Kurban'ın Önemi
Mesih’in öğretişleri bir iç mana gurubu
olan yani kendi talebelerinden oluşan gruba
ve bir de genele olmak üzere hep iki alanda
devam etmiş durmuştur. Bazen de öğretişlerinde
çevreden gelen ve manayı algılama zorluğundan
kaynaklı olan bir takım tepkilere verilen
cevaplarıyla da bu etkin öğretiş devam etmiş
durmuştur. Çünkü esas olan Mesih’i düzeye
doğru dönüşüm ve değişim içindeki kişinin
kendisini Yaratan’ın ışığında ve dolayısı
üst akıl olan Efendisinin her koşuldaki
söylemlerine göre analiz edebilmesidir.
Bu analiz esasında talebelerin ışığı ne
denli sindirip sindirmediklerini algılamalarında
önemli bir rol oynamaktadır.
Özellikle talebelerin dağıtıma çıktıkları
andan itibaren ait oldukları Efendiyi yansıtmaları
dolayısı ile her algı eksikliğinde bu talebeler
aracılığı ile talebelerin kaynağına etki
ve tepki oluşturmaktadır. Yani Mesih’i bir
üstat, Mesih’ten aldığı ve Efendisi düzeyine
kendisini transform ettiği bir durumda elbette
ışığı geçirdiği her bir fertten verdiği
ışık oranında sorumlu da olmaktadır. Yani
eğer talebe yeterince bir dönüşüm ve değişim
algısı içinde Ruh’un kalp noktasındaki işinin
üzerine Mesih’i indirgeyememişse bu durumda
Mesihin ışığını yansıttığını söyleyen “üstadın,
mürşidin” bir mana da yetersizliği ya da
etkin olamadığı gibi bir sonuç ortaya çıkar.
Bununla da “üstat, mürşit, hoca” her ne
önderlik ifadesi kullanıyorsa esasında bu
durumla kendisini bir analize tabi tutması
gerekir. Demek ki, Ruh’un açtığı kalp noktasına
Mesih’in kurtarıcı ve efendiliğinin yerleşmesi
kişiyi Mesih düzeyine çekerken aynı zamanda
“hamlıktan, pişerek yanma noktasına” hareket
eden üstadın öğrenci ya da talebelerine
sunduğu ışığın parlaklığını ölçmesi öğrenci
ya da talebelerinin ne aldıklarıyla alakalıdır.
İşte bu noktada Mesih’in ışığının etkisinde
ve günümüze gelecek olursak da bugünün Mesih
ışığını edinen ve yansıtan üstatlarının
eşliğinde yetişen talebelerde aslında ortaya
çıkan “yüreğin edindiğinden” başka bir şey
değildir. Yani eğer “yürekte Ruh’un işi
ve Mesih’in varlığı” hakikaten mevcutsa
dışarıya yansıyacak olan da elbette bundan
başkası olacak değildir. Ama eğer hakiki
Yaratan sevgisinden uzaklık ve insan sevgisinden
nasipsizlik söz konusu ise ve gönül muhabbeti
ve coşkunluğu yoksa, insan-ı kamil düzeyinin
kokusu yoksa ve bir kaos ve düzensizlik
ve bir sevgisizlik ve saygısızlık söz konusu
ise ve hayatın hiçbir noktasında kaosun
hakiki bir ıslaha erişmesi söz konusu değilse
o zaman durum açık ve net olarak “yürekte
taşacak herhangi bir şeyin olmamasıdır”.
