkat etmeliyiz: "bir
insanın arkadaşıyla konuştuğu gibi."
Bu ayet, Tanrı'nın Musa'nın Kendisiyle ayrıcalıklı
ve yakın bir ilişki içinde olmasına izin
verdiğini tanımlamaktadır. Ama Musa gerçekten
Tanrı'nın yüzünü görüp yaşamış mıdır? Eğer
Musa Tanrı'yı gerçekten yüz yüze gördüyse
o zaman neden aynı bölümde Tanrı'nın yüceliğini
görmeyi istemiştir? (ayet 18). Eğer Musa
gerçekten Tanrı'nın yüzünü gördüyse neden
aynı bölümde Tanrı, "Yüzümü göremezsin,
çünkü insan beni görüp de yaşayamaz"
demiştir (ayet 20)? Eğer Sayın Yüksel bu
mecaz dilini harfi harfine yorumlamakta
ısrar ederse o zaman Musa'yı aynı bölümde
büyük bir çelişki yapmakla suçlamaktadır.
Bu Musa hakkında yapılan çok ciddi bir suçlamadır.
Diğer
yandan da Sayın Yüksel kendi Kitabı tarafından
yargılanmaktadır:
"Sana
Kitâb'ı indiren O'dur. Onda Kitâb'ın temeli
olan kesin anlamlı âyetler vardır, diğerleri
de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik
olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre
yorumlamak için onların çeşitli anlamlı
olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu
ancak Allah bilir... Bunu ancak akıl sâhipleri
düşünebilirler. " (Kuran, Âl-i
İmran/3:7)
25.
"Hz. Yakub insan mıydı?"
Ve
Yakub o yerin adını Peniel koydu;
çünkü: Allahı yüz yüze gördüm, ve
canım sağ kaldı, dedi.(Tekvin 32:30)
|
Ve
dedi: Yüzümü göremezsin; çünkü insan
beni görüp de yaşıyamaz. (Çıkış
33:20) |
Çıkış'taki
ayet, kimsenin Tanrı'yı görüp de yaşayamayacağını
söyler. Ama Tekvin'de Yakup, Tanrı'yı görüp
yaşadığını söylemiştir. Bu sorunun yanıtı
için Soru 24'e bakın (sayfa 164).
26.
"Kocan seni yaratan mı?"
Çünkü
kocan seni Yaratandır; onun ismi orduların
RABBİDİR (Yeşaya 54:5)
Bu
ayet, İsrail'in "yaratıcısı" olan
Tanrı'yı onun "kocası" olarak
resimler.
Ayeti
bağlı bulunduğu ayetlerle birlikte okuyanlar
için burada insanbiçimci bir dil kullanıldığı
çok açıkça bellidir. Sayın Yüksel, iki değişik
İngilizce çevirinin bu ayeti farklı biçimlerde
verdiğini işaret etmektedir. RSV (Revised
Standart Version), "Senin Yaratıcın
senin kocandır" diye çevirir ve Today's
English Version, "Yaratıcın senin için
bir koca gibi olacaktır" der. Çoğu
dillerde aynı şeyi söylemenin birçok değişik
biçimi vardır. İngilizce eski ve zengin
bir dildir. Bu iyi bir örnektir. İngiliz
dilini bilenler ve ayetin içinde bulunduğu
metni okumak için zamanlarını verenler için
anlamda hiçbir farklılık yoktur. O'na bir
Koca adı verilerek Tanrı'nın Kendi halkı
için olan sevgisini tanımlamaya çalışmak
için insanbiçimci bir dilin kullanıldığını
biliyoruz. Yeşaya 62:4-5'de de aynı düşünceyi
görüyoruz. İngilizcede aynı şeyi dile getirmek
için iki değişik konuşma biçimi kullanabiliriz.
Bir şeyin bir şey olduğunu söylemek için
bir mecaz kullanırız: örneğin bir adamın
davranışlarının ya da huyunun nasıl olduğunu
anlatmak için "O adam bir aslandır"
deriz. Bir şeyin bir şey gibi olduğunu söylemek
için benzetme de kullanabiliriz: örneğin
"O adam aslan gibidir". Anlamda
ne fark vardır? Hiç. Bu yüzden Sayın Yüksel'in
bu sorusunun İngilizce dilbilgisini çok
iyi bilmemesinden kaynaklandığını düşünüyoruz.
27.
"Tevrat'ı Hz. Musa mı yazdı?"
Ve
RABBİN sözüne göre, RABBİN kulu Musa orada,
Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-peor
karşısındaki derede onu gömdü; fakat bugüne
kadar kimse onun kabrini bilmez. Ve Musa
öldüğü zaman yüz yirmi yaşında idi; gözü
zayıflamadı, ve kuvveti eksilmedi. Ve İsrail
oğulları, Moab ovasında, otuz gün Musaya
ağladılaı; ve Musa için yas günleri tamam
oldu. Ve Nun oğlu Yeşu hikmet ruhu ile dolu
idi; çünkü Musa ellerini onun üzerine koymuştu;
ve İsrail oğulları onu dinliyorlardı, ve
RABBİN Musaya emretmiş olduğu gibi yapıyorlardı.
Ve RABBİN Mısır diyarında, Firavuna, ve
bütün kullarına, ve bütün memleketine yapmak
için Musayı gönderdiği alâmetler ve hârikalarda,
ve bütün İsrailin gözü önünde Musanın gösterdiği
bütün kuvvetli elde, ve bütün dehşette,
Musa gibi RABBİN yüz yüze bildiği bir peygamber
daha İsrailde çıkmadı. (Tesniye
34:5-12)
Mesih
İnanlıları Musa'nın Tora denilen Kutsal
Kitap'ın ilk beş kitabını yazdığını söylerler.
Ama Tora'nın son kitabının son bölümünde
Musa'nın kendi ölümü ve gömülüşü kayıtlıdır.
Musa kendi ölümü ve gömülüşünü nasıl kaydedebilirdi?
Geçenlerde
ünlü bir teoloji profesörü uzman olduğu
bir konuda yazdığı büyük kitabını tamamladı.
Ancak kitap basılmadan önce profesör öldü.
Günümüzde yayın dünyasında böyle bir şey
olduğunda, yazarı iyi tanıyan birinden yazar
hakkında biyografik bir not yazmasını istemek
gelenekseldir. Bu biyografi kitabın son
bölümü olarak kitaba eklenir ve genellikle
imzasızdır. Profesörün ölümüyle ilgili bölümü
başka biri yazdığı için, bu profesörün kitabın
geri kalan kısmını yazmadığı anlamına mı
gelir? Böyle bir şeyi önermek bile mantıksızdır.
Aynı şey Tesniye kısmı için de geçerlidir.
Tesniye'nin son bölümünde Musa'nın ölümünün
anlatılması kitabın Musa tarafından yazılmadığı
anlamına gelmez. Musa'nın sözleri kayıtlıdır
(Tesniye 1:1; 5:1; 27:1, 11, v.b.). Musa'nın
"bu yasanın" yazarı olduğu da
söylenir (31:9, 24). Tanrı'nın bu önemli
hizmetkârının ölümünün yazılarının sonuna
eklenmesi doğal bir şeydir ve kitabı yazanın
o olduğu gerçeğini değiştirmez.
28.
"Hz. İsa Davud'un Oğlu mu değil mi?"
İbrahim
oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla
ilgili kayıt şöyledir:.. (Matta
1:1)
Kör
bir adam da, "Ey Davut Oğlu
İsa, halime acı!" diye bağırdı.
(Luka 18:38) |
Ferisiler
toplu haldeyken İsa onlara şunu
sordu: "Mesih'le ilgili olarak
ne düşünüyorsunuz? O, kimin oğludur?"
Onlar
da, "Davud'un Oğlu" dediler.
İsa
şöyle dedi: "O halde nasıl
oluyor da Davut, Ruh'tan esinlenerek
O'ndan 'Rab' diye söz ediyor? Şöyle
diyor Davut:'Rab Rabbime dedi ki,
Ben düşmanlarını senin ayaklarının
altına serinceye dek sağımda otur.'
Davut O'ndan Rab diye söz ettiğine
göre, O nasıl Davud'un Oğlu olur?"
(Matta 22:41-45)
|
Evet.
İsa Mesih Davut'un oğludur. Matta
1:1'de İsa'nın Davud'un "oğlu"
(torunu, neslinden) olduğunu okuyoruz. "Davut
Oğlu" ismi, beklenen Mesih için çok
yaygın bir unvandı çünkü eski peygamberler
Mesih'in bu soydan geleceğine tanıklık etmişlerdi.
Tanrı, verdiği sözü tutarak Davut'un soyundan
İsrail'e bir Kurtarıcı, İsa'yı gönderdi.
Bunun için Luka 18:38'deki kör gibi İsa'yı
Mesih olarak kabul eden insanlar ona "Ey,
Davut Oğlu" olarak seslenirlerdi.
Şimdi
İsa Mesih'in Matta 22:41-45'te söyledikleri
bununla çelişmiyor ki! İsa, Hz. Davut'un
Tanrı'nın esniyle yazdığı 110. Mezmura başvurarak,
İsrail'in din liderlerine "Davut O'ndan
(Mesih'ten) Rab diye söz ettiğine göre,
O nasıl Davut'un Oğlu olur?" diye sordu
(22:45). Ama bunu sormakla İsa, Kutsal Yazılara
göre Mesih'in hem Davut'un oğlu hem de Davut'un
Rabbi olduğunu göstermekteydi. İsa'nın verdiği
kanıta hiç kimse karşılık veremedi. İşte,
Mesih'le ilgili sırrın özü zaten budur.
Davut'un Rab'bim diye seslendiği yüce Olan
Davut'un soyundan doğarak insan oldu. Ve
böylece Davut'un Oğlu Mesih oldu. Matta'nın
aynı bölümünde bu gerçek vurgulanmaktadır
ki, bakireden doğan çocuk için, melek şöyle
dedi, "'O'nun adını İmanuel koyulacaklar'.
İmanuel de 'Tanrı bizimledir' demektir"
(Matta 1:23). Açıkça görülüyor ki burada
aklı ermeyecek kadar büyük bir gerçek var,
ama hiç bir çelişki yoktur.
29.
"Davud'un hangi oğlu Hz. İsa'nın atasıdır?"
Davut,
Uriya'nın karısından doğan Süleyman'ın
babasıydı.(Matta 1:6) |
Natan
oğlu, Davut oğlu, Yeşay oğlu (Luka
3:31) |
Hem
Süleyman hem de Natan O'nun atalarıdır.
Matta'da İsa'nın üvey babası olan Yusuf'un
soyağacı verilmektedir. Luka'da ise İsa'nın
annesi Meryem'in soy ağacı verilmektedir.
Yani, her ikisi Davut'un soyundandır ama
Yusuf Davut'un oğlu Süleyman'ın torunuyken,
Meryem Davut'un oğlu Natan'ın torunudur.
Not: Ayrıntılı cevap için bunu izleyen soruya
bkz.
30.
"İsa'nın dedesi Yakup mu Heli mi?"
Yakup,
Meryem'in kocası Yusuf'un babasıydı.
Meryem'den de Mesih denilen İsa
doğdu.(Matta 1:16)
|
İsa'nın
kendisi görevine başladığı zaman
otuz yaşlarındaydı. Yusuf'un oğlu
olarak biliniyordu. Yusuf da Eli
oğlu, (Luka 3:23) |
Burada
Sayın Yüksel sadece Sayın Deedat'ın daha
önce cevapladığımız iddialarını tekrarlamaktadır
(Bkz II. Bölüm, s. 102-103). İsa'nın
üvey babası Yusuf'un babası Yakup'tu. Yusuf'un
kayınpederi ise Heli'ydi. Edip
Yüksel'in iddia ettiğine göre Hristiyanlar
bu iki soy listesinin tutarsızlığını gizlemeye
çalışmaktadırlar. Böyle bir amaç söz konusu
olamaz. Karşılaştırılınca besbelli ki bu
iki liste birbirlerinden çok farklıdırlar.
Yani ikisi aynı kişinin soyu olamaz. Yukarıda
söylediğimiz gibi Matta'da İsa'nın üvey
babası olan Yusuf'un soyu verilmektedir.
Luka'da ise İsa'nın annesi Meryem'inki verilmektedir.
Ama Yahudiler arasında kadınların isimleri
soy listelerinde genellikle bulunmadığı
için Luka'da Yusuf Meryem'in yerini tutuyor.
Bunu ispatlamak için aşağıdaki noktalara
başvurabiliriz:
1.İsa'nın
doğumuyla ilgili olaylar Matta'da Yusuf'un
açısından ama Luka'da Meryem'in açısından
anlatılmaktadır. (Bkz. Matta 1-2 ve Luka
1-2). Örneğin İsa'nın bakire Meryem'den
doğacağını bildiren meleğin Yusuf'a görünmesi
Matta'da bulunurken, Meryem'e daha önceki
görünmesini Luka'da buluyoruz (Matta 1:18-25;
Luka 1:26-38). Buna göre Meryem'in soyunu
zaten Luka'da bulmayı beklerdik.
2.Luka'da,
her ne kadar Yusuf'un ismi bulunuyorsa da
yine de İsa'nın onun oğlu olmadığı vurgulanmaktadır
"Yusuf'un oğlu olarak biliniyordu"
(Luka 3:23).
3.Luka
1:32 ve 69'da Meryem'in de Davut'un soyundan
olduğu ima ediliyor.
4.Oğlu
sözcüğü sık sık değişik anlam taşıyabilir.
Örneğin: İsa için "İbrahim oğlu, Davut
oğlu" (Matta 1:1), Âdem için "Tanrı
oğlu" denilir (Luka 3:38). Ayrıca belli
ki bu listelerde birçok kuşak bilerek atlanmaktadır,
yani "oğul" sözcüğü "torun"
anlamını da taşır. Buna göre "Heli
oğlu" derken "Heli'nin damadı"
anlamında olmasına şaşmamalıyız.
5.Bu
son nokta Luka'nın asıl Grekçe metninde
de doğrulanmaktadır. Şöyle ki, listedeki
her isimden önce belirtili tanıtıcı olan
"tou" sözcüğü bulunmaktadır. Ancak
Yusuf'tan önce yoktur! Anlaşılan buradaki
ilişkide bir fark vardır.
6.Bir
başka kaynakta kanıt bulunmaktadır. Yahudilerin
"Talmud" diye bilinen yorum kitabında,
İsa'nın annesi Meryem'den söz ederken "Heli'nin
kızı olan Meryem" olarak söz etmektedir
(Bkz. Haghigha 77.4).
Sonuçta
Luka'daki listenin Meryem'in soyuna verdiği
yorumu her açıdan uygun ve mantıklıdır.
31.
"Unutulan nesil?"
Yekonya,
Babil'deki sürgünlükten sonra doğan
Şaltiyel'in babası; Şaltiyel ise
Zerubabel'in babasıydı. Zerubabel,
Abihud'un babası; Abihud, Elyakim'in
babası; Elyakim de Azor'un babasıydı.
Azor, Sadok'un babası; Sadok, Ahim'in
babası; Ahim ise Elihud'un babasıydı.
Elihud, Elazar'ın babası; Elazar,
Matan'ın babası; Matan da Yakub'un
babasıydı. Yakup, Meryem'in kocası
Yusuf'un babasıydı. Meryem'den de
Mesih denilen İsa doğdu.(Matta
1:12-16) |
Buna
göre, İbrahim'den Davud'a kadar
toplam ondört kuşak, Davut'tan Babil'e
sürgünlüğe kadar ondört kuşak ve
Babil'e sürgünlükten Mesih'e kadar
da ondört kuşak geçti.(Matta
1:17) |
Yüksel,
"Babil sürgününden Mesih'e kadarki
sürede 14 nesil geçtiğini belirten Matta
on üç nesil saymaktadır" diyor. Bu
sorunun cevabı çok basit değildir. Matta
1:17 ile ilgili aşağıdaki iki noktaya dikkat
etmemiz gerek.
"Buna
göre, (a) İbrahim'den Davud'a
kadar toplam ondört kuşak, (b)
Davut'tan Babil'e sürgünlüğe kadar ondört
kuşak ve (c) Babil'e sürgünlükten
Mesih'e kadar da ondört kuşak geçti."
(Matta 1:17)
1)
Matta, üç ayrı kuşak grubunun ayrımını yaparken
Davut'u birinci ve ikinci gruplara (a, b)
dahil ediyor. Bu nedenle ikinci kuşak grubunun
başında Süleyman değil, Davut yer alıyor
(Bkz. aşağıdaki şema).
2)
Matta ikinci kuşak grubunu (b) sayarken
bir kişiye (yani Yekonya'ya) kadar değil
sürgünlüğe kadar saymaktadır. "Davut'tan
Babil'e sürgünlüğe kadar ondört kuşak".
Aynı şekilde üçüncü kuşak grubunu (c) sayarken
sürgünlüğü dahil ederek saymaktadır: "Babil'e
sürgünlükten Mesih'e kadar da ondört kuşak
geçti." Ayet 11'de Yoşiya'nın ismi
sürgünlüğün başlangıcı ile ilgili olarak
gösteriliyor. Yekonya'nın ismi ise, ayet
12'de sürgünlüğün sonu ile ilgilidir.
