Kutsal
Kitap Işığında
Kutsal Ruh Vaftizi ve Dillerle Konuşmak
Yabansı dillerle konuşmayan bir inanlı
ruhsal olarak dengesiz bi ridir. O ruhsal
savaşı sürdüremez. Dua yaşamı yoktur. Şeytan
bu tür Hiristiyanları sever, çünkü bunlar
onun sahasında tehlike
oluşturmaz» (http://www.mcreveil.org/Français/
journaux/french11.htm).
Dillerle konuşma olgusunu böyle tanıtır
bir kilise önderi. Birçok Hıristiyan dillerle
konuştuğunu, dua ettiğini ve yine dillerle
ilahiler söylediğini bildirir. Bu uygulamayı
benimseyen ve yaymaya çalışan birçok kilise
toplululukları bulunur. Çok sayıda kilise
önderi ve Hıristiyanlar da her imanlının
mutlaka dillerle konuşması gerektiğine vurgu
yapar. Bu uygulama Hıristiyanlar arasında
oldukça yaygın ve sürekli tartışılan bir
konudur.
SORU 1.DİLLERLE KONUŞMA
OLGUSU GENELDE NASIL TANITILIR?
1. Dillerle
konuşma olgusu Kutsal Ruh'un vaftizinin
ve inanlıda bulunuşunun belirgin bir işareti
niteliğinde tanıtılır. Birçok kilise
önderi ve inanlılar, dillerle konuşmayan
bir Mesih inanlısının Kutsal Ruh'la dolmadığını,
Kutsal Ruh’un vaftizini almadığını ve gerçek
bir imanlı olmadığını ileri sürer. Bu insanlara
göre dillerle konuşmayan imanlılar ikinci
sınıf inanlılar niteliğindedir. Dillerle
konuşmayan kiliselerin de ruhsal olarak
kuru ve ölü olduğu belirtilerek onlardan
uzak durulması öngörülür.
2.
Dillerle konuşma olgusu inanlıyı bireysel
olarak geliştiren, güçlendirip olgunlaştıran
ruhsal bir armağan niteliğinde tanıtılır.
Bazı imanlılar için dillerle konuşmak ve
dua etmek ruhsal yaşamın erişilmesi gereken
başlıca amacıdır. Kilise önderleri, vaizler,
müjdeciler, kısaca tüm imanlılar güç bulmak
ve hizmetlerini etkin biçimde gerçekleştirebilmek
için Kutsal Ruh'la vaftiz olmalılar ve dillerle
konuşmayı aramılılar. Hatta bu öğretiler
küçük çocukların düşüncelerine bile yerleştirilerek,
onların bile dillerle konuşması öngörülür.
Daha da ileri giderek bazı kiliseler dillerle
konuşma öğretisini iman ikrarına eklemiş,
bu armağana sahip olmayanları da bu topluluklarda
hizmet görmekten dışlamıştır.
3. Dillerle konuşma olgusu yine günaha,
şeytana ve kötü güçlerin saldırılarına karşı
zafer kazanmak için, güncel sorunların,
denenmelerin, depresyon, uykusuzluk gibi
birçok olumsuzlukların üstesinden gelebilmek
için bir çare olarak sunulur. Ne kadar çok
dillerle konuşulur, dua edilirse o denli
zaferli ve bereketli bir iman yaşamına sahip
olunur öğretisini yayarlar. Kitap, broşür,
video filmleri, internet, özel seminer ve
toplantılarla «dillerle konuşmanın gizli
güçleri» üzerine sürekli vurgu yapılır.
Son olarak, dillerle konuşmanın 60 yararını
inceleyen ve 101 paha biçilmez gerçeğini
konu alan bir kitap elime geçti. Neredeyse
kitap, dillerle konuşmayı İncil'in temel
özüne dönüştürmüştü (La puissance
du parler en langue, Glenn Arekion).
Bu deneyimi yaşayan birçok kişi de yabansı
dillerle yapılan duanın kendilerine sağladığı
ruhsal huzurdan, sakinlikten söz eder; Tanrı
ve Mesih için yeni bir coşku ve gayretle
dolduklarına tanıklık ederler. Bu şekilde
dillerle konuşmaya yönelik yüreklerde ilgi
uyandırılır ve bunun kabul edilmesi için
psikolojik zemin hazırlanır. Kuşkusuz, yorulmuş
ve düş kırıklığına uğramış birçok imanlı
için dillerle konuşma yoluyla elde edilebilecek
böyle «doğaüstü ruhsal bir güç» çok çekici
gelebilir.
SORU 2. DİLLERLE KONUŞMA
OLGUSUNUN GERÇEKLİĞİ SORGULANABİLİR Mİ?
Ne yazık ki, bazı imanlılar Kutsal Ruh'a
hakaret olur düşüncesiyle dillerle konuşma
olgusunu sorgulamaz, araştırmaz. Bunun ciddi
bir imansızlık olacağını, böylece günah
işleyeceğini düşünür. Oysa Tanrı’nın sözü
tüm imanlılara şu belirgin çağrıda bulunur:
«Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın.
Tanrı'dan olup olmadıklarını anlamak için
ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber
dünyanın her yanına yayılmış bulunuyor»
(1Yu. 4:1).
«Her şeyi sınayın, iyi olana sımsıkı
tutunun» (1Se. 5:21).
İsa Mesih de açık biçimde, «Elçi olmadıkları
halde kendilerini elçi diye tanıtanları
sınayan» ve «onları yalancı bulan» Efes
kilisesini över (Va. 2:2). Kuşkusuz, Kutsal
Ruh'un işlevi adı altında sunulan herşeyi
asla kabul etmemeliyiz. İnanlı olarak herbirimizin
sorumluluğu yayılmakta olan her bir öğretiyi,
Kutsal Kitap süzgecinden geçirmek, onunla
uyumlu olup olmadığını doğrulamaktır. Elçi
Pavlus’un sözleri bile mercek altına alınırken
neden yayılan diğer öğreti ve düşünceler
değerlendirilmesin? (bkz. Elç. 17:11). Şu
soruları kendimize sormalıyız: Günümüzdeki
dillerle konuşmalar Kutsal Kitap'ta sözü
edilen dillerle örtüşüyor mu? Dillerle konuşmak
gerçekten Kutsal Ruh vaftizinin görünür
işareti midir? Konuşulan «diller» yersel,
anlaşılan diller miydi, yoksa anlaşılmaz
göksel diller mi? Diller armağanının anlamı
ve amacı nedir? Neyin belirtisidir? Her
imanlının dillerle konuşması gerekiyor mu?
Bu çalışmanın amacı buna benzer soruları
Kutsal Kitap ışığında irdelemek ve yanıtlamaktır.
Şunu açıkça söyleyelim ki, Mesih inanlıları
olarak amacımız kesinlikle Kutsal Ruh'un
armağanlarına karşı konuşmak değildir. Tersine,
isteğimiz bu armağanların daha doğru, daha
iyi anlaşılması, Tanrı'nın yüceliği, canların
kurtuluşu ve inanlıların gelişimi için de
uygulanmaya konulmasıdır. Günümüzde dillerle
konuşma olgusuna birçok dinsel akımda, Katolik
ve Ortodoks kiliselerinde, Pentikost ve
Karizmatik kiliselerinde, hatta Mormon gibi
birçok tarikatlarda rastlamak mümkündür.
Dillerle konuşma olgusuna budist, bazı islam
tarikatlarında ve şaman dinlerinde de rastlanır.
Dalay Lama bile elini izleyicilerinin üzerine
yükselterek onların farklı ve anlaşılmaz
dillerle konuşmasını sağlıyor. Birbiriyle
tamamen çelişen bu akımların tümü acaba
Kutsal Ruh'tan mı kaynaklanıyor? Bunların
hepsinde etkin olup bu dilleri sağlayan
acaba aynı Ruh mudur? Dillerle konuşma olgusunun
evrenselliği sanırım bu konunun derinden
irdelenmesinin gerekliliğini açıkça ortaya
koymaktadır.
SORU 3. DİLLERLE KONUŞMAK
NEDİR VE BUNUN KUTSAL KİTAP'TAKİ YERİ NEDİR?
Hiç öğrenmeden insan dili konuşan ilk insan
çifti Adem ve Havva'dır. Daha sonra Tanrı'ya
karşı ayaklanan Babil kulesini inşa eden
gururlu insan topluluğu hiç öğrenmediği
farklı dilleri konuşmaya başladı. Bu, yeni
ve farklı dilleri sağlamakla Tanrı insanlığı
yargıladı, yeryüzüne dağıttı. O güne dek
«insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri
kullanırdı» (Yar. 11:1). Kutsal Ruh her
ne kadar etkindiyse, de Eski Antlaşma döneminde
inanlılara verilen bir dil armağanından
söz edilmez. Eski Mısır, Yunan, ya da Roma
putperest tapınaklarındaysa kahinlerin trans
halinde mistik dillerle konuştukları yaygın
bir uygulamaydı.
Yeni Antlaşma'da sadece üç kitapta diller
armağanından söz edilir: En eski el yazmalarında
bulunmayan Markos 16:17'nin kapanış sözlerinde,
Elçilerin İşleri 2:1-11; 10:44-48; 19:1-7
ve son olarak da 1Korintliler 12-14 bölümlerinde.
Dillerle konuşma armağanı Kutsal Ruh'un
bir inanlıya belirli bir amaç için sağladığı
ve hiç öğrenmediği halde bir ya da birkaç
dilde konuşma yetisidir. Dillerle konuşma
ifadesi Yunanca iki terimden oluşur: «Glosso»
(dil), «laleyn» (konuşmak), yani «glossolalia».
Bu terimin ifade ettiği gibi bu, herhangi
bir dil ya da lehçede konuşmaktır. Sadece
duayla ya da ilahi söyleyerek
Tanrı'yı övmekle sınırlı değildir. Elçilerin
İşleri’nde görüldüğü gibi, bu armağanı alanlar
sadece Tanrı'yı övmekle kalmıyor, insanlara
da hitap ediyordu. Elçi Pavlus da 1Korintliler
14:21-22'de Tanrı'nın yabancı dillerle İsrail
halkına konuştuğu- nu vurgular. Bu bir vaaz
dili de değildir, ama insanların dikkatini
vaaza yönelten sıradışı bir belirtidir.
Dillerin belirdiği Pentikost gününde elçi
Petrus toplanan kalabalığa yabansı dillerle
değil, onların ana dilinde vaaz etti.
SORU 4. DİLLERLE KONUŞAN
KİLİSELERİN OLUŞUMU NASIL OLDU?
Kilise tarihinde dillerle konuşma olayına
çok az rastlanır ve bunlar da özellikle
sapkın akımlarda görülür. Örneğin, ilk yüzyıllarda
ortaya çıkan Montanist tarikatı, çok sonra
da Katolik Apostolik kilise adı altında
Edward İrving’e dayanan ve öğretisini elçilerin
ilk dönemdeki mucizelerine dayandırmaya
çalışan İrvingcilik tarikatı gibi. 2 ve
4'üncü yüzyılın Origenos, Justin Martyr,
Augustinus, Chrisostome gibi kilise ataları
Kutsal Ruh armağanlarının elçilerin ölümüyle
son bulduğuna inanıyordu. Martin Luther,
John Calvin gibi meşhur protestan reformistleri
de aynı görüşü paylaşıyor ve duyuruyordu.
Gerçekte dillerle konuşan kilise akımlarının
ortaya çıkışı oldukça yenidir. Bu özellikle
1906 yılında Elçilerin Pentikost günündeki
tecrübesini olduğu gibi yaşamayı kovalayan
birkaç öğrenciyle Amerika Los Angeles'te
bir İncil okulunda biçimlenmeye başladı.
Uzun bir dua ve orucun sonunda bir bayan
siyahi vaiz W.J. Seymour’un üzerine el koyarak
dua etmesini ister. Bunun sonucunda kadın
sözüm ona Kutsal Ruh'la vaftiz olarak dillerle
konuşmaya başlar. Kutsal Ruh'un ilk dalgası
diye adlandırılan bu akım kısa bir zamanda
yayıldı ve günümüzün
Pentikost kiliselerinin temelini oluşturdu.