DIŞTAN BAKIŞ İÇİN CEVABI
Dönemin bazı radikal inanç ehli ya da ulemasından bazıları
hiç kuşkusuz kendileri gibi algılamayan,
kendileri gibi yaşamayan ve kendileri gibi
öğretmeyen Efendimiz Mesih İsa hakkında
konuşmaya başlamışlardır. Burada dahi görülmesi
gereken önemli bir nokta vardır. Bu nokta
“kendisini özellikle manevi konularda” yetkin
zanneden ya da belli bir inancın “üstadı”
ya da “samimi izleyicisi” addeden bir çok
kişiler her zaman insan kardeşlerini kendisi
ile aynı düşünceye çekme, hatta aynı görünüşe
getirme derdi içindedir. Bu insanın manevi
manada ve ruhi anlamda genelde ne denli
bir bütünün parçası olduğunun da güzel bir
görüntüsüdür. Çünkü o birlik olma hissi
daima oradadır. Ama bu “benin” yani “kendi
çıkarı için alma arzusunun” o baskın etkinliğinde
hep başkalarının kendisi ile “birlik” oluşturma
derdindedir. Bu “birlik” oluşturma derdinde
“benim tarafımda” birleşme hep esas telkin
edilendir. Ferisiler içindeki bazı radikallerinde
bakış açısında Mesih İsa’nın o günün dini
algıları üzerindeki bütün tavırlarına verdikleri
suçlama hemen “şeytani” olması şeklinde
bir içlerinin dışa yansıtılmasıdır. Yani
Mesih İsa’nın bütün bu yaptıklarını yani
öğretiş, müjde ve iyileştirmelerini “şeytan”
aracılığı ile yapmış olmasını nereden düşünmüşlerdir.
Esasında şeytani düşünce “benliğin kendisidir”.
O zaman demek ki, “ben tarafından sürekli
yönetilenlerin” karşı tarafı suçladıkları
noktalar muhakkak büyük bir ölçüde kendi
içsel deneyimlerin yansıtılmasıdır. Bu nedenle
iyileştirmede özellikle “benliğin iptali”
gibi hadiselerde “benliği benlikle iptale”
varan bir düşünce de esasında kötü eğilimin
kötü eğilimle iptali gibi mana vardır. Ki
bu mana olsa olsa sadece kendileri bu tarzda
olan kişilerin dışa vurumlarıdır. Ve bu
noktada böyle bir tepkiye cevaben Mesih
İsa üzerinde durduğumuz öğretişleri vermektedir.
YA AĞACI İYİ SAYIN YA DA KÖTÜ
Ya ağacı iyi, meyvesini de iyi sayın, ya
da ağacı kötü, meyvesini de kötü sayın-Mt.12:33
Bir yargı noktasına gelmeden önce yapılması
gereken en önemli nokta iyi bir analizci
olabilmektir. Bu her şeyi kılı kırk yarar
şekilde etüt etmek gibi hastalıklı bir ruh
haleti değildir. Efendimizin buyurduğu “evetiniz
evet, hayırınız hayır” netliğini edinen
ve pratik ederek bunu kendisinin ikinci
doğası edinen bir kişi için aslında “ya
ağacı iyi saymak ya da kötü” saymak da esasında
zamanla edinilecek bir “mantık üstü inanç”
gerçeğidir. Yani “ak için ak, kara için
kara” diyebilme yürek yeteneğidir. Efendimiz
olması gerekenin bu olduğundan bahsetmektedir.
Dikkat edilirse buradaki kişiler için, bu
radikal yaklaşımcılar için esasında Yaratan’dan
kaynaklanan öğretiş, müjde ve ıslah yani
iyileştirme, kaostan ıslaha getirme iyi
olandır. Yaratan kaostan ıslaha her şeyi
“iyi” olarak değerlendirmektedir. O zaman
Mesih’i düzeyde Efendimiz İsa’nın yaptıkları
iyi iken “iyi” olanı bir yol bulup kötü
olarak addetmek büyük bir analiz hatasıdır.
Görüş kaymasıdır. İnsanlar yaşamları için
araba sürerlerken dikkatli olmak zorundadırlar.
Çünkü kâinatta bazı hatalar ölümcüldür.
Hassasiyet şarttır. O zaman maneviyatta
da hassasiyet önemlidir. Çok hassas olmak,
az hassas olmak meselesinden ziyade normal
bir biçimde ikinci doğa düzeyinde “olması
gerektiği yerde ve doğal bir biçimde ama
sürekli hassasiyet önemlidir”.
