Birçok
yerde Luther'in yaşamının ne denli dıştan
ve içten gelen sıkıntılarla dolu olduğunu
gördük. Bütün sıkıntıları, sevinçleri gibi,
Tanrı'dan gelen iman denemeleri olarak kabul
ediyordu. Böyle denemeleri, Luther sıkıntı
olarak adlandırırdı. Kendisi bu sıkıntılardan
geçtiği için, sıkıntıda olanların başarılı
bir avutucusu oldu.
Luther en büyük sıkıntılardan 1527 yılında
geçti. Bu sıkıntılar, çağırıldığı görevle
ilgiliydi. İnsanların kurduğu bütün destekleri
yıkarak, kişiyi Tanrı Sözü'ne güvenmeye
bıraktı. Hollanda'da onun öğretilerini kabul
edenlerden kimileri şehit olmuştu. Almanya'da
tüm özgürlüğü sarsan karışıklık, anarşi,
kan dökme başlamıştı. Anabaptistler onun
reformunun yarı yolda kaldığını savlıyorlardı.
Çünkü hala ortada gözle görülen bir yetki,
Tanrı Sözü vardı. Onlar, onu da bırakmak
istediler. Yalnızca Tanrı’nın doğrudan doğruya
vicdanlarına konuştuğu, "içlerindeki
Tanrı sözüne" güvenmek istediler. Hemen
hemen bir yıl boyunca, bu sıkıntı onu sardı.
Sonucu da güçsüzlük ve kalp krizleriydi.
Sıkıntıları gidinceye dek, kardeşlerinden
avuntu ve dua istiyordu, sık sık günahlarını
itiraf ediyordu. "Tanrı sıkıntıya yöneltir,
uygun gördüğü zaman sıkıntıyı kaldırır"
dedi.
On yıl sonra, benzeri bir sıkıntı yine Luther'i
sardı. Hastalık nöbetleri öyle ağırlaştı
ki, ölüm haberleri bile yayılmaya başladı.
1540 yılında yeni bir sıkıntı geldi. Luther'in
güvenilir iş arkadaşı Melonchton birden
hastalandı. Luther yanına geldiği zaman
ölmek üzereydi. "Tanrım, iblis bu Tanrı
aletini nasıl ezmiştir!" diye haykırdı
Luther. Adet olduğu gibi, açık pencerenin
önüne çıktı. Tanrı’dan iş arkadaşını geri
istedi. "Torbamı Tanrı'nın kapısının
yanına atıp, kulaklarını, Kutsal Kitap'tan
bildiğim tüm duaların yanıtlanmasına ilişkin
olan ayetlerle yordum. Beni dinlemek zorunda
olduğunu, çünkü aksi takdirde sözlerine
inanamayacağını belirttim." Sonra yalnızca
ölmek isteyen arkadaşının yanına gitti,
yemek getirdi, onu yemek yemeye zorladı.
"Şimdi bana bak, Filip, yemezsen seni
aforoz ederim!" dedi. Gerçekten Melonchton
iyileşti. Luther tek başına gerçekleştiremeyeceği
işi tamamlayabilmek için arkadaşını geri
istedi.
İki yıl sonra, Luther boşuna Magdalena'ya,
bu dünyada en sevdiği varlığına yaşam istedi.
Magdalena'nın ölümünden sonra, Luther kendisi
de sonsuz yaşamı bekleyerek, yaklaşan ölümünü
özlüyordu. Kutsal Kitab'ın: "Hazinen
nerede ise, yüreğin de orada olacaktır"
sözleri sonsuzluk anlamını kazanıyordu.
Luther, yaşlı, yorgun, düş kırıklığına uğramış,
sinirli bir kişi oldu. 1544 yılında bir
daha dönmemek üzere Wittenberg'i terletmekle
oradakilere gözdağı veriyordu, ancak uzun
yalvarmalar sonucu geri döndü.
1545 yılının sonbaharında Mansfeld kontları,
Luther'i miras anlaşmazlıklarını çözmeye
çağırdılar. Hasta olmasına karşın, 1546
yılının Ocak ayında çağrıyı kabul ederek
doğduğu kent olan Eisleben'e gitti. Yaklaşan
ölümü hissediyordu, yakınlarının yanında
olmak için iki oğlunu yanına aldı. "Eisleben'den
döndükten sonra tabut içine yatacağım, kurtlara
şişko doktoru yemesine izin vereceğim"
dedi. Saale ırmağının taşması, yolculuğu
geciktirdi. Luther soğuk aldı, ama sonra
iyileşti.
