Gerçekte Katoliklerle Ortodokslar arasında
çok büyük bir farklılık yoktur. Temelde
her iki kilise de bazı ufak öğretisel (teolojik)
ayrılıkların dışında hemen hemen aynı öğretisel
çizgiyi takip ederler. Bu iki kilise arasında
var olan farklılıklar daha fazla bölgesel
ve kilisenin yönlendirilişiyle ilgili farklılıklardır.
Hıristiyanlık içinde en
yaygın ve en fazla üyeye sahip olan Katolik
kilisesinin kuruluşu iddiasına göre bizzat
İsa Mesih ve resulleri (özellikle Petrus
ve Pavlus) tarafından olmuştur. Katolik
kilisesi başlangıçtan bu yana sadık ve kesintisiz
bir şekilde resullerin öğreti ve uygulamalarını
devam ettirdiklerini iddia ederler. ‘‘Katolik''
kelimesi ‘‘evrensel'' demektir. Kilisenin
yönetim merkezi Roma'da olup evrensel boyutlu
olduğundan bu kilise ‘‘Roma Katolik Kilisesi''
adıyla bilinir. Bu kilisenin başında öleceği
güne dek seçilip, Mesih'in görünür temsilcisi
olarak kabul edilmiş bulunan ve Vatikan
Roma'da yaşayan Papa bulunur.
KATOLİK ve ORTODOKSLARIN
BİRBİRLERİNDEN AYRILMALARI
Bilindiği gibi ilk Hıristiyan
kilisesi Pentikost günü Mesih tarafından
vaat edilen Kutsal Ruh'un inanlılar üzerine
gelmesiyle Yeruşalim'de kuruldu. Fakat Yeruşalim'in
M.S. 70'de Romalılarca harap edilmesinden
sonra baskılar nedeniyle, bu kiliseler başka
bölgelere Avrupa'ya, yani batıya kadar yayıldı
(Elçi.1:8)
O zamanlarda dünyada egemen
olan politik güç Roma imparatorluğuydu.
İlk üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlar çeşitli
ağır baskılara maruz kalmışlardı ama dördüncü
yüzyılın başlarında (M.S. 312/3) Hıristiyanlığa
dönen Roma imparatoru Konstantin'in emriyle
Hıristiyanlara tam bir özgürlük sağlanmış
ve böylece baskılar durmuş oldu. M.S. 395'de
ise Roma imparatorluğu Doğuda Konstantilop
(İstanbul) ve Batı'da da Roma şehirleri
başkent olmak üzere ikiye ayrıldı. Yozlaşmaya
başlayan Hıristiyanlık güç ardına koşmaya
başlayıp, Batılılar Roma'nın, Doğulular
da Konstantilop'un dinsel merkez olması
gerektiğini ileri sürmeye başladılar. Roma
devletinin desteğiyle günden güne güçlenen
Roma kilisesinin rahibi kendisinin elçi
Petrus'un halefi olduğunu, kilisenin tek
evrensel şefi ve papası (babası) olduğunu
bidirerek, Konstantilop patriğinin de onun
yetkisini kabul etmesi gerektiğini ileri
sürünce doğu kiliseleri buna karşı çıkıp
birbirlerini aforoz ettiler ve bu şekilde
1054'te Batı'da Roma Katolik ve Doğuda da
Ortodoks kilisesi oluşmuş oldu. Ortodoks
kelimesi ‘doğru' anlamına gelip, doğru inanca
veya görüşe sahip olan demektir.
Papa'nın yanılmazlığı ve
evrensel yetkisinin kabul edilmemesinin
dışında Ortodoksları Katoliklerden ayıran
diğer bir kaç nokta da şunlardır.
Katolik kilisesi rahiplerinin
evlenmelerini yasaklarken Ortodoks kilisesi
rahiplerinin evlenmelerine müsade eder.
Katolikler Kutsal Ruh'un
hem Baba'dan hem de Oğul'dan çıktığını ileri
sürerken Ortodokslar Kutsal Ruh'un yalnızca
Baba'dan, İsa aracılığıyla çıktığını ileri
sürerler.
Roma Katolik kiliselerinde
vaftiz uygulaması yalnızca su serpmekle
yapılırken, doğu Ortodoks kiliselerinde
bu tamamen suya daldırılmak suretiyle yapılıyordu.
Ortodokslar yalnızca resimlerle
yetinmekteyken batı kiliseleri heykel veya
statüler de yapıyor ve bunları da şereflendiriyordu.
Ortodokslar Rabbin Sofrasını
ekmek ve şarapla yaparken Roma Katolikleri
bunu yalnızca şaraba bulandırılmış kutsal
ekmekle yapmaktaydı.
Ortodokslar ayinlerinde
özellikle Yunancayı kullanırken, Roma Katolikleri
Latinceyi kullanıyordu.
Ortodokslar bazı Hıristiyan
kutlamaların Katoliklerden ayrı tarihlerde
kutlarlar. Örneğin Katolikler İsa'nın doğuşunu
25 Aralıkta kutlarken Ortodoksluk sistemi
altında olan Ermeniler 6 Ocağı kutlarlar.
Bu farklılıkların dışında
bu iki kilise diğer bütün konularda hemen
hemen aynı inanç sistemini paylaşmaktadır.
Ortodoksların yoğun olduğu bölgeler doğu
bölgeleridir. Ortodoks ve Katolikler arasında
var olan bu ayrılık uçurumu tarih boyunca
politik nedenlerden dolayı daha da derinleşti.
Ama son dönemlerde Katolik kilisesi Ortodoksları
yeniden kendi denetimine almak amacıyla
çeşitli taktik ve atılımlarda bulunmuştur
ve bu hala da devam etmektedir.
İncil'e
Dayalı Protestanlarla Katolik ve Ortodokslar
Arasıdaki Farklılıklar Nelerdir?
Söylediğimiz gibi gerçekte Katoliklerle
Ortodokslar arasında (Ermeni resuli, Süryani
kadim, Kildani vs...) çok büyük bir farklılık
bulunmamakta, temelde bu kiliseler hemen
hemen aynı öğretisel çizgiyi takip etmektedirler.
Bu üç kilise içinde öğreti ve uygulamalarıyla
farklılığı hemen göze batan kilise Mesih
İnanlıları veya İncili Protestanlardır.
‘Protestan' kelimesi ‘protesto eden' anlamına
gelip, kurulu kiliselerin İncil'den uzaklaşmış,
İncil'e ters düşen öğreti ve uygulamalarını
protesto ettiklerinden bu isim kendilerine
verilmiştir. Katoliklerce uzun yıllar ‘‘sapkınlar''
olarak ilan edilen Protestanlar Vatikan
II Konsülünden itibaren ‘ayrı kardeşler''
veya ‘‘kardeş kilise'' olarak görülmeye
başlanmıştır.
Aralarında bulunan farklılıklara
geçmeden önce Mesih İnanlılarının Katolik
ve Ortodokslarla birlik içinde olduğu şu
bir kaç noktayı vurgulamamız şüphesiz yararlı
olacaktır
Tanrının varlığı, ebediliği,
yüceliği ve üçlü-birliği, İsa Mesih'in yaratılamayıp
ebediyen var olduğu, O'nun tam Tanrı ve
tam insan olduğu.