Bu
nedenle Matta, nesillerin sayımını aşağıdaki
tablo şeklinde yapmaktadır:
"İbrahim'den
Davud'a
kadar toplam ondört kuşak"
|
"Davut'tan
Babil'e
sürgünlüğe kadar ondört
kuşak" |
"Babil'e sürgünlükten
Mesih'e kadar da ondört
kuşak"
|
1 |
İbrahim |
1 |
Davut |
1 |
Yekonya
Sürgünlük |
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13 |
İshak
Yakup
Yahıda
Peres
Hesron
Ram
Amindab
Nahşon
Salmon
Boaz
Obed
Yeşay
|
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13 |
Süleyman
Rehevam
Abiya
Asa
Yehoşafat
Yoram
Uziya
Yotam
Ahaz
Hizkiya
Manaşe
Amon
|
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13 |
Şaltiyel
Zerubabel
Abihud
Elyakim
Azor
Sadok
Ahim
Elihud
Elazar
Matan
Yakup
Yusuf
|
14 |
Davut |
14 |
Sürgünlük
Yoşiya |
14 |
Mesih
İsa |
Özet olarak söz konusu olan ayeti şöyle
anlamamız gerek: İbrahim'den Davut'a kadar
toplam ondört kuşak sayılır. Davut'tan (Babil'deki
sürgünlük zamanında doğan Yekonya'nın babası
olan) Yoşiya'ya kadar ondört kuşak sayılır.
(Babil'deki sürgünlük zamanından sonra doğan
Şaltiyel'in babası olan) Yekonya'dan Mesih'e
kadar ondört kuşak sayılır. Yani herhangi
bir tutarsızlık yoktur.
32.
"'Admin' neden kayboldu?" (Luka
3:33)
Yüksel,
İncil'in bazı İngilizce çevirilerinde Luka
3:33'te "Admin"in ismi bulunurken
neden Türkçe nüshalarda bulunmadığını sormaktadır.
"Admin" kaybolmadı. "Admin"
ismi zaten elimizdeki eski Grekçe İncil
el yazmalarının çoğunlukta bulunmamaktadır.
Örneğin, A, D, K, D ve Y diye bilinen metinlerde
"Admin" yoktur. Birkaç eski el
yazmasında ise Admin bulunmaktadır. Böylece
bu ismin İncil'in her hangi bir İngilizce
veya Türkçe çevirisinde bulunup bulunmaması,
hangi el yazması grubuna dayanarak çevirilmiş
olduğuna bağlıdır. Her neyse Admin'in Matta'da
bulunmadan Luka'da bulunması beklenebilen
bir şeydir. Çünkü Matta'daki liste zaten
kendi yazınsal ve ruhsal amaçlarına göre
birçok kuşağı atlamaktadır (Bkz. soy ağaçlarıyla
ilgili açıklamalar, sayfa 141-142).
33.
"İsa Celile'de mi yoksa Yahudiye'de
mi itibar gördü?"
Bu
iki günden sonra İsa oradan ayrılıp
Celile'ye gitti. İsa'nın kendisi,
bir peygamberin kendi memleketinde
saygınlığı olmadığına tanıklık
etmişti. Celile'ye geldiği zaman
Celileliler O'nu iyi karşıladılar.
Çünkü onlar da bayrama gitmişler
ve bayramda O'nun Kudüs'te yaptığı
her şeyi görmüşlerdi... Adam,
İsa'nın Yahudiye'den Celile'ye
geldiğini işitince yanına gitti,
ölmek üzere olan oğlunu gelip
iyileştirmesi için O'na yalvardı.
O zaman İsa adama, "Sizler,
belirtiler ve harikalar görmedikçe
iman etmeyeceksiniz" dedi.
(Yuhanna 4:43-48)
İsa,
Kral Hirodes'in devrinde Yahudiye'nin
Beytlehem kasabasında doğduktan
sonra ...(Matta
2:1)
|
İsa, Ruh'un gücüyle donanmış olarak
Celile'ye döndü. İsa, büyümüş olduğu
yer olan Nasıra'ya geldiğinde, her
zaman yaptığı gibi Sept günü havraya
gitti. Onlara şöyle dedi: "Kuşkusuz
bana şu değimi hatırlatacaksınız:
'...Kefernehum'da yaptıklarını duyduk.
Aynısını burada, kendi memleketinde
de yap.' Size doğrusunu söyleyeyim,
hiçbir peygamber kendi memleketinde
iyi karşılanmaz". (Luka
4:14,16,23-24)
İsa
onlara, "Hangi olup bitenleri?"
dedi. O'na, "Nasıralı İsa'yla
ilgili olayları" dediler. "(Luka
24:19)
|
Sayın
Yüksel burada, İsa'nın itibar görmediği
yerin Yuhanna'yla Matta'ya göre Yahudiye,
Luka'ya göre ise Celile olduğunu iddia etmektedir.
Halbuki İsa ne Celile'de ne de Yahudiye'de
itibar gördü. Yuhanna 4:43'te "oradan
ayrılıp Celiye'ye gitti" derken İsa'nın,
Yahudiye'den değil, Samiriye'den ayrılması
söz konusudur. Samiriye'de İsa gerçekten
itibar görmüştü, hatta hiç bir mucize yapmadan
dünyanın Kurtarıcısı olarak kabul edilmişti
(Bkz. Yuhanna 4:39-42). Fakat hem Yahudiye'de
(2:23-25) hem de Celile'de (4:45-48) kendi
Yahudi halkı ancak "belirtiler ve harikalar"
gördükleri takdirde inanırlardı. Halbuki
hiç bir zaman O'na yürekten iman etmiş değildiler.
Yani "iyi karşıladılar" deyişinde
alaylı bir ifade söz konusudur. Buradaki
"kendi memleketi" ifadesiyle hem
Yahudiye'yi hem de Celile'yi kastedip bölüm
1:11'deki "kendi yurduna geldi, ama
kendi halkı O'nu kabul etmedi" sözünün
doğru olduğunu göstermektedir. Bunu Yuh.
4:45-48'de açıkça görebiliriz ki halkı İsa'ya
içten inanmıyordu. Üstelik bu üzücü gerçeğe
her dört İncil'de de aynı şekilde rastlıyoruz.
34.
"Kim yardım istedi? Yüzbaşı mı, ihtiyarlar
mı?"
İsa
Kefernahum'a varınca bir yüzbaşı
O'na gelip, "Ya Rab" diye
yalvardı, "felçli uşağım korkunç
acılar içinde evde yatıyor."
İsa, "Gelip onu iyileştireceğim"
dedi. Ama yüzbaşı, "Rab, ben
layık değilim ki, damımın altına
giresin!" karşılığını verdi.
"Sen yeter ki bir söz söyle,
uşağım iyileşir." (Matta
8:5-8) |
Orada bir yüzbaşının çok değer verdiği
kölesi ölüm döşeğinde hasta yatıyordu.
İsa'yla ilgili haberleri duyan yüzbaşı,
gelip kölesini iyileştirmesini rica
etmek üzere O'na Yahudilerin bazı
ihtiyarlarını gönderdi. Bunlar İsa'nın
yanına gelince içten bir yalvarışla
O'na dediler ki, "Bu adam senin
yardımına layıktır" (Luka
7:2-4)
|
Yüzbaşı
yardım istedi. Ama isterken Yahudi ihtiyarlarının
aracılık etmeleriyle yardım istedi. Ahmet'in
bir tanıdığı aracılığıyla istekte bulunmasını,
tanıdığına değinmeden şöyle açıklayabiliriz,
"Ahmet, Mehmet'ten şunu istedi."
Fakat herhangi bir çelişkiye düşmeden, "Ahmet
Mehmet'e tanıdığını yolladı. O da Ahmet
için Mehmet'ten şunu istedi" de diyebiliriz.
İşte Matta olayı daha kısa ve öz şekilde
(7 ayet ile; Luka da 10 ayet ile) açıklarken
arada bulunanlardan söz etmeyip yüzbaşının
ilk şahıs olarak İsa'dan yardım istediğini
anlatmaktadır. Bu da Matta'nın amacından
kaynaklanan niteliklere uygundur (Bkz. VII.
Bölüm - İncil mi İnciller mi?).
35.
"Çıkarken mi, yaklaşırken mi?
İki
kör mü bir kör mü?"
Eriha'dan
ayrılırlarken büyük bir kalabalık
İsa'nın ardından gitti. Yol kenarında
oturan iki kör adam, İsa'nın oradan
geçmekte olduğunu duyunca, "Ya
Rab, ey Davut Oğlu, halimize acı!"
diye bağırdılar.(Matta
20:29-30)
Sonra
Eriha'ya geldiler. İsa, öğrencileri
ve büyük bir kalabalıkla birlikte
Eriha'dan ayrılırken, Timay oğlu
Bartimay adında kör bir dilenci
yol kenarında oturuyordu.(Markos
10:46)
|
İsa
Eriha'ya yaklaşırken kör bir adam
yol kenarında oturmuş dileniyordu.(Luka
18:35) |
İsa
herhalde eski Eriha'dan çıkarken yeni Eriha'ya
yaklaşırken körleri iyileştirdi. O dönemde
iki Eriha vardı - tepede büyük ölçüde yıkıntı
olan eski Eriha ve bundan bir kilometre
uzakta Romalı kral Herodes'in inşaat ettirdiği
yeni Eriha.10 Eski Eriha, Yeşu zamanında
yıkılıp İsrail'in kralı Ahab zamanında tekrar
yapılmıştı (Yeşu 7:20; I. Krallar 16:33-34).
Büyük bir olasılıkla Matta'yla Markos Filistin'li
Yahudiler olarak İsa'nın çıktığı eski şehirden,
Troas'lı Luka ise İsa'nın yaklaştığı yeni
şehirden bahsetmektedir.
İkinci
soruya gelince iki kör vardı. Bu, Markos'la
Luka'nın bir kişi yazdığı yerde Matta'nın
iki kişi yazdığı tek yer değildir (Bkz.
Matta 8:28 ve Markos 5:2 ile Luka 8:27'ye).
Bu Matta'nın olaylara gözleriyle tanık olduğundan
kaynaklanmış olabilir. Her ne ise bu bir
çelişki yaratmıyor. Olayın önemli yönlerini
anlatmak için bir kişi, hele o kişi diğerinden
daha fazla dikkate değerse yeterdir. Örneğin:
"Bugün çarşıda Salih Erdoğan'ı gördüm.
Senelerdir onu görmemiştim!" derim.
Halbuki Salih beyin yanında gördüğüm başka
bir arkadaş da vardı. Fakat anlatmak istediğim
şey için önemli olmadığından ona değinmeyebilirim.
36.
"Sıpa ile beraber eşek var mıydı?"
"Karşınızdaki
köye gidin. Hemen orada bağlı bir
dişi eşek ve yanında bir sıpa bulacaksınız.
Onları çözüp bana getirin."
Eşekle
sıpayı getirip üzerlerine giysilerini
yaydılar, İsa da sıpanın üzerine
bindi. .(Matta 21:2, 7)
|
"Karşınızdaki
köye gidin. Köye girer girmez, üzerine
daha hiç kimsenin binmediği, bağlı
duran bir sıpa bulacaksınız. Onu
çözüp bana getirin."
Sıpayı
İsa'ya getirip üzerine kendi giysilerini
yaydılar. İsa da sıpaya bindi.(Markos
11:2, 7)
"Karşıdaki
köye gidin. Köye girince, üzerine
daha hiç kimsenin binmediği, bağlı
duran bir sıpa bulacaksınız. Onu
çözüp bana getirin. .(Luka
19:30) |
Evet,
eşek vardı. Matta bu olayı açıklarken, Markos
ile Luka'da yazılmayan bir ayrıntı vermektedir.
İsa'nın bindiği hayvanın sıpa olduğuna göre
eşeğin orada olup olmaması fazla önem taşımıyor.
Ama Matta özellikle İsa'dan önceki peygamberler
aracılığıyla bildirilen sözlerin ayrıntılı
bir şekilde yerine gelmiş olduğunu sürekli
vurgulamaktadır. Bunun için Mesih'le ilgili
olan Zekeriya 9:9'daki "Siyon kızına
deyin ki, 'Bak, alçakgönüllü Kralın, bir
eşeğe, evet bir sıpaya, bir eşek yavrusuna
binmiş sana geliyor'" sözleri İsa'nın
bir eşeğin sıpasına binmesiyle gerçekleştiğini
göstermeye özenmektedir. Bu yüzden bu ayrıntı
eklenmiş olabilir.
37.
"Şehadeti doğru muydu?"
Eğer
kendim için ben tanıklık edersem,
tanıklığım geçerli olmaz.(Yuhanna
5:31) |
Kendim
için ben tanıklık ediyorsam da tanıklığım
geçerlidir. Çünkü nereden geldiğimi
ve nereye gideceğimi biliyorum.
Oysa siz, nereden geldiğimi, nereye
gideceğimi bilmiyorsunuz.(Yuhanna
8:14) |
İsa'nın
şehadeti, söylediği her söz ve yaptığı her
şey gibi doğruydu. O'nu suçlamak istedikleri
zaman İsrail'in Yüksek Kurulu kendisine
karşı tanık aradılar fakat bulamadılar.
O günah işlemedi, ağzından hileli bir söz
çıkmadı. Sayın Yüksel'in bu soruda çok yüzeysel
bir şekilde karşılaştırdığı iki ayete, bağlantılı
oldukları ayetlerle birlikte bakılırsa gerçek
bir çelişki yoktur tabii. Yuhanna 5:30-32'de
İsa'nın dediğini şu sözlerle açıklayabiliriz:
"Eğer sırf kendiliğimden tanıklık edersem,
yani Tanrı'nın bana verdiği sözlerine bağımsızca
kendim için tanıklık edersem tanıklığım
geçerli ve doğru olmaz. Halbuki Tanrı da
aynısını tanıklık eder." Yuhanna 8:13-18'de
Ferisiler (Aynen Sayın Yüksel'in yaptığı
gibi) İsa'nın önceki sözlerini yanlış bir
şekilde kendisine karşı kullanmaya çalışıyorlardı.
Bu sefer İsa kendi sözlerinin doğru ve güvenilir
olduğunu vurguluyor, hatta öncekine benzer
sözlerle bile bunu ispatlıyor (8:16-18).
Her iki bölümde de İsa'nın vurgulamak istediği
gerçek, kendisinin Baba Tanrı'yla bir olmasıdır.
38.
"Ağaç ne zaman kurudu? Ağacın suçu
neydi?"
İsa
sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı.
Yol kenarında gördüğü bir incir
ağacına yaklaştı. Ağaçta yapraktan
başka bir şey bulamayınca ağaca,
"Sonsuza dek artık meyve vermeyesin!"
dedi. İncir ağacı hemen o anda kurudu.
Öğrenciler
bunu görünce şaşkına döndüler. "İncir
ağacı birdenbire nasıl kurudu?"
diye sordular.(Matta 21:18-20)
|
Ertesi
gün Beytanya'dan çıktıklarında İsa
acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış
bir incir ağacı görünce üzerinde
belki incir bulurum diye yaklaştı.
Ağacın yanına vardığında yapraktan
başka bir şey bulamadı. Çünkü incir
mevsimi değildi. İsa ağaca, "Artık
senden hiç kimse bir daha meyve
yemesin!" dedi. Öğrencileri
de bunu duydular.
Sabah
erkenden incir ağacının yanından
geçerlerken, ağacın kökten kurumuş
olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan
Petrus, "Rabbî, bak! Lanetlediğin
incir ağacı kurumuş!" dedi.
(Markos 11:12-14, 20-21)
|
Ağaç çok kısa zaman içerisinde kurudu, fakat
Markos'ta açıkça belirtildiğine göre İsa'nın
ağacı lanetlediğinden sonraki gün öğrenciler
kurumuş olduğunu görünce İsa'ya sordular.
Matta'da hikâye özetlenip kısaltılmıştır.
Bu Matta'da sık sık rastlanan bir nitelik
olup, orada bulunan hikâyelerin sürekli
zamandizine göre değil ama bazen konulara
göre düzenlenmiş olduğu görülmektedir. (Örneğin:
Matta 9:18-26'i Markos 5:21-43'le karşılaştırın.)
Markos 11:12-14 ile 20-24'teki iki ayrı
gün oluşan olay Matta 21:18-22'de ait olduğu
tek konuya göre birleştirilmiştir. Matta
21:20'deki "Öğrenciler bunu görünce"
ifadesi ertesi günle ilgilidir. Ama önemli
olan ağacın İsa'nın sözü üzerine çabucak
kurumuş olmasıdır.
Bunun
için "ağacın suçu neydi?" sorusu
daha esaslıdır. Tabii ki ağacın suçu yoktu.
Fakat ikiyüzlü din adamlarının suçu vardı.
İşte bu hareketle İsa onları gözle görülür
bir şekilde ikaz ediyordu. İncir ağaçları
genellikle meyvesi çıktığı zaman veya biraz
sonra bile yapraklanırmış. İncir mevsimi
olmadığı için İsa bu nadir yapraklı ağaca
yaklaştı. Yaprakları olması meyvesi olduğunu
da ilan ediyordu. Fakat ilan ettiği şey
yalandı. Meyvesi yoktu. Bunun için meyvesi
olduğunu ilan eden fakat meyvesiz olan bu
ağacı İsa lanetledi.