1960'lı yıllarda dillerle konuşma olayı
Lutheryen, Angelikan vb. gibi klasik kiliselerin
içine kadar yayıldı. Hatta bu katolik kiliselerine
kadar genişleyerek «katolik karizmatik kiliselerin»
oluşumuna temel oldu. Karizmatikler olarak
bilinen bu akım sadece dillerle konuşmaya
değil, İncil'de belirtilen Kutsal Ruh'un
tüm armağanlarına vurgu yapıyordu. Kutsal
Ruh'un ikinci dalgası diye adlandırılan
bu akım farklı birçok karizmatik kiliselerden
oluşur.
1980'li yıllarda Peter Wagner, John Wimber
gibi yeni kiliseler kurmayı hedefleyen önderler
aracılığıyla Kutsal Ruh'un üçüncü dalgası
adlandırılan yeni bir akım oluşmaya başladı.
«Yeni pentikostçular» diye de bilinen bu
akımın temel özelliği güçlü müjdecilik (power
evangelism) ve ruhsal savaş üzerine kuruludur.
Bu akıma kapılanlar sözüm ona güçlü müjdecilikle,
yani mucizeler ve farklı doğaüstü işaretler
yoluyla tüm ulusları Mesih'e çekebileceklerini
düşünürler.
Bu çalışmada bu üç akımın diller bağlamında
yaydığı genel öğretileri inceleyeceğiz.
Bazı noktalarda bu akımların yaklaşımında
farklılıklar olabilir ama temelde aynı çizgidedirler.
Burada şunu da belirtmemiz gerekir ki, bu
akımlarda birçok gerçek imanlı ve Tanrı
çocuğu vardır. Amacımız kişileri eleştirmek
değil, Kutsal Kitap'a uymayan yanlış, sağlıksız
öğreti ve uygulamalara vurgu yaparak, imanlıları
uyarmaktır. Kabul edilsin ya da edilmesin
diller konusu seçeceğiniz kilise biçimini
belirlemede de rol oynayacağından bunun
yakından incelenmesi çok önemlidir.
SORU 5. DİLLERLE KONUŞMA
OLGUSUNU ANLAMAMIZA YARDIMCI ANAHTAR KONU
NEDİR?
Dillerle konuşma konusunu iyi anlamak isteyenin
«Kutsal Ruh vaftizi» konusunu iyi biçimde
anlaması gerekiyor. Birinde yanılmak öbüründe
de yanılmak demektir. Yanlıştan yanlış doğduğu
gibi.
SORU 6. KUTSAL RUH
VAFTİZİ KONUSUNDA YAYGIN ÖĞRETİLER NELERDİR?
Kutsal Ruh vaftizini ve dillerle konuşmayı
savunanlara göre iman yaşamı şu iki deneyim
ya da aşamadan oluşur:
Birinci deneyim. Tövbe ile yeniden doğmak,
Tanrı ile yeni bir ruhsal yaşama başlamak.
İkinci deneyim. Kutsal Ruh'la vaftiz olarak
güçle kuşanmak ve bunun sonucu olarak da,
zaferli ve verimli bir iman yaşamına sahip
olmak. Güya bu vaftizin ayrılmaz belirtisi
de yabansı dillerle konuşmakmış. Bu iki
aşamalı ruhsal deneyimi doğrula- mak amacıyla
da şu dört Kutsal Kitap örneği sunulur:
1. Yuhanna 20:22. Burada ölülerden dirilen
Mesih öğrencilerine görünüyor ve «onların
üzerine üfleyerek Kutsal Ruh'u alın! diyor».
Öğrenciler bu şekilde Ruh'u almış, yenilenmiş
ve kurtulmuştur. Ama onların daha ikinci
deneyimi, Pentikost gününü beklemesi gerekiyormuş,
öyle ki Kutsal Ruh'la vaftiz olup, güçle
donanıp dillerle konuşsunlar. O gün geldiğinde
öğrenciler Kutsal Ruh'la vaftiz olmuş ve
bunun belirtisi olarak da dillerle konuşmuşlardır.
2. Bu görüşe destek olarak Elçilerin İşleri
8'inci bölümde anlatılan Samiryeliler'in
örneği de verilir. Bunlar Tanrı'nın sözünü
kabul ederek vaftiz olmuş, ama aynı anda
Kutsal Ruh'u almamışlardı. Ancak Petrus
ve Yuhanna'nın oraya gelip ellerini onların
üzerine koyarak dua ettiğinde Kutsal
Ruh'u aldılar (Elç. 8:14-17).
3. Elçilerin İşleri 10'uncu bölümde anlatı
lan Kornelyus ve arkadaşlarının deneyimi.
4. Son olarak da Elçilerin İşleri 19'da
anlatılan vaftizci Yahya'nın öğrencilerinin
örneğine vurgu yaparak, bugün de imanlıların
bu iki aşamada Kutsal Ruh’un vaftizine ulaşıp
dillerle konuşması gerektiğini öğretirler.
SORU 7. GETİRİLEN
BU ÖRNEKLER
GERÇEKTEN DE KUTSAL RUH'UN İNANLILARA HER
ZAMAN İKİ AŞAMADA GELDİĞİNİ Mİ GÖSTERİR?
Getirilen bu kanıtlar kendi içinde birçok
ciddi yanılgı barındırıyor. Bu örnekler
özel, sıradışı örneklerdir. Bunların üzerine
herhangi bir öğreti dikmek sağlıklı bir
yaklaşım olamaz. İnceleyelim.
1. Yuhanna 20:22: İlkin vurgulanmalı
ki, Mesih'in öğrencileri hazırlayıcı, özel
ve ara bir dönemde, Eski Antlaşma'dan Yeni
Antlaşma'ya geçiş döneminde bulunuyorlardı.
Onların bulunduğu özel tarihsel konum ve
deneyim bizler için standart bir ölçü olamaz
çünkü bizler şimdi böyle tarihsel bir ara
dönemde yaşamıyoruz. Pentikost günü de çoktan
gelmiş ve geçmiştir. Örneğin, İsa Mesih
öğrencilerine şöyle diyordu:
«Öteki ulusların arasına girmeyin. Samiriyeliler'
in kentlerine de uğramayın. Bunun yerine,
İsrail halkının yitik koyunlarına gidin»
(Mat. 10:5-6).
Acaba bu sözlere bakarak bugün uluslara
değil de, sadece İsrail halkına tanıklık
edilmesi gerektiği öğretilirse, bu doğru
olur mu? Bu sözlerin üzerine bir öğreti
sistemi kurulması sağduyulu bir girişim
olur mu? Elbette olmaz! Çünkü Mesih dirilişinden
sonra «Gidin, bütün ulusları öğrencilerim
olarak yetiştirin» diye buyurduğunda o devre
artık geride kalmış inanlılar için tüm ulusları
müjdelemeyi hedefleyen yeni bir dönem açılmıştır
(Mat. 28:19).
Mesih'in «Kutsal Ruh'u alın!» sözleri iki
biçimde anlaşılabilir: İlkin, Mesih'in,
öğrencilerinin üzerine üfleyerek bu sözleri
söylemesi simgesel peygamberlik olup, gerçekte
Pentikost gününde gerçekleşe- cek olan Kutsal
Ruh'un inişini tasvir eder. Yuhanna 7:39’a
göre Kutsal Ruh’un tam inişi Mesih’in yüceltilişinden
yani, göğe gidişinden sonra gerçekleşmeliydi.
Mesih bu sözleri söylediğinde henüz göğe
çıkmamıştı. Yine dikkat edilsin ki, Mesih
«Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi
gönderiyorum» dedikten sonra onların üzerine
üfleyerek Ruh'u almalarını söylemişti. Oysa
iyi biliyoruz ki, onların incili yaymak
için gönderilişi bu günde değil, Pentikost
gününde Ruh’la dolmalarından sonra olmuştur.
Bu durumda bu sözlerin Pentikost gününde
olacakların bir ön tasviri olduğu belirgin
oluyor.
İkinci olarak da öğrenciler o günde Kutsal
Ruh'u aldılar ama bu, Eski Antlaşma bağlamında,
geçici bir biçimde gerçekleşti. Kutsal Ruh,
Eski Antlaşma döneminde sürekli imanlıda
konut kurmazdı, gider ve tekrar gelirdi.
Ama Pentikost gününde Kutsal Ruh indiğinde
artık bu geçici değil sürekliydi (Yu. 14:16).
Bundan başka, İsa Mesih öğrencilerini Pentikost
gününe dek yalnız bırakacaktı. Bu süre dilimi
içerisinde öğrencilerin Kutsal Ruh ile desteklenmeye
gereksinimleri olduğu da belirgindir.
Kutsal Ruh'un iki deneyim ve dillerle konuşma
görüşünü savunanların büyük hatalarından
biri de, Yeni Antlaşma yazılarını bağlamından
kopararak, yorumlamak ve uygulamaya koymaktır.
Kutsal Ruh ve diller bağlamındaki veriler
öyle tanıtılıyor ki, sanki bizler öğrencilerle
aynı zaman diliminde bulunuyoruz ve hala
Kutsal Ruh inmemiş ve Yeni Antlaşma kitapları
da yazılmamış gibi. Yorum ne olursa olsun
karizmatik eğilimli tanrıbilimci Wayne Grudem'in
de belirttiği gibi, Eski Antlaşma'dan Yeni'ye
geçiş döneminde bulunan öğrencilerin bu
özel konumu günümüz inanlıları için standart
bir ölçü ya da örnek oluşturmamalıdır. Çünkü
bizler bu ara geçiş döneminde yaşamıyoruz
(Thélogie systématique sf. 846, 850).
2. Elçilerin İşleri 8:9-17: Samiryeliler
hak kında da belirtilmeli ki, bu halk karışık
bir halktı, ne tam Yahudi ne de tam putperest.
Yahudiler ve Samiryeli'ler arasında süregelen
bir düşmanlık ve sürtüşme vardı (Yu. 4:9).
İsa Mesih göğe gitmeden önce öğrencilerine
Yeruşalim'de, Samirye'de ve tüm dünyada
Kendisinin tanıkları olacaklarını bildirmişti
(Elç. 1:8). Pentikost günü Kilise Yeruşalim'de
kuruldu. Şimdi de iyi haber özel biçimde
Samirye'ye ulaştı. Ama şimdi Samiryeliler’in
de gerçekten İsa’ya iman ederek Kutsal Ruhu
aldıkları nasıl anlaşılacaktı? İkinci olarak
bu iki düşman halktan oluşan Mesih inanlıları
nasıl birleşecek ve birlikte Mesih'e nasıl
hizmet edecekti? Tanrı bu özel durumu gözönünde
bulundurarak Kutsal Ruh’unu hemen değil
ama elçilerin eliyle verilmesini öngördü,
öyle ki, tam bir birlik sağlansın ve hem
Yeruşalim'de, hem de Samirye'de birbirinden
bağımsız iki farklı kilise oluşmasın. Kutsal
Ruh'un verilişinin özel biçimde geciktirilmesinin
bir amacı da, Samiryeliler’in elçilerin
yetkisini tanıması ve elçilerin de Samiryeliler’in
gerçekten Mesih'in kilisesinin bir parçası
olduğunu görmeleri ve onaylamaları içindi.
Belirtilmeli ki, bu ayetlerde, Kutsal Ruh'un
iki ayrı aşamada verilişiyle ilgili hiçbir
söz, ya da düşünce de bulunmaz. Samiryeliler
iman edip vaftiz olduğunda Kutsal Ruh'u
hiçbir şekilde almadı, ancak elçiler gelip
onlar için dua ettiğinde Kutsal Ruh'u aldılar.
Bu olay Kutsal Ruh'un iki aşamalı verilişine
örnek gösterilemez.