İsa Mesih'in Kutsal Ruh
aracılığıyla Meryem anadan mucizevî bir
şekilde doğduğu, tamamen günahsız ve kusursuz
olup, günahlarımız için haça gerilip öldüğü,
üçüncü gün ölüler arasından bedenen dirilerek
öğrencilerine göründüğü ve kırk gün sonra
da diriliş bedeniyle göğe çıkması.
İsa Mesih'in ikinci kez
görkemle yargı için geleceği, diriliş olacağı
ve inananları cennete, inanmayanları da
cehenneme atacağı
Kutsal Ruh'un bir etki
olmayıp üçlü-birliğin üçüncü şahsiyeti olduğu.
Meleklerin ve aynı zamanda
Şeytan ve cinlerinin ruhi şahsiyetler olarak
var olduğu.
Kutsal Kitap'ın Tanrı'nın
esini olduğu vs...
Bu ortak noktaları vurguladıktan
sonra şimdi Mesih İnanlılarını Katolik ve
Ortodoksluktan ayıran temel öğreti ve özelliklerin
ne olduğunu birlikte incelemeye geçebiliriz.
DAYANILAN
YETKİ KONUSUNDAKİ FARKLILIK
Katolik ve Ortodoks kiliseleri inanç ve
uygulamalarının tespit edilmesi hususunda
iki temel yetkiye dayanır. Bunlar Kutsal
Kitap ve Kilise gelenekleridir. Kilise gelenekleri
derken kilise babalarının öğretileri, Papa'nın
öğretileri, kilise konsüllerinde alınan
kararlar ve kilise tarihi boyunca kiliseye
sokulan öğreti, örf ve adetler anlaşılmaktadır.
Katolikler, Kutsal Kitap ve bu kilise geleneklerini
eşit bir şekilde Tanrı sözü olarak benimsemektedirler.
Vatikan 1 ve 2 Konsülleri'nde bu düşünce
şöyle ifade edilmiştir:
‘‘Kutsal gelenekler ve
Kutsal Kitap tek tanrısal bir kaynaktan
ileri gelerek tek bir akımda toplanır ve
tek sonuca yönelir... Kutsal Kitap ve Gelenekler
eşit bir saygı ve duyguyla kabul edilip
şereflendirilmelidir'' ( Dei Verbum, 9,10).
Hatta Kilise ve kilise
gelenekleri çoğu zaman Kutsal Kitap'tan
daha üstün ve önde tutulmaktadır. Örneğin
Kilise gelenekleriyle Kutsal Kitap arasında
bir tezat belirdiğinde Katolik ve Ortodokslar
kiliseyi ve kilise geleneğini izlemeyi tercih
ederler. İncil kitaplarının kilise tarafından
tespit edilip yetkilendirildiğini ileri
sürerek, Kutsal Kitap'ın yalnızca kilise
tarafından yorumlanıp anlaşılacağını iddia
ederler. Kilisenin dışında Kutsal Kitap'ı
doğru bir şekilde anlamak ve yorumlamak
onlara göre olanaksızdır.
Fakat bunun karşıtında
Protestanlar iki değil, yalnızca tek bir
yetkiyi, yani Kutsal Kitap yetkisini kabul
ederler. Konsüllerin, geleneğin, kilise
babaları veya öğretmenlerinin değerini her
ne kadar kısmen takdir etseler de bunların
asla Kutsal Kitap'a eşdeğer bir yetki veya
Tanrısal söz olarak kabul edilemeyeceğini
vurgularlar. İşte Mesih İnanlılarını Katolik
ve Ortodokslardan ayıran temel ve ana özellik
budur. Eğer herhangi bir Katoliğe veya Ortodoks'a
neden dolayı buna veya şuna inanıyorsun
diye sorulursa genelde alınan yanıt şöyle
olur: ‘‘Böyle inanıyorum çünkü kilisemiz
veya papazımız böyle öğretir' ‘ . Oysa aynı
soru bir Mesih İnanlısına yöneltildiğinde
O hiç tereddüt etmeden ‘ ‘böyle inanıyorum,
çünkü Tanrı'nın sözü Kutsal Kitap böyle
öğretir'' der. Acaba bu görüşten hangisi
doğru ve Tanrısal gerçeklere uygundur? Sadece
Kutsal Kitap'ın yetkisinin kabul edilmesi
mi yoksa Kutsal Kitap'a başka kaynak, gelenek
ve yetkilerin de eklenip bunların eşit derecede
izlenmesi mi?
Mesih İnanlılarının
yanıtı kesin ve açıktır:
Yani yalnızca Kutsal Yazılar'ın
yetkisi. Yalnızca Kutsal Kitap Tanrı'nın
ilham edilmiş sözü olduğundan inanç ve uygulamalarımızın
tespit edilmesi hususunda yalnızca o tek
ölçü olmalıdır. Kutsal Kitap'ın yanında
veya dışında başka ek bir yetkiye bel bağlamak
ancak karışıklığa ve sapıklığa götürür.
İsa Mesih'in, onun elçilerinin ve ilk yüzyıl
imanlılarının öğretisi daima bu doğrultuda
olmuştur. Onlar inanç ve uygulamalarını
kesinlikle adetler üzerine değil ama yalnızca
Tanrı'nın sözü üzerine kuruyorlardı. Örneğin
İsa Mesih yeryüzündeyken dinsel adetlerin
esiri haline gelmiş Ferisileri ve din bilginlerini
geleneklerinden dolayı açıkça mahkûm etmiş,
öğrencilerini de bu insan icadı geleneklerin
tehlike ve yıkımlarına karşı uyarmıştır:
‘‘Kudüs'ten bazı Ferisiler
ve din bilgileri İsa'ya gelip şunu sordular:
‘‘Senin öğrencilerin neden atalarımızın
geleneğine karşı geliyorlar? Yemekten önce
ellerini yıkamıyorlar.'' İsa onlara şu karşılığı
verdi: ‘‘Ya siz, neden geleneğiniz uğruna
Tanrı buyruğuna karşı geliyorsunuz? Geleneğiniz
uğruna Tanrı'nın sözünü geçersiz kılmış
oluyorsunuz. Ey ikiyüzlüler! Yeşaya'nın
sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne doğrudur:
‘‘Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri
benden uzaktır. Bana boşuna taparlar. Çünkü
öğrettikleri, sadece insan kurallarıdır''
(Mat.15:1-9).
Bu sözlerle açıkça İsa
Mesih Kutsal Yazılar'ın geleneklerden kesin
üstünlüğünü vurguluyordu. Yine başka bir
fırsatta İsa Mesih kendisini deneyen Şeytan'a
üç kez ‘‘Yazılmıştır'' ifadesiyle karşı
koymuştur, gelenekler veya kurallar böyle
öngörüyor veya diyor diyerek değil! (Mat.4:1-11)
Elçi Pavlus da gelenekler
hususunda inanlıları şöyle uyardı
‘‘Dikkatli olun! Mesih'e
değil de, insanların geleneğine ve dünyanın
temel ilkelerine dayanan felsefeyle, boş
ve aldatıcı sözlerle kimse sizi tutsak etmesin.''