Kutsal
Kitap'ta incir ağacı İsrail oğullarını simgeleyen
bir semboldur (Bkz. Yeremya 24:1-8; Hoşea
9:10; Nahum 3:12). Allah'ın onlardan beklediği
de "iyi incirler"di, yani sevgi,
doğruluk, sadakat, dolu olmak gibi. İsa
da Kendisiyle İsrail'le ilgili şu benzetmeyi
açıklamıştı: "Adamın birinin bağında
dikilmiş bir incir ağacı varmış. Adam gelip
ağaçta meyve aramış, ama bulamamış. Bağcıya,
'Bak' demiş, 'ben üç yıldır gelip bu incir
ağacında meyve arıyorum, bulamıyorum. Onu
kes. Toprağın besinini neden boş yere tüketsin?'"
(Luka 13:6-9). İsa, İsrail ağacının sahibi
olarak üç yıl boyunca meyve aradıktan sonra
son kere Kudüs'e geldi. Varır varmaz tapınağa
gitti, her tarafı gözden geçirerek "meyve"
durumunu yokladı (Markos 11:11). Tapınakta
gözüne çarpan, dua edenler yerine satıcılardı.
Ertesi gün Kudüs'e dönerken meyvesiz incir
ağacını lanetledi (Markos 11:12-14). Ondan
hemen sonra tapınağa gidip satıcıları tapınaktan
kovmaya başladı (Markos 11:15-19).
İşte
İsa'nın lanetlediği bol yapraklı ama meyvesiz
ağaç ibretinin anlamı çok açıktır. İsa,
kendilerini Tanrı'ya çok meyve verenler
olarak gösteren ikiyüzlü din adamlarını
lanetliyor, onları İsrail ağacının pek yakında
kesileceği hakkında uyarıyordu. Matta 23'teki
İsa'nın tekrarladığı "Vay halinize
ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler!"
sözlerine bakınız. Sayın Yüksel'in kitabında
alıntı yaptığı Delhi'li yazar, alakası olmayan
saçma sapan yorumlarıyla İsa'nın yaptıklarından
hiçbir şey anlamadığını ortaya koymuş bulunuyor.
Sakınsınlar da, Kudüs'teki din bilginlerinin
uğradığı mahkûmiyete uğramasınlar.
39.
"Horoz kaç kere öttü?"
"Sana
doğrusunu söyleyeyim" dedi
İsa, "bu gece horoz ötmeden
sen beni üç kez inkâr edeceksin."(Matta
26:34)
İsa,
"Sana şunu söyleyeyim, Petrus,
bu gece horoz ötmeden sen beni
tanıdığını üç kez inkâr edeceksin"
dedi.(Luka 22:34)
İsa
şöyle cevap verdi: "Benim
için canını mı vereceksin? Sana
doğrusunu söyleyeyim, horoz ötmeden
sen beni üç kez inkâr edeceksin."(Yuhanna
13:38)
|
"Sana doğrusunu söyleyeyim"
dedi İsa, "bugün, bu gece,
horoz iki kez ötmeden sen beni üç
kez inkâr edeceksin." (Markos
14:30)
|
Markos'ta
yazıldığı gibi horoz iki kere öttü. Markos
Petrus'un yardımcısıydı ve özellikle Petrus'la
ilgili olaylara daha ayrıntılı bir şekilde
tanıklık etmektedir. Horoz ilk kez öttüğünde
Petrus aldırmamış tövbe etmemişti. Ancak
ikinci kez öttüğünde İsa'nın dediğini hatırladı
ve hüngür hüngür ağlayarak tövbe etti. Aslında
bir fark yoktur. "Yemeye çağıran zil
çalmadan önce yetişin" ile "zil
ikinci kez çalmadan önce yetişin" ifadeleri
arasındaki fark gibidir. Birisi sadece biraz
daha ayrıntılı olarak açıklıyor.
40.
"Haç'ı kim taşıdı? Simun mu, İsa mı?"
Askerler
İsa'yı götürürken, kırdan gelmekte
olan Simun adında Kireneli bir adamı
yakaladılar, çarmıhı sırtına yükleyip
İsa'nın arkasından yürüttüler. (Luka
23:26) |
Askerler İsa'yı alıp götürdüler.
İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası
- İbranicede Golgota - denilen yere
çıktı.(Yuhanna 19:17) |
Bizi
çok seven ve Kendini uğrumuza feda eden
Kurtarıcımız İsa haçı taşıdı. Zalimce dövülüp
kamçılandığı halde, İsa yine de vali konağından
Kudüs şehir kapısına kadar çarmıhını taşıyarak
"dışarı" çıkabildi (Yuhanna 18:28
ile Markos 15:20'ye bkz.). Orada zayıflığı
ve kan kaybedişinden dolayı İsa çökünce
askerler "kırdan gelmekte olan Simun
adında Kirenli bir adama ...İsa'nın çarmıhını
zorla taşıttılar (Markos 15:21). Ondan sonra
"İsa'yı Golgota, yani Kafatası denilen
yere götürdüler" (Markos 15:22).
Yuhanna
neden Simon'u ele almıyor? Çünkü bu ayrıntı
Yuhanna İncili'nin amacına uygun değildi
(Bkz. VII. Bölüm - "İncil mi İnciller
mi?). İsa'nın çarmıhtaki ölümüne, O'nun
kararlılığı ve Baba'sına olan itaatkârlığı
açısından bakmak mümkündür. Ayrıca ölümüne
O'nun çektiği acılar ve verdiği mücadele
açısından bakmak da mümkündür. Her iki perspektif
de doğrudur ve ikisi de her iki İncil'de
de öğretilmektedir. Fakat Yuhanna özellikle
Baba'nın egemen planına ve Oğul'un söz dinlemesine
ağırlık vermektedir.
41.
"Yahuda İsa'yı öptü mü, öpmedi mi?"
İsa
daha konuşurken, Onikilerden biri
olan Yahuda geldi. Yanında, başkâhinlerle
halkın ihtiyarları tarafından gönderilmiş
kılıçlı sopalı büyük bir kalabalık
vardı. İsa'yı ele veren Yahuda,
"Kimi öpersem, İsa O'dur, O'nu
tutuklayın" diye onlarla sözleşmişti.
Dosdoğru İsa'ya gidip, "Selam,
Rabbî*!" diyerek O'nu öptü.
İsa
ona, "Arkadaş, bunun için mi
geldin?" dedi. Bunun üzerine
adamlar yaklaştı, İsa'yı yakalayıp
tutukladılar. (Matta 26:47-50)
İsa'yı
ele veren Yahuda, "Kimi öpersem,
İsa O'dur. O'nu tutuklayın, güvenlik
altına alıp götürün" diye onlarla
sözleşmişti. Gelir gelmez İsa'ya
yaklaştı, "Rabbî" diyerek
O'nu öptü. Onlar da İsa'yı yakalayıp
tutukladılar.(Markos 14:44-46)
İsa
daha konuşurken bir kalabalık çıkageldi.
Onikilerden biri, Yahuda adındaki
kişi, kalabalığa öncülük ediyordu.
İsa'yı öpmek üzere yaklaşınca İsa
ona, "Yahuda" dedi, "İnsanoğlu'nu
bir öpücükle mi ele veriyorsun?"(Luka
22:47-48) |
Böylece
Yahuda, yanına bir bölük askerle
başkâhinlerin ve Ferisilerin gönderdiği
görevlileri alarak oraya geldi.
Onların ellerinde fenerler, meşaleler
ve silahlar vardı. İsa, başına geleceklerin
hepsini biliyordu. Öne çıkıp onlara,
"Kimi arıyorsunuz?" diye
sordu. "Nasıralı İsa'yı"
diye karşılık verdiler.
İsa
onlara, "Ben'im" dedi.
O'nu ele veren Yahuda da onlarla
birlikte duruyordu. (Yuhanna
18:3-5) |
Yahuda
İsa'yı öptü. Bir kez daha söylemek gerekirse,
İsa'yla ilgili İncil'i yazıya geçiren dört
tanığa vahyeden Tanrı'nın Kutsal Ruh'u,
kendi amaçlarına göre hikâyenin ayrıntılarını
ya dahil etti ya da etmedi. Böylece Yuhanna'da
Yahuda'nın İsa'yı öpücükle ele verdiği ayrıntısı
yer almıyor. Çünkü orada özellikle İsa'nın,
canını kendiliğinden verebilme yetkisi ve
O'nun kimliği - "kimi arıyorsunuz...
Ben'im" - vurgulanmaktadır. Yine de
ayet 5'teki "O'nu ele veren Yahuda
da onlarla birlikte duruyordu" ifadesiyle
Yahuda'yı suçsuz bırakmamaktadır.
42.
"Yahuda İsa'yı neden öptü?"
İnsanoğlu,
kendisi için yazılmış olduğu gibi
gidiyor, ama İnsanoğlu'nu ele verenin
vay haline! O adam hiç doğmamış
olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu."O'nu
ele verecek olan Yahuda, "Rabbî,
yoksa beni mi demek istedin?"
diye sordu.
İsa
ona, "Söylediğin gibidir"
karşılığını verdi.(Matta
26:24-25) |
İsa'yı
ele veren Yahuda, "Kimi öpersem,
İsa O'dur, O'nu tutuklayın"
diye onlarla sözleşmişti. Dosdoğru
İsa'ya gidip, "Selam, Rabbî*!"
diyerek O'nu öptü.(Matta
26:48-49) |
Ne
saçma bir soru! Yahuda, İsa'yı ya da on
bir öğrencisini düşünerek O'nu öpmedi ki!
Karanlıkta İsa'yı tanımayacak olan kalabalığa
bir işaret vermek gereğini duydu ve öpücük
işaretini seçti. Bu kadar. Yine de bu, onun
İsa'yı ele vermesinin ne kadar acı ve keskin
bir şey olduğunu ortaya koyuyor. O toplumda
birini öpmek, bugünkü doğu ülkelerde olduğu
gibi bir dostluk işaretidir. Bu olayı yüzyıllar
önceden bildiren ilgili Mezmur'un sözleri
Yahuda'nın verdiği sahte sevgi işaretiyle
gerçekleşti: "Sevgime karşılık bana
hasım oldular; Ben ise, dua etmekteyim.
Ve iyiliğe karşı bana kötülük, Ve sevgime
karşı nefret ettiler" (Mezmur 109:4-5).
43.
"Haydutların akıbeti?"
"Tanrı'ya
güveniyordu; Tanrı O'nu seviyorsa,
kurtarsın bakalım! Çünkü, 'Ben Tanrı'nın
Oğluyum' demişti." İsa'yla
birlikte çarmıha gerilmiş olan haydutlar
da O'na aynı şekilde hakaret ettiler.
(Matta 27:43-44) |
Çarmıhta
asılı duran suçlulardan biri O'na,
"Sen Mesih değil misin? Haydi,
kendini de bizi de kurtar!"
diye küfür etti.
Ne
var ki, öbür suçlu onu azarladı.
"Sende Tanrı korkusu da mı
yok?" diye karşılık verdi.
"Sen de aynı cezayı çekiyorsun.
Nitekim biz haklı olarak cezalandırılıyor,
yaptıklarımızın karşılığını alıyoruz.
Oysa bu adam hiçbir kötülük yapmamıştır."
Sonra, "Ey İsa, kendi egemenliğine
girdiğinde beni an" dedi.
İsa
ona, "Sana doğrusunu söyleyeyim,
sen bugün benimle birlikte cennette
olacaksın" dedi.(Luka
23:39-43) |
Onlar
saatlerce İsa'nın yanında çarmıhta asılıydılar.
Böylece kendi durumlarını ve öldükten sonra
nereye gideceklerini düşünmek için yeterli
zamanları vardı. İlk önce her iki haydut
İsa'ya sövdü. Daha sonra birisinin alaylı
bir biçimde "Sen Mesih değil misin?"
deyişi üzerine, artık İsa'nın suçsuzluğu
karşısında kendi günahlılığını anlamış olan
diğer haydut, Allah'tan korkmaya başladı.
Bunu ve İsa'nın gerçekten yücelik içinde
geri gelecek olan Mesih olduğunu itiraf
üzerine, Luka İncili değil (!), Mesih Kendi
yetkisiyle onu akladı ve cennete layık kıldı.
Bunu da kendini kurban olarak sunmakla sağladığı
fidye ya da kefaret sayesinde yaptı. Bu
kurtuluşa, haydutun yaptığı gibi, kendini
cehenneme layık kabul ederek, İsa'nın merhametine
sığınan herkes kavuşabilir.
44.
"Kabirlerden çıkan cinliler kaç kişiydi?"
İsa
gölün karşı yakasında Gadaralıların
memleketine vardığında, cine tutsak
iki kişi mezarlık mağaralardan çıkıp
O'nu karşıladı. Bunlar öyle tehlikeliydi
ki, o yoldan kimse geçemiyordu.(Matta
8:28) |
İsa
kayıktan iner inmez, kötü ruha tutsak
olan bir adam mezarlık mağaralardan
çıkıp O'nu karşıladı. (Markos
5:2)
İsa
karaya çıkınca, kentten bir adam
O'nu karşıladı. Cinlere tutsak olan
ve uzun zamandan beri giysi giymeyen
bu adam evde değil, mezarlık mağaralarda
yaşıyordu.(Luka 8:27)
|
İki kişiydi. Lütfen soru
35'teki ikinci paragrafa bakınız.
45.
"İsa'yı kaç kişi kefenledi ve kabre
koydu?"
Yusuf
cesedi aldı, temiz keten beze sardı,
kayaya oydurmuş olduğu kendi yeni
mezarına yatırdı. Mezarın girişine
büyük bir taş yuvarlayıp oradan
ayrıldı. (Matta 27:59-60)
Yusuf
da keten bez satın aldı, cesedi
çarmıhtan indirip beze sardı ve
kayadan oyulmuş bir mezara yatırarak
mezarın girişine bir taş yuvarladı.(Markos
15:46)
Yusuf,
Pilatus'a gidip İsa'nın cesedini
istedi. Cesedi çarmıhtan indirip
keten beze sardı ve daha hiç kimsenin
konulmadığı, kayaya oyulmuş bir
mezara yatırdı. (Luka 23:53)
|
Bundan
sonra Aramatyalı Yusuf, İsa'nın
cesedini kaldırmak için Pilatus'a
başvurdu. Yusuf, İsa'nın öğrencisiydi,
ama Yahudilerden korktuğundan bunu
gizli tutuyordu. Pilatus izin verince,
Yusuf gelip İsa'nın cesedini kaldırdı.
Daha önce geceleyin İsa'nın yanına
gelmiş olan Nikodim de otuz litre
kadar karışık mür ve sarısabır özü
alarak geldi. İkisi, İsa'nın cesedini
alıp Yahudilerin gömme geleneğine
uygun olarak onu baharatla keten
bezlere sardılar. İsa'nın çarmıha
gerildiği yerde bir bahçe, bu bahçenin
içinde de henüz hiç kimsenin konulmadığı
yeni bir mezar vardı. O gün Yahudilerin
Hazırlık günüydü. Mezar da yakın
olduğundan İsa'yı oraya koydular.
(Yuhanna 19:38-42) |
İki
kişi. Aslında kabrin sahibi Aramatyalı Yusuf'tu.
İsa'nın cesedini çarmıhtan kaldırmak için
Pilatus'a başvuran da oydu (Yuhanna 19:38).
Yani hikâyedeki önemli insan Yusuf'tu. Fakat
Yuhanna'da Nikodim'in hikâyesi de izlenmekte
olduğu için (3:1-10; 7:50-52), sonunda İsa'ya
tamamen inanan bir izleyici olup böylece
Yusuf'a yardım ettiği ayrıntısı eklenmektedir.
Bu şekilde korkudan İsa'ya inandıklarını
açıkça söylemekten çekinen inanlılar da
cesaret alabilirler.
46.
"Mezarda kaç melek gördüler?"
Sept
gününü izleyen haftanın ilk günü,
tan yeri ağarırken, Mecdelli Meryem
ile öbür Meryem mezarı görmeye gittiler.
Ansızın büyük bir deprem oldu. Rab'bin
bir meleği gökten indi ve mezara
gidip taşı bir yana yuvarlayarak
üzerine oturdu. Görünüşü şimşek
gibi, giysileri ise kar gibi bembeyazdı.
(Matta 28:1-3)
Mezara
girip sağ tarafta beyaz bir kaftan
giyinmiş genç bir adamın oturduğunu
görünce çok şaşırdılar .(Markos
16:5) |
Onlar
bu durum karşısında şaşırıp kalmışken,
şimşek gibi parıldayan giysilere
bürünmüş iki kişi yanlarında beliriverdi.(Luka
24:4)
Meryem
ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu.
Ağlarken eğilip mezarın içine baktı.