3. Elçilerin İşleri 10:44-47 ayetlerinde
de Kutsal Ruh'un iki aşamada verilişi konusunda
hiçbir düşünce yoktur. Tam tersine «Petrus
daha bu sözleri söylerken Kutsal Ruh, konuşmayı
dinleyen herkesin üzerine indi... ve onlar
bilmedikleri dillerle konu- şuyorlardı»
(Elç. 10:44-45). Bu kişiler kesinlikle önceden
Hıristiyan değildi ve herhangi ruhsal bir
ön deneyim de yaşamamışlardı. Onların Kutsal
Ruh'u alması, Ruh’la vaftiz olması ve dillerle
konuşması aynı zaman- da yani, iman ettikleri
anda gerçekleşti.
4. Elçilerin İşleri 19:1-7 ayetlerinde konu
edilen «öğrenciler» de Hıristiyan, Mesih'in
öğrencileri değildir ama Vaftizci Yahya'nın
öğretisini izleyen Yahudi öğrencilerdi.
Bu kişilerin «Kutsal Ruh'un varlığından
haberimiz yok!» sözleri belirginlikle onların
önceden Hıristiyan olmadığını kanıtlar çünkü
bu normal her Hıristiyanın bilmesi gereken
temel bir gerçektir. Bundan başka Pavlus'un
«İman ettiğiniz zaman Kutsal
Ruh'u aldınız mı?» sorusu belirginlikle
Ruh'un iki aşamada alınış görüşünü altüst
eder ve Kutsal Ruh'un Mesih'e iman edildiğinde
verildiği ve Kutsal Ruh'la o anda vaftiz
edildiği geçeğini teyit eder. Yaklaşık 12
kişiden oluşan Yahya'nın bu öğrencilerinin
önceden Kutsal Ruh'a sahip olmadığı açıktır.
Onlar Kutsal Ruh'u ilk olarak Pavlus'un
onlar için dua etmesinde aldı. Sonuç olarak
ileri sürülen bu ayetlerin hiçbiri Kutsal
Ruh'un iki ayrı aşamada alınacağı görüşünü
ve yeni doğuştan sonra inanlıların Kutsal
Ruh’la vaftiz olmayı arayıp beklemesi gerektiği
savını hiçbir şekilde desteklemez.
SORU 8. KUTSAL RUH
VAFTİZİ NEDİR VE BU NE ZAMAN GERÇEKLEŞİR?
Yeni Antlaşma'da Kutsal Ruh'la vaftiz olma
olgusu şu bölümlerde konu edilir: Matta.
3:11; Markos. 1:8; Luka 3:16;
Yuhanna 1:33; Elçilerin İşleri 1:5. Kutsal
Ruh vaftizinin anlam ve amacını açıklayan
tek bölümse, 1Korintliler 12:13 ayetidir:
«İster Yahudi ister Grek, ister köle ister
özgür olalım, hepimiz bir beden olmak üzere
aynı Ruh'ta vaftiz edildik ve hepimizin
aynı Ruh'tan içmesi sağlandı.»
Burada Kutsal Ruh vaftizi bütün gerçek imanlıların
yaşamında çoktan gerçekleşmiş bir olay olarak
tanıtılıyor. «Hepimiz... aynı Ruh'ta vaftiz
edildik», «hepimizin aynı Ruh' tan içmesi
sağlandı.» Bu ayet aynı zamanda Kutsal Ruh
vaftizinin amacını anlatıyor: Yahudi ve
Yahudi olmayan ulusların Mesih’in ruhsal
bedenine aşılanması, bir beden olması. Burada
dillerle konuşmadan söz edilmez bile. Bizler
acaba ne zaman Mesih'in ruhsal bedeni, kili
senin üyeleri oluyoruz? İsa Mesih'i bireysel
Kurtarıcı ve Rab olarak kabul edip tövbe
ettiğimizde. Suyla vaftiz, gerçekte Kutsal
Ruh'un tövbe anında yürekte gerçekleştirdiği
ruhsal vaftizin görünür tanıklığıdır. Bizler
iman edip tövbe ettiğimizde Kutsal Ruh'u
alıyor, Tanrı'nın çocukları ve Mesih'in
ruhsal bedeni olan Kilisenin üye-
lerine dönüşüyoruz (Ef. 1:13; Yu. 7:39;
Elç. 10:49; 19:2; Rom. 8:9).
Açıkça görülüyor ki, Kutsal Ruh vaftizi
tövbe edenin yüreğinde Kutsal Ruh'un gerçekleştirdiği
arınma, bağış ve kurtuluş eylemidir. Bu
aynı zamanda Kutsal Ruh'un sağladığı, ruhsal
yeniden doğuştur (bkz. Yu.3:1-8). Kutsal
Ruh vaftizi tövbe, yeni doğuş ve kurtuluştan
sonra imanlının edinmesi gereken ikinci
ruhsal bir deneyim değildir. Elçi Pavlus'un
yukarıda belirttiği sözler, belirginlikle
Kutsal Ruh vaftizinin tövbe edenin iman
yaşamının başlangıcında gerçekleştiğini
gösteriyor. Zaten vaftiz kavramı da bu anlayışı
içerir, çünkü vaftiz her zaman bir başlangıcın
ya da bir girişin betimidir. Tanrıbilimci
John Stott’un belirttiği gibi «Ruh’un armağanı
ya da vaftizi bu Yeni Antlaşma’nın üyeleri
için evrensel bir berekettir çünkü bu ilk
bere-
kettir» (Hıristiyan inancının temelleri,
James Montgomery Boice, sf.440).
Ne yazık ki, Pentikost inancını yansıtan
«Yeni Yaşam Açıklamalı Kutsal Kitap» notları
Kutsal Ruh vaftizi, dillerle konuşma ve
ruhsal armağanlar konusunda birçok yanlış
öğretiler içerir ve yayar. Örneğin, 1Korintliler
12:13'de anlatılan Ruh'un vaftizinin «ne
su vaftizini ne de Pentikost Günü'nde olduğu
gibi imanlıların Kutsal Ruh'la vaftiz olmasını
ifade eder» der ve ardından da bunun Mesih'in
bedenine aşılanarak yeniden doğuşu anlattığını
belirtir (sf. 1579). Bu notların yazarı
Donald C. Stamp'ın Kutsal Ruh vaftizini
yeni doğuşla ilişkilendirmesi çok doğrudur
ama bunu Pentkost gününde yaşanan Kutsal
Ruh vaftizinden ayrı tutmasıysa tümden yanlıştır.
Gerçekte yazar bu şekilde Kutsal Ruh vaftizini
birden ikiye çıkarır. Biri
yeni doğuş anında gerçekleşir, öbürü de
daha sonra dillerle konuşmakla dışa vurulan
Ruh'un vaftizinde! Oysa Kutsal Ruh'un vaftizi
bir kere olur ve bunu ikiye çıkarmak Kutsal
Kitap öğretilerine aykırıdır. Pavlus’un
vurguladığı gibi «vaftiz bir»dir
(Ef. 4:4-6). İnsanın doğuşu, dünyaya gel-
mesi bir kere olup tekrarlanamadığı gibi,
inanlının Kutsal Ruh’la vaftiz olarak ruhsal
dünyaya doğuşu da bir kereliğinedir. Bu
yorumun tek amacı iki ruhsal deneyim ve
dillerle konuşma öğretisini ayakta tutabilme
çabasıdır.
Bu durumda yine sorulmalıdır: eğer inanlıların
yaşaması gereken iki ruhsal deneyim varsa
ve burada ilk deneyimden söz ediliyorsa,
Pentikost öğretisi gereği elçi Pavlus'un
Korint inanlılarını ikinci deneyime yani,
dillerle dışa vurulan Kutsal Ruh vaftizine
yönlendirmesi beklenmelidir ki, böyle bir
şey yoktur. Bundan öte, Korintliler kilisesi
çoktan dillerle konuşma armağanına sahip
olup, bunu kullanıyordu. Hayır! burada konu
edilen vaftiz tüm inanlıların yeni doğuş
anında yaşadığı Ruh'un kesin vaftizidir
ve bundan ayrı başka bir Ruh vaftizi de
yoktur.
Vurgulanmalı ki, İncil'de kullanılan «Kutsal
Ruh'u almak», Kutsal Ruh'un «inmesi», «dökülmesi»,
«Kutsal Ruh'la mühürlenmek» ve «Kutsal Ruh'la
vaftiz olunmak» aynı gerçeği betimleyen
paralel ifadelerdir (Elç. 11:15-16). Bu
nedenle «Kutsal Ruh'u almak» ve «Kutsal
Ruh'la vaftiz olunmak» terimlerini birbirinden
ayırarak bunları farklı zamanlarda gerçekleşen
farklı deneyimlere dönüştürmek yanlıştır.
Bir kimse Kutsal Ruh'u almadıysa, gerçekte
yeniden doğmamıştır ve kurtulma- mıştır
da. Belirginlikle vurgulandığı gibi:
«İçinde Mesih'in Ruhu olmayan kişi Mesih'in
değildir» (Ro 8:9; bkz Yu. 3:3-8).
Belirttiğimiz gibi Kutsal Kitap'ta tövbe,
yeni doğuş ve su vaftizinden sonra inanlının
ikinci bir deneyimi, Kutsal Ruh'la vaftiz
olmayı ve dillerle konuşmayı beklemesine
ya da aramasına ilişkin hiçbir çağrı ya
da buyruk yoktur. Ama buna rağmen günümüzün
birçok kilise önderi ve televizyon vaizleri
iman, tövbe, vaftiz ve yeni doğuştan sonra
bile inanlıların araması gereken ikinci
bir kutsamanın gerekliliğine vurgu yaparlar.
Örneğin meşhur televizyon kadın vaizlerinden
Joyce Meyer «Vereceğiniz en önemli karar»
başlıklı kitabında inanılması ve atılması
gereken iman, tövbe, vaftiz, yeniden doğuş
adımlarını açıkla- dıktan sonra inanlıların
Kutsal Ruh vaftizini araması gerektiğini
şöyle anlatır:
«Başka bir şey var mı? Evet! Bilmeniz gereken
çok önemli bir şey daha var. Alabileceğiniz
bir başka kutsama daha var. Kutsal Kitap
buna Kutsal Ruh'la vaftiz adı veriyor» (sf.
53).
Daha sonra, Joyce Meyer bu vaftize dillerle
konuşmanın eşlik ettiğini belirtir ve inanlıların
bunu elde etmek için de «Kutsal Ruh'la vaftiz
olma öğretisine inanan ve bilinmeyen dillerle
konuşan birinin üzerlerine el koyarak dua
etmesini» önemle öğütler. Yeni inanlıların
ancak bunun «sonucunda Kutsal Ruh'u alabileceklerini»
belirtir (sf. 57-59). Ne yazık ki, aynı
yanılgı «Yeni Yaşam açıklamalı Kutsal Kitap»ın
notlarında da görülür:
«Kutsal Ruh'un, Mesih'in öğrencilerinin
yaşamında birbirinden ayrı olan bu iki işi,
bütün Mesih inanlıları için temel teşkil
eder. Yani, tüm inanlılar yeniden doğuşta
Kutsal Ruh'u alırlar ve bunun sonrasında
Mesih'in tanıkları olabilme gücüne sahip
olmak için Ruh'la vaftiz olmaları gerekir...
Kutsal Ruh vaftizi İsa Mesih'e iman eden,
yeniden doğan ve içlerinde Ruh'un yaşadığı
tüm inanlılar için bir hedeftir» (sf. 1462,
1479).
Tümden aldatıcı ve Kutsal Kitap dışı bir
öğretidir bu! Belirttiğimiz gibi Kutsal
Kitap'ın hiçbir kesiminde tövbe ederek yeniden
doğan inanlıların Kutsal Ruh'la vaftiz olma
gibi ikinci bir deneyimi beklemeleri ya
da aramalarına ilişkin hiçbir söz bulunmaz.
Pentikost gününden bu yana, içinde yaşadığımız
bu yeni, inayet döneminde Kutsal Ruh'la
vaftiz olmak için bir ara zamana asla gereksinim
yoktur! İsa Mesih’e iman ederek tövbe eden
her bir insan Kutsal Ruh'u alır ve aynı
anda da Kutsal Ruh'la vaftiz edilir.