(Kol. 2:8
Başka bir bölümde de elçi Pavlus Kutsal
Yazılar'ın rolü ve yetkisi hakkında genç
Timoteos'a şunları yazdı:
‘‘Mesih İsa'ya olan iman
aracılığıyla seni bilge kılıp kurtuluşa
kavuşturacak güçte olan Kutsal Yazıları
da (gelenekleri değil!) çocukluğundan beri
biliyorsun. Kutsal Yazıların tümü (kilise
gelenekleri değil!) Tanrı esinidir ve öğretmek,
azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda
eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde
(gelenekler değil) Tanrı adamı her iyi iş
için donatılmış olarak yetkin olur.'' (2.Tim.3:15-17)
Pavlus ve Silas'ın ilan
ettiği bildirinin doğruluğunu Veriya'lılar
geleneklerine bakarak değil ama ellerinde
bulunan Kutsal Yazılar'a bakarak kontrol
ediyorlardı:
‘‘Veriya'daki Yahudiler,
Selanik'tekilerden daha açık fikirliydiler.
Tanrı sözünü büyük ilgiyle karşılayarak
her gün Kutsal Yazıları inceliyor, öğretilenlerin
doğru olup olmadığını araştırıyorlardı.''
(Elçi.17:11)
Bundan başka Kutsal Kitap
açık bir şekilde biz insanların kilise ve
insan adetlerine göre değil ama Tanrı'nın
ve İsa Mesih'in sözüne göre yargılanacağını
vurgular
‘‘Beni reddeden ve sözlerimi
kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri var.
O kişiyi son günde yargılayacak olan, söylediğim
sözdür.'' (Yuh.12:48 )
Tanrı da kilise kurallarından
veya geleneklerinden değil ama kendi ‘ ‘sözünden
titreyen adama baktığını' ‘ bildirir (Yeş.66:2).
Kutsal Kitap'ın yanına başka bir yetki koymak
özden uzaklaşıp, sapıklıklara kaymanın temel
kaynağıdır. Bu aynı zamanda bütün tarikatların
da içine düştüğü tehlikeli bir tuzaktır.
Bu nedenledir ki, Katolik ve Ortodoks kilise
geleneklerinde kayıtlı bulunan ve Kutsal
Kitap gerçekleriyle alakası bulunmayan bir
yığın efsane ve hikayeler mevcuttur. Bunlar
her ne kadar İncil öğretilerine ters düşse
de ne yazıkki bir yığın insan bunlara Tanrı'nın
sözüymüş gibi inanır ve izler
Gelenekler kaygan kum gibi;
ama Kutsal Kitap sarsılmaz, sabit bir kaya
gibidir. Gök, yer, insan ve gelenekleri
gelip geçer veya bozulur ama Rabbin sözleri
ebediyen durur (Mat.24:35). İşte bizim geleceğimiz
ve güvenliğimiz de yaşamımızı neyin üzerine
kurduğumuza bağlıdır. Acaba yaşamımızı geçici
ve değişken insan gelenekleri üzerine mi
yoksa değişmez ebedi Tanrı sözü üzerine
mi kuruyoruz?
İlk yüzyıldaki kilisenin
inanılması gereken kitapları tespit edip
yetkilendirme iddiası da yanlış olup, hiç
de kilise veya geleneklerin Kutsal Kitap'tan
daha değerli ve önemli kılmaz. Kilise, İncil
kitabına yetki veya değer sağlamadı, ama
zaten İncil'de var olan yetkiyi ve değeri
tanıdı, bir kuyumcunun önüne konulan metalın
altın, gümüş veya bakır olup olmadığını
tanıdığı gibi.
Kutsal Kitap'ın yalnızca
kilise tarafından anlaşılıp yorumlanabileceği
düşüncesi de Kutsal Kitap'a göre yanlıştır.
Samimi bir şekilde, dua ile ve Kutsal Ruh'un
yardımıyla Kutsal Kitap'ı okuyanlar onun
kurtuluş mesajını kolaylıkla anlayabilirler
(bkz. Yuh.20:31; 2.Tim.3:15-17).
Katolik ve Ortodoks kiliselerinin
Kutsal Kitap konusunda diğer önemli bir
yanılgısı da 1546'da Protestanlara bir tepki
olarak bazı sapık inançlarına destek buldukları
Apokrifler olarak adlanan 14 kitapçığın
Kutsal Kitap'a eklenilmesidir. Oysa ne İsa
Mesih ne öğrencileri ne ilk çağlardaki inanlılar
ne de kendilerine Kutsal Kitap sağlanan
Yahudiler bu yazıları hiç bir zaman Tanrısal
esinli kitaplar olarak görmemiş, inanç veya
uygulamalarını desteklemek için onların
yetkisine başvurmamışlardır. Kutsal Kitap'la
eşdeğerde tutulup, Tanrı'nın sözü olarak
kabul edilen geleneklerin ve bu apokriflerin
Kutsal Kitap'a ve kiliseye sokulması İsa
Mesih'in şu sözlerinin açık bir ihlalidir:
‘‘Bu kitaptaki peygamberlik
sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Eğer
bir kimse bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı
da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır.
Eğer bir kimse bu peygamberlik kitabının
sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı da
bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal
kentten ona düşen payı çıkaracaktır'' (Esin.22:18-19).
Bu temel konuda siz de
şahsen bir karar almalısınız. Acaba siz
Kutsal Kitap ve geleneklerden oluşan çifte
yetki üzerine mi yoksa yalnızca Kutsal Kitap
yetkisi üzerine mi yaşamını kuracaksınız?
Seçim sizindir.
Papanın Yetkisi ve Yanılmazlığı
Konusunda Farklılık?
Mesih İnanlıları Roma papalık
sistemini ve yetkisini tamamen reddederler.
Katolik kilisesi papayı şu görkemli unvanlarla
çağırır: ‘‘Tüm Hıristiyanların papası''
(yani babası), ‘‘çobanı ve şefi'', ‘‘kutsal
peder'', ‘‘Mesih'in görünür temsilcisi'',
‘‘Petrus'un halefi'', ‘‘elçilerin prensi'',
‘‘aracı'' , vs... Hemen belirtelim ki, yalnızca
İsa Mesih'e verilen ve verilmesi gereken
bu unvanların papaya verilmesi ve onun tüm
Hıristiyanlar üzerinde bu derece büyültülmesi
Kutsal Kitap gerçeklerine tamamen aykırı
düşmektedir. İsa Mesih açık bir şekilde
kendisini izleyenlerin eşit olduğunu ve
birinin diğerlerinin üzerine yükseltilmemesi
gerektiğini bildirmiştir. Büyüklük sevdasına
kapılan öğrencilerine İsa Mesih şöyle demiştir:
‘ ‘Bilirsiniz ki, ulusların
önderleri onları egemenlik hırsıyla yönetirler,
ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını
hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak.
Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin
hizmetkarı ve kulu olsun'' (Mat.20:20-27).
Başka bir olayda da İsa
Mesih öğrencilerine şunları bildirdi:
‘‘Kimse sizi ‘Rabbi' diye
çağırmasın. Çünkü bir tek öğretmeniniz var
ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye
‘Baba' demeyin. Çünkü bir tek Babanız var,
O da göksel Baba'dır. Kimse sizi ‘önder'
diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz
var, O da Mesih'tir. Aranızda en üstün olan,
diğerlerinin hizmetkarı olsun. Kendini yücelten
alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir''
(Mat.23:8-12).
Bu sözler öncülerini ‘Baba',
‘Rab', ‘sahip ‘ veya ‘efendi' olarak çağırmayı
alışkanlık edinen Katolik ve Ortodoksların
ne derece yanılgıda olduğunu sanırız açıkça
göstermektedir. Katolik kilisesince ilk
papa olarak benimsenmiş olan elçi Petrus
hiç de kendisini en önde gelen papa olarak
değil fakat diğer öncülerle bir tutarak
‘‘ben de onlar gibi bir ihtiyar'' diye tanıtır
(1.Pet.5:1-5). Kornelyus onun ayaklarına
kapanınca o ‘ ‘kalk ben de insanım'' diyerek
onun kendisini onurlandırmasına engel oldu
(Elçi.10:25-26). O'nun bu tutumu Katolik
papalarının onurlandırma konusunda takınmış
olduğu tutumdan ne kadar farklıdır!
Katolik kilisesi daha da
ileri giderek 1870 yılında yapmış olduğu
Vatikan konsülünde papanın ‘yanılmaz' olduğunu
da ilan ederek sapıklığının doruğuna ulaştı.
Katolik kilisesi, Papa'nın öğreti ve ahlak
konusunda resmen beyan ettiği bütün düşüncelerde
hatasız ve yanılmaz olduğunu ve bunların
Kutsal Kitap sözleri gibi bütün Hıristiyanlarca
kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer!
(Hıristiyan Dinini Özü, 1987, sf.19).
Oysa bizzat Katolik kilisesinin
tarihi bu iddianın ne derece çürük ve yanlış
olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Tarih boyunca papaların desteklediği haçlı
seferleri, korkunç engizisyon mahkemeleri,
birbirleriyle çelişen bir sürü öğreti ve
açıklamalar bu iddianın gerçeklerden ne
kadar uzak olduğunu gösterir. Bir çok ‘‘kutsal
pederlerin'' şahsi yaşamları da kutsal bir
yaşamdan tamamen uzaktı. Ahlaksızlık, taht
kavgası, üstünlük sevdası, yalan dolan,
gaddarlık, politik hırs vs...
topluluğumu bu kayanın
üzerine kuracağım... göklerin Egemenliğinin
anahtarlarını sana vereceğim'' derken onu
yanılmaz veya diğerlerinin üzerine egemen
atamıyordu (Mat.16:13-20). Zaten bu beyandan
hemen sonra Petrus Mesih'in ölümü konusunda
yanılgıya düşmüş ve İsa da onu ‘Şeytan'
diye adlandırmıştır!! (Mat.16: 21-24). Ne
Petrus'un kendisi ne de diğer elçiler Mesih'in
bu beyanını hiç de bu şekilde anlayıp yorumlamadılar.
Elçi'lerin işleri kitabında okuduğumuz gibi
ilk Kudüs konsilinde Petrus ilk yerde değil
ama Barnaba, Pavlus ve Yakup gibi yalnızca
söz alanlar arasındaydı. Konsil'in aldığı
kararlar da yine Petrus'un değil ama elçilerin
adıyla onaylanıp kiliselere ulaştırıldı
(Elçi 15:1-29). Bundan başka elçi Petrus
Yuhanna ile birlikte Samirye kentine bir
görevi yerine getirmek amacıyla diğer resuller
tarafından gönderiliyor (Elçi 8:14). Eğer
o ilk papa olsaydı kendisi başkasını görevlendirmeliydi
bu hizmet için. Elçi Pavlus da Petrus'u
en önde gelen yetki veya papa olarak değil
ama Yakup ve Yuhanna gibi ‘‘ topluluğun
direklerinden biri'' olarak görüyordu. (Gal.2:9).
Hatta Pavlus milletler hakındaki tutumundan
dolayı Petrus'la muhalefete girerek onu
‘‘ikiyüzlü'' olarak suçlamıştır (Gal.2:11-14).
Eğer Pavlus Petrus'u yanılmaz bir papa veya
evrensel kilisenin yetki sahibi tek çobanı
olarak görseydi böyle bir harekette bulunup
onu herkesin önünde eleştirmeyecekti.
Şüphesiz Petrus ilk kilisede
önemli bir rol oynamıştır. Dile getirmiş
olduğu iman ikrarıyla gerçekten de kilisenin
ilk taşı veya taşlarından oldu o (Efs.2:20).
Ama iyi bilinmelidir ki, ‘‘hiç kimse atılan
temelden, yani İsa Mesih'ten başka bir temel
atamaz'' ( 1.Kor.3:11). Petrus, Pentikost
günü üç bin kişinin tövbe etmesine öncülük
ederek ve milletlerin imana gelmesine ilk
aracı olmakla sözü edilen göklerin egemenliğinin
anahtarlarını gerçekten de kullanmaya başlamıştır
(Elçi.2:14-41; 10:1-48 Unutmayalım ki, Kutsal
Kitap'a göre Mesih'in yerini alıp O'nun
temsilcisi olan Petrus veya herhangi bir
papa değil ama Kutsal Ruh'un kendisidir.
(Yuh.14:16-18,16:7-15). Bundan başka Petrus'a
verilen yetki daha sonra genelleştirilerek
ilk yüzyıldaki bütün elçilere verilmiştir
(Yu. 21:22-23). Yine belirtmeliyiz ki, Kutsal
Kitap birçok çobanlık, müjdeci, öğretmen,
şemmaslık vs... gibi imanlılara verilen
ruhsal armağanlardan söz ederken, kesinlikle
kiliseye verilen bir papalık armağanından
söz edilmez. Böyle bir armağan mevcut değildir
(Efs.4:11-13; 1.Kor.12:4-11).
Petrus'un Katoliklerin
iddiasının tersine Roma'da papalık veya
rahiplik yaptığı da meçhuldür. Kutsal Kitap
beyanları daha ziyade bunun aksine tanıklık
etmektedir. Örneğin Pavlus Romalılara ve
Koloselilere yazdığı mektuplarında Roma'da
bulunan inanlıların adlarını bir bir sıralarken
Petrus'un adı hiç geçmemektedir! (Rom.16.