Beyazlara bürünmüş iki melek gördü;
biri İsa'nın cesedinin yattığı yerin
başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu.(Yuhanna
20:11-12) |
Matta,
Markos, Luka ve Yuhanna kitaplarında, birinde
tek kişi görünürken diğerlerinin paralel
bir bölümünde bir veya iki kişi daha bulunduğu
ondan fazla olay vardır (Bkz. Soru 35, 44
ve 45). Daha önce belirtiğimiz gibi bunun
gibi ayrıntıların dahil edilip edilmemesi
söz konusu olan Rab'bin İncil'de öngürdüğü
amacına bağlıdır. Özetle bu muhteşem olayda,
en azından iki melek yer alıyordu.
Yuhanna'da
kadınlardan sadece Mecdelli Meryem'in (İsa'nın
annesi olan değil) mezarda bulunduğu konusuna
gelince, Yuhanna'da İsa'nın dirilişi, özellikle
Meryem'in açısından açıklanır. Bunun için
diğer kadınlara önem verilmiyor. Buna rağmen
Yuhanna 20:2'deki "Rab'bi mezardan
almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz"
çoğul ifadesi diğer kadınları açıkça dahil
etmektedir.
47.
"İncil'deki katmalar ve çıkartmalar..."
Matta
17:21; 18:11; 23:14;
Markos
7:16; 9:44-46; 11:26; 15:28; 16:9-20;
Luka
17:36; 23:17;
Yuhanna
5:4; 8:11; 9:35;
Elçilerin
İşleri 8:37; 15:34; 24:7; 28:29;
Sayın
Yüksel, yukarıdaki örneklerin İncil'in değiştirildiği
hakkındaki suçlamasını desteklediğini iddia
etmektedir. II. Bölümde bu suçlamaya yanıt
vermiştik (s. 76-88), ama yanıtımızı genişletmemiz
yararlı olabilir. Mesih İnanlı bilginler
yukarıdaki ayetlerin hepsini ve bu tür "farklılıkları"
dikkatle etüt etmişlerdir. Tabii ki burada,
İncil'in binlerce dile yapılan çok sayıda
çevirisinden söz etmiyoruz. Günümüzde etüt
edilmeye açık olan antik Yunan elyazmalarının
güvenilirliğini dikkate alıyoruz.
İlk
önce, "antik kayıtların insanı şaşırtan
biçimde aynı oluşunu" hatırlamalıyız.11
"Metinsel tartışma, İncil'in sözlerinin
binde birini bile etkilemez. Dahası, şu
ya da bu metnin okunmasıyla hiçbir yerleşmiş
öğreti şüpheyle sorgulanamaz."12 İncil'e
sağlam bir güvenle yaklaşabiliriz.
Ancak,
soru hâlâ var olmaya devam etmektedir: Farklı
Yunanca elyazmalarındaki yüzlerce küçük
farklılığı nasıl açıklayabiliriz? Bu "çelişkiler",
değişik sözler, tabirler ve iki paragraftan
oluşur, ki bunlar (1) bazı elyazmalarında
var, bazılarında yoktur, ya da (2) farklı
elyazmalarında bazı şekillerde farklılık
gösterirler.
Aşağıdaki
noktalar tatmin edici bir yanıt sağlarlar.
Hiç olmazsa Kutsal Kitap'a, "insan
sözü olarak değil, gerçekte olduğu gibi
Tanrı sözü olarak" (I. Sel. 2:13) yaklaşanlar
için böyle olmalıdır. Rab'bin söylediği
şu söz çok anlamlıdır, "Eğer bir kimse
Tanrı'nın isteğini yerine getirmek istiyorsa,
bu öğretişin Tanrı'dan mı olduğunu, yoksa
kendiliğimden mi konuştuğumu bilecektir"
(Yuh. 7:17).
1.Orijinal
Kutsal Kitap ayetleri "Tanrı esinidir"
(II. Tim. 3:16) ve bu yüzden içlerinde hiç
bir hata ve eksik yoktur. "Çünkü hiçbir
peygamberlik sözü insanın isteğinden kaynaklanmadı.
İnsanlar Kutsal Ruh'ça yönetilerek Tanrı'nın
sözlerini ilettiler" (II Pet. 1:21).
Bu dökümanlar şüphesiz nispeten narin papirüs
tomarları ya da yapraklarına yazılmışlar
(o zaman kağıt olarak kullanılan madde),
ve nispeten erken bir zaman içinde kaybolmuşlardı.
2.İnanlılar
bu orijinal yazıları bundan sonraki dört
yüzyıl boyunca elle papirüse, sonra da parşömen
kağıda geçirmişlerdir. Bu kopyalar Roma
İmparatorluğunun çeşitli yerlerine yayılmışlardır.
Böylesine uzun dökümanların elle yazılması
yorucu bir iştir ve bazı yanlışlıklar kaçınılmazdır.
Bunları kopya edenler birbirlerine benzeyen
harfleri karıştırabilirler, yerlerini değiştirebilirler,
ya da aralarındaki metni atlayarak tekrar
edilen bir sözcükten ötekine geçebilirler.
Kopya etmekte olduğu elyazmasının kenarındaki
bir yazıyı metnin bir kısmı olarak metne
dahil etmiş olabilirler. İyi niyetli bir
yazıcı elyazmasına gramerini ya da anlamadığı
bir noktayı "düzelterek" kasıtlı
değişiklikler ekleyebilir. Sonuç olarak,
kopya etme işlemi büyük bir dikkat ve saygıyla
yapıldığı halde, bu elle kopya edilen elyazmalarında
çok sayıda küçük çelişkiler bulmaktayız.
Bu yazıcılar, yaptıkları işin kutsallığının
ve Sayın Yüksel tarafından aktarılan Esinleme
22:18-19 ayetleri gibi, Tanrı'nın sözünü
değiştirip bozmak hakkındaki Kutsal Kitap
uyarılarının farkındaydılar.
3.Elimizde
ne vardır? "Matbaa makinesi 15'inci
yüzyıla kadar keşfedilmediği için Yunanca
İncil'in metni bize çeşitli elyazmalarıyla
erişmiştir."13 Bunlar Avrupa, Kuzey
Afrika, ve Orta Doğunun her tarafından toplanmışlardır.
"İncil'in metni için elyazmasal kanıtlar
herhangi bir antik eserinkinden çok çok
daha boldur...Yunanca metnin tamamı ya da
parçalarının, hemen hemen beş bin elyazması
vardır...Latincede sekiz bin elyazması vardır,
ve ek olarak diğer antik çevirilerden de
bin tane vardır. Bu elyazmaları arasında,
orijinalden bir yüzyıldan fazla kadar bile
olmadan, İncil'in çok büyük parçalarını
içeren, ve İncil'in kitaplarının orijinal
olarak yazılmasından üç yüzyıl içinde kopya
edilen (iki tane neredeyse tamam İncil nüshası
dahil) elli ya da daha çok elyazması vardır."14
4.Bu
belgelerden, orijinallerinde tam tamına
ne yazılmış olduğunu çok yakın bir şekilde
anlayabiliriz. Süreç, başkanın konuşmasının
tam metninin ne olduğunu anlamak için odadaki
gazeteciler grubunun aldıkları notları kıyaslama
işine benzer. Bir gazetecinin yazamadığı
ya da yanlış yazdığı bir şey diğerlerinin
notlarından anlaşılabilir. "Orijinaline
olabileceği kadar yaklaşmak için çeşitli
elyazmalarının kopyalarının etüdü, ve onların
her birinin değerini belirleme, Metinsel
Eleştiri bilimini oluşturur."15 Üzerlerinde
gerçek bir soru işareti olan bölümler çok
çok azdır.
Sonuç
olarak, söz konusu çelişkilerin
hemen hemen hiçbir istisna olmaksızın Kutsal
Kitap ayetlerinin elle kopya edilmesinin
sonucu olan küçük hatalar olduklarını
söyleyebiliriz. Kutsal bir Tanrı'nın önündeki
dürüstlük, bunların hiçbirinin gözardı edilmemesini
gerektirir. Yine de, binlerce elyazmasının
dikkatle incelenmesi, günümüzde çeviride
kullanılan Yunanca metnin esinlendirilmiş
orijinaline çok çok yakın olduğunu kanıtlar.
Sonuç olarak bu, "Kutsal Kitap ayetlerinin
gerçek olduğunun kanıtını kuvvetlendirmiştir
ve gerçek bir dürüstlükle elimizde Tanrı'nın
gerçek Sözü olduğundan emin olabiliriz."16
Bundan
öte araştırma için metnin günümüze gelişi
hakkındaki nota bakınız (sayfa 138-140).
48."Baba
ve Oğul!"
Başlangıçta
Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi
ve Söz Tanrı'ydı. ...Söz insan olup
aramızda yaşadı. Biz de O'nun yüceliğini,
Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle
dolu olan biricik Oğul'un yüceliğini
gördük.(Yuhanna 1:1, 14)
|
Ben
ve Baba biriz. (Yuhanna
10:30) |
Kutsal
Kitap'ın başından sonuna kadar bu gerçek
bulunmaktadır. Allah'ın, kendi ezeli-ebedi
Söz'ü ve Ruh'u Tevrat'ın ilk ayetlerinde
bile görülür: "Başlangiçta Allah gökleri
ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu;
ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı;
ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket
ediyordu. Ve Allah dedi: 'Işık olsun'; ve
ışık oldu" (Tekvin 1:1-3). Allah tektir,
fakat bu teklik bir hücreninki gibi basit
bir teklik değildir. Bunun en iyi örneği
(bu konuda örnek kullanabilirsek) Allah'ın
benzeyişine göre yaratılan insanın kendisidir.
Bedeni, canı ve ruhu olmakla birlikte insan
tektir, değil mi? Buna benzer ama akıl ermez
derecede daha yüksek bir şekilde Allah'ın
Özü, Sözü ve Ruhu vardır.
Bu
konunun cevabını üç paragraf içinde açıklamak
denizi bir kovaya sığdırmak kadar imkânsızdır.
Gerçekten ilgilenen kişiler başka kaynaklara
başvurabilir.17 Ama en azından şöyle özetlemeye
çalışalım. Allah'ın değişmez Kitap'ının
açık ve orijinal öğretişine göre O'nun Sözü
(Kelamullah) ezelden beri O'nun özünden
"doğmak"tadır. Bunun için Allah'a
"Baba" ve Söz'e "Oğul"
terimleri kullanılmaktadır. Allah'ın Sözü,
Özü kadar ezelidir. Kutsal Ruh ise başmelek
Cebrail (!) değil, Allah'ın Kendi Ruhudur
(Ruhullah). O da ezeli-ebedidir. Ezeli Söz/Oğul
iki bin yıl önce yüceliğinden soyunarak
bakire Meryem'in rahminden doğdu. Oğul,
İsa diye bildiğimiz insan oldu ve lütuf
ve gerçekle dolu olarak aramızda yaşadı,
ölüleri diriltmek kadar büyük ve sayısız
mucizeler yaptı, çarmıhta gönüllü ve günah
bağışlatan kurban olarak öldü, gömüldü,
ve üçüncü gün ölümü yenerek dirildi. Allah
böylece bu İsa'yı hem Rab hem Mesih yaptı.
İşte İncil denen Müjde budur ve biz "Müjde'den
utanmıyoruz. Bu, iman eden herkesin kurtuluşu
için Tanrı'nın gücüdür" (Romalılar
1:16).
İncil'de
okuduğumuz gibi "Kuşkusuz, Tanrı yolunun
sırrı büyüktür. O, bedende göründü!"
(I. Timoteyus 3:16). Fakat şüphesiz Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh'un bir tek Tanrı olması
gerçeği Kutsal Kitap'ın asıl gerçeğidir.
49.
"Allah 'Üçlük' Allahı mıdır?"
Önceki
soruya bakınız. Ama orada dediklerimize
iki nokta eklememiz yerinde olur:
1)
Sayın Yüksel, "bu doktrin, ne İbranî
peygamberleri, ne de Hristiyan resulleri
tarafından biliniyordu." diyor. Peki
aşağıda iki ayet vereceğiz. Birincisi, İbranî
peygamberi olan Yeşaya aracılığıyla verilen
bir ayettir. Bakalım, bu doktrin biliniyor
mu yoksa bilinmiyor muydu?
"Ey
Yakub, ve çağırdığım İsrail, beni dinle:
Ben O'yum; ilk benim, son da benim. Evet,
yerin temelini benim elim koydu, ve gökleri
sağ elim yaydı; ben onları çağırınca, birlikte
dikilip dururlar...Bana yaklaşın, bunu dinleyin:
Başlangıçtan beri gizlice söylemedim; vaki
olduğu zamandan beri ben oradayım;
ve şimdi Rab Yehova (Baba)
ve onun Ruhu (Kutsal Ruh)
beni (Söz) gönderdi."
(Yeşaya 48:12-13, 16)
Bir
İbranî peygamberinin yazıya geçirdiği bu
ayetlerde Üçlü Birlik açıkça görülür. Gelelim
Yeni Ahit'e. Kutsal Ruh'un Havari Matta
aracılığıyla verdiği şu ayete bakalım:
İsa
yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi:
"Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana
verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları
öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla(tek
ad!) vaftiz edin. Size buyurduğum her şeye
uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın
sonuna dek her an sizinle birlikteyim"
(Matta 28:18-20).
Bundan
daha açık bir ifade olamaz. Bunun gibi pek
çok ayet sıralamak mümkündür. Sonuç olarak
şunu açıkça diyebiliriz ki, Üçlübirlik
Gerçeği hem İbranî peygamberleri, hem de
Hristiyan resulleri tarafından biliniyordu.
2)
Sayın Yüksel, bu gerçeğin "bir sır"
olduğunu kabul etmemizden alaylı bir şekilde
bahsetmektedir. Fakat İncil'de böyle bir
tavırla ilgili olarak şöyle yazılır: "Bu
kişiler anlamadıkları her şeye sövüyorlar...
Vay bunların haline! Çünkü Kabil'in yolundan
gittiler" (Yahuda 10-11). Acaba "Kabil'in
yolu" neydi? Kabil, Allah'ın saptamış
olduğu kurban yoluyla kurtuluş planını anlamadan
kendi doğruluğunu yerleştirmeye çalışarak
Rab'be kuzu değil, toprağın ürününden bir
adak getirdi. Fakat Allah onu kabul etmeyince
Kabil istenen kuzuyu getiren kardeşi Habil'e
kızdı ve sonunda onu öldürerek ilk katil
oldu. Aynı şekilde değerli Müslüman arkadaşlarımız
ne Allah'ın Üçlü Birliğini ne de O'nun Mesih'inin
kurban olarak çarmıhtaki ölümü sayesinde
sağladığı kurtuluş müjdesini anladıkları
için bu yüksek gerçeklere sövüyorlar. Bu
konuda Allah şöyle der: "Benim düşüncelerim
sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız
benim yollarım değil, Rab diyor. Çünkü gökler
nasıl yerden yüksekse, yollarım sizin yollarınızdan,
ve düşüncelerim sizin düşüncelerinizden
öyle yüksektir" (Yeşaya 55:8-9).
Kutsal
Kitap'ta böylesine açıkça belirtilen yüce
gerçekleri anlamadığımız zaman onlara sövmektense
kendimizi alçaltarak gerçeği anlayabilmek
için Rab'be yalvarmak gerekir. Bu şekilde
yaklaşanlara Rab'bin sözü şudur: "Yüksek
ve yükselmiş, ebediyette sakin ve ismi Kutsal
olan şöyle diyor: Ben yüksek ve mukaddes
yerde otururum, ve alçak gönüllülerin ruhunu
diriltmek için, ve alçak gönüllü adamla
beraberim. RAB diyor, ben düşküne, ve ruhu
kırık olana, ve sözümden titriyen adama
bakarım" (Yeşaya 57:15; 66:2)
50.
"Apandisit ameliyatı!" (I. Yuhanna
5:7)
Bazı
İngilizce tercümelerde bulunan "Çünkü
gökte şehadet edenler üçtür: Baba, Kelime
ve Ruh-ul Kudüs; ve üçü mutabıktır"
ifadesi, ancak dört veya beş Grekçe nüshada
bulunur (Bkz. Soru 47). Bunlar da pek eski
sayılmaz. Kesinlikle orijinal İncil'de değildi.
Bu yüzden de tercümelerin büyük çoğunluğunda
bu ifade bulunmaz.
O
zaman nereden çıktı? Büyük bir ihtimalle
nüshayı elle kopya eden bir din adamı kendi
yorumunu eklemiş. Bütün İncil'in zaten doğruladığı
üçlü birlik gerçeğini özetleyen bu ifadeyi,
bulunduğu ayetlerin yanına ya da altına
yazmış olabilir. Ondan sonra o nüshayı kopya
eden başka biri, ifadeyi orijinal sanıp
metne eklemiş. Fakat bugün mevcut olan binlerce
eski nüshayla karşılaştırınca onun orijinal
olmadığını biliyoruz.
Dipnotlar
konusuna gelince Sayın Yüksel'in Hristiyanların
bu olayı gizlemeye çalıştığını yazmasına
gerçekten şaşıyoruz. İddiasının tam tersine,
bu ifadenin orijinal olmadığı gayet açık
bir şekilde çevirilerin dipnotlarında belirtilir.
Aslında bu tür farklılıkların hâlâ nüshalarda
bulunması kimsenin onları toplayıp "düzelt"mediğini
açıkça göstermektedir.