Hiç kuşku yok ki, Kutsal Ruh'u alarak vaf-
tiz olan inanlı bir anda güçlü ve olgun
bir inanlıya dönüşmez. Bu nedenle, Kutsal
Kitap her bir inanlının kutsallık yolunda
gelişebilmesi için gün be gün Kutsal Ruh'la
dolması gerektiğine vurgu yapar (bkz. Ef.
5: 18). Kutsal Ruh vaftizi inanlının yaşamında
bir kez, tövbe ettiğinde, yeni doğuş anında
gerçekleşir ama Kutsal Ruh'la dolması tüm
yaşamı boyunca devam eder; öyle ki inanlının
yaşamının her alanı Ruh'un kesin denetiminde
olsun. İnanlıların bir ya da iki değil,
tüm yaşamı boyunca birçok deneyimler yaşayabileceği
gerçeğini de özellikle belirtelim. İnanlının
çağrılış ama- cı da zaten yaşamı boyunca
Kutsal Ruh'un birçok doluluk, bereket ve
deneyimlerini görmek ve yaşamaktır.
Örneğin elçi Petrus ve diğerleri Pentikost
gününden sonra da her ne kadar dillerle
konuşmasalar da, birkaç kez Kutsal Ruh'la
dolma ayrıcalığına sahip oldular (bkz. Elç.
4:8,31; 13:9,52). Acaba bu ayetlere dayanarak
onların yeniden Kutsal Ruh'la vaftiz olunduğunu
ve Ruh'un birçok vaftizleri bulunduğunu
söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır! İnanlının
Kutsal Ruh'un birçok ziyaret, deneyim ve
bereketlerini yaşayacağı belirgindir ama
bunlar Kutsal Ruh vafti- ziyle karıştırılmamalı,
ayrı tutulmalıdır.
Sonuç olarak, Kutsal Ruh’la vaftiz olunma
konusunu şöyle özetleyebiliriz: Kutsal Ruh'un
iki farklı vaftizi değil tek bir vaftizi
bulunur. Bu da tövbe ve yeniden doğuş anında
gerçekleşir. Bu kesinlikle yeniden doğuştan
sonra aranılması gereken ikinci bir deneyim
ya da bir armağan değildir. Zaten verilen
ruhsal armağanlar listesinde Kutsal Ruh
vaftizi diye bir armağan bulunmaz. Pentikost
gününden bu yana Kutsal Ruh'u almak ve Ruh'la
vaftiz olmak için iki ayrı aşama da bulunmaz.
Gerçekte Kutsal Ruh'u almak ve Kutsal Ruh'la
vaftiz olmak tek bir gerçeğin, yani, imanlının
Tanrı'yla ilişkiye girerek kurtuluşunun
göstergesidir. Bundan başka, yeniden doğan
imanlıların ikinci bir deneyim yaşaması
gerektir dayatması aslında Kutsal Ruh'a
bir hakarettir, çünkü bu, Kutsal Ruh'un
ilk eyleminin yetersiz olduğu, ikincisine
gerek olduğu düşüncesini ortaya koyar. Kutsal
Ruh bağlamındaki bu yanlış öğreti nasıl
oluştu? Dillerle konuşan bazı kilise önderleri
Kutsal Ruh'un inanlıların yaşamına inişine
bir yerde dillerin eşlik ettiğini, başka
bir yerde de dillerden söz edilmediğini
göz önünde bulundurarak öğretile- riyle
örtüştürme amacıyla Kutsal Ruh'un iki aşamayla
inanlıya geldiğini öngören bu sakat görüşü
ortaya çıkarmışlardır.
SORU 9. BUGÜN TANRI
DİLLERLE
KONUŞMA ARMAĞANINI HERHANGİ BİR İNANLIYA
VEREBİLİR Mİ?
Bizler
hiçbir zaman Tanrı’nın şunu yapacağını,
ama şunu yapamayacağını söylemiyoruz. Zaten
bunu söylemek de Tanrı’ya karşı büyük bir
saygısızlık olur. Tanrı her şeye kadir olandır
ve sadece O buna karar verir. Kuşkusuz,
eğer Tanrı herhangi bir armağana gerek olduğunu
görürse, elbette ki, Tanrı istediğini yapar.
Buna kimse engel olamaz.
SORU 10. KUTSAL KİTAP'TA
BELİRTİLEN DİLLER ANLAŞILIP KONUŞULAN YERSEL
DİLLER Mİ, YOKSA ANLAŞILMAYAN GÖKSEL DİLLER
Mİ?
İsa Mesih öğrencilerini uluslara iyi haberi
ulaştırmak amacıyla görevlendirdiğinde onların
«yeni dillerle» konuşacağını bildirdi (Mar.
16:15-17). «Eğitim görmemiş sıradan kişiler»
olan bu öğrenciler (Elç. 4:13) acaba dilini
bilmediği, öğrenmediği bu uluslara nasıl
iyi haberi ulaştırabilirdi? Kuşkusuz bu,
Kutsal Ruh'un sağladığı, öğrenmeden konuşacakları
yeni dillerle olabilirdi. Öğrenciler Pentikost
günü Kutsal Ruh'la dolunca vaat edilen «yeni
dilleri» konuştular. Acaba onlar ne tür
bir dil konuştu? Göksel, anlaşılmaz meleklerin
dilini mi, yoksa yersel insanların konuştuğu
dili mi? Yanıtı için Elçilerin İşleri 2:7-11
ayetleri okuyalım:
«İmanlıların hepsi Kutsal Ruh'la doldular,
Ruh' un onları konuşturduğu başka dillerle
konuşmaya başladılar. Sesin duyulması üzerine
büyük bir kalabalık toplandı. Herkes kendi
dilinin konuşulduğunu duyunca şaşakaldı.
Hayret ve şaşkınlık içinde, “Bakın, bu konuşanların
hepsi Celileli değil mi?” diye sordular.
“Nasıl oluyor da her birimiz kendi ana dilini
işitiyor? Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar
var. Mezopotamya'da, Yahudiye ve Kapadokya'da,
Pontus ve Asya
İli'nde, Frikya ve Pamfilya'da, Mısır ve
Libya'nın Kirene'ye yakın bölgelerinde yaşayanlar
var. Hem Yahudi hem de Yahudiliğe dönen
Romalı konuklar, Giritliler ve Araplar var
aramızda. Ama her birimiz Tanrı'nın büyük
işlerinin kendi dilimizde konuşulduğunu
işitiyoruz.»
Bu ayetler açıkça konuşulan «yeni dillerin»
ulusların konuştuğu bilinen insan dilleri
ve lehçeleri olduğunu kanıtlıyor. Farklı
ülkelerden gelen Yahudiler öğrencilerin
«kendi ana dilinde Tanrı'nın büyük işlerinin»
duyurulduğunu işitiyorlardı. «Ana dili»
ifadesi iki kez yineleniyor, sonra da orada
hazır bulunan 15 ülkenin dilleri tek tek
sıralanıyor.
Elçilerin İşleri 2’inci bölümü diller armağanını
anlama konusunda anahtar ve temel bir bölümdür.
Çünkü vaat edilen diller armağanı ilk kez
burada beliriyor. Bu bölüm dillerin özü,
amacı ve kullanımı hakkında bizlere önemli
bilgiler sunuyor. Burada diller hakkında
gözümüze çarpan ilk gerçek, bu dillerin
anlaşılmaz göksel diller olmayıp gerçek
insan dilleri olduğudur.
Ama Elçilerin İşleri 10:44-48 ve 19:1-7'de
konusu edilen diller acaba anlaşılmaz başka
türden bir dil olabilir mi? Elbette hayır!
Bunlar da uluslarca konuşulan gerçek insan
dilleridir. Elçi Petrus «Ben konuşmaya başlayınca
Kutsal Ruh, başlangıçta bizim üzerimize
indiği gibi, onların da üzerine indi...
bizlere verdiği armağanın aynısını onlara
verdi» diyerek bunun aynı diller armağanı
olduğunu belirtti (Elç. 11:15). Eğer bunlar
Pentikost gününde verilen dillerden farklı
olsaydı Petrus kuşkusuz bunu belirtecekti.
Aynı zamanda görüyoruz ki, konuşulan diller
öğrenci ve halk tarafından da gerçek diller
olarak algılanıyordu.
Ama günümüzün çoğu kiliselerinde konuşulan
diller anlaşılan gerçek diller değil, ama
tamamen anlaşılmaz sözler, sesler ve ifadelerdir.
Dil uzmanları için günümüzde kiliselerde
konuşulan «diller» gerçek diller değildir.
Bunlar sadece konuşanca uydurulmuş, anlamsız
ses ve ifadelerdir. Bunlar gerçek bir dilin
hiçbir özelliğini taşımamaktadır (R.G. Gromacki,
The Mode Tongues Mouvement, sf. 67). Bu
türden anlamsız sesler gerçek bir dili oluşturmadığından
da Kutsal Kitap'ın sözünü ettiği gerçek
dil armağanıyla uyuşmaz. Bu nedenle sevgili
inanlı kardeşimiz, konuşmakta olduğunuz
dil gerçek bir dil değilse bu Kutsal Ruh'tan
gelen bir dil değildir. Dilinizin gerçek
bir dil olup olmadığını bilmek istiyorsanız
onu kaydedin ve hangi lisan olduğunu anlamak
için araştırın.
SORU 12. ANLAŞILMAZ
DİLLERİ
DOĞRULAMAK İÇİN HANGİ KUTSAL KİTAP AYETLERİ
KULLANILIR?
Bu anlamsız, anlaşılmaz ses ya da «dilleri»
doğrulamak için biri anlaşılır diğeri de
anlaşılmaz olmak üzere iki tür dil armağa-
nının bulunduğu ileri sürülür. Anlaşılan
gerçek dillerin Elçilerin İşleri 2'de, anlaşılmaz
göksel dillerin de 1Korintliler 14'de anlatıldığı
söylenir. Özellikle elçi Pavlus'- un şu
sözleri aktarılır:
«Bilmediği dilde konuşan, insanlarla değil,
Tanrı'yla konuşur. Kimse onu anlamaz. O,
ruhuyla sırlar söyler» (1Ko. 14:2).
Bu sözler gerçekten iki tür dil armağanının
varlığını gösterir mi? Bu sorunun yanıtı
şu 5 nedenle «hayır»dır.
1. «Bilmediği dilde konuşan» ifadesi belki
okuyanda bilinmeyen, anlaşılmaz göksel diller
konuştuğu izlenimini yaratabilir. Ama hemen
belirtelim ki burada kullanılan «bilmediği
dilde» sözü asıl orjinal metinde bulunmaz
(14:4,13,14,19,27). Asıl Yunanca metinde
sadece «laleyn glosso» yani «dil konuşma»
olarak geçer ki, bu var olan herhangi gerçek
bir insan dilini gösterir.
2. Elçi Pavlus aynı bölümde dillerle konuşmayı
şöyle özetler:
«Kutsal Yasa'da şöyle yazılmıştır: «Rab,
‘Yabancı diller konuşanların aracılığıyla,
yabancı- ların dudaklarıyla bu halka sesleneceğim;
yine de beni dinlemeyecekler!» diyor» (1Ko.
14:21).
Yabancı dillerle Yahudiler’e seslenen ulusların
konuştuğu diller acaba anlaşılmaz göksel
diller mi, yoksa kendi ana dilleri mi? Yanıtı
açıktır: kendi ana dilleri. Bu durumda elçi
Pavlus'un aynı bölümde birbirine zıt iki
ayrı dil kavramından söz ettiğini iddia
etmek mantığa uygun düşmüyor. «Kimse onu
anlamaz» sözü kuşkusuz işitenin o dili bilmemesi
ve çeviri yapılmadığındandır. Örneğin, Pentikost
günü farklı ülkelerden gelip Yeruşalim'de
toplanan Yahudiler öğrencilerin konuştuğu
yabancı dilleri anlıyordu, çünkü bunlar
o dilleri biliyor ve konuşuyordu. Ama bilmedikleri,
konuşmadıkları diller olsaydı kesinlikle
anlamayacaklardı. Örneğin arapça konuşan
öğrenciyi arapça bilen Yahudi anlıyordu
ama aynı Yahudi konuşulan diğer 14 dili
anlamıyordu.