Kol.4). Yine Pavlus Roma'ya vardığında oradaki
imanlılar onu karşılamaya gelir ama aralarında
yine ne Petrus var ne de onun izi... Bunlar
bir kez daha Katoliklerin Petrus ve papalık
hakkında sahip oldukları görüşlerinin yanlışlığını
onaylar. Papalık yetkisi günümüze dek kesintisiz
olarak süregeldi iddiası da tarihsel gerçeklerin
ışığında yanlış çıkıyor çünkü bazı dönemlerde
aynı anda iki papa hüküm sürüyordu ya da
kilise belirli süre papasızdı. Daha önemlisi
Kutsal Kitap açık bir şekilde birinden başkasına
aktarılarak süregelen bir papalık veya kahinlik
hizmetinden söz etmez. Kâhinlik hizmeti
ilk anlamıyla Yahudi sistemine dayalı olup
Levi sıptına ayrılan bir hizmetti. Mesih'in
ölümüyle bu kahinlik hizmeti ve kurban sunma
eylemi doruğuna vararak kesinlikle son bulmuştur
(İb.7:26-7).
Meryem
Ana'nın Kimliği ve Rolü Konusundaki Farklılık?
Mesih İnanlılarını Katolik ve Ortodokslardan
ayıran diğer önemli bir nokta da Meryem
ananın kimliği ve rolü konusudur. Katolikler
ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik Kilisesi,
Süryani Kadim kilisesi vs...) Meryem anayı
adeta bir tanrıçaya dönüştürmüşlerdir. Ayinleri
ve öğretilerinin merkezi neredeyse Mesih
değil ama Meryem anadır. O'nun onuruna yapılan
kiliseler, hac yerleri ve bayramların sayısı
İsa Mesih'inkinden daha fazladır. Kutsal
Kitap ışığında Katolik ve Ortodoks'ların
Meryem ana konusunda düşmüş oldukları beş
temel yanılgı kısa olarak şunlardır.
1.Meryem anaya vermiş oldukları
görkemli unvanlar konusundaki yanılgıları.
Meryem'e şu görkemli unvanlar verilir: ‘
Tanrı'nın kutsal anası', ‘sabah yıldızı',
‘cennetin kapısı', ‘günahkârların sığınağı',
‘Hıristiyanların destekleyicisi ve yardımcısı',
‘meleklerin, göğün ve evrenin kraliçesi',
‘dünyanın Mesih ile ortak kurtarıcısı',
‘Avukat, aracı veya meyancı' vs.
Oysa Kutsal Kitap, bu isimlerin
hiçbirini, hiçbir şekilde Meryem'e vermez.
‘Sabah yıldızı', ‘cennetin kapısı', ‘günahkârların
dostu', ‘meyancı', ‘avukat ‘ isimlerini
yalnızca İsa Mesih'e verir. Aynı zamanda
Hıristiyanların yardımcısı veya destekleyicisiyse
Kutsal Kitap'a göre yalnızca Kutsal Ruh'tur
(Yu. 14:16-18 Kutsal Kitap yine açık bir
şekilde yalnızca tek bir meyancının var
olduğunu ve bunun yalnızca İsa Mesih olduğunu
vurgular:
‘O, tüm insanların kurtulmasını
ve gerçeğin bilincine erişmesini ister.
Çünkü tek bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar
arasında tek bir Aracı vardır. Bu da insan
olan ve kendisini herkes için fidye olarak
sunmuş bulunan Mesih İsa'dır'(1Tim.2:4-6).
Yalnızca İsa Mesih'e ve
Kutsal Ruh'a yaraşan bu isimlerin bir yaratığa
verilmesi ciddi bir yanılgı ve hatadır.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Meryem'e verilen
‘göklerin kraliçesi' ismi tamamen putperestlikten
gelmektedir. Bu isim Kutsal Kitap'ın Yeremya
7:16,20 ve İşaya 44:16-23'te Meryem'e değil,
Babil tanrıçası Astarte'ye ilişkin söylenmektedir.
Tanrı burada kendisini öfkelendirmek için
gökler kraliçesine pideler hazırlayıp sunan
kişileri açıkça lanetlemektedir. Şu da açıktır
ki, Babil'lilerin tanrıçalarına verdikleri
birçok isim 5'inci yüzyıldan itibaren, putperestlikten
Hıristiyanlığı seçmiş, ama gerçekte putperest
alışkanlıklarından tam olarak vazgeçmemiş
ama onları Hıristiyan kisvesi altında muhafaza
edenlerce Meryem'e atfedilmiştir.
4'üncü yüzyıldan itibaren
Mesih'i doğurmasından dolayı Meryem'e verilmeye
başlanan ‘Tanrı'nın anası' unvanına gelince;
bu isim Kutsal Kitap'a ve biz Mesih İnanlılarına
göre Tanrı'ya karşı büyük bir hakarettir.
Bu isim ancak mitolojilerde rastlanan Tanrı'dan
önce var olup, Tanrı'yı doğurmak, Tanrı'ya
hayat vermek gibi Kutsal Kitap'a tamamen
ters düşen, çarpık düşüncelere sebebiyet
vermektedir. Tanrı'nın kesinlikle annesi
yoktur, hiç olmamıştır ve olamaz da.. Hiç
kimse Tanrı'yı doğuramaz veya O'na hayat
veremez. Tanrı'dan önce kendisine sebebiyet
verecek hiç kimse var olmamıştır. Tanrı
ezelidir. Başlangıcı ve sonu yoktur. Meryem
ancak İsa Mesih'in insanlığının annesi olmuştur
Tanrılığının değil. Doğrudur ki, Luka 1:43'te
Elizabet Meryem'e ‘Rabbimin anası' demiştir.
Ama dikkat edilsin ki, burada ‘Tanrı'mın
anası' değil, ‘ Rabbimin anası' deniliyor.
Burada kullanılmış olan ‘Rab' kelimesi Tanrı
anlamında değil ama Efendi veya sahip anlamında
olup o zamanlarda bir çok saygın kişi bu
şekilde çağrılmaktaydı (Mat.23:8-12). Başka
bir bölümde Yakup'tan söz edilirken onun
da ‘Rabbin kardeşi' olduğu belirtilir (Gal.1:19).
Şüphesiz bizler bunu ‘Tanrı'nın kardeşi'
anlamında yorumlayıp, bundan Yakup'un da
çok özel biri olduğu sonucunu çıkarmamalıyız.
Bu bizleri çarpık düşüncelere götürür. Bu
yalnızca Mesih'in bedensel yöndeki kardeşi
anlamındadır.
2. Meryem ananın doğuştan
günahsızlığı konusundaki yanılgıları. Katolik
ve Ortodokslar Meryem'in ‘anne karnında
oluşmaya başladığı andan itibaren aslî günahtan
tamamen arı kaldığını veya korunduğunu'
bildirip, ‘hayatı boyunca da Meryem'in hiç
bir günah işlememiş' olduğunu öğretirler
(C.EC sf.135, H.D.Ö. sf.23). Meryem'in lekesiz
var oluşu görüşü 1854 yılında resmen onaylanmış
ve tüm Hıristiyanlarca kesinlikle kabul
edilmesi gereken bir dogma olarak ilan edilmiştir.