51.
"İsa Hıristyanların inandığı gibi Rab
olsa idi..." (Markos 10:18; 13:32;
Yuhanna 1:18)
Bizce
eğer Sayın Yüksel İncil'e böyle başvuracaksa
o zaman İncil'deki kavramları biraz da olsa
bilmek zorundadır. Onun başvurduğu üç ayet,
çok derin fakat aynı zamanda açık bir gerçeğe
değinmektedir. O da, İsa Mesih'in ikili
benliğidir. Yani Mesih hem %100 Tanrı özüne
sahip, hem de %100 insan özüne sahiptir.
Tanrı'nın Oğlu olarak ezelden beri sahip
olduğu tam Tanrılığına, Meryem'in oğlu olarak
doğduğu zaman tam insanlığı ekledi. Böylece
de Tanrı ile insanlar arasında tek Aracı
oldu (Bkz. I. Timoteyus 2:5). İncil bu yüce
olayı şöyle özetler:
"Mesih,
Tanrı özüne
sahip olduğu halde, Tanrı'ya eşitliği sımsıkı
sarılacak bir hak saymadı. Ama yüceliğinden
soyunarak kul özünü aldı
ve insan benzeyişinde doğdu. İnsan biçimine
bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme
bile boyun eğip kendini alçalttı" (Filipililer
2:6-8).
İşte
bu, görünüşte var olan "çelişkiler"
aslında hiç çelişki değildirler. Kimi ayetler
Mesih'e "Tanrı özü" açısından
kimi ise O'nun "kul özü" açısından
bakmaktadırlar. Ancak Mesih'in taşımakta
olduğu bu iki nitelikten birini unuttuğunuzda
size öyle görünebilir. Şimdi Sayın Yüksel'in
verdiği ayetlere gelelim:
1)"İsa
yola çıkarken, biri koşarak yanına geldi.
Önünde diz çöküp O'na, "İyi öğretmenim,
sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?"
diye sordu. İsa ona, "Bana neden iyi
diyorsun?" dedi. "İyi olan tek
biri var, O da Tanrı'dır." (Markos
10:18)
Bu
ifadeyi okurken vurgu çok önemlidir, çünkü
İsa "BANA neden iyi
diyorsun?" değil, "Bana NEDEN
iyi diyorsun?" diye soruyordu. Yani
adam İsa'ya "İyi öğretmenim" olarak
seslendi. Fakat İsa'nın gerçekten kim olduğunu
hiç bilmiyordu. Adam'a "iyi" sıfatının
aslında ancak Tanrı'ya ait olduğunu açıklıyordu.
Kendisinin iyi olmadığını söylemiyordu ki!
İncil'in başka yerlerinde İsa şöyle söylemektedir:
"İyi Çoban Ben'im" (Yuhanna 10:11).
Hz. Davut, Zebur diye bilinen Mezmurlar'ında
diyor ki: "RAB çobanımdır;
benim eksiğim olmaz." (Mezmur 23:1).
Tevrat'ta da şöyle yazılıdır: "Yeruşalime
müjde getiren, sesini kuvvetle yükselt;
yükselt, korkma; Yahuda şehirlerine de:
İşte, Allahınız! İşte, RAB Yehova
yiğit gibi gelecek,...Sürüsünü çoban gibi
güdecek, kolu ile kuzuları toplayacak,
ve bağrında taşıyacak, ve emzikli olanları
yavaş güdecek" (Yeşaya 40:10-11). İsa,
Yeruşalim'e gelecek "İyi Çoban"
olan Rab'bin kendisiydi.
2)"O
Gün ve o saati, ne gökteki melekler, ne
de Oğul bilir; Baba'dan başka kimse bilmez."
(Markos 13:32)
İsa
burada "İnsanoğlu'nun bulutlar içinde
büyük güç ve görkemle geleceği" günden
bahsediyordu. Markos İncili özellikle Tanrı'nın
Oğlu İsa Mesih'i Rab'bin Kulu
olarak tanıtmaktadır (Bkz.
İncil mi İnciller mi?). Ve İsa'nın kendisi
söylediği gibi "kul efendisinin
ne yaptığını bilmez"
(Yuhanna 15:15). Oğul kul özünü aldığı zaman
yüceliğinden soyundu, sahip olduğu birçok
hakkı kullanmamaya, bildiği birçok şeyi
bilmemeye karar verdi.
3)"Tanrı'yı
hiçbir zaman, hiç kimse görmemiştir. O'nu,
Baba'nın bağrında bulunan ve kendisi Tanrı
olan biricik Oğul tanıttı."
(Yuhanna
1:18)
Soru
şöyledir: Eğer İsa insanlar tarafından görülmüşse,
ve Tanrı hiçbir zaman insan tarafından görülmemişse,
İsa nasıl Tanrı olabilir? Oğul veya Söz,
ancak insan bedenine büründüğü için
insanca görüldü. Bir kez daha İncil'in
sözleriyle açıklayalım: "Tanrı eski
zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok
kez ve çeşitli yollardan atalarımıza seslendi.
Bu son çağda da her şeyin mirasçısı olarak
belirlediği ve aracılığıyla evreni yarattığı
kendi Oğluyla bize seslenmiştir. Oğul,
Tanrı'nın yüceliğinin parıltısı ve O'nun
varlığının öz görünümüdür"
(İbraniler 1:1-3).
Sayın
Yüksel'in bu soruya eklediği son cümleyi
cevaplamak gerekirse ki herhalde ciddi olarak
sorulmadı, kendisine aynen kendi sorduğu
soru gibi saçma bir şey soralım. Eğer bir
kişinin bedeni sakatsa ruhunun da sakat
olması gereklidir mi diyelim? Yine de kişide
beden ve ruh olduğu halde kişi tek değil
midir?
52.
"'Baba' ve 'Oğul', bazı yerlerde mecazî
anlamda mıdır?"
(Matta 5:9; 6:14; Luka 20:36; Yuhanna 8:47;
I. Yuhanna 5:18-19)
Tabii
ki mecazî anlamdadır. Hele Tanrı'yla ilgili
olarak kullanıldığı her yerde öyledir.
Eğer Sayın Yüksel "hakikî mana"
ifadesiyle "fiziksel" demek istiyorsa,
Hristiyanları çok yanlış bir şekilde suçlamaktadır.
İncil'in hiç bir yerinde Tanrı'yla ilgili
olarak fiziksel bir babalık veya oğulluk
kavramı yoktur. Sayın Yüksel'in de durumun
böyle olduğunun bilincinde olması lazımdır.
Ayrıca
iki noktada kendisi çok yanılıyor. İlkin
Kutsal Kitap'ta ne mecazî anlamda ne de
"hakikî" anlamda "Tanrı bütün
insanların babası" öğretisi vardır.
Tersine, doğal olarak hepimiz Tanrı'nın
yaşamından yoksunuz, içinde yaşadığımız
suç ve günahlarımızdan ötürü "gazap
çocukları"yız. Yaptığımız kötülükler
yüzünden düşünüşümüzde Tanrı'ya yabancı
ve düşmanız. Fakat İncil'in bu konudaki
müjdesi şudur: "Mesih'i kabul edip
adına iman edenlerin hepsine Tanrı'nın
çocukları olma hakkını verdi. Onlar
ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de
insanın isteğinden doğdular; tersine, Tanrı'dan
doğdular." (Yuhanna 1:12-13). Bu doğuş
ruhsal bir doğuştur. İsa'nın sözettiği "yeniden
doğuş"tur (Bkz. Yuhanna 3:3-5). İsa
"semavi Babanız" dediği kişiler
Onu kabul edenlerdir. Tanrı'nın çocuğu olma
ayrıcalığı, ancak Mesih'e tek Kurtarıcı
olarak sarılanlara verilmektedir.
İkinci
nokta da İsa'nın "oğulluğu" ile
O'na inananların "oğulluğu" arasındaki
farktır. Arada çok büyük fark var. Tanrı'nın
"biricik" Oğlu ezelden beri Tanrı'yla
birlikte ve Tanrı'ydı. Fakat bizim gibi
günahkâr bir insan tövbe edip O'na ve Mesih'in
lütfuyla sağlanan kurtuluşa sarılınca Tanrı
onu günahlarından arındırıp evlat
edinir. O kişiyi, yaşayan bir ümide,
çürümez, lekesiz ve solmaz bir mirasa kavuşturur.
O an Tanrı'nın "çocuğu" oluyor
ve Mesih ona "kardeş" demekten
utanmıyor. Tanrı "birçok oğulu yüceliğe
eriştirmektedir" (İbraniler 2:10).
Sonuç
olarak Baba-Oğul kavramını tartışacağımıza,
lütufla kurtulanlar arasında olmaya gayret
edelim!
53.
"Allah birdir, Ondan başka ilah yoktur!"
(Tesniye 4:39; 6:4; 32:39; I. Samuel 2:2;
I. Krallar 8:60; Yeşaya 45:5, 6; Matta 4:10;
6:24; Markos 10:18; 12:29; Luka 18:19)
Amin,
doğrudur! Hamd olsun! İtirazımız yok. Bütün
yüreğimizle Kutsal Kitap'ın bu gerçeğine
inanırız. Yine de bu temel inanç bizi günahlarımızdan
kurtarmak için yeterli değildir: "Sen,
Tanrı'nın bir olduğuna inanıyorsun; iyi
ediyorsun! Cinler bile buna inanıyor ve
titriyorlar...Ey akılsız adam..." (Yakup
2:19-20). Bu inancın neden bizi kurtarmayacağını
biraz düşünelim:
Hepimiz
günaha bulaşmış olduğumuz için kusurluyuz.
Kendi doğruluğumuzu kuşandığımızda kirli
paçavralar kuşanmış gibi oluruz. Çünkü en
iyi işlerimize bile günah bulaşmıştır. Bembeyaz
giysileriyle çamura düşen bir çocuk gibiyiz.
Çocuğun üstü başı çamura bulaşmış. Ufaklık
çamur içinde kalkmış, gözlerinden yaşlar
dökülerek çamurlu elleriyle giysisini temizlemeyi
çalışmış. Tabii ellerini giysileri üzerinde
sürdükçe üstünü daha da kirletirmiş. İşte
bizim iyi işlerimiz de böyledir. Günah bulaşığı
iyi işlerimizle, günahımızı temizleyemeyiz.
En iyi, en dinsel işimizle bir tek günahın
lekesini silemeyiz.
Peki
nasıl kurtuluruz? Ancak Mesih'in lütfuyla.
"Çünkü Tanrı'nın bütün insanlara
kurtuluş sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır.
Bu lütuf, tanrısızlığı ve dünya arzularını
reddedip bu dünyada sağduyulu, doğru ve
Tanrı yoluna yaraşır bir yaşam sürebilmemiz
için bizi eğitiyor. Bu arada, mübarek ümidimizin
gerçekleşmesini, ulu Tanrı ve Kurtarıcımız
İsa Mesih'in yücelik içinde gelmesini bekliyoruz.
Mesih, bizi her suçtan kurtarmak,
arıtıp kendisine ait ve iyilik etmekte gayretli
bir halk yapmak için kendini bizim uğrumuza
feda etti" (Titus 2:11-14).
54.
"İsa Aleyhisselâm Allah-u Teala'nın
kulu ve resulüdür" (Matta
12:15-21; 21:11, 46; Luka 7:16; 24:19; Yuhanna
4:19; 6:14; 9:17)
İsa
bunu bildiği için oradan ayrıldı. Birçok
kişi O'nun ardından gitti, O da hepsini
iyileştirdi. Kendisini başkalarına tanıtmamaları
için onları uyardı. Bu, Yeşaya peygamber
aracılığıyla bildirilen şu söz
yerine
gelsin diye oldu:
"İşte,
benim seçtiğim kulum,
canımın
hoşnut olduğu sevgili kulum.
Ruhumu
O'nun üzerine koyacağım.
O
da adaleti uluslara ilan edecek.
Çekişip
bağırmayacak,
yollarda
kimse O'nun sesini duymayacak.
Ezilmiş
kamışı kırmayacak,
tüten
fitili söndürmeyecek,
ve
sonunda adaleti zafere ulaştıracak.
Uluslar
da O'nun adına ümit bağlayacak." (Matta
12:15-21)
Burada
da itirazımız yoktur ki! (Lütfen
soru 51 bkz.). "Mesih İnancı"nın
temellerinden biri İsa'nın, Yeşaya peygamber
aracılığıyla vaadedilen "Rab'bin Kulu"
yani "Mesih" olduğudur! Yalnız
ricamız şudur: Kutsal Kitap gerçeğini araştıran
kişi Yeşaya'da yazılanlara başvururken dürüstçe,
bu kısmının tümüne baksın. Çünkü Yeşaya
kitabında, Mesih'in ezeli çıkışına, çekeceği
elemlere ve bu elemlerin ardından gelecek
yüceliklere tanıklık eden aşağıdaki ilahi
sözleri okumaktayız. Lütfen bunları bir
kere dikkatle okumaya özenin:
·
Bakireden doğacak olan çocuğun adları
asıl yüceliğini gösterir:
Rab
kendisi size bir alâmet verecek; işte, kız
gebe kalacak, ve bir oğul doğuracak, ve
onun adını İmmanuel koyacak
[Immanuel 'Tanrı bizimledir' demektir] Bize
bir çocuk doğdu, bize bir oğul verildi;
ve reislik onun omuzu üzerinde olacak, ve
onun adı: Harika Öğütçü, Kadir Allah,
Ebediyet Babası, Barış Prensi çağırılacaktır.
Onu Davudun tahtı üzerinde, ve ülkesi üzerinde,
şimdiden ebede kadar hakla ve doğrulukla
pekiştirmek ve desteklemek için, reisliğinin
ve setâmetin artmasına son olmayacak. Ordular
RABBİNİN gayreti bunu yapacak (9:6-7).
·
İsrail'e Rab'bin Kendisi gelip Çoban olacak:
Siona
müjde getiren, yüksek dağa çık; Yeruşalime
müjde getiren, sesini kuvvetle yükselt;
yükselt, korkma; Yahuda şehirlerine de:
İşte, Allahınız! İşte, RAB Yehova
yiğit gibi gelecek, ve kendisi
için bazusu saltanat sürecek; işte, ücreti
kendisiyle beraberdir, ve mükâfatı kendi
önündedir. Sürüsünü çoban gibi güdecek,
kolu ile kuzuları toplayacak, ve bağrında
taşıyacak, ve emzikli olanları yavaş güdecek
(40:9-11).
·
İlk ve Son olup dünyaları yaratan,
Rab ile O'nun Ruhu tarafından gönderilendir:
Ey
Yakub, ve çağırdığım İsrail, beni dinle:
Ben oyum; ilk benim, Son da benim.
Evet, yerin temelini benim elim koydu, ve
gökleri sağ elim yaydı; ben onları çağırınca,
birlikte dikilip dururlar... Bana yaklaşın,
bunu dinleyin: Başlangıçtan berı gizlice
söylemedim; vaki olduğu zamandan beri ben
oradayım; ve şimdi Rab Yehova ve onun Ruhu
beni gönderdi (48:12-16).
·
Mesih önce İsrail tarafından hor görülecek,
sonra bütün uluslara ışık olacak:
Yakub
sıptlarını yeniden yerlerine dikmek, ve
İsrailin esirgenmiş olanlarını geri getirmek
için bana kul olman bir şey değildir; seni
Milletlere de ışık olarak vereceğim ki,
yerin ucuna kadar benim kurtarışım olasın.
İnsanın hor gördüğü, milletin nefret ettiği,
hükümdarların kölesi olan adama İsrailin
Kurtarıcısı ve Kuddûsu Rab şöyle diyor:
Sadık olan Rabden, seni seçmiş olan İsrailin
Kuddûsunden ötürü krallar görüp ayağa kalkacaklar;
reisler görecekler, ve secde edecekler (49:6-7).
·
Mesih günahlarımıza karşılık ölüp dirilecek
HABERİMİZE
kim inandı? ve RABBİN bazusu kime izhar
olundu? çünkü onun önünde körpe fidan gibi,
ve kurak yerden kök sürgünü gibi çıktı;
ne biçimi ve ne de güzelliği vardı; gösterişi
de yoktu ki, kendisine bakınca gönlümüz
onu çeksin. Hor görüldü, ve insanlar tarafından
bırakıldı; acıları tanımış, elemler adamı;
ve insanların kendisinden yüzlerini örttükleri
bir adam gibi hor görüldü, ve biz onu saymadık.
Gerçek
acılarımızı o taşıdı, elemIerimizi o yüklendi;
gerçek biz sandık ki, o cezaya uğradı, Allah
tarafından vuruldu, ve alçaltıldı. Fakat
günahlarımızdan ötürü o yaralandı, fesatlarımızdan
ötürü o zedelendi; selâmetimiz için olan
ceza onun üzerine indi; ve onun bereleriyle
biz şifa bulduk. Hepimiz koyunlar gibi yolu
şaşırdık; her birimiz kendi yoluna döndü;
ve RAB hepimizin fesadını onun üzerine koydu.
