Ortaçağın son yüzyıllarında ve hala Almanya'nın
ortasında, ormanlık ve dağlık bölgesinde
bulunan Thüringen'in en saygın çiftçi soylarından
biri Luther soyuydu. Bu soyun ufak bir bölümü
küçük Eisleben kentinin yakınında Möhran
köyünde oturuyordu. Çiftçi aileler güçlü
ve çok çocuklu idiler. Büyük uğraşım ve
tasarrufla elde edilen çiftlikler bütün
çocuklar arasında bölünseydi, her birine
düşen arazi çiftçilik için yeterli olmayacağından,
eskiden kalma bir kurala göre, Çiftlik en
küçük Çocuğa kalırdı. Büyük kardeşler ise
kendilerine başka bir meslek seçmek zorundaydılar.
Kimileri kentlerde el sanatkarlığında, kimileri
de Thüringen dağlarındaki tunç ve gümüş
madenlerinde çalışırlardı.
Möhran köyünde Luther soyundan beş ev vardı.
Yakın köylerde de bu güçlü, mert, belki
bazen biraz kaba güç kullanan çiftçiler
oturuyordu. Möhran köyünün kalabalık Luther
ailesinin dört kardeşinden en büyüğü olan
Hans, aynı köyden Margareta Ziegler adlı
kızla evlendi. Biraz sonra eşi ve küçük
erkek çocuğuyla birlikte Eisleben kentine
madenci olarak kendi mutluluğunu aramaya
gitti. Yoksul madencinin evinde 1483 yılının
10 Kasımında, akşam saat 11 'de ailenin
ikinci çocuğu Martin Luther dünyaya geldi.
Zamanın adetlerine göre, çocuk ertesi gün
yakındaki Petrus kilisesinde vaftiz edildi.
Aziz Martin yortusunda vaftiz edildiği için
kendisine Martin adı verildi.
Hans Luther, Eisleben'de pek başarılı olamıyordu.
Bu nedenle i484 ilkbaharında Mansfeld kentine
taşındı. Mutluluğun kapıları burada açılmaya
başladı. Madencilikten yükselip önce maden
ocakları kiraladı, sonra onların ve maden
fırınlarının sahibi oldu. Meslektaşlarının
temsilcisi, belediye meclisinin üyesi ve
ev sahibi oldu. Önceleri Hans ve Margaret,
ekmek parasını kazanmak için çok uğraşıp
para biriktirdiler; çünkü hem borçları ödenmeliydi,
hem de büyüyen ailenin masraflarını karşılamak
gerekiyordu. iki çocuktan sonra aileye,
en az dört erkek çocuk ve bir o kadar da
kız doğdu. Martin Luther'in söylediklerine
göre, annesi yakacak odunları bile kendisi
ormandan taşırdı. "Sonra, ailenin maddesel
durumu iyileşince de sade ve idareli yaşam
sürüp gidiyordu. Birçok çiftçi ailesi gibi,
Luther ailesi de çalışkanlıktan ve tasarruflardan
hiç bir zaman vazgeçmedi.
Hans Luther, iyi bir Almana örnekti: Çalışkan,
idareli, dürüst ve düzenli bir kişiliğe
sahipti. Karakterinde bazen soyuna özgü
kaba kuvvet görünürdü, ama öte yandan köylülerin
mizahıyla herkesi güldürebiliyordu. Kiliseye
saygı ve sorumluluklarını yerine getirdiği
halde, keskin zekası ve doğruluk anlayışı
kilisedeki yanılgılara göz yummasına izin
vermiyordu. Özellikle keşişlerden hiç hoşlanmazdı.
Margaret ise erken başlayan ağır yükün altında
iki büklüm yürüyen, karınca gibi çalışan,
düşünceli, içine kapanık, boş inançlarla
dolu ve Katolikliğe bağlı olan bir kadındı.