Oysa Kutsal Kitap'ın hiçbir
yerinde böyle bir görüş veya düşünce bile
mevcut değildir. Kutsal Kitap çok açık bir
ifadeyle içinde Meryem de olmak üzere bütün
insanlığın günahlı olduğunu ve günahlı doğduğunu
vurgular:
‘Doğru olan kimse yok,
bir kişi bile yoktur... Hepsi yoldan saptılar...
iyilik eden bir kişi bile yoktur... Hiç
ayırım yoktur. Çünkü HERKES günah işledi
ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı'
(Rom.3:10-12,22-23; 5:12).
Kutsal Kitap bunun dışında
kalan tek kişinin yalnızca İsa Mesih olduğunu
bildirir (İbr.4:15,7:26; 1Pet.1:19, 2:22;
Yu. 8:46, 1Yu. 3:5; Eyb.14:4). Meryem'in
kendisi bile Luka 1:46-47'de Tanrı'ya ‘Kurtarıcım'
diye hitap etmekle günahlılığını ve kurtuluşa
muhtaç biri olduğunu dile getirmiştir. Bundan
başka Luka 2:22-24'te şeriatın doğrultuda
Meryem'in tapınakta bir çift güvercin yavrusu
sunması da Levililer 12:6-8'e göre onun
günahlılığının başka bir kanıtıdır. Günahsız
birinin kurban sunmaya gereksinimi olmadığı
açıktır. Zaten M.S. 4'üncü yüzyıldan itibaren
ileri sürülmeye başlana Meryem'in günahsızlığı
konusu 1854'te resmen bir dogma olarak kabul
edilişine kadar kilise içinde bir sürü tartışmalara
ve protestolara neden olmuştur. Bu görüş
kesinlikle Kutsal Kitap'ın bir öğretisi
değildir. Kilisece ortaya atılmış geleneklere
dayalı bir öğretidir o kadar. Bundan başka
eğer Meryem günahsız doğsaydı bu onun anne
ve babasının da günahsız doğmasını gerektirecekti.
Anne babası günahsız doğduysa onların anne
babaları da vs... bu sürüp gider.
3. Meryem'in bedeni ve
canıyla ölümden sonra göğe kaldırılması
görüşü. Katolik kilisesi 1950 yılındaki
bir konsülde, Meryem'le ilgili olarak bütün
Katoliklerce kabul edilmesi gereken yeni
bir dogma ortaya attı. Bu dogma Meryem ananın
‘yeryüzündeki yaşamı sona erince, bedeni
ve canıyla' aynı Mesih gibi göğe kaldırılıp,
hükmetmek amacıyla ‘Rab tarafından evrenin
kraliçesi olarak yüceltilmesi' öğretisiydi
(CEC.sf. 254). O tarihten bu yana her sene
15 Ağustosta tüm Katolik ve Ortodokslar
Meryem'in göğe alınışını kutlarlar. Hıristiyan
Dininin Özü adlı kitap ‘ Aziz Meryem'in
göğe alınışı bir iman maddesi midir? diye
sorar ve hemen ardından da yanıtlar: ‘Aziz
Meryem'in göğe alınışı bir iman maddesidir,
çünkü o Kilise'nin yanılmaz yetkisiyle belirlenmiştir'
(sf.32).
Oysa Kutsal Kitap'ta bu
görüşü destekleyecek tek bir ayet bile mevcut
değildir. Bu Katolik kilisesinin Meryem'e
duyduğu aşırı saygı ve bağlılıktan kaynaklanan
hayal ürünü bir öğretidir. Bilindiği gibi
Mesih haçta asılıyken Meryem'i öğrencisi
Yuhanna'ya emanet etmiştir. Meryem'in ölümüne
dek onunla kalan Yuhanna kesinlikle böyle
bir düşünce veya olaydan söz etmemiştir.
Hatta ‘ İnsanoğlundan başka hiç kimsenin
göğe çıkmadığını' belirten Mesih'in sözlerini
de o kaydetmiştir (Yu.3:13). Böyle bir olay
olsaydı o bunu şüphesiz bildirecekti. Seneler
sonra, Meryem'in ölümünden bile sonra Esinleme
kitabında yaşlı Yuhanna dirilen Mesih'i
görmüş ama O'nun yanında ne Meryem'i görmüştür
ne de onun gökte olduğundan söz etmiştir
o. Esinleme 12'de sembolik bir tarzda güneşe
sarılmış, ayaklarının altında ay ve başında
on iki yıldızdan oluşmuş bir taçla beliren
hamile kadın kesinlikle Meryem değil ama
on iki sıptan oluşup bereket ve imtiyazlara
mahsur olmuş, Kurtarıcının kendisinden geldiği
İsrail halkıdır bu (Tek.37:9;Rom.9:4-5).
Bundan başka Kutsal Kitap dirilişlerin sıralanışından
söz ederken şunları belirtir:
‘‘Herkes nasıl Adem'de
ölüyorsa, herkes Mesih'te yaşama kavuşacak.
Her biri sırası gelince dirilecek: ilk örnek
olarak Mesih, sonra Mesih'in gelişinde Mesih'e
ait olanlar'' (1Kor.15:23).
Bu ayet açık bir şekilde
göstermektedir ki, dirilerek göğe giden
yalnızca Mesih'tir. Mesih'in dirilişinden
sonra, Mesih'e ait olanların dirilişiyse,
yalnızca Mesih'in ikinci geliş anında gerçekleşecektir.
Bu ikinci gelişten önce, içinde Meryem de
olmak üzere Mesih benzerliğinde hiç kimse
dirilmemiş ve göğe alınmamıştır. Kutsal
Kitap'a dayanmayan böyle bir öğretinin bir
iman maddesi ve dogma olarak empoze edilmesi
üzücü bir gerçektir.
4. Meryem ananın ebediyen
bakire kalması görüşü. Katolik ve Ortodoksların
diğer bir yanılgısı da Mesih'in doğumundan
sonra Meryem'in Yusuf ile normal bir karı-koca
yaşamına sahip olmayıp onun ebediyen bakire
kalması ve dolayısıyla Yusuf'tan da çocukları
olmayı öğretileridir(CEC. Sf.134-135).
Biz Mesih İnanlıları Kutsal
Kitap verilerine dayanarak Meryem'in yalnızca
Mesih'in doğuşuna kadar bakire kaldığını
fakat Mesih'in doğumundan sonra Meryem'in
aynen diğer insanlar gibi Yusuf ile beraber
normal bir karı-koca yaşamına sahip olup
hatta bunun sonucunda birçok çocukları bile
olduğunu kabul ederiz. Zaten bizzat melek
Cebrail Yusuf'a ‘ Meryem'i kendine karı
olarak almaktan korkma' (Mat.1:20) diyerek
açıkça Meryem ve Yusuf'un normal bir aile
yaşamı sürdürmesinde bir sakınca olmadığını
belirtmiştir. Yusuf meleğin talimatı üzere
‘Meryem'i eş olarak yanına aldı. Ne var
ki, Meryem oğlunu doğuruncaya dek Yusuf
onunla birleşmedi' (Mat.1:24-25). Açıkça
görüldüğü gibi Yusuf, yalnızca İsa doğana
dek Meryemle birleşmedi. Bundan sonrası
için hiçbir sınırlama yok.