Ona
kötü muamele ettiler, fakat alçaltıldığı
zaman ağzını açmadı; boğazlanmağa götürülen
kuzu gibi, ve kırkıcılar önünde dilsiz duran
koyun gibi, ağzını açmadı. Gaddarlıkla hükmolunarak
kaldırıldı; onun zamanında yaşıyanlar arasında
kim düşündü ki, diriler diyarından kesilip
alınması kavmımın günahından ötürü idi?
vuruş ise, kavm içindi. Ve haksızlık etmediği,
ve ağzında hile bulunmadığı halde, kabrini
kötülerin yanında yaptılar, ve ölümünde
zengin adamla beraberdi.
Fakat
onu ezmek RABBE hoş göründü; onu eleme düşürdü;
onun canı günah takdimesi edilince, zürriyetini
görecek, ömrünün günlerıni uzatacak, ve
RABBİN muradı onun elinde ileri gidecek.
Canının emeği semeresini görecek, ve doyacak;
salih kulum bir çoklarını kendi bilgisi
ile salih kılacak; ve fesatlarını kendisi
yüklenecek.
Bundan
dolayı büyüklerle beraber ona pay vereceğim,
ve çapul malını zorlularla beraber paylaşacak;
çünkü canını ölüme döktü, ve günahkârlarla
sayıldı; çoğunun suçunu da o taşıdı, ve
günahkârlar için şefaat etti (53:1-12).
Bu
ayetleri önyargısızca okuyan herkes, "Rab'bin
Kulu" olan Mesih'in sadece bir peygamber
olmadığına kanaat getirecektir.
Son
olarak Sayın Yüksel'in alıntı yaptığı Kuran'daki
İsa'yla ilgili ayete dikkat edelim. Orada
okuduğumuz "sadece Allah'ın peygamberidir"
ifadesiyle birlikte İsa'ya üç unvan verilmektedir:
"Meryem
Oğlu İsa
(1)
Mesih... Meryem'e ulaştırdığı
(2)
[Allah'ın] Kelimesi ve
(3)
Kendinden bir Ruhtur"
(Nisâ/4:171).
Kuran'da
bu üç unvan İsa'dan başka hiçbir peygambere
verilmemiştir. Ayrıca Kutsal Kitap'ta bu
üç unvan, bir peygamberden çok üstün kavramları
içermektedir.
(1)
"Al-Masih" veya
"Mesih" hakkında
Tevrat'tan başlayarak bütün peygamberler,
gelecek olan "Meshedilmiş Olan"
veya "Seçilmiş Olan" anlamına
gelen "Mesih" ile ilgili tanıklıkta
bulunuyor. Bu unvan "Tanrı'nın Oğlu"
ve "Aradığınız Rab" unvanlarına
denk düşmektedir. Örneğin Hz. Davut'un ikinci
Mezmurunda şöyle yazılıdır:
"Dünyanın
kralları kalkıyor, Ve hükümdarlar RABBE
karşı ve Mesihine karşı, birbiriyle
öğütleşiyorlar... Fermanı ilân edeceğim;
RAB bana dedi: Sen benim oğlumsun;
Ben seni bugün tevlit ettim. İste
benden, ve miras olarak sana milletleri,
Mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim.
Onları demir çomakla kıracaksın; Bir çömlekçi
kabı gibi onları parçalayacaksın. Ve şimdi,
ey krallar, artık aklınızı başınıza alın;
Ey dünya hâkimleri, ibret alın. RABBE korku
ile kulluk edin, Ve titreyerek mesrur olun.
Oğlu öpün ki, hiddet etmesin,
siz de yolda yok olmayasınız, Çünkü birazdan
hiddeti alevlenir. Bütün ona sığınanlar
ne mutludur!" (Mezmur 2:2, 7-12)
Aynı
şekilde "İşte, habercimi gönderiyorum,
ve önümde yol hazırlıyacak; ve aradığınız
RAB kendi mabedine ansızın gelecektir"
(Malaki 3:1) diye yazan ayet, hem Hz. Yahya'yla
hem de Rab olan Mesih'le ilgili önceden
tanıklık etmektedir.
(2)
"Kalimatullah" (Kelamullah)
veya "Allah'ın Sözü"
- İncil'de Tanrı'nın Sözü Mesih'in yüce
bir unvanıdır: Ezeli varlığını açıklarken
şöyle yazılır: "Başlangıçta Söz vardı.
Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı.
Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi"
(Yuhanna 1:1-2). Dünyayı yargılamak üzere
ikinci gelişi de şöyle açıklanır: "Bundan
sonra göğün açılmış olduğunu ve orada beyaz
bir atın durduğunu gördüm. Ata binmiş olanın
adı Sadık ve Gerçek'tir. Adaletle yargılar...Gözleri
alev alev yanan ateşe benzer. Başında çok
sayıda taç vardır ve üzerinde kendisinden
başka kimsenin bilmediği bir ad yazılmıştır...'Tanrı'nın
Sözü' adıyla anılır...Kaftanı ve kalçası
üzerinde, 'krallarin Kralı ve rablerın Rabbı'
diye yazılmış bir adı vardı" (Esinleme
19:11-16).
(3)
"Ruhun minhu" veya "Allah
tarafından bir Ruh" - İslam âleminde
genellikle "Ruhullah" olarak bilinir
- İncil'de ölümden dirilmiş olan Mesih'in,
Hz. Âdem ilk yaradılışın başı olduğu gibi,
yeni bir yaradılışın başı olup yaşam veren
bir ruh olduğu açıklanır: "Şöyle yazılmıştır:
'İlk insan Ådem, yaşayan bir can oldu.'
Son Âdem ise yaşam veren bir ruh
oldu. Önce ruhsal olan değil, doğal
olan geldi. Ruhsal olan sonra geldi. İlk
adam yerden, yani topraktandır. İkinci
adam [Mesih] göktendir" (I.
Korintliler 15:45-47).
Bu
örneklerden apaçıktır ki "Al-Masih",
"Kalimatullah" ve "Ruhun
minhu" diye tanınan kişi, her hangi
bir peygamberden çok çok üstündür. Bu yüzden
Kuran'ın bu ayeti büyük bir çelişki yaratmaktadır.
55.
"Peygamberlere yapılan çirkin iftiralar"
Tekvin
9:20-26; 19:30-36; 20:2-11; 26:6-10; 27:19-36;
29:16-30; 31:19-35
Çıkış
32:1-6;
Yuhanna
2:1-4;
Galatyalılar
3:14)
Bu
soruya da daha önce cevapladık (Bkz. s.
98-101). Kutsal Kitap'ta bulunan en önemli
ve acı gerçeklerden biri herkesin günah
işlediği ve Allah'ın yüceliğinden yoksun
kaldığı gerçeğidir (Bkz. Romalılar 3:23).
Hz. Süleyman şöyle dedi: "suç etmeyen
adam yoktur" (I. Krallar 8:46). İlk
atamız Âdem'den bugüne kadar dünya tarihinde
günah işlememiş olan kimse yoktur. Bu gerçek
bütün peygamberleri de içermektedir. Tüm
insanlıkta tek bir istisna vardır. O da
İsa Mesih'tir. O'nun hakkında Kutsal Yazıların
değişmez tanıklığı şöyledir:
"O
günah işlemedi, ağzından hileli bir söz
çıkmadı" (Yeşaya 53:9)
"Günahı
bilmeyen Mesih" (II. Korintliler 5:21)
"Kutsal,
suçsuz, lekesiz, günahkârlardan ayrılmış"
(İbraniler 7:26)
"Kendisinde
günah olmadığını biliyoruz" (I. Yuhanna
3:5)
Bütün
insanoğulları arasında yalnız İsa "hanginiz
bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir?"
diye meydan okuyabilendir (Yuhanna 8:46).
Sayın Yüksel'in "Hz. İsa Mesih'in lanetli
olduğu iftirası" olarak tanımladığı
olay, aslında İncil sırrının odak noktasıdır!
O neden lanetli oldu? İncil'in şu sözleriyle
açıklayalım: "Mesih bizleri Tanrı'ya
ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak, doğru
olmayanlar uğruna, günahlara kurban olarak
ilk ve son kez öldü" (I. Petrus 3:18).
Ya da şu sözleriyle: "Tanrı, Mesih
sayesinde kendisinin doğruluğu olalım diye,
günahı bilmeyen Mesih'i bizim için günah
yaptı!" (II. Korintliler 5:21). Sonuç
olarak bu söz, Mesih'e yapılan bir iftira
değildir. Ama şüphesiz her insanı suçlayan
acı bir gerçektir.
Kutsal
Kitap çok gerçekçidir. Günahlı halimizi
açık açık ortaya koyuyor. Allah'a inananlar
ve hatta peygamberler arasında bile günah
işlendiği zaman olup bitenler, onlar gibi
suç işlemememiz için bize ibret olsun diye
Kutsal Kitap'ta yazıldı.
Kutsal
Kitap, günahlarını ortaya koyduğu inanlıları
aynı zamanda bize iman örnekleri olarak
da göstermektedir. Bu nasıl olabilir? Burada
çok önemli bir ilke var: Tanrı'nın, kişiyi
bir alanda onaylaması, onu her alanda onayladığı
anlamına gelmez. Örneğin, Kutsal Kitap'a
göre Tanrı, kendisine iman ettiği için İbrahim'i
aklanmış saydı (Tekvin 15:6). Fakat bu,
Tanrı'nın İbrahim'in yalan söylemesini onayladığı
anlamına gelmez! Hepimizin olduğu gibi İbrahim'in
de günahlarından arındırılması gerekiyordu.
İbrahim, Tanrı'nın saptadığı "imanla
aklanma" yolunun en büyük
örneğidir. Nuh, İshak, Yakup, Davut ve diğer
peygamberler birer iman örneğidirler. "Atalarımız
imanla Tanrı'nın beğenisini kazandılar...
bu kişilerin hepsi, ölünceye dek imandan
ayrılmadılar. Vaadedilenlere kavuşamamış,
ama bunları uzaktan görüp selamlamış olarak
yeryüzünde yabancılar ve konuklar olduklarını
açıkça gösteriyorlar" (İbraniler 11:2,
13).
Gerçek
şudur ki peygamberlerin hepsi Tanrı'nın
Mesih'te gerçekleştireceğine söz verdiği
o vaade ümit bağladılar. Doğru ve iman dolu
yaşamlar sürdürdükleri halde hepsi günah
işledi ve Tanrı'nın merhametine sığınmak
zorunda kaldılar. Aslında inanlı kişi Tanrı'ya
ne kadar yaklaşırsa kendini o kadar murdar
ve günahlı hisseder.
Bu
yüzden Kutsal Kitap'ta Tanrı'nın kullanmaya
razı olduğu peygamberlerin işledikleri suçları
bulmak bizi şaşırtmamalıdır. Daha esaslı
bir sorun var: Peygamberler bir yana biz
kendimizi günahlı görüyor muyuz? Ölümcül
olan günah hastalığından kurtulmak için
ilk önce "Doktor"un koyduğu teşhisi
kabul etmek gerektir.
56.
"Hristiyanlık barışçı mı?"
Yeryüzüne
barış getirmeye geldiğimi sanmayın!
Ben barış değil, kılıç
getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının,
kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına
ayrılık sokmaya geldim.
(Matta 10:34-35)
"Ben
dünyaya ateş yağdırmaya geldim. Keşke bu
ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı! Katlanmam
gereken bir vaftiz var. Bu vaftiz gerçekleşinceye
dek nasıl da sıkıntı çekiyorum! Yeryüzüne
barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz?
Size hayır diyorum, ben
ayrılık getirmeye geldim.
Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı
üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak. Baba
oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne
kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana
gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı
olacaktır." (Luka 12:49-53)
Oradakiler
bu sözleri dinlerken İsa konuşmasını bir
benzetmeyle sürdürdü. Çünkü
Kudüs'e yaklaşmıştı ve onlar, Tanrı'nın
Egemenliğinin hemen ortaya çıkacağını sanıyorlardı.
Bu nedenle İsa şöyle dedi: "Soylu bir
adam, kral atanıp dönmek üzere uzak bir
ülkeye gitmiş...
'Üzerlerine
kral olmamı istemeyen bu düşmanlarıma gelince,
onları buraya getirin ve gözümün
önünde kılıçtan geçirin!'"
İsa,
bu sözleri söyledikten sonra... (Luka 19:11-27)
Evet,
Mesih İnancı insanlara gerçek anlamda barış
ve esenlik getiricidir. Bununla
birlikte Mesih İnancı insanları birbirinden
ayırabilir. Bu iki demece bakalım.
Fakat
önce burada okuyucularımıza şu önemli gerçeği
hatırlatmak zorundayız:. Mesih adına yapılan
birçok şeyin, gerçek Mesih İnancı ile hiç
alakası yoktur. Bunların iki çirkin örneği,
"Haçlı seferleri" ve "Engizisyon"
olarak bilinir, ve İsa Mesih adına yapılan
korkunç kötülüklerdir!
Şimdi
devam edelim:. İlk önce bu inanç insanlara
gerçek anlamda barış ve esenlik getiricidir
dedik. Çünkü Mesih İnancı, Tanrı'yla barışmaya
yol açan esenlik bildirisidir. "Şöyle
ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak
dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı"
(II. Korintliler 5:19). "Yaptığınız
kötülükler yüzünden bir zamanlar düşünüşünüzde
Tanrı'ya yabancı ve düşmandınız. Şimdiyse
Mesih, sizi Tanrı önüne kutsal, lekesiz
ve kusursuz olarak çıkarmak için öz bedeninin
ölümü sayesinde sizi Tanrı'yla barıştırdı"
(Koloseliler 1:21-22). Böylece Mesih'e olan
imanla aklanan kişi Mesih sayesinde Tanrı'yle
barışmış oluyor.
Ondan
sonra Müjde, Mesih İnanlılarının sevgi ve
barış içinde yaşamalarını sağlayacak güçtedir.
Mesih, "Ne mutlu barış sağlayanlara"
ve "Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler
için dua edin" dedi (Matta 5:9, 44).
"Hiç kimseye kötülüğe karşı kötülük
etmeyin. Herkesin gözünde iyi olanı yapmaya
dikkat edin. Mümkünse, Elinizden geldiği
kadar bütün insanlarla barış içinde yaşayın.
Kendi öcünüzü kendiniz almayın; bunu Tanrı'nın
gazabına bırakın... Kötülüğe yenilme, kötülüğü
iyilikle yen." (Romalılar 12:17-21).
Müjde'nin getirdiği barış düzeni budur.
Ancak
bu, müjdeye uymayanlar ile uyanlar arasında
tam bir ayrılık açılıyor. Çünkü henüz günahları
içinde bulunan kişi ister istemez Tanrı'nın
düşmanıdır. İnanan ise Mesih sayesinde Tanrı'nın
"dostu" ve "çocuğu"dur.
Sayın Yüksel'in gösterdiği ayetler bunu
açıklamaktadırlar. Matta 10:34-35'i dikkatle
okuyacak olursak İsa'nın getirmeye geldiği
"kılıç"ın ne olduğunu göreceğiz:
"Kılıç getirmeye geldim" ifadesi
"ayrılık koymaya geldim" ifadesiyle
yorumlanmaktadır. Yani bu sözde "kılıç"
demek, ayrılık demektir. Kendisi dünyayı,
hatta aileleri bile ikiye bölmeye geldi.
İnsanları bu kötü çağdan kurtarmak için
onların günahlarına karşılık kendini feda
etti. Artık insanlar arasına ayrılık getiren
mihenk taşı budur. Yol Mesih'te ikiye ayrılır.
İsa, "Benden yana olmayan bana karşıdır.
Benimle birlikte toplamayan dağıtıyor demektir"
demiştir (Matta 12:30).
İsa'nın
Luka 19:27, 28'deki sözüne gelince, aynı
şeyi görüyoruz. Ama daha önce Sayın Yüksel'in
alıntı alma şekline dikkatiınizi çekmek
istiyoruz. Ayetleri öyle bir şekilde kesmiştir
ki olayı bilmeyen okuyucu İsa'nın, öğrencilerine,
Kendisine karşı direnenleri Kendi önünde
öldürmelerini emrettiğini sanabilir! Halbuki
İsa burada ancak bir benzetme yapıyordu!
Yine
de gerçek şudur: Mesih'in egemenliğine boyun
eğmek istemeyenlerin hepsi "yargı gününde
O'nun varlığından ve gücünün yüceliğinden
uzak kalarak sonsuza dek mahvolma cezasına
çarptırılacaklar"dır (II. Selanikliler
1:9). Fakat şuna çok dikkat etmek gerek
ki, biz değil, Rab'bin Kendisi böylelerini
cezalandıracaktır. Kutsal Kitap insanlara
karşı kaba kuvvete başvurmamıza izin vermemektedir.
"Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek"
diyen İsa Mesih (Matta 26:52) günahkârlara
karşı değil yalnız günaha karşı savaşmamızı
buyuruyor.
Haksızlıkla
idam edilmek üzereyken O şöyle konuştu:
"Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım,
Yahudilere teslim edilmemem için savaşırlardı.