Bir şey “ya iyi, ya kötüdür”. Her ikisinin
oluşturduğu zaten “iyi’dir”. Ama iyiye kötü
kötüye iyi ya da iki arada hareket eden
bir iyilik kavramı yoktur. O zaman Mesih
İsa’nın yaptığı bütün kurtarış yaşamında
“iyi” esas olandır. Ve bizim içinde kendi
hayatımızda o bazı radikal ferisilerin yaklaşımı
gibi bir yaklaşımda bulunmamız esasında
doğruyu eğriltmemizdir.
MEYVENİN ÖNEMİ
Her ağaç meyvesinden tanınır-Mt.12:33
Önemli olan sonuçtur. Ne kadar öğretirsek
öğretelim, ne kadar bir takım işler yaparsak
yapalım sonuçta ıslahın gelip gelmemesi
önemlidir. Islah varsa sulh ve salah vardır.
Islah yoksa aslında yerinde sayma vardır.
Kocaman bir ağaçtan ve meyvelerinden saatlerce
bahsetmek mümkündür ama o ağacın tohumunu
dahi etmemiş olmanız kişileri hayal kırıklığına
uğratacaktır. Talebelerinde kurtarıcımız,
efendimizden aldıkları Işığı sindirmeleri,
yansıtmaları ve yansıtma prensiplerinde
devamlılıkları yine burada esasında Ferisilere
tepki olarak verilen cevapların içindeki
o çok değerli öğretiş ve buyruklarla bağlantılıdır.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. “Ey
her tür bağnaz, yoz düşünce sahipleri laf
üretmeyiniz. Kendi ürünlerinizi ortaya dökünüz.
Ortada karanlık var, geliniz ve siz de eğer
sizde bir şey varsa karanlığa bir ışık yakınız”
şeklinde bir öğreti, burada esas söylenilmek
istenilendir. Meyve yoksa inancın önemi
nedir? Meyve yoksa maneviyatın önemi nedir?
İnsanlar bilgi edinmekten hoşnutturlar ve
bilgilerini paylaşmaktan da çünkü çoğu zaman
bilgi gururla birliktedir. Ve “ben okşandığı
için” bilgi yüreğe indirgenmedikçe manevi
ölümcül sonuca götürür.
ENGEREKLER SOYU
Engerekler soyu! Kötü olan sizler nasıl
iyi sözler söyleyebilirsiniz?-Mt.12:34
Hiç kuşkusuz ayırt etmeksizin konuşabilmek,
farkında olmaksızın karşıyı içten dışa bakışla
yargılamak yukarda da dediğimiz gibi bir
anlamda içimdekinin karşıya yansımasıdır.
İçimdeki benim kendi eksikliklerini karşıda
görme huyunun getirdiği o büyük kayma sonucunda
konuşan, hakaret eden yargılayan “bendir”.
Ben kutsal yazılar anlatımında Adem ve Havva
öyküsünün baş aktörü Yaratan sistemin karşısında
dişliye yani sistemin çalışmasına çomak
sokan “kötü” olandır. Yani “kişinin kendi
çıkarı için almasının hortlamış hali”. Bu
yaklaşımla bakıldığında “engerekler soyu”
“kendi çıkarı için alanların soyudur”. Açık
ve seçik net bir “acılar yolunda” sıkışıp
kalmanın sonucu olmanın tarifidir. İnsan
üretimi “din kalıpları” daha doğrusu “kabukları
arasında” sadece “kendi çıkarında alma hazzını”
yaşamanın doruklarını hissetme durumudur.
Böyle bir arka plan varken “iyi” niyetle
söylenilen bile artık “iyi” değildir. Çünkü
“benin” hükmü altında olmak karanlığı tercihtir.
Karanlık ise kaostur. Karanlık görememek
demektir. Görememek “iyiyi kötüyü ayırt
edememek” demektir. Görememek demek esasında
“ilerleyememek” demektir. İlerleyememek
demekse “kısır döngü” içinde debelenip durmak,
“acılar yolunda ağlayış ve diş gıcırtısı”
sonucuna erip durmak demektir.
