Sovyetler
Birliği’ni alaşağı eden Çernobil, Hindistan’da
Bopal trajedisi, Romanya’da altın madeni
işleten sermaye babalarının kaygısızca
bol keseden kullandığı siyanür, vb. Böylesi
güçlü zehir Tuna ırmağına karışınca yüz
ton balığın leşini topladılar. Verimli
topraklar sağlığını yitirdi. Altın elde
edelim derken, altının bile düzeltemeyeceği
sarsıntılar zincirine tanık oldu siyanür
faciası. İnsan eliyle oluşan bu felaketler
on binlerce insanı öldürdü. Bir o kadarını
sağlıksız bıraktı. Yürekleri burkan bu
türden olaylar kendi başına bir köşede
olup biten birer gelişim değil, yeryüzünün
dört ucunda her gün yinelenen bunalımların
medyaya geçen uzantıları.. Havaya geçirdiğimiz
nesnelerin içerdiği öldürücü maddeler,
içtiğimiz suyun kirliliği, toprağa sulara
karışan kimyasal kirlilikler yığını hayvanların,
kuşların, balıkların, ormanların öz yapısına
aktarılıyor, oradan da gerisingeriye düzensizliğin
oluşturucusu insanın midesine ve tüm soyuna..
Ayıkla pirincin taşını. Küresel kirlilik,
doğa düzeninin bozukluğu, ciğerlerimize
çektiğimiz havanın sağlığını yitirmesi
ulusları toplumları, bireyleri çalkalayan
evrensel rahatsızlığa dönüştü. Bedenimiz
kirlenince yıkanma gereği kaçınılamayan
zorunluluktur. Öte yandan çevrenin, havanın,
suların ve ciğerlerimizin kirliliğini
nasıl ve neyle temizleyebileceğiz? Sorun
büyüğü küçüğü yakından ilgilendirsin,
düşünebilen herkese, “Ben ne yapabilirim?”
diye sordurtsun.
Ademoğlunun kusursuzluk bir yana, düşük
bir varlık olduğu belirgin. Bu bozukdüzen
soy doğallıkla çevresini de kirletecek,
sayısız değerin sağlığını da kemirecek.
Ellili yıllardan başlayarak her gün daha
da yoğunlaşan küresel kirlilik genel düzensizliğin
belli başlı sarsıntılarından.. Pek çok
insanı bağrına çekerek kopma noktasına
gelen kentlerdeki yaşantının ve aşırı
hızla gelişen endüstrileşmenin sarsıntıya
katkısı tartışma kaldırmıyor. İnsanlık
ailesi en parlak aşamalara varayım derken,
kendi eliyle katı karanlık dehlizlere
sıkıştırılmış. Toprak, deniz, göl, ırmak
ve hava, hatta yeraltı her gün hızla kirlenmekte,
kendi kendini temizleyebilme yeteneğini
büsbütün yitirmekte. Tüm geleceğimiz korku
ve dehşet verici. Üretim, tüketim, sanayi
artıkları çevreyi çirkinleştirdi. Bir
zamanlar gökmavi-si olan denizler tanınmıyor.
Besilerin ön sırasında bulunan balık soyları
ölüyor, bazılarının kökü kazınıyor. Ciğerlerimize
çektiğimiz hava sağlıksız, içtiğimiz sular
güvencesiz. Bir sürü hastalığa yataklık
eden bunalımlar zinciri.. Soyumuzun ve
başka yaratıkların sağlığı yoğun-laşan
saldırılar altında.. Ademoğlu sağlık temizlik
kavramını yitirmiş gibi. İşe yaramaz artıklar
havaya salıverilmekte, çevreye serpilmekte.
Yollara, demiryoluna, sokağa, denize,
evin dükkânın önüne.. Elimizle oluşturduğumuz
çöplükte nefes alamaz duruma geleceğiz.
İnsanlık ailesinin altıda biri açlıkta
kıtlıkta kıvranırken, ekmek yemek artıkları
çevre kirliliğine katkıda bulunuyor. Her
yıl yaklaşık on milyon insan kardeş kirli
su içmekten telef oluyor. Ne gam! Skandal
böylesi utandırıcı boyuta dayanmış. Değer
yargısını, etik beğenisini yitirerek bencillikle
gün geçirenlerin sayısı gün günden kabarmakta.