3. Aynı zamanda belirtilmeli ki, 1Korintliler
14'te ve Elçilerin İşleri 2'de sözü edilen
diller aynı grekçe terimle belirtiliyor,
yani glossolalia. Bu demektir ki, iki yerde
de konu aynı diller armağanıyla ilgilidir.
Kullanılan «glossolalia» terimine acaba
birbirine karşıt iki ayrı anlam vermek sağlıklı
bir yaklaşım olabilir mi? Kesinlikle hayır!
Bu nedenle Elçilerin İşleri 2'de ve 1Korintliler
14'te iki farklı dil armağanının işlendiği
savı anlamsız ve temelsizdir.
4. Yine akılda bulunsun ki, Elçilerin İşleri
kitabı doktor Luka tarafından 1Korintliler
mektubundan 6-8 yıl öncesinden kaleme alınmıştır.
Doktor Luka elçi Pavlus'un öğrencisi ve
aynı zamanda yolculuk arkadaşıydı. Doktor
Luka ilk Hıristiyan eğitimini ruhsal babası
elçi Pavlus'tan almıştı. Düşünülebilir mi
ki, Luka Elçilerin İşleri kitabında anlaşılır
gerçek insan dillerinden, Pavlus da 1Korintliler
de buna karşıt anlaşılmaz göksel dillerden
bahsediyor? Acaba bunlar birbirine aykırı
düşünce ve görüşler mi öğretiyorlardı? Elbette
hayır!
5. Belirtilen dillerin «çevrilme armağanı»
da (1Ko. 12:10, 30; 14:5,13,27,28) bu dillerin
gerçek insan dilleri olduğunu belirtir.
Çünkü ancak gerçek dillerin çevrilmeye gereksinimi
vardır. Çeviri ya da tercüme genel olarak
konuşulan gerçek bir dilin başka gerçek
bir dile tercüme edilmesidir (Mar.
5:41; Yu. 1:38,42; 9:7).
SORU 12. KONUSU EDİLEN
DİLLER MELEKLERİN KONUŞTUĞU DİL OLABİLİR
Mİ?
«İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam,
ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan
ya da çınlayan zilden farkım kalmaz» (1Ko.
13:1).
Bazıları elçi Pavlus'un bu sözlerine başvurarak
verilen diller armağanının meleklerin dili
olduğunu öne sürer. Oysa Pavlus burada ve
asıl metinde çok açık bir şekilde «eğer»li,
yani varsayımlı bir konuşmada bulunuyor.
Bu sadece bir varsayımdır. «Bütün sırları
bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları
yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa,
bedenimi yakılmak üzere teslim etsem» derken
de aynı dil biçimini kullanır (1Ko. 13:2).
Acaba bu sözlere bakarak Pavlus'un bütün
sırları bildiği, her bilgiye sahip olduğu
ileri sürülebilir mi? Kuşkusuz hayır! 1Korintliler
13:9'da açık ve net bir şekilde sahip olduğu
bilginin sınırlı olduğunu söyler. Belirtildiği
gibi bu sadece varsayımlı bir konuşmadır.
Bunun dışında sorulmalıdır: meleklerin bizler
gibi ses çıkaran fiziksel dil organı var
mı? Birbirleriyle hangi dilde konuşuyorlar?
Onların tek bir dili mi var, yoksa insanlar
gibi birçok dilleri mi? Kutsal Kitap' ta
kaydedilen bütün melek konuşmaları insan
dilindedir, Tanrı'yı yüceltme ezgileri de
insan dilinde olmuştur (Yeş. 6:1-7; Lu 2:1314
vb.). İnsanlar da onlarla kendi ana dillerinde
konuşmuştur. İnsanların neden meleklerin
diliyle konuşması ya da dua etmesi gerekiyor
ki? İnsanın ana dili Tanrı'ya konuşmak ya
da dua etmek için o kadar kirli ve kötü
müdür? Eğer böyleyse neden Tanrı insanlığa
insan dilinde konuştu? Yine şunu düşünün:
dillerle konuşan ya da dua eden kişileri
dinlerken kullandıkları dillerin gerçekten
göksel, meleklerin dili olduğunu hissedebiliyor
musunuz? Meleklerin dili acaba bu denli
karmaşık, düzensiz ve işitilmesi hoş olmayan
mistik bir dil midir?
SORU 13. ANLAŞILIR
VE ANLAŞILMAZ İKİ TÜR DİL KONUŞMA ARMAĞANI
GÖRÜŞÜ NEREDEN GELİYOR?
Kutsal Kitap'ın diller konusunda verdiği
bilgiler aslında açık ve belirgindir. Bunlar
anlaşılır gerçek insan dilleridir. Ama günümüzün
birçok kiliselerinde konuşulan diller anlaşılır
gerçek diller değil, anlaşılmaz tuhaf ifadelerden
oluşan «diller»dir. İlginçtir ki, bu kiliseler
anlaşılır ve anlaşılmaz iki tür dil armağanının
bulunduğunu söylese de, gerçekte uygulamada
herkes anlaşılmaz ifadelerle dua eder. Neden
bu böyledir? Çünkü bu şekilde denetim dışındadırlar
ve kimse kendilerini eleştiremez. Herkes
istediği sesleri çıkarabilir, ardından da
göksel dillerle konuştuğunu savlayabilir.
İşte bu türden anlamsız ses ve tekrarlamaları
doğrulamak için anlaşılmaz dil armağanı
tezi geliştirilmiştir.
SORU 14. KUTSAL KİTAP
TÜM HIRİSTİYANLARIN DİLLERLE KONUŞMA ARMAĞANINA
SAHİP OLMASI GEREKTİĞİNİ ÖĞRETİR Mİ?
Dillerle konuştuğunu iddia eden kiliselerin
ve önderlerin çoğunluğu bütün gerçek inanlıların
dillerle konuşması gerektiğini vurgular
ve öğretir. Bu Kutsal Ruh'un inanlıda bulunuşunun
ve Kutsal Ruh'la vaftiz edilişinin görünür
belirtisiymiş. Bu görüşe göre dillerle konuşmayan
biri Kutsal Ruh'la vaftiz edilmemiştir ve
gerçek bir Hıristiyan değildir. Bu tümden
yanlış bir öğretidir. Kutsal Kitap’ın şu
3 belirgin gerçeği bu diller armağanın her
Hıristiyana verilmediğini gösterir.
1. Hizmetlerin, ruhsal armağanların farklılığı
ve çok yönlülüğü her imanlının farklı armağanlara
sahip olması gerektiğini gösterir. Her inanlının
Kutsal Ruh'tan aldığı bir ya da birkaç ruhsal
armağanı vardır. Elçi Pavlus bu konuda şunları
belirtir:
«Ruh aracılığıyla birine bilgece konuşma
yeteneği, ötekine aynı Ruh'tan bilgi iletme
yeteneği, birine aynı Ruh aracılığıyla iman,
ötekine aynı Ruh aracılığıyla hastaları
iyileştirme armağanları, birine mucize yapma
olanakları, birine peygamberlikte bulunma,
birine ruhları ayırt etme, birine çeşitli
dillerle konuşma, bir başkasına da bu dilleri
çevirme armağanı veriliyor» (1Ko. 12:8-10).
«Kendisi kimini elçi, kimini peygamber,
kimini müjdeci, kimini önder ve öğretmen
atadı» (Ef. 4:11).
Bu ayetlerde tekrarlanan «birine», «ötekine»,
«bir başkasına» ve «kimini» sözcükleri belirginlikle
armağanların farklılığını ve herkese ayrı
ayrı armağanların verildiğini gösterir.
Eğer tüm inanlıların dillerle konuşma armağanına
sahip olması gerekseydi, bu türden ifadelerin
kullanımı tümden anlamsız olurdu.
2. Nasıl bir beden farklı üyelerden oluşur
ve bedenin her bir üyesi farklı işlev ve
hizmet görüyorsa, bunun gibi de Mesih'in
ruhsal bedenini oluşturan kilise imanlıla-
rının farklı armağanları olması gerekir.
Elçi Pavlus bu gerçeği şöyle vurgular:
«Bir bedende ayrı ayrı işlevleri olan çok
sayıda üyemiz olduğu gibi, çok sayıda olan
bizler de Mesih'te tek bir bedeniz ve birbirimizin
üyeleriyiz. Tanrı'nın bize bağışladığı lütfa
göre, ayrı ayrı ruhsal armağanlarımız vardır.
Birinin armağanı peygamberlikse, imanı oranında
peygamberlik etsin. Hizmetse, hizmet etsin.
Öğretmekse, öğretsin. Öğüt veren, öğütte
bulunsun.
Bağışta bulunan, bunu cömertçe yapsın. Yöneten,
gayretle yönetsin» (Rom. 12:4-8).
Elçi Petrus da aynı düşünceyi şöyle dile
getirir:
«Her biriniz hangi ruhsal armağanı aldıysanız,
bunu Tanrı'nın çok yönlü lütfunun iyi kâhyaları
olarak birbirinize hizmet etmekte kullanın»
(1Pe.
4:10-11).
Elçi Pavlus bu düşünceyi şöyle vurgular:
«Bütün beden göz olsaydı, nasıl duyardık?
Bütün beden kulak olsaydı, nasıl koklardık?
Gerçek şu ki, Tanrı bedenin her üyesini
dilediği biçimde bedene yerleştirmiştir.
Eğer hepsi bir tek üye olsaydı, beden olur
muydu?» (1Ko. 12:17-20).
Her inanlının dillerle konuşma armağanı
olsaydı bu durumda Mesih’in Kilisesi bir
beden görünümünde değil, kocaman bir dil
görünümünde olacaktı. Doğallıkla, bir beden
sadece görme, işitmek ya da dilden oluşmaz.
Bu benzerlikte Mesih'in bedenini oluşturan
inanlılar da farklı işlevler gören ayrı
armağanlara sahiptir. Elçi Pavlus bu düşünceyi
şu sorularla kesin biçimde özetler ve güçlendirir:
«Hepsi elçi mi? Hepsi peygamber mi? Hepsi
öğretmen mi? Hepsi mucize yapar mı? Hepsinin
hastaları iyileştirme armağanları var mı?
Hepsi bilmediği dilleri konuşabilir mi?
Hepsi bu dilleri çevirebilir mi?» (1Ko.
12:29-30).
Bu soruların yanıtı açık ve kesin bir «hayır»ı
gerektirir. Hepsi elçi değil, hepsi peygamber
ya da öğretmen değildir. Doğallıkla hepsi
dillerle de konuşamaz, ancak kendisine bu
armağan verilen konuşur.
3. Ruhsal armağanların dağılımını Kutsal
Ruh'un egemen biçimde yapması da her imanlının
dillerle konuşması ya da araması gerektiği
düşüncesini dışlar. Belirginlikle vurgulanıyor
ki, ruhsal armağanları egemen istemi uyarınca
imanlılara sağlayan ya da dağıtan Kutsal
Ruh'un kendisi- dir. Bu demektir ki, herhangi
bir armağan otomatik biçimde bir inanlıya
verilmez.
«Bunların tümünü etkin kılan tek ve aynı
Ruh' tur. Ruh bunları herkese dilediği gibi,
ayrı ayrı dağıtır» (1Ko. 12:11,18,28; yine
bkz. İbr. 2:3-4; Ef. 4:11).
Sonuç olarak, kilise için ve her bir inanlı
için gerekli armağanın ne olduğuna karar
kılan ve veren Kutsal Ruh'tur. Tüm bu ayetler
belirginlikle gösteriyor ki, her bir inanlının
sahip olduğu armağan farklıdır.