AĞIZ YÜREKTEN TAŞANI SÖYLER
Çünkü ağız yürekten taşanı söyler-Mt.12:33
Atasözlerinin ifade ettikleri çok ana fikirler
vardır. Mesela “üzüm üzüme baka baka kararır”
ifadesinde “bana dostunu göster sana kim
olduğunu söyleyeyim” gibi ifadelerde hep
kişinin ne türlü bir etkileşim altında ise
o etkileşimi yansıttığı gerçeği vardır.
O zaman bu etkileşim aynı şekilde “yüreğin
doluluğu ve boşluğu ile de alakalıdır”.
İsa Mesih neden kalbimizin kapısında durmaktadır?
Çünkü kaynak orasıdır. İnsan neden yüze
Yaratan’sa yüreğe bakar? Çünkü insanın özü
dediğimiz o şimdilik elle tutamadığımız
ruhsal varlığının temeli kalbidir de ondan.
Bu kalp kalbimiz değil esasında “gönül”
kelimesi ile ifade edilendir. O zaman yüreğin
işleyişinde “yürekten taşanın” Yaratan’la
eşit formda olmak ya da Yaratan’ı edinmekle
büyük alakası vardır. Çünkü kâinatın o muhteşem
ışığı “hiç-varlıktan” fışkırırken dikkat
edilirse bir “hiç” ve bir “var” kavramında
her şey meydana gelmiştir. O zaman “benim
varlığımda” yüreğin önce boşaltılması ve
sonra doldurulması gibi iki hareketle aslı
yansıtabilir bir hale gelecektir.
O zaman bu asıl için Mesih İsa Filipililerdeki
ifade ile kendisini boşaltmanın bir sonucudur.
O zaman boşaltma yani şu ana kadar edindiğimiz
doğayı terk esas olması gerekendir. Boşaltmanın
ardından da boş yüreğin Mesih’le doldurulması
gerekmektedir. Bu ancak “mantık üstü bir
iman” dediğimiz hakikaten Mesih’i düşünce,
duygu, kurtarış, ölüş ve diriliş olarak
varlığımıza almamız ve hissetmemiz ve yaşamamızla
bağlantılıdır.
Kanında aklanma dediğimiz “yeni doğuşla
edinilen yeni doğa” yine yukarıdaki ifadelerle
anlam kazanmaktadır. Ancak bu boşaltım ve
hak olanla doldurma bizi “haktan yana” yapmış
olacaktır. Bu “haktan yana” denen durum
ise bizi “yaratılmışlık piramidinde” üste
çekecek durumdur. Yani “ben düzeyinde” Adem
seviyesinden cansız, bitkisel, hayvansal
yükselişiyle bizi insan- Yaratan sureti
insan düzeyine getirecek olandır ki, bu
durum Mesih’le kurtulma, sonsuzluğu edinme,
kanında aklanma, bağışlanma, ölümünde hayat
bulma seviyesidir. Mesih düzeyidir. O zaman
yürekten taşan “ağızdan dökülen” sözler
Mesihi Işıma olacaktır. “Ne mutlu barışçı
olanlara onlara Yaratan’ın oğulları denecek”
kavramı bu noktada oluşacaktır. Bu hareket
“ne mutlu ruhta fakir olanlara” kavramıyla
başlamış durumdur. Yani bu durumda “göklerin
hükümranlığı” bu kişilerindir.
İÇİNDEKİ İYİLİK HAZİNESİ
Suyu kendi sarnıcından, kendi kuyunun kaynağından
iç-Sül.Özd.5:15
Kendi sarnıcım içimdeki Mesih’in kurtarışında
bana sağlanan inanılmaz dönüştürme gücüdür.
Bu bir edinimdir. Yani ışık “yukarıyı aşağıya
çekmektir”. Eğer yukarıyı aşağıya çekiyorsak
şayet. Bu çekiş ancak Ruh’un hazırladığı
yürekte mevcut olan bir çekiştir. Bu çekişe
“çalınan yürek kapısını” açma eşlik etmektedir.