Bundan başka İncil'in birçok
yerinde İsa'nın kardeş ve kız kardeşlerinden
söz edilir ve hatta isimleri sıralanır:
‘Meryem'in oğlu, Yakup,
Yose, Yahuda ve Simun'un kardeşi olan marangoz
değil mi bu? Kız kardeşleri burada, aramızda
yaşamıyor mu?" Ve gücenip O'nu reddettiler.'.
‘Birisi İsa'ya, "Bak"
dedi, "annenle kardeşlerin dışarıda
duruyor, seninle konuşmak istiyorlar."
İsa, kendisiyle konuşana şu karşılığı verdi:
"Kimdir annem, kimdir kardeşlerim?"
Eliyle öğrencilerini göstererek, "İşte
annem, işte kardeşlerim!" dedi. "Göklerdeki
Babamın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim,
kız kardeşim ve annem odur."(Mat. 12:46-50).
Bazıları bu kardeşler sözünü
İsa'nın bedensel değil de ruhsal kardeşleri
olduğunun ileri sürer. Bu çürük bir tezdir
çünkü Kutsal Kitap ilk başlarda bu kardeşlerinin
kendisine inanmadığını belirtir:
‘Yahudilerin Çardak Kurma
bayramı yaklaşmıştı. Bu nedenle İsa'nın
kardeşleri O'na, "Buradan ayrıl, Yahudiye'ye
git" dediler, "öğrencilerin de
yaptığın işleri görsünler. Çünkü kendini
açıkça tanıtmak isteyen bir kimse yaptıklarını
gizlemez. Mademki bu şeyleri yapıyorsun,
kendini dünyaya göster!" Kardeşleri
bile O'na iman etmiyorlardı .'(Yu. 7:2-5).
İsa'nın kardeşlerinin onun
kuzenleri olduğunu söylemek de yanlıştır
çünkü Yunanca da kuzen için ayrı, kardeş
için ayrı kelimeler vardır. Eğer gerçekten
kuzenleri olsaydı asıl kuzen kelimesini
kullanacaktı Kutsal Kitap ama bu böyle değildir.
Doğrudur ki, kardeş kelimesi bazen aynı
topluma, aynı millete ait insanlara nispeten
kullanılır. Kutsal Kitap'ta bu sözün bu
anlamda kullanıldığı yerler açıktır. Ama
İsa'nın kardeşlerinden söz edildiğinde bunun
ailesel ve harfî anlamda olduğu açıktır.
İncil'de yine şu ifadeleri okuruz:
‘Bundan sonra İsa, annesi,
kardeşleri ve öğrencileri Kafernahum'a inerek
orada birkaç gün kaldılar'(Yu.2:12;Eiçi
1:14).
Burada da açıkça görüyoruz
ki özenle öğrencileri anası ve kardeşleri
ayrı ayrı belirtilmektedir. Katolik ve Ortodoks
kiliselerinin Meryem'in ebediyen bakire
kaldığı iddiasının gerisinde evlilik olgusunun
hor görülmesi ve kutsal bir kadına bunun
yakışmayacağı çarpık düşünce yatmaktadır.
Kutsal Kitap açık bir şekilde evliliği kutsal
niteler ve asla onu hor görmez. Bu ve buna
benzer ayetler açıkça belgelemektedir ki,
Meryem ebediyen bakire kalmamış fakat Yusufla
evlenerek birçok çocukları olmuştur.
5. Meryem anaya dua ve
ibadet edilip yüceltilmesi yanılgısı. Katolik
ve Ortodokslar (Ermeni Apostolik, Süryani
Kadim vs...) kiliseleri Meryem'e bağlılıklarında
daha da ileri gidip, ona özel bir ibadet,
tapınış ve dua sunarak yanılgılarının doruğuna
varırlar. Meryem'e sunmuş oldukları birçok
dua da ondan merhamet, yardım, günahlardan
bağış dileyip, yaşamlarını onu eline teslim
ettiklerini dile getirirler. Katoliklerce
hazırlanan Hıristiyan dininin Özü adlı kitapçıkta
Meryem'e şu dua yükseltilir:
‘ Ey şefkatli Bakire Meryem,
himayene sığınan, yardımını dileyen ve aracılığını
isteyen hiç kimsenin, senin yardımını görmeden
geri çevrildiğini hatırla. Bundan cesaret
alarak sana koşuyorum. Ey Mesih İsa'nın
Annesi ve benim şefkatli Annem, sans geliyorum
ve günahlarım yüzünden çektiğin acılarla
ayaklarına kapanıyorum. Ey Kurtarıcımız
Mesih'in Annesi, dualarımı reddetme, onları
dinle ve kabul et. Amin ‘(sayfa 79-80).
Kutsal Kitap'a göre Meryem'e
sunulan bu dua, tapınış ve şereflendirme
eylemleri, büyük bir günah olup ‘ karşımda
başka ilahların olmayacak, onlara tapınmayacaksın'
emrini çiğnemektir (Çık.20:3-5). İsa Mesih,
elçiler ve melekler açık bir şekilde yalnızca
Tanrı'ya tapınılıp, O'na dua edilmesini
ve yalnızca O'na hizmet edilmesi gerektiğini
belirtmişlerdir. Yalnızca Tanrı'ya ve Mesih'e
sunulması gereken bu dua ve tapınışın bir
yaratık olan Meryem'e sunulması Hıristiyan
kiliselerince kabul edilemeyecek bir uygulama
olup Yaratıcıdan ziyade yaratığa tapma hatasına
düşmektir. Kutsal Kitap'ın hiç bir yerinde
Meryem'e sunulan bir dua, bir tapınış veya
yüceltme eylemi mevcut değildir. Her ne
kadar Katolik kilisesi Meryem'e sunulan
bu tapınışın Tanrı'ya sunulan (latri) tapınıştan
farklı ve aşağı bir (hiperduli) tapınış
olduğunu söylese de uygulamada arada hiçbir
fark yoktur ve bu puta tapıcılıkla aynıdır.
Sırf Kurtarıcı İsa'nın annesidir diye Meryem'e
dua etmek, tapınmak veya onu yüceltmek büyük
bir hatadır. Bizzat İsa Mesih'in kendisi
bu gerçeği Luka 11:27-28'de açıkça şu sözlerle
ifade etmiştir:
‘İsa bu sözleri söylerken
kalabalığın içinden bir kadın O'na, "Ne
mutlu seni taşımış olan rahme, seni emzirmiş
olan memelere!" diye seslendi. İsa,
"Daha doğrusu, ne mutlu Tanrı'nın sözünü
dinleyip uygulayanlara!" dedi
İsa Mesih'in kendisi bile
birçok olayda Meryem'e fazla yer vermemiştir.
Annen ve kardeşlerin dışarıda seni görmek
istiyorlar denildiğinde O ‚ ‘benim anam
kimdir? ve kardeşlerim kimdir?' demiş ve
öğrencilerini göstererek ‘göklerde olan
Baba'mın iradesini kim yaparsa benim kardeşim
ve anam odur' diye vurgulamıştır (Mat.12:46-50).