SORU 15. TÜM İNANLILARIN
DİLLERLE KONUŞMASI GEREKTİĞİ KUTSAL KİTAP'IN
HANGİ AYETLERİNE DAYANILARAK İLERİ SÜRÜLÜYOR?
Bütün imanlıların dillerle konuşması gerektiğini
öğreten kilise önderleri bunu desteklemek
için özellikle şu ayetleri kullanırlar 1Ko.
14:5; Elç. 2:3-4 10:44-48; 19:1-7 ve Mar.
16:18. İnceleyelim.
1. «Hepinizin dillerle konuşmasını isterim»
(1Ko. 14:5).
Eksik aktarılmış bu ayet ilk okunuşta Pavlus'un
tüm imanlıların dillerle konuşmasını istediği
izlenimini verebilir. Ama ayeti tümden okuduğumuzda
karşımızda farklı bir anlam belirir:
«Hepinizin dillerle konuşmasını isterim,
ama peygamberlikte bulunmanızı yeğlerim.
Diller inanlılar topluluğunun gelişmesi
için çevrilmedikçe peygamberlikte bulunan,
dillerle konuşandan üstündür».
Elçi Pavlus'un diller bağlamında gerçek
düşünce ve isteği burada belirginlikle görünüyor.
Onun gerçek isteği inanlıların dillerle
konuşmasından öte peygamberlik armağanını
kullanmalarıdır çünkü kilise bu şekilde
ruhsal olarak gelişir ve büyür.
Anımsatalım ki, günümüzde peygamberlik armağanı
yazıya geçirilmiş Tanrı Sözü’nü, Kutsal
Kitap'ı anlaşılır biçimde insanlığa duyurmak
ve ilan etmektir. Ama elçilerin zamanında
bu Tanrı'nın Kutsal Ruh aracılığıyla peygamberlere
doğrudan ilham ettiği, ilettiği sözlerdi.
Yeni Antlaşma henüz tamamlanmadığından Tanrı,
yeni oluşan kilise inanlılarını yönlendirmek
ve sağlamlaştırmak için doğrudan elçilere
ve peygamberlere ilettiği vahiyleri kullanıyordu.
Yeni Antlaşma tamamlandığında elçi ve peygamberlik
armağanı, aynı zamanda elçiler gibi doğrudan
Kutsal Ruh tarafından ilham edilme armağanı
ilk anla-
mıyla son buldu (1Ko. 12:28; Elç. 1:21-26;
Ef. 2:20; Va. 22:18:20).
Elçi Pavlus 1Korintliler 14 bölümde Korint
kilisesinde uygulamada olan dillerle konuşma
armağanını peygamberlik armağanıyla kıyaslayarak
inanlıları dillerle konuşmaya değil, özellikle
peygamberlik etmeye yüreklendirir. Korintos
kilisesinde diller armağanı gereğinden fazla
büyütülüyor, yanlış ve çarpıtılmış biçimde
uygulanıyor- du. Bu armağanın çevirilerek
topluluğa ve topluluğun yararına kullanılacağına
sadece Tanrı'ya yöneltilen, anlaşılmayan
bir dua ve övgüye dönüştürülmüştü. Yine
bu çevirilerek topluluğun ruhsal gelişimi
için kullanılacağına, konuşan bunu kendi
benliği yararına kullanıyordu. Kilisede
de yine düzensiz ve çevirisiz biçimde hep
birlikte, aynı anda dillerle konuşmaktaydılar
Pavlus bu düzensizliklere son vermek ve
dillerin gerçek yerini anlatmak için 1Korintliler
12-14 bölümlerinde ruhsal armağanları ve
onların kilisede yerini anlatır.
Ruhsal armağanlar bağlamında «üçüncü dalga»
görüşlerini savunan ve bunları inanlı kiliselerine
benimsetme amacını güden Jack Deere'nin
«Kutsal Ruh'un Bizi şaşırtan Gücü» başlıklı
kitabının iddiaları- nın tersine Pavlus
kesinlikle dillerle konuşmaya yüksek bir
değer vermez (sf. 160). 14'üncü bölümde
Pavlus özellikle çeviri yapılmadan konuşulan
dillerin topluluğa hiçbir yarar sağlamadığını
vurgular. Kilise'de çevirisiz biçimde dillerle
konuşan
• topluluğa ruhsal gelişim sağlayamaz (14:4-5),
• konuşan elçi de olsa bunun yararı olmaz
(14:6),
• ruhsal savaşa hazırlamakta etkisizdir
(14:8),
• konuşan havaya, boşu boşuna konuşur (14:9),
• konuşan ve dinleyen birbirine yabancı
durumuna düşer (11),
• inanlı biri anlamadığı dillerde dua edenin
sözlerine «amin» diyemez (14:16), • Bu nedenle
ki, Pavlus toplulukta yabancı dilde on bin
söz söylemek yerine anlaşılır dilde beş
söz söylemeyi yeğlediğini duyurur (14:19).
• Pavlus dillerle konuşanın ya da bunun
üzerine odaklananın ruhen yetişkin değil
bir çocuk olduğunu belirtir (14:20).
• Toplulukta çevirisiz biçimde dillerle
konuşanın sadece imanlı topluluğuna değil
imansızlara da hiçbir yararı dokunmaz, tersine
onların tökezlenmesine neden olur öyle ki,
onlar haklı biçimde «siz çıldırmışsınız»
diye haykırabilirler (14:23).
• Hatta anlaşılmaz biçimde dillerle konuşmak
Tanrı'nın yüceliğine de hizmet etmez, O'nun
huzurunu da kimseye hissetirmez. Bu ancak
anlaşılır bir dille dua, övgü, vaaz ve peygamberlikle
olanaklıdır:
«Ama herkes peygamberlikte bulunurken iman
etmeyen ya da yeni katılan biri içeri girerse,
söylenen her sözle günahlı olduğuna ikna
edilecek, her sözle yargılanacak. Yüreğindeki
gizli düşünceler açığa çıkacak ve, “Tanrı
gerçekten aranızdadır!” diyerek yüzüstü
yere kapanıp Tanrı'ya tapınacaktır» (14:24-25).
Kısaca çevirilmeden toplulukta dillerle
konuşmak; ne imanlı topluluğunun yararına,
ne imansızlara, ne de Tanrı'nın yüceliği
yararınadır. Bu nedenle de Pavlus çevirmen
yoksa, dillerle konuşanın susması gerektiğini
söyler (1Ko. 14:28) inanlıları da diller
armağanını değil de topluluğun yararı için
peygamberlik armağanını aramaya ve kullanmaya
isteklendirir:
«Bu nedenle, siz de ruhsal armağanlara heveslendiğinize
göre, inanlılar topluluğunu geliştiren ruhsal
armağanlar bakımından zenginleşmeye bakın»
(14:12).
Elçi Pavlus gerçekten bütün iman edenle-
rin dillerle konuşmasını istemiş olsaydı
bu konuyla ilgili bu tür olumsuz açıklamalarda
bulunur muydu? İmanlılar topluluğuna yararı
bulunmayan bir armağanın Pavlus tarafından
tüm inanlılara öngörülmesi düşünülebilir
mi? Bunun yanıtı yine kesin bir «hayır»
olur eğer aynı mektupta Pavlus'un evliliğe
ilişkin şu sözlerini okursak:
«Herkesin benim gibi olmasını dilerdim (asıl
çeviri: isterim). Ama herkesin Tanrı'dan
aldığı ruhsal bir armağanı vardır; kiminin
şöyle, kiminin böyle» (1Ko. 7:7).
Acaba bu sözlere dayanarak elçi Pavlus'un
tüm imanlıların kendisi gibi bekar kalmasını
istediği söylenebilir mi? Elbette hayır!
Çünkü her imanlının Tanrı'dan aldığı kendi
armağanı vardır. Bunun gibi elçi Pavlus'un
«hepinizin dillerle konuşmasını isterim»
sözleri de bir buyruk ya da mutlak bir istek
değildir. Çünkü 1Korintliler 12:28-30'da
her imanlının aynı armağana sahip olmadığını
ve herkesin Rab'den aldığı bir armağanı
olduğunu belirtmişti. Ayrıca Pavlus’un «hepinizin
dillerle konuşmasını isterim» demesinin
gerisinde İncil’in her imanlı tarafından
her ulusa anladığı şekilde duyurulmasını
isterim düşüncesi de bulunmaz mı?
Açıkça görüyoruz ki, elçi Pavlus topluluklarda
çevirilmeden konuşulan anlaşıl maz dillere
karşıdır. Doğrudur ki, o diller armağanını
tümden reddetmez; çünkü o hala gerçek bir
armağandı. Doğru kullanıldığı müddetçe de
bunun yasaklanmamasını belirtir (1Ko. 14:39).
Elçi Pavlus genelde konuşmalarına övgüyle
ve olumlu başlar ve adım adım aktarmak istediği
asıl gerçek düşüncesine ulaşır. Örneğin,
1Korintliler mektubuna övgü ve çok olumlu
sözlerle başlar ama daha sonra Korintliler
topluluğunun hatalarını yüzlerine vurur
(1Ko. 1:4-7; 3:1-4; 5:1). Pavlus aynı tutumunu
putperestlerle konuşurken de sergiler (Elç.
17:22-23). Diller bağlamındaki söylem biçimi
de aynıdır.
2. «Ateşten dillere benzer bir şeylerin
dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler.
İmanlıların hepsi Kutsal Ruh'la doldular,
Ruh'un onları konuşturduğu başka dillerle
konuşmaya başladılar» (Elç. 2:3-4).
Tüm inanlıların dillerle konuşması gerekti-
ğini vurgulayanların kullandığı ayetlerden
biri de budur. Doğrudur ki, Pentikost günü
yukarı odada toplanan 120 öğrenci üzerine
Kutsal Ruh güçlü biçimde indi ve «hepsi
de Kutsal Ruh'la doldu» ve «başka dillerle
konuşmaya başladı». Burada şu birkaç nokta
göz önünde tutulmalıdır. İlkin, belirtildiği
gibi, Pentikost günü gerçekleşen olayların
kilise tarihinde özel, benzersiz ve tekrarlanamaz
bir yeri bulunur. O gün, vaat edilen Kutsal
Ruh yeryü- züne, inanlıların yaşamına girerek
Kilise'yi, inanlılar topluluğunu oluşturdu
ve insanlık tarihinde yepyeni bir sayfa
açıldı.
Ayrıca Kutsal Ruh'un inişini anlatan bu
ayetlerde asıl vurgu öğrencilerin dillerle
konuşması değil ama hepsinin «Kutsal Ruh'la
dolması»dır. Yunanca metne ve genel bağlama
bakarak diyebiliriz ki, hepsi «Kutsal Ruh'la
doldu» ama onlardan bazıları dillerle konuştu
ve bazısı da Elçilerin İşleri 2:18’de Yoel
peygamberin özellikle vurguladığı gibi peygamberlikte
bulundu (bkz. Elçi 19:6). Gerçi bu tarihi
ve özel durumda hepsinin dillerle konuştu-
ğunu düşünmek de yanlış olmaz, öyle ki,
uzak ülkelerden gelen bu binlerce kişi kendi
ana dillerinde iyi haberi işitsin ve diğerlerine
duyurabilsin. Yine belirtilmeli ki, bu özel
durum, Kutsal Ruh'u alarak O'nunla vaftiz
olan her imanlının aynı deneyimleri edinip,
aynı biçimde dillerle konuşacağı anlamına
da gelmez. Bunun belirgin kanıtı aynı gün
tövbe ederek vaftiz olan üçbin kişidir.
Bunların dillerle konuştuğuna ilişkin hiçbir
söz söylenmez, ima bile edilmez. Eğer dillerle
konuşmak her Kutsal Ruh'u alıp O'nunla vaftiz
olanın mutlak bir işareti olsaydı, kuşkusuz
burada da belirtilirdi.