Sorunun derinine inmek gerekiyor. Gerçi
çevre kirliliği fiziksel bir bunalım.
Ama bunun kökeni nerede? Ruhsal kirlilik
ve düşüklükte. İsa’dan yaklaşık 700 yıl
önce yaşayan Yeşaya peygamber şu çarpıcı
sözü belirtti: “Yeryüzü baştanbaşa boşalacak;
bir uçtan öbür uca çıplaklaştırılacak.
Çünkü RAB buyurdu. Yeryüzü yas tutuyor,
yüzü soluyor. Dünya zayıflıyor ve yüzü
soluyor. Gökyüzü de yeryüzüyle birlikte
bitkin. Üstünde yaşayanların altında dünya
kirlendi. Çünkü Tanrı yasalarından öteye
geçtiler, kuralları ayak altına aldılar.
Bu nedenle lanet yeryüzünü yiyip tüketti.
Orada yaşayanlar kötülüklerinin karşılığını
alıyor. Bu nedenle yeryüzünde oturanlar
yandı, artakalan can az... Kent bir kalıntıya
dönüştü” (Yeşaya 24:3-12). Böylesi üzücüdür
dünyasal bozukluğun boyutları.
Yaratan’ın vurguladığı kesin yargılama
O’nun Sözü’yle onaylanmakta: “Ülke murdardır;
bu nedenle kötülüğü ondan arıyorum. Ülke,
halkını kusuyor” (Levililer 18:25). “Toprak,
ülkelerdeki insanların kirlilikleriyle
ve bir uçtan öbür uca doldurdukları tiksindirici
eylemlerin oluşturduğu pisliklerle bulaşık”
(Ezra 9:11). Öz niteliği kutsallık ve
paklık olan Tanrı, her tür kirliliğin
içeriğini, kökenini günahlı insanın yüreğine
dayıyor. Günah sadece insanı bozmakla
kalmadı. Yaşadığımız çevreyi çirkinlik
yatağı kıldı, her yana çöküntü üzüntü
getirdi. Tanrı, “Ülke, halkını kusuyor”
diye çok acıklı bir gerçeği belirtmekte.
Toprak insanın kirliliğinden öylesi tiksiniyor
ki, ademoğullarını sanki kusuyor! Her
köşedeki kalıntılar bu yargıyı doğrulamakta..
Buna benim katkım ne diye bir düşün!
Dostumuz, üretim sağlayıcımız olmaya
yaratılan toprağın düşmana dönüştürülmesi,
eninde sonunda acıklı gelişimi tepemize
indirecek. Ne yazık! Yaratan, insanın
da kendisi gibi yaratıcı ve toplayıcı
olmasını amaçladı. Ama ademoğlu çevresini
böylesi tamahla, saygısızlıkla, kaygısızlıkla
istismar edince sanki o kusursuz Yaratan’ın
en üstün yaratığı değilmiş gibi davrandı.
Yaratan insanı kurulu düzende ev yönetmeni
olsun diye yarattı, ev yıkıcısı olmaya
değil! Kutsal Kitap’ta şu dizgeli ilke
vurgulanır: “Ev yönetmenlerinde aranan
özellik, bireyin güvenilir olmasıdır”
(I.Korintoslular 4:2).
Adem’le Havva’dan gelen özgün ve kalıtımlı
günah bütün ilişkileri yozlaştırdı. Tanrı
karşı-sında söz dinlemezlik, onların Yaratanları’yla
ilişkisini bozdu. Erkek Havva’yı suçladı.
Günahın getirdiği sonucun ardından Tanrı
yeryüzünü lanetledi, toprak diken ve çalı
yetiştir-di. Bunun uzantıları her yana
dal budak saldı; küresel ısınmaya, bazı
yerlerde kuraklığa, başkalarındaysa sel
seli götürmeye, olmadık doğa felaketlerine
yol açtı. Öz niteliği kutsallık, yapıcılık,
sağlıklılık olan Tanrı bu pisliğe daha
ne denli katlanacak? En sonunda öfkeyle,
yaraşıklı yargıyla geleceğine hiç kuşkumuz
olmasın. “Lübnan’a ettiğiniz zorbalık
kendi ba-şınıza gelecek. Telef ettiğiniz
hayvanlar sizi dehşete düşürecek” (Habakkuk
2:17). Kutsal, Yaratan, böylesi kirliliğin
içten kaynaklandığını, günaha tutsak yürekten
aktığını, orada kar-şılanması gerektiğini
tanıtlar, aldırış etmeyenlere sonsuz yargısını
vurgular: “Elleriniz kanla kirlendi, parmaklarınız
da suçla. Dudaklarınız yalan konuşuyor,
diliniz kötülük homurduyor” (Yeşaya 59:3).