Kana şehrindeki düğünde de İsa Mesih annesine
‘kadın' diyerek hitap etmiştir. Elçiler
de kendi aralarında ona özel bir yer vermemişlerdir.
Son olarak adı geçen Elçiler kitabında Meryem'i
ve kardeşlerini diğer öğrencilerle dua hizmetinde
görüyoruz o kadar. Bundan sonra ne mektuplarda
ne de diğer yazılarda ondan söz edilmez.
Eğer Katolik ve Ortodoksların Meryem hakkındaki
düşünceleri doğru olsaydı böyle bir suskunluk
mevcut olmayacaktı.
Şüphesiz biz Mesih İnanlıları
Rab İsa'nın diğer öğrencilerine karşı duyduğumuz
saygı benzerliğinde Meryem'e de saygı duyarız.
Fakat asla ona ne dua eder, ne tapar, ne
de şereflendiririz. Kendisi diğer elçiler
ve kutsallar gibi şimdi ölüdür ve Rabbin
huzurunda bedensel dirilişini beklemektedir.
Kendisi neticede bir insan bir yaratık olduğundan
zaman ve yerle sınırlıdır ve kendisine sunulan
duaları ne işitebilir ne de cevaplayabilir.
Bundan başka Meryem'e dua ederek onu çağırma
hareketi ölmüş birini çağırmak anlamına
gelip Tanrı'nın şu buyruğunu çiğnemek demektir:
‘Aranızda ... ölülere danışan
bulunmayacaktır' (Tes.18:9-12).
Meryem'e tapınmak alışkanlığı
4'üncü yüzyılda, tanrıçalara tapınma alışkanlıkları
yaygın olan putperestllerin Hıristiyanlığı
benimsemesiyle başlamıştır. Bu kişiler tapınmış
oldukları tanrıçaları Meryem'le özdeşleştirerek
sapık alışkanlıklarını Hıristiyan kisvesinde
sürdürmüşlerdir.
Melek ve Azizler, Resim
Heykel ve Suretlerin Kullanımı Konusundaki
Farklılıklar
Mesih İnanlılarını Katolik
ve Ortodokslardan ayıran diğer bir özellik
de onların melek, Meryem ve azizleri şereflendirmeyip
tapınmamaları ve yine tapınış yerlerinde
onların resim heykellerini bulundurmamalarıdır.
Mesih İnanlıları her ne kadar Mesih'i gerçek
Tanrı olarak görüp O'na tapınsa da O'nun
insan eliyle yapılmış tasvir ve heykellerine
kesinlikle eğilmez ve tapınmazlar. Yine
her ne kadar genelde tapınaklarında haç
bulundurulsa da asla haçı şereflendirmez
veya onun önüne geçip dua etmezler. Haç,
tapınak ve kitaplarında yalnızca Mesih'in
kurtarış sağlayan ölümünün bir sembolü olarak
kullanılır. Kitaplarında kullanmış oldukları
resimler de yalnızca eğitimsel amaçlıdır.
Azizler konusundaki tutumları da Kutsal
Kitap'ta sözü edilen bu kutsal kişilerin
yaşam tarzlarını ve imanlarını kendilerine
örnek olarak görmekten öte geçmez (ibr.11
). Meleklerin de görkemini kabul etmelerine
rağmen asla onlara tapınmaz veya onları
şereflendirmezler.
Fakat Katolik ve Ortodoks
kiliselerin bu suret ve heykellerin kullanımı
sembol veya eğitimsel kullanımdan daha da
öteye gidip, melekler ve azizler de içinde
olmak üzere özel bir şerefe ve tapınışa
hedef olmaktadır. Örneğin son olarak yayımlanmış
Katolik kilisesinin eğitim kitabı her ne
kadar Tanrı'ya sunulan tapınıştan daha aşağı
derecede bir tapınış sunduklarını belirtse
de Katolik kilisesi açık bir şekilde Mesih'in,
Meryem'in ve azizlerin tasvir ve heykellerine
tapınıp onları şereflendirmek gerektiğini
öğretir (Catéchisme de l'Eglise Catholique,
Ssyfa 308-309,536-537). Katolik kilisesi
öncülerinden biri olan Akinalı Tomas açık
bir şekilde ‘Mesih'e tapındığımız gibi O'nun
haçına da aynı şekilde tapınırız' der ve
‘haça da dua yöneltilme' sinden söz eder
(Somme Théologique, cilt III, sayfa 253-270).
Hatta bazı kiliselerde direkt olarak haça
yöneltilmiş dualar vardır. ‘Ey Mesih'in
kanlı haçı vs... Bazı konsüllerce kabul
edilip bazılarınca da reddedilen resim ve
heykellerin kiliselerde kullanılma uygulaması
şiddetli tartışma ve itirazlardan sonra
nihayet 16'yüzyılda Trente Konsilinde bir
iman maddesi olarak empoze edilmiştir.
Mesih İnanlıları Çıkış
20:1-5'deki On emirin ilk ikisine dayanarak
tasvir ve suretlerin şereflendirilmesini
kesinlikle reddederler:.
‘Seni esirlik evinden çıkaran
Allahın Yehova (Yahwe) Benim. Karşımda başka
ilahların olmayacaktır. Kendin için oyma
put, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda
yerde olanın, yahut yerin altında sularda
olanın hiç suretini yapmayacaksın; onlara
eğilmeyeceksin; ve onlara ibadet etmeyeceksin'
Her ne kadar bazıları bu
resimlere değil yalnızca onların temsil
ettiği kişilere dua edip şereflendirdiklerini
söyleseler de gerçekte bu Tanrı'nın Sözü'ne
uygun düşmez. Mısır esaretinden özgürlüğe
çıkan İsrail halkı Musa Sion dağında Tanrı'nın
huzurunda bulunduğu sırada kendilerini kurtaran
Tanrı'yı buzağı suretinde temsil ederek
‘işte sizi esirlikten kurtaran Tanrı' diye
ilan etmiş ve bunun sonucunda Tanrı tarafından
ciddi bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Zehirli yılanların zehrinden kurtulmaları
amacıyla Tanrı'nın emriyle Musa'nın yapmış
olduğu tunç yılan tapınış aracı olmaya başlayınca
kral Hizikiya tarafından parçalandı (2.Kırallar
18:4) Zaten ilk yüzyıldaki Mesih İnanlıları
da ibadetlerinde kesinlikle suret, resim
veya heykeller kullanmazlardı. Daha iyi
yoğunlaşmak için bu suretleri kullananlara
elçi Pavlus'un şu bildirisi yeterli bir
uyarı olsa gerek: ‘Biz görünüşle değil imanla
yürüyoruz' (2.Kor.5:7) ve yine ‘Sevgili
çocuklarım kendinizi putlardan koruyun'
Örneğin Katolik ve Ortodokslar meleklere
ve azizlere de dua ve yardıma çağırmalarıyla
adeta onlara tapınmaktadırlar.
|