3. Elçilerin İşleri 10:44-48 ayetleri de
her inanlının dillerle konuşması gerektiğine
ilişkin bir kanıt oluşturmaz. Elçilerin
İşleri 10:44-48'de (Pentikost gününden 10
yıl sonra) elçi Petrus'un İncil'in kapılarını
nasıl uluslara açtığını ve onu işitenlerin
üzerine nasıl Kutsal Ruh'un inerek dillerle
konuştuğunu okuruz. Gerçekte, bu olay da
başlı başına özel bir durumdu, çünkü ilk
kez iyi haber putperest uluslara vaaz ediliyordu.
Pentikost gününde beliren dillerle konuşma
işaretinin burada da belirmesi doğaldı,
öyle ki, bu şekilde Tanrı'nın ulusları da
kendi Kilise ve yeni antlaşmasına kabul
ettiği onaylansın. Zaten elçi Petrus da
diğer elçileri ikna etmek için bu işaretleri
örnek gösteriyordu:
«Ben konuşmaya başlayınca Kutsal Ruh, başlangıçta
bizim üzerimize indiği gibi, onların da
üzerine indi... Böylelikle Tanrı, Rab İsa
Mesih'e inanmış olan bizlere verdiği armağanın
aynısını onlara verdiyse, ben kimim ki Tanrı'ya
karşı koyayım?» (Elç. 11:15-18).
Elçi Petrus'un «bizlere verdiği armağanın
aynısını onlara verdi» sözleri düşündürücü
ve anlamlıdır. Eğer dillerle konuşmak her
inanlının yaşadığı genel bir deneyim olsaydı
Petrus on sene öncesine ait bir deneyime
değil, o zamanlarda her inanlının yaşadığı
deneyime başvuracaktı. «Her gerçek inanlı
gibi onlar da Kutsal Ruh'la vaftiz olup
dillerle konuştu» diyecekti. Böyle söylemiyor
ama 10 sene öncesi deneyimi hatırlatarak
dillerle konuşma armağanın her inanlıyla
verilen bir armağan olmadığını belirtiyor.
Bundan başka Petrus ve onunla gelen Yahudilerin
Kutsal Ruh armağanını alıp dillerle konuşmaya
başlayan ulusların önündeki şaşkınlıkları
da düşündürücüdür. Eğer dillerle konuşmak
her inanlının normal deneyimiyse neden böyle
bir şaşkınlık var? Aynı zamanda bu bölümde
orada hazır bulunanların hepsinin dillerle
konuştuğuna ilişkin herhangi bir vurgu yapılmadığından,
onlardan ancak bazısının dillerle, bazısının
da kendi ana dillerinde Tanrı'yı yücelttiğini
de düşünebiliriz.
4. Elçilerin İşleri 19:1-7'de konu edilen
vaftizci Yahya'nın 12 öğrencisinin dillerle
konuşması da özel bir durumdur ve tüm inanlıların
dillerle konuşmasını kanıtlamaz. Çünkü okuduğumuz
gibi Kutsal Ruh'u alan 12 kişiden bazısı
dillerle konuşuyor, bazıları da peygamberlik
ediyordu (19:6). Biliyoruz ki, diller armağanı
ve peygamberlik armağanı Kutsal Ruh'un verdiği
iki ayrı armağandır.
5. «İman edenlerle birlikte görülecek belirtiler
şunlardır: Benim adımla cinleri kovacaklar,
yeni dillerle konuşacaklar, yılanları elleriyle
tutacaklar. Öldürücü bir zehir içseler bile,
zarar görmeyecekler. Ellerini hastaların
üzerine koyacaklar ve hastalar
iyileşecek» (Mar. 16:18).
Şu üç nedenden dolayı ileri sürülen bu ayetler
de dillerle konuşmanın her zaman, her inanlıya
eşlik edeceğini göstermez.
a. İlkin Yunanca metnin en eski elyazıla-
rında bulunmayan bu sözlerin ilk elçilerin
yaşadığı dönemle bağlantılı olduğu belirgindir,
çünkü ayetin devamı bu sözlerin onların
yaşamında gerçekleştiğini belirtir:
«Rab İsa, onlara bu sözleri söyledikten
sonra göğe alındı ve Tanrı'nın sağında oturdu.
Öğrencileri de gidip Tanrı sözünü her yere
yaydılar.
Rab onlarla birlikte çalışıyor, görülen
belirtilerle sözünü doğruluyordu» (Mark.
16:19-20).
İbraniler mektubu da belirtilen mucize,
belirti ve Kutsal Ruh’un armağanlarının
veriliş amacının ilk Kilise'nin temelleşmesi
olduğunu belirtir (bkz. İbr. 2:3-4). Kutsal
Ruh'un armağanları ve çeşitli belirti ve
mucizelerle doğrulandıktan sonra artık kurtuluş
ve gerçeğin onaylanışı için belirti ve mucizelerin
yenilenmesine gerek yoktur. Gerçek çoktan
onaylanmıştır.
b. Burada vaat edilen mucizevi olay ya da
armağanların ilk kilise dönemlerinde her
inanlı için değil de sadece Kutsal Ruh aracılığıyla
belirli kişilere verildiği de belirgindir.
Elçi Pavlus bu gerçeği açık bir şekilde
1Korintliler 12:29-30'da vurgular.
c. Eğer bu sözlerden her iman edene mutlaka
dillerle konuşmanın eşlik etmesi gerektiğini
düşünürsek, aynı biçimde belirtilen diğer
mucizevi olayların da eşlik etmesi gerekiyor.
Her bir inanlının «yılanları elleriyle tutacağı»,
«öldürücü zehir içse» de zarar vermeyeceği
ve «ellerini üzerine koyup dua ettiği her
hastanın» da mutlaka iyileşeceği gerekir
ki, bu ne Kutsal Yazılar'a uygundur, ne
de iman edenlerin hizmetiyle uyuşmaktadır.
Tanrı'nın Sözü incelenirken çok dikkatli
olunmalı, sözler kullanıldığı bağlam çerçevesinde
anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır. Kısa bir
zaman önce bir kilise önderinin Markos 16'daki
bu sözlerden yola çıkarak kilisede yılanla
gösteride bulunduğunu okudum. Ama bu kişi
yılan tarafından ısırıldı ve çok geçmeden
zehirlenip öldü. Çarpık anlayış ve uygulanışların
sonucu korkunç bir yıkımdır! (http://actualitechretiennne.
wordpress.com /2012/06/03/-sebastienfath-un-pasteur-americain-tue-par-un-serpent-asonnette-decryptage).
SORU 16. TOPLULUKTA VE BİREYSEL ORTAMDA
KULLANILMA AMACIYLA VERİLEN İKİ TÜR DİLLERLE
KONUŞMA ARMAĞANI VAR MIDIR?
Dillerle konuşmayı savunan bazı kilise önderlerinin
öğretileriyle örtüştürebilmek için nasıl
Kutsal Ruh vaftizini ikiye çıkardıklarını,
Kutsal Ruh'u almayı iki farklı aşamaya böldüklerini,
ve yine bu dilleri anlaşılan gerçek diller
ve anlaşılmayan göksel diller olmak üzere
ikiye ayırdıklarını gördük. Bu önderler
bununla yetin meyip aynı zamanda iki tür
dil armağanının bulunduğunu öne sürerler.
Armağan olarak verilen dil: Bu, topluluğun
yararı için çevirilip halka sunulur, her
inanlının buna sahip olması gerekmez. Belirti
olarak verilen dil: Bu, Kutsal Ruh’un vaftizinin
ayrılmaz kanıtı olup her normal inanlının
buna sahip olması gerekir. Bireyin dua yaşamında
ruhsal gelişimine yarayan bu dilerin çevirilmesine
gerek yoktur.
Son zamanlarda dinlediğim bir vaazda John
Bewer adlı tanınmış bir kilise önderi de
iki değil dört tür dillerle konuşma armağanının
bulunduğundan söz eder. İkisi toplulukta
kullanmak için (iman etmeyenler için belirti
olan gerçek diller, imanlılar için yorumlanması
gereken göksel diller) diğer ikisi de bireysel
dua yaşamı için ve aracılık hizmeti için.
Vurgulanmalı ki, Kutsal Kitap'ta böyle farklı
ayrımlar ya da farklı dil armağanları yoktur.
Doğrudur ki, dillerin «belirti» olduğu vurgulanır,
«dillerle dua etmek» ya da «Tanrı'yı övmekten»
söz edilir ama bunlar farklı birkaç armağan
değil tek armağanın içeriğidir. Kutsal Kitap'ta
dillerle konuşma armağanının bireysel kullanımı
ya da toplu hizmette kullanımı diye bir
ayırım da yapılmaz. Elçi Pavlus'un vurguladığı
gibi ruhsal armağanların tek bir kullanım
amacı vardır, o da inanlılar topluluğunda
inanlıların ruhsal gelişimi için kullanımıdır.
John Bewer de bütün inanlıların bireysel
dua yaşamlarında mutlaka dillerle konuşması
gerektiğini savunanlardandır. 1Korintliler
12:30'daki sözü edilen ve herkese verilmeyen
diller armağanının da gerçekte kilisede,
topluluk içinde dillerle konuşma armağanıyla
ilgili olduğunu savlar. Oysa ayetin bağlamından
böyle bir düşünce türetmek olanaksızdır.
İlkin, Eğer bu yaklaşımı 1Korintliler 12:30'da
sözü edilen diğer armağanlara da uygularsak
önümüze şöyle anlamsız bir tablo çıkar:
Her inanlı bireysel iman yaşantısında «elçidir»,
«peygamberdir», «dillerle konuşma ve onları
çevirme», «mucizeler yapma ve iyileştirme
armağanına» sahiptir ama her inanlı bunları
toplulukta kullanma armağanına sahip değildir!
Sonra, 1Korintliler 12:30 ayetlerinde konu
edilen armağanlar belirli bir kilise topluluğuna
değil, Mesih’in genel kapsamda bede- nine,
evrensel kilise bünyesine verilen armağanlardır.
Bu sözlerde kesinlikle dillerle konuşmanın
bir kişisel, bir de toplulukta kullanılımı
vardır türünden bir ayırım ya da düşünce
bulunmaz. Ayet belirgin ve genel anlamda
her inanlının buna sahip olmadığını söylüyor
o kadar. Bu tezin gerisinde her bir imanlının
dillerle konuşma armağanına sahip olmadığını
belirten 1Korintliler 12:30'deki açık sözleri
izah edebilme ve inançlarıyla örtüştürme
çabası yatmaktadır. Bu sağlıksız ve yeni
bir öğretidir.
SORU 17. DİLLERLE
KONUŞMA ARMAĞANININ AMACI ACABA BİREYİN
KENDİ RUHSAL YAŞAMINI GELİŞTİRMEK OLABİLİR
Mİ?
İncelediğimiz gibi, elçi Pavlus toplulukta
çeviri olmadan dillerle konuşmanın hiçbir
yararı olmadığını vurgular. Belirgindir
ki, elçi Pavlus toplulukta dillerle konuşmayı
değil, peygamberlik etmeyi önerir. Bunun
bilincinde olan ve dillerle konuşmaya sıkı
sıkıya sarılan imanlılar bu uygulamayı devam
ettirebilmek için, onun uygulanış sahasını
bu defa kiliseden bireysel alana taşıdılar.
Bunu desteklemek için de şu ayeti kullanırlar:
«Bilmediği dilde konuşan kendi kendini geliştirir;
ama peygamberlikte bulunan, inanlılar topluluğunu
geliştirir» (1Ko. 14:4).
Bu kilise önderleri bu ayete dayanarak dillerle
konuşmayı «dua dili» biçiminde yorumlar
ve her imanlının da dua yaşamında dillerle
dua etmesi gerektiğini öğretirler. Dillerle
dua etmek aynı zamanda Tanrı'yla şifreli
konuşmak anlamındaymış öyle ki, şeytan ve
cinleri duanın içeriğini anlamasın. Bu kişilere
göre yine elçi Pavlus'un güçlü ve zaferli
iman yaşamının gizlerinden biri de onun
sürekli dillerle dua etmesiymiş (La puissance
cachée du parler en langues, Mahesh Chavda,
sf. 108).