Oysa benim krallığım buradan değildir"
(Yuhanna 18:36). Savaşımız et ve kana karşı
değil, ruhsal güçlere karşıdır. Savaşımızın
silahları da dünyasal silahlar değil kaleleri
yıkan Tanrısal güce sahip silahlardır: "Gerçek
kemeri", "doğruluk zırhı",
"esenlik müjdesini yayma hazırlığı
ayakkabıları", "iman kalkanı",
"kurtuluş miğferi" ve "Tanrı
Sözü olan Ruh'un kılıcı"dır (Efesliler
6:12-17). Ellerimizde doğruluğun bu "silahlar"ıyla
Tanrı bilgisine gururla karşı duran her
engeli yıkabiliyoruz. İnsanlara gerçek özgürlükle
esenliğe kavuşma fırsatını sağlayabiliriz.
57.
"Hz. İsa, geleceğe ait haberinde yanıldı
mı?"
İsa
onlara, "Size doğrusunu söyleyeyim"
dedi, "her şey yenilendiğinde,
İnsanoğlu görkemli tahtına oturduğunda,
siz, evet ardımdan gelmiş olan sizler,
on iki tahta oturup İsrail'in on
iki oymağını yargılayacaksınız.(Matta
19:28) |
Onikilerden
biri olan Yahuda geldi. Yanında,
başkâhinlerle halkın ihtiyarları
tarafından gönderilmiş kılıçlı sopalı
büyük bir kalabalık vardı. İsa'yı
ele veren Yahuda, "Kimi öpersem,
İsa O'dur, O'nu tutuklayın"
diye onlarla sözleşmişti. Dosdoğru
İsa'ya gidip, "Selam, Rabbî!"
diyerek O'nu öptü.(Matta
26:47-49) |
Hayır,
yanılmadı. Sayın Yüksel bu soruda
İsa'nın, tahtlara oturacak olan on iki havarisinin
arasına kendisini ele verecek olan Yahuda'yı
da dahil ettiğini ileri sürmektedir. Fakat
Elçilerin İşleri 1:15-26'yı okuyacak olursa
orada Yahuda'nın İsa'yı ele vereceğini Kutsal
Yazılarda önceden belirtildiğini görecektir.
Bu ihanet hiçbir zaman O'na süpriz değildi.
Söz konusu olan tahtlara kimin oturacağını
biliyordu. Ayrıca orada görecek ki Matiya,
Yahuda'nın yerine seçildi ve böylece Rab'bin
yönetimiyle yine on iki elçi oldu.
58.
"Cehennem ateşi var mıdır?"
(Matta
5:22; 10:28; Mar. 9:47-49; Esin. 14:11;
20:10; 21:8)
Elbette
ki, vardır! Sayın Yüksel'in bu
soruda hitap ettiği "Yehova Şahitleri"
birçok konuda oldukları gibi bu konuda çok
hatalıdır.
Ama
bu konuda çok yaygın bir yanılgıya dikkat
edelim. Birçok iyi niyetli Müslüman arkadaşımız
da boş bir ümide sarılmış bulunmaktadır.
Şöyle düşünüyorlar, "öldükten sonra
nasıl olsa cehenneme gidip yaptığım günahların
cezasını çekeceğim. Fakat bir Müslüman olarak
yaşarsam, koşulan şartlarını yerine getirmekte
fazla başarısız değilsem, bu cezayı çektikten
sonra oradan çıkıp cennete gideceğim."
Bu çok tehlikeli bir düşüncedir, çünkü Kutsal
Kitap'a göre kimse cehennemden asla çıkmayacaktır.
Sayın Yüksel'in örnek verdiği yukarıdaki
ayetlere bakılırsa şöyle ifadeleri buluruz:
"Tanrı
gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış
Tanrı öfkesinin şarabından içecektir...
Çektikleri işkencenin dumanı sonsuzlara
dek tüter." (Esinleme 14:10-11)
İsa
şöyle uyardı, "Benim O olduğuma iman
etmezseniz, günahlarınızın içinde öleceksiniz...
Benim gideceğim yere siz gelemezsiniz...
Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez."
(Yuhanna 8:21, 24; 14:6). Yani bu hayattayken
İsa'nın aracılığıyla kurtulmazsak günahlarımızın
içinde ölürüz. Böyle ölürsek asla kurtulamayacağız.
Asla cennete gidemeyeceğiz.
İsa
Mesih, dirileceklerin hepsini iki gruba
ayırdı: "Mezarda olanların hepsinin
Rab'bin sesini işitecekleri saat geliyor.
Ve onlar mezarlarından çıkacaklar. İyilik
etmiş olanlar yaşamak, kötülük yapmış olanlar
yargılanmak üzere dirilecekler" (Yuhanna
5:28-29).
İncil'de
böylesine kurtulmamaş ve yargılanmak üzere
dirilecek olanların sonucu şöyle açıklanmaktadır:
"Büyük,
beyaz bir taht ve tahtın üzerinde oturanı
gördüm. Yer ve gök O'nun önünden kaçtılar
ve yok olup gittiler. Tahtın önünde duran
büyük küçük, bütün ölüleri gördüm. Sonra
bazı kitaplar açıldı. Yaşam kitabı denen
başka bir kitap daha açıldı. Ölüler, kitaplarda
yazılanlara bakılarak kendi yaptıklarına
göre yargılandı. Deniz, kendisinde olan
ölüleri, ölüm ve ölüler diyarı da kendilerinde
olan ölüleri teslim ettiler. Her biri, kendi
yaptıklarına göre yargılandı. Ölüm ve ölüler
diyarı, ateş gölüne atıldı. İşte bu ateş
gölü, ikinci ölümdür. Adları yaşam
kitabında yazılmamış olanların hepsi, ateş
gölüne atıldı"
(Esinleme
20:11-15).
Cennetten
söz ederken de şöyle açıklar: "Oraya
murdar (günahtan arındırılmamış) hiçbir
şey, iğrenç ve aldatıcı işler yapan hiç
kimse asla girmeyecek; yalnız adları
Kuzu'nun yaşam kitabında yazılı olanlar
girecektir" (Esinleme 21:27).
Değerli
okuyucu, sizin isminiz Tanrı'nın Kurban
Kuzusu olan Mesih'in yaşam kitabında yazılı
mı?
59.
"Hz. İsa'nın vazettiği İncil hangisidir?"
İsa
tüm kent ve köyleri dolaştı. Buralardaki
havralarda ders veriyor, Göksel
Egemenliğin müjdesini duyuruyor."(Matta
9:35)
Göksel
Egemenliğin bu müjdesi tüm uluslara
bir tanıklık olmak üzere bütün dünyada duyurulacak,
ve son o zaman gelecektir. (Matta
24:14)
Yahya'nın
tutuklanmasından sonra İsa, Tanrı'nın
müjdesini duyura duyura Celile'ye
gitti. "Zaman doldu" diyordu,
"Tanrı'nın Egemenliği yaklaştı. Tövbe
edin, Müjde'ye inanın!"
(Markos 1:14)
İsa
onlara şöyle buyurdu: "Bütün dünyaya
gidin, Müjde'yi bütün yaradılışa duyurun.
(Markos 16:15)
O
günlerden birinde, İsa tapınakta halka ders
verip Müjde'yi duyururken...
(Luka 20:1)
"İncil"
veya "Müjde" İsa Mesih'in Kendisidir
diye ısrarla tekrarlıyoruz18 (Bkz. VII.
Bölüm: İncil mi İnciller mi?). Öyleyse Kendisini
mi vazediyordu? Gerçek anlamda evet! İnsanlara
Kendini dünyanın kurtarıcısı olan Mesih
olarak sunuyordu. Sayın Yüksel'in verdiği
örneklerde İsa'nın sürekli "melekûtun
İncili"ni (Tanrı'nın egemenliğinin
müjdesi) duyurduğunu görüyoruz. O mükemmel
egemenlik artık onlara yaklaşmıştı, çünkü
Kendisi o krallığın kralıydı. İşte müjde
buydu. Yazılı İncil veya Yeni Ahit dediğimiz
kitap, Tanrı'nın esiniyle İsa'nın Kendisi
olan bu müjde'nin değişmez kaydıdır.
İsa
halkla konuşurken büyük bir olasılıkla İbranice
veya halkın dili olan Aramice konuşurdu.
Fakat bu sözlerinin kalıcı kaydı Tanrı'nın
bilgeliğiyle o zamanki dünya dili olan Grekçe
olarak yazıldı. Bizim için en esaslı sorun
ise müjdenin bize hangi dilde ulaştığı değil
ama onu anlayıp anlayamadığımız, yaşayan
Mesih'e yürekten iman edip etmemiş olmamızdır.
60.
"Pavlus'un marifetleri"
(Elçilerin İşleri 22:3-10; 9:26;
15:36-41; Galatyalılar 2:10-14)
Şimdiye
kadar Sayın Yüksel bu kadar saçma sapan
ve çelişkili bir soru sormamıştı. Tersine
sorduklarının bazıları gerçekten iyi ve
düşündürücüydü. Bu yüzden her bir soruya
uygun ve tatmin edici bir cevap vermeye
çalıştık. Bu soru ise ciddi bir cevabı hak
etmiyor. Çünkü hepsi Sayın Yüksel'in uydurduğu
kanıtsız iftiralardır! Eğer kuramına destek
olarak Elçilerin İşleri kitabına başvuracaksa
onu bir bütün olarak göstermeli. Çünkü hikayenin
bütünü orada yazılıdır. Mektuplarından bu
alıntıya bakalım:
"Beni
güçlendirmiş olan Rabbimiz Mesih İsa'ya
şükrederim. Çünkü beni sadık sayarak hizmetine
aldı. Bir zamanlar O'na küfreden, küstah
ve zalim biri olduğum halde bana merhamet
edildi. Çünkü yaptıklarımı, bilgisizlikten
ve imansızlıktan yaptım. Ama iman ve Mesih
İsa'da olan sevgiyle birlikte Rabbimizin
lütfu üzerime bol bol döküldü. 'Mesih İsa
' sözü, güvenilir ve her bakımdan kabule
layık bir sözdür. Günahkârların en kötüsü
benim. Ama Mesih İsa, kendisine iman edip
sonsuz yaşama kavuşacak olanlara örnek olayım
diye sınırsız sabrını öncelikle bende sergilemek
için bana merhamet etti. Onur ve yücelik
sonsuzlara dek tüm çağların Kralı olan ölümsüz,
görünmez tek Tanrı'nın olsun. Amin!"
(I. Timoteyus 1:12-17).
Burada
gayet açık bir şekilde, Pavlus'u harekete
geçirip yönlendirenin İsa Mesih'e olan sevgisi
olduğunu görüyoruz. Eğer başka bir amacı
olsaydı uğradığı sıkıntılara neden katlansın
ki? Pavlus Mesih uğruna her şeyini kaybetti.
Yaşamının büyük bir kısmını Roma hapishanelerinde
geçirdi. Sayısız kere dayak yedi, çok kez
ölümle burun buruna geldi. Yahudilerden
beş kez otuzdokuzar kırbaç yedi. Üç kez
değnekle dövüldü, bir kez taşlandı, üç kez
deniz kazasına uğradı. Bir gece-bir gündüzü
açık denizde geçirdi. Sık sık yolculuk etti.
Irmaklarda ve haydutlar arasında, gerek
soydaşları gerekse de diğer uluslar arasında
tehlikelere uğradı. Şehirde, çölde, denizde
ve sahte kardeşler arasında tehlikelere
düştü. Emek verdi, sıkıntı çekti, çok kez
uykusuz kaldı. Açlık ve susuzluğu tattı.
Çok kez yiyeceksiz ve soğukta çıplak kaldı
(Bkz. II. Korintliler 11:24-27). Sonunda
Mesih uğruna idam edilerek öldü.
Bütün
bunlara karşılık olarak ne aldı? Mesih'ten
başka hiç bir şey! Öğrettiklerini gerçekten
Mesih'ten almamış olsaydı bunlar o kadar
mantıksız olurlardı ki...
Yüksel'in
iddiasına göre "Pavlus neticede bazı
sapık düşüncelerini Hristiyanlığa sokmayı
başarmıştır." Halbuki Pavlus'un mektuplarında
bulunan her öğretiş çekirdek şeklinde Mesih'in
kendi sözlerinde de bulunmaktadır. Yeni
olan bir şey öğretmemiştir ki! Ona verilen
ayrıcalık bu sırları Tanrı'nın esiniyle
ayrıntılı ve sistematik bir şekilde açıklamaktı.
Şimdi kısaca Yüksel'e göre, Pavlus'un Hristiyanlığa
sokmayı başardığı altı konuya gelelim:
1.
Üçlübirlik öğretişi. Bu konu üzerinde
ayrıntılı bir şekilde soru 48, 49, 51 ve
52'de zaten cevabımızı epey yazdık. Orada
gördük ki hem Tevrat hem de İncil'in tümü,
aynı gerçeği ortaya koymaktadır. Hatta bunu
Pavlus'un mektuplarına çok az başvurarak
gösterdik. Fakat Deedat'in iddialarında
ilginç bir çelişki vardır. Bu soruda o,
Pavlus'un Üçlü Birlik kavramını yaratıp
Hıristyanlığa soktuğunu iddia ederken, "Allah
Üçlük Allahı Mıdır?" (Soru 49) başlığı
altındaki yazdıklarında Sayın Yüksel, bu
doktrinin üç yüz elli yıl sonra ortaya çıktığını
ileri sürmektedir. Peki öyleyse Pavlus ne
zaman yaşadı? Bu iki çelişkili iddia arasında
hangisini tutacak?
2.
Hristiyanlığın evrensel din olduğu öğretişi.
Peki İsa'nın şu sözleri ne anlama geliyor
ki? "Gökte ve yeryüzünde bütün yetki
bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları
öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin"
(Matta 28:18-19).
3.
İsa'nın günahlara kefaret kurbanı olmaya
yeryüzüne indiği öğretişi. Gene
İsa'nın kendi sözleriyle cevap veriyoruz:
O, "İnsanoğlu... canını birçokları
uğruna fidye olarak vermeye geldi"
dedi (Markos 10:45). Ayrıca ölümünü simgeleyen
kâseyi kastederek "bu benim kanımdır,
günahların bağışlanması için birçokları
uğruna akıtılan antlaşma kanıdır" dedi
(Matta 26:28).
4.
İsa'nın ölümden dirilip Babası'nın sağına
oturacağı ve insanları yargılamaya geleceği
öğretişi. Aynı şekilde İsa'nın
Kendi sözlerini dinleyelim: "İsa, kendisinin
Kudüs'e gitmesi, ihtiyarlar, başkâhinler
ve din bilginlerinin elinden çok acı çekmesi,
öldürülmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini
öğrencilerine anlatmaya başladı" (Matta
16:21). Kendisinin insanları yargılayacağı
konusunda da şöyle demişti: "İnsanoğlu
kendi görkemi içinde bütün melekleriyle
birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak.
Ulusların hepsi O'nun önünde toplanacak,
O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban
gibi, onları birbirinden ayıracak."
(Matta 25:31-32). İsrail'in Yüksek kurulu
önünde yargılanırken kendisine sorulan "Söyle
bize, Tanrı'nın Oğlu Mesih sen misin?"
sorusuna İsa, "Söylediğin gibidir"
karşılığını verdi. "Üstelik size şunu
söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu'nun,
kudretli Olan'ın sağında oturduğunu ve göğün
bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz."
dedi (Matta 26:63-64).
5.
Kurtulmak için sünnet olmanın gereksiz olduğu
öğretişi. Sünnet, İsrail oğullarına
verilen antlaşmanın işaretiydi (Bkz. Tekvin
17 ile Çıkış 12:48). İsa Mesih, sünnetsiz
olan Romalı yüzbaşının imanı hakkında "Size
doğrusunu söyleyeyim" dedi, "ben
İsrail'de böyle imanı kimsede görmedim.
Size şunu söyleyeyim, doğudan ve batıdan
birçok insan (sünnet olmadan!) gelecek,
Göklerin Egemenliğinde İbrahim, İshak ve
Yakup'la birlikte sofraya oturacaklar"
(Matta 8:10-11).
Ayrıca
bu konuda Pavlus ve diğer havariler sadece
Tevrat'ta yazılan şu gerçeği vurgulamaktaydılar:
"
"Yüreklerinizin
gulfesini sünnet edin, artık sert enseli
olmayın." (Tesniye 10:16)
"Allahın
RABBİ bütün yüreğinle ve bütün canınla sevmek
için yaşıyasın diye, Allahın RAB
senin yüreğini ve zürriyetinin yüreğini
sünnet edecek." (Tesniye 30:6)
Yani
önemli olan bedensel sünnet değil "yüreksel"
veya ruhsal sünnettir. Sünnetlilik veya
sünnetsizlik yürekle ilgilidir.
Rabbimiz
bunu Pavlus'un aracılığıyla şöyle açıklamaktadır:
"Mesih'in gerçekleştirdiği sünnet sayesinde
günahlı benliğinizden soyunarak elle yapılmayan
sünnetle O'nda sünnet edildiniz... Siz suçlarınız
ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölüyken,
Tanrı sizi Mesih'le birlikte yaşama kavuşturdu.
Bütün suçlarımızı O bağışladı" (Koloseliler
2:11, 13).