İçine kapanık ve çekingen olduğundan, komşu
kadınları onu beğenmezlerdi. Kendi çocuklarına
Margaret, ormanlarda, dağlarda, ağaçlarda,
toprakta, havada ve göllerde yaşayan ve
kötülük yapan cinler, periler ve cüceler
üzerine masallar anlatırdı. Dağın en derin
mağaralarında iblisin kendisi oturuyor ve
insanları kendine çekebilmek için orada
altın, gümüş ve tunç yapıyormuş. Mansfeld'e
yakın bir gölde ise bir sürü kötü ruhlar
bağlıymış. Göle bir taş attın mı, ruhlar
hemen öfkelenip fırtına çıkarırlarmış. Ama
en kötüsü, komşu evinde bir büyücü kadının
oturmasıydı. Kadın, Luther ailesine çok
kötülük yapıp ailenin çocuklarından birisinin
canını bile almış. Gök gürültüsü yada fırtına
çıkınca : <<iblis gürültü yapıyor>>
denilirmiş, Aynı zamanda kilisenin icat
ettiği çıkar yollara, haç çıkarmaya, kutsal
suya, kutsal nesnelere güvenilir, dua ve
vaatlerle madencilerin ermişi olan aziz
Anna'ya baş vurulurdu. Yakındaki manastırın
çanlarının sesi de kötü ruhlara' karşı etkin
bir önlem sayılırdı.
Zamanın adetlerine göre, Luther'in evde
aldığı eğitim çok sert olup onu çalışkan
ve dürüst olmaya alıştırdı. Bir gün annesi
onu tek bir fındık çaldığı için, kan revan
içinde kalıncaya dek dövdü. Başka sefer
de babasından öyle bir dayak yedi ki, çocuk
babasından korkmaya başladı. Ama Luther'e
öbür çocuklardan ayrı davranıldığını söylemek
yersiz olur. Annesi ve babası o zamanın
insanlarıydılar, çocukların yemek ve uyku
gibi sopaya gereksinmeleri olduğunu düşünürlerdi.
Böylece, yetenekli oğullarının fazlasıyla
duygulu benliğini anlamadılar. Öte yandan,
babası oğlunun güvenini kazanmak için. elinden
geleni yapıyordu. Sonra Luther, annesinin
de yüreğinde ancak oğlunun iyiliğini istediğini
söylerdi. Martin Luther. her zaman bir çiftçi
ailesinden geldiğini, Tanrı'nın kendisine
dürüst bir anne ve baba verdiğini övünçle
anlatırdı.
Soyun üzüntü kaynağı, Martin'in küçük kardeşi
<<Küçük Hans>> idi. Meyhanelerde
oturuyor, kavga ediyor, süreklice polislerin
eline düşüyordu. Toplam olarak onbir kez
çeşitli cezalar almıştı.
Kısa boylu, ama sağlam yapılı Martin Luther
büyük bir olasılıkla i488 yılında Mansfeld'teki
<<Latin okuluna>> başladı, bu
okulda sekiz yıl okudu. O zaman okumak hiç
de kolay değildi. Dersler sabah saat beşte
başlayıp öğleden sonra saat beşe dek sürüyordu.
Bu arada toplam üç saat süren iki yemek
paydosu yapılıyordu. Okulda ancak üç sınıf
vardı. Böylece öğrenciler her sınıfta birkaç
yıl okurlardı. İlk sınıfta okuma yazma,
müzik ve Latince’nin temelleri öğretiliyordu.