Ve Mesih’in yüreğe girmesi form eşitliğini
getireceğine göre “doğruluk” yüreği dengelemiş
olacaktır. O zaman bu dengede bütün olumlu
davranışların, inanış ve edinimlerin temeli
oluşmuş olacaktır. Bu edinimde bizde oluşan
“üst dünyaların ışıklarının” yüreğimizdeki
hazinesidir. Dolayısı ile bu hazineden yansıyacak
olan –ıslah, sulh ve selamettir. Efendimizin
dağdaki vaazdaki öğretişlerinin bir sonucudur;
yani –ruhta fakir olmanın farkındalığı ve
bunun getirdiği yas ve yumuşak huylulukla
bu eksikliğin kabulü ve eksikliği tamamlamaya
susama ve merhametle bu tamlığın gelişi
ve sonuç yüreğin temizliği yani Yaratan’ı
edinmesi, çünkü o noktada artık o kişiler
Yaratan’ı görmektedirler. Ve dolayısı ile
o kişiler artık Yaratan oğullarıdırlar.
Şimdi bütün bunlara baktığımızda bütün bu
aşamalar hep suyu kendi sarnıcında biriktirme
ile alakalı olduğunu görebiliriz. Böyle
birikim olup bu birikime uzanan kuyudan
su içmek ve bu suyu başkalarıyla paylaşarak
darmadağın etmeden öncelikle kendini inşa
etmiş olarak tutmak ve kullanmak kişinin
kendi içinden fışkıran bir iyilik suyuna
sahip olması anlamına gelecektir.
BOŞ SÖZLERİN BEDELİ
Kendi sözlerinizle aklanacak, yine kendi
sözlerinizle suçlu çıkarılacaksınız-Mt.12:37
Kişi tamamen söyledikleriyle kendi iç benliğini
ele vermektedir. O zaman içte var olan kelimeler
ve elbette davranışlarla açıktadır. O zaman
bir insan elbette kendini gizleyebilir.
Ama bu belli bir süre içindir. Zaman içinde
kişiyi analiz edebilmek mümkündür. Hele
hele iyi ya da kötüyü ayırt edebilme edinimine
sahip bir samimi inanç sahibi için bu mümkündür.
Çünkü kendisi dahil her kişinin kelimelerinin
arka planı vardır. O zaman için ıslahı Mesih’in
içte hakikaten yönetimi Ruh’un aydınlığında
almasıyla alakalıdır. Yani düzey Adem ya
da Nuh ya da İbrahim gibi düzeylerde bir
iç yapısında olmuş olabilir. Ama Mesih’i
düzey büyük bir iddiadır. Dövene elsizlik,
sövene dilsizlik seviyesidir ki, bu oldukça
alttan çalışma ile yukardan verilmiş lütfu
ikinci doğa olsun diye toprağa yani “arzularıma”
ekmekle alakalıdır. Mahsul Yaratan’ın Ruh’unda
Mesih’inin ifşasıdır.
O zaman içte inşa ettiğim ve hatta dışa
yansıttığım her ifade benim geleceğimin
inşasıdır. Yani bugün söylediğim söz aslında
yargı günü dediğimiz bir sonraki adımda,
bir başka deyişle sonsuzlukta bana geri
dönecek olandır. Kısacası dünyamı inşa edecek
olanda, yıkacak olanda ben olmuş olacağım.
Bütün bunların ışığında Ferisiler içindeki
yanlış bakış açısı ve yargılar ile ifadeler
kullananların içlerindekini yansıttığını
ve kendi sözleriyle kendi sonuçlarını hazırladıklarını
söyleyen Efendimizin bu sözlerinde bizim
kendi iç dünyamızı inşa ve bu inşanın dışa
yansıması ve yansımanın getirdiği sonuçlar
üzerinde bize çok değerli öğretiş ve buyruklar
vermektedir.
Agape Kilisesi Pastörü
|