Bu
yüzden de Pavlus değil, Kudüs'te toplanan
bütün havarilerle ihtiyarlar, Kutsal Ruh'un
yönlendirilmesiyle Yahudi olmayan Mesih
İnanlıları'nın sünnet edilmesinin gerekmediği
kararına vardılar (Bkz Elçilerin İşleri
15:1-34).
6.
Domuz etinin yenebileceği öğretişi.
Aslında Musa'nın Yasasına göre sadece domuz
eti değil birçok hayvanın eti yenemezdi
(Bkz. Levililer 11). Bu konuda elçiler arasında
ilk önce Pavlus değil, Petrus Rab'den buyruk
aldı (Bkz. Elçilerin İşleri 10). Fakat bir
kez daha görüyoruz ki bu gerçek de İsa'nın
öğretişinden kaynaklandı: "'Dışarıdan
insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini
anlamıyor musunuz? Dıştan giren, insanın
yüreğine değil, midesine gider, oradan da
ayakyoluna atılır.' İsa (Pavlus değil!)
bu sözlerle, tüm yiyeceklerin temiz olduğunu
bildirmiş oluyordu" (Markos 7:18-19)
Son
olarak Sayın Yüksel, "Pavlus'un Havarilerinden
Petrus ve 70'lerden Barnaba ile şiddetli
münakaşaları vardır" diye yazmaktadır
(Deedat ile Yüksel, Kitab-ı Mukkades Allah
Sözü müdür?, s. 158). Halbuki Petrus, Yuhanna
ve diğer havariler, mektuplarında, Pavlus'un
öğretilerini tamamen doğrulamaktadırlar.
Hatta Petrus ikinci mektubunda, Pavlus'un
yazdıkları hakkında (ve Sayın Yüksel gibi
Pavlus'un aleyhine uğraşan kişiler hakkında!)
şöyle yazmıştır:
"Sevgili
kardeşimiz Pavlus'un da kendisine verilmiş
olan bilgelikle size yazdığı gibi, Rabbimizin
sabrını kurtuluş fırsatı sayın. Pavlus,
bütün mektuplarında bu konulardan böyle
söz eder. Mektuplarında güç anlaşılan bazı
yerler var ki, bilgisiz ve kararsız kişiler,
diğer kutsal yazıları olduğu gibi,
bunları da çarpıtarak kendi yıkımlarını
hazırlıyorlar. Bu nedenle, sevgili kardeşlerim,
ilke tanımayan kişilerin sapıklığıyla sürüklenip
kararlılığınızdan sapmamak için bunları
önceden bilerek sakının." (II. Petrus
3:15-17).
Bu
sözlere dikkat edelim.
61.
"Hz. İsa (haşa) lanetli miydi?"
(Galatyalılar
3:13-14; Tesniye 21:23; Matta 27:38; Markos
15:27; Luka 23:33; Yuhanna 19:18)
İbrahim'e
sağlanan kutsama Mesih İsa aracılığıyla
uluslara sağlansın ve bizler vaadedilen
Ruh'u imanla alalım diye, Mesih uğrumuza
lanetlenerek bizi Yasa'nın lanetinden kurtardı.
Çünkü, "Ağaç üzerine asılan
herkes lanetlidir" diye yazılmıştır.
(Galatyalılar 3:13-14)
Bu
soruyu soru 55'te cevaplamıştık. Sayın Yüksel'in
"Hz. İsa Mesih'in lanetli olduğu iftirası"
olarak tanımladığı olay aslında İncil sırrının
odak noktasıdır! demiştik. İncil'in Matta,
Markos, Luka ve Yuhanna diye bilinen ve
İsa'nın hayatını kaydeden yazılarda en çok
yer alan olay, İsa'nın çarmıh üzerinde ölümüdür.
Sayısız ayet tarafından çok açık bir şekilde
ifade edilen çarmıh bildirisi şüpheli bir
gerçek değildir. Hatta Tevrat İsa'dan yüzyıllar
önce O'nun böyle öleceğini bildirmişti (Bkz.
soru 54). Öbür yandan Müslüman arkadaşlarımız,
Kuran'ın tek bir ayetine, hatta manası çok
tartışılan bir ayetine dayanarak İsa'nın
ölmediği sonuca varıyorlar. Ne yazık ki
çarmıhla ilgili bildiri, mahvolanlar için
saçmalıktır. Çünkü kurtulmakta olanlar için,
Mesih'in ölümü ve dirilişi Tanrı'nın gücüdür.
62.
"Hz. İsa Pavlus'u lanetlemişti"
Oradakilerden
bir bölümünün Saduki, diğer bölümünün
de Ferisi mezhebinden olduğunu anlayan
Pavlus, Yüksek Kurul'a şöyle seslendi:
"Kardeşler, ben özbeöz Ferisiyim.
Ölülerin dirileceği umudunu beslediğim
için yargılanmaktayım." (Elç.
İşleri 23:6) |
Vay
halinize ey din bilginleri ve Ferisiler,
ikiyüzlüler!
Vay
halinize ey din bilginleri ve Ferisiler,
ikiyüzlüler! (Matta 23:13,15)
İsa
önce kendi öğrencilerine şunları
söylemeye başladı: "Ferisilerin
mayasından - yani, ikiyüzlülükten
- kaçının.(Luka 12:1)
|
Bu
soruyu da cevapladık (Bkz. soru 60). Burada
önceki cevabımıza sadece Pavlus'un bir sözünü
daha ekleyelim. Kendisiyle ilgili şöyle
yazılmıştı:"Ben elçilerin en küçüğüyüm.
Tanrı'nın topluluğuna zulmettiğim için elçi
olarak anılmaya bile layık değilim. Ama
şimdi ne isem, Tanrı'nın lütfuyla öyleyim"
(I. Korintliler 15:9-10). Bir Ferisi bile,
Tanrı'nın lütfuyla ikiyüzlülüğünden ve dini
gururundan kurtulabilir! İsa günahkârlarla
yiyip içtiği için kendisini suçlayanlara,
"Sağlamların değil, hastaların hekime
ihtiyacı vardır. Ben doğru kişileri değil,
günahkârları çağırmaya geldim" dedi
(Markos 2:17). Burada Sayın Yüksel çok yanılmaktadır,
çünkü Tanrı'nın lütfunu tatmış değildir.
Mesih'in çarmıhıyla ilgili müjde, ister
Ferisi, ister Hristiyan veya Müslüman olsun
Rab'be dönen her bir günahkârın kurtuluşu
için Tanrı'nın gücüdür. En alçak günahkâr
kurtulabilir. Ya da en dindar din adamı!
Yeter ki kendini günahkâr kabul edip Mesih'in
lütfuna sığınsın. Bu mucizeyi Kutsal Kitap
şöyle özetlemektedir:
"Günahkârların,
Tanrı'nın Egemenliğini miras almayacağını
bilmez misiniz? Aldanmayın! Ne cinsel ahlaksızlık
yapanlar, ne puta tapanlar, ne zina edenler,
ne cinsel sapıklar, ne eşcinsellar, ne hırsızlar,
ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler,
ne de soyguncular, Tanrı'nın Egemenliğini
miras alacaklardır. Bazılarınız
böyleydiniz; ama yıkandınız, kutsal kılındınız,
Rab İsa Mesih'in adıyla ve Tanrımızın Ruhu
aracılığıyla aklandınız" (I.
Korintliler 6:9-11).
Bu
yüzden Pavlus İsa Mesih'i tanıtmak için
yaşıyordu. Çünkü dindar bir Ferisi olarak
Mesih'in lütfuyla kurtulmuştu. Yaşam amacını
şöyle açıkladı: "Bana kazanç olan her
şeyi Mesih uğruna zarar saydım. Dahası var,
kendisi uğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim
İsa Mesih'i tanımanın üstün değeri yanında
her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum.
Öyle ki, Mesih'i kazanayım ve Kutsal Yasa'ya
dayanan kendime özgü bir doğruluğa değil,
Mesih'e iman etmekle kazanılan, iman sonucu
Tanrı'dan gelen doğruluğa sahip olarak Mesih'le
birleşmiş olayım" (Filipililer 3:7-9).
Hem Mesih hem de diğer bütün havariler onu
onaylamaktadır.
63.
"Hz. İsa son peygamber mi dir?"
İsa
"Alfa ve Omega", "İlk ve
Son"dur. Başka hiç kimsede
kurtuluş yoktur. Bu göğün altında insanlara
bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir
ad yoktur.
Sayın
Yüksel "İncil'lerde, Hz. İsa'nın 'benden
sonra peygamber gelmeyecektir, ben en son
peygamberim.' mealinde hiç bir söz yoktur!"
şeklinde bir kez daha gerçek dışı bir iddiada
bulunuyor. Üstelik "daha sonra, peygamberimiz
Muhammed Mustafa'yı müjdeleyen Tevrat ve
İncil ayetlerini göreceğiz" diyor.
İkinci iddiasına şöyle kısa bir cevap verebiliriz:
Böyle ayetler yoktur. İsa'dan
sonra gelecek olanların kimliği Kutsal Kitap'ta
bellidir:
1)
"Paraklitos" denen Tanrı'nın
Kutsal Ruhu (Yuhanna 14:16, 26;
15:26). Rühul-Kudüs (Kutsal Ruh) Mesih'in
çarmıh üzerindeki ölümünden elli gün sonra
dünyaya indi. O'nun gelişi de İncil'in Elçilerin
İşleri bölümünde kaydedilmiştir (Bkz. Elçilerin
İşleri. 2:1-21).19
2)
Dirilmiş ve göklere gitmiş olan
Mesih'in İsrail'e ve diğer uluşlara
göndereceği gerçek peygamberler ve elçiler.
İsa çarmıha gerildiği günden kısa bir süre
önce Kudüs'lüleri şöyle uyardı: "İşte
size peygamberler, bilge kişiler ve din
bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini
öldürecek, çarmıha gereceksiniz. Kimini
havralarınızda kamçılayacak, kentten kente
kovalayacaksınız" (Matta 23:34). Bu
sözün gerçekleşmesinin kaydı da, Elçilerin
İşleri kitabındadır. Bu "peygamberler"
veya "gönderilenler" arasında,
(Petrus, Yuhanna, ve diğer havariler dışında)
şehit olan İstefan, Filipus, Yakup, Pavlus,
Barnaba, Markos, Timoteyus, Luka, Silas
ve Apollos vardır. Bunların bazıları aracılığıyla
"İncil" olarak bilinen vahiy,
yani Kutsal Yazılar'ın Yeni Antlaşma kısmı,
yazıya geçirildi.. Bu kişiler, Tanrı'nın
Sözü'nü vahiy olarak alan "peygamber"
veya "resul"lerdir (Bkz II. Petrus
3:2).
3)
Bazı sahte peygamberler. Efendimiz
İsa bu konuda bizi uyarmıştır: "Biri
size, 'İşte Mesih burada', ya da 'İşte şurada'
derse, inanmayın. Çünkü sahte mesihler,
sahte peygamberler türeyecek; bunlar büyük
mucizeler ve harikalar yaratacaklar. Öyle
ki, ellerinden gelse, seçilmiş olanları
bile saptıracaklar. İşte size önceden söylemiş
bulunuyorum" (Matta 24:23-25). Hatta
İncil, milyonlarca kişiyi İsa'nın açtığı
yoldan saptıracak olan özel bir sahte peygamberin
türeyeceği önceden bildirmiştir (Bkz. Esinleme
16:13; 19:20; 20:10). Bunları nasıl tanıyacağız?
Mesih'in kimliği üzerindeki öğretişlerine
göre tanıyabiliriz. İncil'in I. Yuhanna
kısmında şöyle okuyoruz: "İsa'nın Mesih
olduğunu inkâr eden yalancı değilse, yalancı
kimdir? Baba'yı ve Oğul'u inkâr eden, Mesih-karşıtıdır.
Oğul'u inkâr eden hiç kimsede Baba da yoktur...
Tanrı'dan olup olmadıklarını anlamak için
ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber
dünyanın her tarafına yayılmıştır. İsa Mesih'in
beden alıp bu dünyaya geldiğini kabul eden
her ruh Tanrı'dandır. Tanrı'nın Ruhunu bununla
tanıyacaksınız. İsa'yı (bu şekilde) kabul
etmeyen hiçbir ruh Tanrı'dan değildir"
(I. Yuhanna 2:22-23; 4:1-3).
4)
Mesih Karşıtı denen Yasa tanımaz adam.
İsa Mesih'in ikinci kez geleceği günlerde
türeyecek bu canavarın peşinden bütün dünya
şaşkınlık içinde gidecektir (Esinleme 13:1-4).
Dünyaya barış sağlayacağını vaat ederek
her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle
harikalarda ve mahvolanları aldatan her
türlü kötülükte sergilenen Şeytan'ın etkinliğiyle
gelecek (II. Selanikliler 2:3-10). İslamiyet'te
"Deccal" diye bilinen adamla ilgili
kavramlar buradan alındı. Halbuki Mesih
İsa dünyayı yargılamak üzere gelince bu
canavarı "ağzından çıkan solukla öldürecek,
gelişinin görkemiyle yok edecek" (II.
Selanikliler 2:8).
Şimdi
son olarak Sayın Yüksel'in, "İncil'lerde,
Hz. İsa'nın 'benden sonra peygamber gelmeyecektir,
ben en son peygamberim.' mealinde hiç bir
söz yoktur!" iddiasına gelelim. Bunun
çok yanlış olduğunu kanıtlar örnekler olarak
üç ayet vermek istiyoruz.
1)Birincisi,
İncil'in Luka bölümünde bulunup, İsa'nın
annesi olacak olan bakire Meryem'e önceden
bildiren meleğin sözlerini kaydetmektedir.
Melek ona,
"Korkma
Meryem, sen Tanrı'nın lütfuna eriştin. Bak,
gebe kalıp bir oğul doğuracaksın, adını
İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine
'en yüce Olan'ın Oğlu' denecek. Rab Tanrı
O'na, atası Davud'un tahtını verecek. O
da sonsuza dek... egemenlik sürecek, ve
egemenliğinin sonu gelmeyecektir"
dedi. (Luka 1:30-33)
Gerçek
ortadadır: İsa'nın süreceği egemenliğin
sonu gelmeyecek demek, İsa'dan sonra herhangi
bir peygamberin gelip başka bir çağ üzerinde
hüküm sürmeyeceği demektir.
2)İkincisi,
İncil'in Matta bölümünde bulunur. "Göksel
Egemenliğin bu müjdesi tüm uluslara bir
tanıklık olmak üzere bütün dünyada duyurulacak,
ve son o zaman gelecektir" (Matta 24:14).
Burada da aynı şey görüyoruz. İsa ve O'nun
süreceği ruhsal egemenlikle ilgili olan
müjde bütün dünyaya duyurulduktan sonra
bu dünyanın sonu gelecek. Bu başka biri
ya da herhangi bir gerçek gelmeyecek anlamına
gelmektedir. Aynı şekilde İsa göğe çekilmeden
önce öğrencilerinin yanlarına gelip kendilerine
şunları söyledi:
"Gökte
ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.
Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim
olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve
Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin. Size buyurduğum
her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben,
dünyanın sonuna dek her
an sizinle birlikteyim." (Matta 28:18-20).
3)Son
bir örnek olarak bütün İncil'i açık bir
şekilde özetleyen şu ayetleri vermek istiyoruz:
"Tanrı
eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla
birçok kez ve çeşitli yollardan atalarımıza
seslendi. Bu son çağda da her şeyin mirasçısı
olarak belirlediği ve aracılığıyla evreni
yarattığı kendi Oğluyla bize seslenmiştir.
Oğul, Tanrı'nın yüceliğinin parıltısı ve
O'nun varlığının öz görünümüdür. Kudretli
sözüyle her şeyi devam ettirir... Mesih,
günahlar için sonsuza dek geçerli olan tek
bir kurban sunduktan sonra Tanrı'nın sağında
oturdu. O zamandan beri düşmanlarının, kendisinin
ayakları altına serilmesini bekliyor"
(İbraniler 1:1-3; 10:12-13).
Bu
bölümden hem İsa'nın kimliğinin bir peygamberinkinden
çok çok üstün olduğunu, hem de O'nun hüküm
sürdüğü çağın, bu yaradılışın son çağı olduğunu
anlamamız gerek. Demek ki son O'dur.
Rab'bin
Kendisini sevenlere miras vereceği egemenliği,
doğruluğun barınacağı yeni gökleri ve yeni
yeryüzünü bekliyoruz. Çünkü Tanrı'nın bütün
insanlara kurtuluş sağlayan lütfu ortaya
çıkmıştır. Bu lütuf, din değil, tanrısızlığı
ve dünya arzularını reddedip bu dünyada
sağduyulu, doğru ve Tanrı yoluna yaraşır
bir yaşam sürebilmemiz için bizi eğitiyor.
Bu arada, mübarek ümidimizin gerçekleşmesini,
ulu Tanrı ve Kurtarıcımız İsa Mesih'in yücelik
içinde gelmesini bekliyoruz. Güvencimiz
ve ümidimiz sadece bizi böylesine çok seven
Rab'be bağlıdır.
Sonraki Sayfa (Bölüm Altı - Tanrı Gerçeğinin
İki Direği)
|