Kitapları olmadığından. öğrenciler her şeyi
ezberleyerek öğrenirlerdi. Müzik dersleri
önemliydi, çünkü öğrenciler kilise korosunda
ilahiler söylerlerdi. Bu nedenle, ilahilerin
anlamı de onlara öğretilirdi. Harfleri öğrendikten
sonra, öğrenciler Latince olarak amentü,
Rabbin duası, meleğin Meryem'e selamı ve
çeşitli duaları ezberlerlerdi. ilk sınıftaki
öğrenciler kendi aralarında anadilini kullanabiliyorlardı,
ama ondan sonra Latinceden başka dil kullananlar
ağır cezalandırılırdı, ikinci sınıfta Donatus’un
ünlü Latince dilbilgisi öğretilirdi. Ezberlenmesi
daha kolay olsun diye dilbilgisinin bir
bölümü, şiir biçimindeydi. Öğrenciler birbirlerine
: <<Donatus'unu biliyor musun?>>
diye sorarlardı. Mansfeld'teki okul, öbür
okullardan daha iyi ya da kötü değildi,
ama Luther sonra onun üzerine acı sözler
söylerdi. Çünkü ona göre okulda öğrencilere
adaletsizce davranılıyordu. Örneğin, bir
gün okula yeni gelen çocukları daha tanımayan
bir öğretmen --bütün çocuklar aynı odada
bulunuyorlardı-- Luther'e fiil çekimlerini
yapamadığı için onbeş kez sopa ile dayak
attı. Oysaki bunlar, birinci sınıfta daha
öğretilmemişti.
O zamanın adetlerine göre öğrenciler sık
sık okul değiştirirlerdi. i496 yılının ilkbaharında
Martin Luther de iyi bir arkadaşıyla Elbe
ırmağı kıyısındaki Magdeburg'ta ünlü bir
okula giriyordu. Luther, bir kilise görevlisinin
yanında, oturup, ekmek parasını varlıklı
insanların kapılarında şarkı söyleyerek
kazanıyordu. O zamanın ölçülerine göre,
Magdeburg büyük bir kentti; orada Luther
Katolik kilisesinin ayinlerinin zenginliklerini
yakından gördü. Ama burada belleğine en
çok işleyen şey, sokakta gördüğü bir olaydı.
Orta çağların sonlarında dürüst insanların
Tanrı; özlemi yaygın ve umutsuz hale geldiği
için, sokaklarda, her türlü tövbe gösterisi
yapan, kanlar içindeki çıplak sırtlarını
kırbaçlayan kişilere rastlanıyordu. Bir
gün tövbe edenlere özgü sade bir elbise
giyip, kendini kırbaçlatan bir hükümdarı
kentin ana caddesinde gördü. Adam uzun bir
süredir oruç tutup uykusuz kalarak kendini
kırbaçlattığından, bir deri bir kemik kalmıştı.
Luther'in okuduğu okulda <<ortak yaşamın
kardeşleri>> diye tanınan öğretmenler
vardı. Bu dindar, sade yaşam süren, ekmeğini
kendi elleriyle kazanan kardeşler halkın
anlayacağı biçimde vaaz ederek, öğretmenlik
yaparak, ruhsal konularda insanları aydınlatarak
büyük bereket kaynağı olmuşlardı. Onların
özel merakı Kutsal Kitap çevirilerini parça
parça yaymaktı. Büyük bir olasılıkla Luther
de onlardan Kutsal Kitabın çeşitli parçalarını
Almanca olarak almıştı. Okulda Luther'e
henüz Kutsal Kitap üzerine ders verilmiyordu.
Magdeburg önemli bir basımevi yeriydi. Gutenberg'in
biraz önce icat etmiş olduğu basım makinası
şimdi dinsel yayınları, özellikle ufak broşürleri
basıyordu. Luther'in Magdeburg'ta kaldığı
dönemde <<Kaybolmuş Canın inlemesi
ve Acısı>> adlı bir kitapçık yayımlandı.
Kitapçığın kapağındaki resmin sağ yanında
melekler, sol yanında kaybolmuş kişilerin
topluluğu, ortada gökkuşağının üstünde,
oturan yargıç Mesih bulunuyordu. Herhalde
bu resim de Luther’in melankolik yapısında
zaman zaman ortaya çıkan korku anlarını
artırdı. Sonra Luther, Mesih’in tam böyle,
gökkuşağının üstünde oturan bir yargıç olduğu
düşüncesinde olduğunu söylerdi.
Sonraki
Bölüm EİSENACH
VE ERFURT'TA
|