Kente vardığı zaman, Luther'i çetin ve başlangıçta
umutsuz görülen bir görev bekliyordu : kavga
eden iki kardeşin barıştırılması. Düş kırıklığına
uğrayan Luther, dönme hazırlıkları içindeydi
ki, görüşmelerde bir sonuca varıldı. Anlaşma
birkaç ufak ayrıntı dışında hazır olduğu
zaman, Luther birden ağır hastalandı. Kimi
akrabalarını ziyaret etmekten mutluluk duyuyordu.
Birçok kez de vaaz ediyordu. Son vaazı,
Luther'in hastalığı dolayısıyla iptal edildi.
Eşine cesaret verici mektuplar yazarak kötü
düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. Şubat ayının
on yedisinde Luther birden Justus Jonas'a
şöyle dedi: "Ben Eisleben'de doğdum,
vaftiz olundum, burada kalmama ne dersin?"
Aynı gün anlaşma imzalandı. Luther'in görevi
bitmişti. Çok seviniyordu, ama kendisini
yorgun, güçsüz hissediyordu. Birçok kez
pencerenin önüne çıkıp uzun süre ve yüksek
sesle dua etti. Özellikle sevdiği yurdunun
kilisesinin, İncil'in müjdesinin saf olarak
korunması için dua ediyordu.
Akşam yemeğinde sonsuz yaşam konusunda ve
orada nasıl bir daha birbirimizle karşılaşacağız
diye tatlı ve avutucu sözler söyledi. Yatak
odasına girdiğinde, oğullarıyla birlikte
pencerenin önünde dua etti. Birden bir nöbet
geçirdi, arkadaşları onu sıcak giysilerle
ovdular. Bir daha yatak odasına girince,
kapıda şöyle dedi: "Sadık Tanrım, sen
beni satın aldın, senin ellerine canımı
veriyorum." Biraz uyudu, saat on sularında
arkadaşlarının yatağının ucunda toplandığını
görünce şaşırdı. Mansfeld kontlarından biri,
belediye doktorlarının ikisi, belediye kâtibi
odaya geldiler. Saat birde Luther çok üşüdüğünü
söyledi, odanın ısıtılmasını istedi. Ölümünün
yaklaştığını bildiğini söyledi. Durmadan
alçak sesle dua eden Luther, gücü azalınca
Almanca değil, çocukken öğrendiği Latince
olarak dua ediyordu. Çok kez Mezmurların
şu sözlerini yineliyordu: "Sadık Tanrım,
sen beni satın aldın, senin ellerine canımı
veriyorum." Atardamarlarına Katarina'nın
gönderdiği merhem ovulduktan sonra rahatladı,
sessizce yatıyordu. O zaman Justus Jonas
onun üzerine eğilerek şöyle sordu: "Sayın
baba, Mesih'e ve O'nun öğrettiklerine, vaaz
ettiğiniz gibi güvenerek ölmek istiyor musunuz?"
Herkesin duyabildiği yüksek sesle: "istiyorum"
diye yanıt verdi.
Bu son sözüydü. Kısa süren bir felç, 1546
yılının Şubat ayının on sekizinde, sabah
saat 2.45'te sessizce yaşamını söndürdü.
Luther'in ölümü, tüm Protestan dünyasını
sarstı. Katolikler güçlerini topluyorlardı.
Protestanlar tarafında Luther'in yerini
alacak, kavga eden grupları birleştirebilecek
bir kişi yoktu. Savaş korkusu büyümüştü,
az sonra kan dökülmeye başladı. Luther,
bunu görmeden kurtuldu.
Luther'in cenazesi Eisleben'den Wittenberg'e
taşınırken, her köyde Kilis’e çanları çalıyordu,
yol kenarına toplanan halk kendi babasını
yitirmiş gibi ağlıyordu. Cenaze alayı bir
kilisede durduğu zaman cemaat Luther'in:
"Derin sıkıntıda yardım..." ilahisini
söylüyordu. Wittenberg'te dul karısının
ve çocuklarının da katıldığı alay ile cenaze
şato kilisesine taşındı.
Luther'in gömütü, Wittenberg şatosu kilisesinde,
dünyayı altüst eden tezlerini çiviyle çaktığı
yerin yakınındadır. Cenaze törenindeki konuşmasında
Melanchton acısını şu sözlerle belirtti:
"Biz şimdi, sevgili ve iyi babasını
yitirmiş olan zavallı ve tek başına bırakılmış
öksüzler gibiyiz." |