Bu çıkmazdan etkin paklık-esenlik yolunu
gösteriyor Mesih.
Asit Yağmuru
Yağmura bereket denmiş. Ama şu kirlilik
döneminde, yeryüzünün her yanına yıkıcı,
yakıcı, kahredici, her tür sağlığı baltalayıcı
sonuçlar getiren korkutucu yağmurlar düşmekte.
Buna asit yağmuru deniyor. Bazı durumlarda
hiç sezdirmeden, bazen de niteliğini belli
ederek gece gündüz demeden yeryüzünün
her köşesine inen zehir zemberek habercisi.
Boşuna den-memiş asit yağmuru diye ona,
hem de bu yağmur yağmaktayken küpünü dolduranlar
bol!
Bereketin tam tersi bu; katmerli bela!
Canlı varlıklarda oluşturduğu kötülüklerin
yanı sıra hayvanları, ormanları, anıtları,
eski yapıtları kemirerek tüketmekte, yaşama
besine gerekli suları zehirlemekte, kurulu
düzeni kasıp kavurmakta. Korkunç bir cerahat
yarası gibi dünyanın her yanında dışarıya
vermekte. Asit yağmurunun uluslara mal
olduğu harcamalar tutarı astronomik boyutlara
ulaşıyor. Bu yağmur toprağa sızmakta,
kalsiyum, potasyum, aluminyum türünden
madenler bileşimini birbirinden ayırıp
derinlere taşımakta, bitkilere, ağaçlara
gerekli besinleri yok etmekte.
Kömür yakan elektrik jeneratörlerinin,
fabrika kazanlarının, maden eritme fırınlarının,
motorlu taşıt çıkartılarının, ev bacalarının
salıverdiği sülfür diyoksit, nitrojen
oksit ve karbon diyoksit yükseklere tırmanınca
orada berbat bir bileşim oluşuyor. Karşıt
rüzgârların ve güneş ışınlarının yardımıyla
nitrik ve sülfürik asit olarak bilinen
bu tehlikeli nesne ülke sınırı tanımıyor;
yükseklerde kolaylıkla dolaşarak rüzgârla,
yağmurla, karla her yana sürükleniyor,
hiç engellenmeden yeryüzüne iniyor! Güzelim
doğaya açtığı çeşitli zararlardan daha
da beteri sağlığı baltalıyor: Süreğen
(kronik) bronşit, iç burun zarının iltihabı
ve özellikle beş yaşından küçük çocuklarda
nefes darlığı olarak beliren hastalıkları
oluşturuyor. İçinde boğuştuğumuz sağlıksız,
hesapsız çağ işte bu.. Bilim adamlarını
köklü üç bunalım uğraştırmakta: Yeryuvarlağında
insanların hızla çoğalması, besi gereksiniminin
talep oranında karşılanamaması, çevremizin
akıl almaz hızla kirlenmesi. İnsanlığın
sorunları birbiriyle dokunmuş.. Bunalım
bunalımı enikliyor.
Tarih yükselip çöken uygarlıklar zinciri..
Bugünkü kuşak da kendi evini başına yıkacak.
Soyumuz yaşamını zehirliyor, kaynaklarını
kurutuyor; ormanları, bitkileri, hayvanları
yok ediyor, denizdeki canlılara kıyıyor,
bindiği dalı kesiyor ve oluşturduğu bunalıma
pek tınmıyor. Yaratılışı sevmeyenin Yaratan’ı
sevmesinden söz edilebilir mi? Bu gerçekler
birbiriyle bağlantılı konulara götürüyor
düşünceyi. Yaratan insanı kurulu düzenin
tacı olsun diye yarattı, tüm işleri üzerine
yönetmen atadı onu. Küremizin kullanılmaz
hale gelişini insan nasıl önleyebilecek?
Son Kopenhagen konferansına katılanlar
bir çözüm bulamadı.
Thomas Cosmades