Bağlamından koparılarak kullanılan bu kısa
sözlerden böylesi tuhaf, anlamsız teorilerin
oluşturulması oldukça şaşırtıcı- dır. Acaba
elçi Pavlus bu sözlerle gerçekten dillerle
konuşma armağanının veriliş amacının, inanlının
bireysel ruhsal yaşamını geliştirmek olduğunu
mu söylemek istiyor? Gerçekten o bununla
inanlıları kendi odalarında, bireysel dua
esnasında dillerle konuşmaya ve zaman zaman
da çevirmen olduğunda toplulukta dillerle
konuşmaya mı yüreklendiriyordu? Bunun yanıtı
şu 7 nedenden dolayı kocaman bir «hayır»dır.
1. Ruhsal armağanların veriliş amacı dillerin
bireysel yarar için kullanımını dışlar.
Elçi Pavlus açık bir şekilde Kutsal Ruh
tarafından inanlılara verilen armağanların
amacının bireyin değil, inanlılar topluluğunun
yararı için olduğunu duyurur.
«Herkesin ortak yararı için herkese Ruh'u
belli eden bir yetenek veriliyor» (1Ko.
12:7).
«Öyleyse ne diyelim, kardeşler? Toplandığınızda
her birinizin bir ilahisi, öğretecek bir
konusu, bir vahyi, bilmediği dilde söyleyecek
bir sözü ya da bir çevirisi vardır. Her
şey topluluğun gelişmesi için olsun» (1Ko.
14:26).
«Herkes kendi yararını değil, başkalarının
yararını gözetsin» (1Ko. 10:24; bkz. 14:17).
«Her biriniz hangi ruhsal armağanı aldıysanız,
bunu Tanrı'nın çok yönlü lütfunun iyi kâhyaları
olarak birbirinize hizmet etmekte kullanın.
Kendisi kimini elçi, kimini peygamber, kimini
müjdeci, kimini önder ve öğretmen atadı.
Öyle ki, kutsallar hizmet görevini yapmak
ve Mesih'in bedenini geliştirmek üzere donatılsın»
(Ef. 4:11-12).
Görüyoruz ki, diller armağanı da içinde
olmak üzere verilen tüm ruhsal armağanların
amacı inanlının bireysel gelişimi değil,
Mesih'in ruhsal bedeninin, topluluğun büyümesi
ve gelişmesi içindir. Ruhsal armağanların
kullanımı bağlamında Pavlus gerçek sevginin
«kendi çıkarını aramak» olmadığını da zaten
belirtmişti (1Ko. 13:5). Müjdeleme armağanına
sahip olan bunu kendini müjdelemek için
değil, inanç- sızlara müjdelemek amacıyla
almıştır. Nasıl bir ağacın verdiği ürün
kendisi için değildir, inanlı da Tanrı'dan
aldığı armağanları kendisi için değil, diğerlerinin
ruhsal yararı için kullanmalı. Tanrı diller
armağanını ve bundan ayrılamaz biçimde birlikte
işleyen dillerin çeviri armağanını da topluluğun
yararı, gelişimi için vermiştir.
2. Dillerle konuşma armağanının Mesih’e
iman etmeyenler için bir belirti olarak
verilişi gerçeği de dillerin inanlıların
gelişimi için verilmediğini onaylar. Elçi
Pavlus bu bağlamda şunları belirtir:
«Görülüyor ki, bilinmeyen diller imanlılar
için değil, inanmayanlar için bir belirtidir.
Peygamberlikse inanmayanlar için değil,
imanlılar için bir belirtidir» (1Ko. 14:22).
Bu açıklamalar belirginlikle gösteriyor
ki, diller armağanı inanlılar için, onların
yararı ya da ruhsal gelişimi için değil,
iman etmeyenler için bir belirtidir. Bu
durumda diller armağanını inanlılar bağlamında,
Kutsal Ruh vaftizinin ayrılmaz bir belirtisi
olarak görmek ve öğretmek yanlıştır ve bu
ayetin içeriğiyle örtüşmez. Dillerin veriliş
amacı inanmayanlar için bir belirti olmasıdır.
Eğer bir inanlı kendi odasında, bireysel
duasında dillerle dua ederse, bu inanmayanlar
için nasıl bir belirti olabilir? Dillerin
inanmayanlar için belirti oluşu yine bu
armağanının asıl uygulanacağı sahanın inanlıların
bireysel ruhsal yaşamında değil, inanmayanların
yanında yani misyon, müjdeleme sahası olmasını
gerektirir. Zaten Kutsal Kitap'ta anlatılan
tüm dillerle konuşma olayı da tek başına
bir odada değil, her zaman başkalarının,
huzurunda geçer. Bu gerçek bir kez daha
bu armağanın inanlının bireysel gelişimi
için verilen özel bir armağan olmadığını
açıkça ortaya koyuyor.
3. Yine sorulmalı: çevirisiz dillerle konuşmak
inanlılar topluluğuna yarar sağlamıyorsa,
nasıl inanlının bireysel dua yaşamına yararlı
olabilir? Belirsiz, anlamsız sesler çıkarmak,
yine belirsiz ifadelerle «ilahiler» söylemek
nasıl inanlının ruhsal yaşamını geliştirip
güçlendirebilir? Bu doğu dinlerinde gözlenen
mistiksel, gizemli bir meditasyon uygulamasına
ben zemez mi? Kutsal Kitap kesinlikle inanlının
ruhsal gelişimi için bu türden anlamsız,
mistiksel bir uygulama öngörmez. İnanlıyı
ruhsal yaşamın doruklarına ulaştıran Tanrı'nın
Sözü, Kutsal Kitap'ı okumak, incelemek,
anlaşılır dilde Tanrı'yla dua aracılığıyla
paydaşlıkta bulunmak, tanıklıkta bulunmak,
ruhsal tüm silahları kuşanarak kullanmaktır.
Belirtilmeli ki, ruhsal olgunluğa erişmek
için bu türden mistiksel bir yol kullanmak
inanlının yaşamında tehlikeli, yıkıcı sonuçlar
doğurur.
4. Dillerle dua etme uygulaması gerçekte
Kutsal Kitap'ta açıklanan gerçek duanın
öz anlamını da bozar, çarpıtır. Bugün çoğu
Hıristiyanlar ruhsal savaşı savaşmadan kısa
yoldan iman yaşamının doruklarına ulaşmayı
arzular. Ne yazık ki, kötü güçler dillerle
konuşma armağanı bağlamındaki sahte öğretiyle
dua ve dua yaşamının gerçek anlamı konusunda
birçok inanlıyı aldatmayı başarmıştır. Kutsal
Kitap'ın dua konusundaki öğretisi belirgindir.
Bu amaçlı, bilinçli, ezberden uzak ve anlaşılır
dilde yapılan duadır. Tanrı'yı övmek, bireysel
ihtiyaçlarımızı ve çevremizin ihtiyaçlarını
yakarışla Tanrı'ya bildirmektir. Ama günümüzde
dillerle dua eden kim için ve ne amaçla
dua ettiğini bilmez. Bilinçli, amaçlı sözlerin
yerine telkin yoluyla çıkarılmaya çalışılan
ve akla gelen söz ve ifadeleri tekrarlar
durur. Bunu da en üstün tanrısal düzeyde
yapılan dua biçimi niteliğinde görür. İlginçtir
ki, bu kişiler bir yandan geleneksel kilisenin
ezbere dualarını gerçek dua görmeyip eleştirirken,
öbür yandan kendi odalarında saatlerce tekrarladıkları
ve anlamını bilmedikleri bu anlaşılmaz ses
ve ifadelerin gerçek dua ve tapınış olduğunu
savlarlar (Mat 6:7). Ne büyük bir çelişki!
Doğrudur ki, Korintliler kilisesinde hazır
bulunan imansız Yahudiler’e belirti olması
ve çeviriyle de topluluğa yararlı olması
amacıyla Kutsal Ruh, bazı inanlıları özel
durumlarda, dillerle Tanrı'yı övmeye ve
duaya yönlendiriyordu. Ama belirttiğimiz
gibi anlaşılmaz ses ve hecelerle dua etmek
Kutsal Kitap'ın sunduğu dua anlayışıyla
uyuşmaz. Bu aldatıcı bir dua biçimidir.
Bu türden dua ve tapınış biçimleri doğu
dinlerinde gözlenen mistiksel bir meditasyon
(dalınç, derine dalma) durumunu çağrıştırmıyor
mu? Bu aynı zamanda kolaya kaçan tehlikeli
bir yol ve uygulamadır. Bir dini önder şöyle
diyordu: «Söz bulamadığım ya da ne diyeceğimi
bilmediğim zamanlarda dillerle konuşur,
dua ederim.» Bu neyi gösteriyor? Aklın,
mantığın bittiği yerde, mistiksel duyguların
öne çıkmasını!
5. Acaba elçi Pavlus'un «dillerle hepinizden
çok konuştuğum için Tanrı'ya şükrediyorum»
(1Ko. 14:18) sözleri onun bireysel dua hayatında
sürekli dillerle dua ettiğini mi gösterir?
İncil’de kaydedilen elçi Pavlus'un bütün
duaları anlaşılır ve amaçlıdır
(Ef. 1:15-17; 3:14-19; Flp. 1:3-11; Kol.
1:9-12 vb.).
Onun dillerle dua ettiğine ilişkin hiçbir
söz ya da kanıt yoktur. Gerçekte de bu sözlerin,
kendisi dillerle konuşmanın bireysel özel
kullanım olmadığını gösterir. Bu uygulama
evinde tek başına bir uygulama ise, nasıl
elçi Pavlus Korint inanlılarından daha fazla
dillerle konuştuğunu söyleyebilir? Pavlus
onların herbirinin odasına girip onların
kaç saat dillerle konuştuğunu mu hesap ediyordu?
Kuşkusuz hayır! Dillerle konuşma bir köşede
tek başına değil, toplulukta kullanılan
bir uygulamaydı. Pavlus'un herkesten fazla
dillerle konuşması, evinde bireysel duasında
değil, müjdeleme - Tanrı Sözü’nü duyurma
sahasında, özellikle iman etmeyen Yahudiler’in
arasındadır. Kendisi herkesten fazla yolculukta
bulunan gezgin bir vaiz olduğundan, Kutsal
Ruh'un verdiği yabancı dillerle konuşma
olanağına da herkesten fazla sahipti ve
bunu kullanıyordu (Elç. 15:10). Yine dikkat
edilsin ki, Pavlus dillerle dua ediyorum
demiyor ama dillerle konuşuyorum diyor.
Bu da özellikle bireysel duayı değil, Kutsal
Ruh'tan esinlenen sözleri başkalarına onların
anladığı dilde duyurmayı içerir.
6. Eğer gerçekten dillerle konuşma armağanının
başlıca amacı bireysel ruhsal yaşamın olgunlaşması,
gelişmesi için ise, bu durumda bu armağanının
uygulandığı Korintliler topluluğunun ruhsal
durumunun nasıl bir aşamada olduğunu sorgulamamızda
yarar vardır. Acaba bu inanlılar topluluğu
olgunluğa ulaşmış kutsal ve örnek bir kilise
modelini oluşturuyor muydu? Yanıtı açık
bir «hayır»dır! Bu kilise topluluğunda kavga,
sürtüşme, kıskançlık, çekişme, birçok bölünmeler
vardı. Hatta öylesine büyük günah ve ahlaksızlıklar
yaşanıyordu ki, Pavlus'un deyimiyle «putperestler
arasında bile görünmüyordu»
(1Ko. 3:1-4; 5:1). Dillerle konuşmanın başlıca
amacı gerçekten inanlının ruhsal yaşamı-
nın gelişimi ve kutsallığı için olsaydı,
doğallıkla bu kilisenin daha olgun ve kutsal
bir yaşam sergilemesini beklemeliydik. Ama
dillerle konuşan bu toplulukta bunun tam
tersini görüyoruz.
Dillerle konuşmanın sağladığı gizli güçlerden,
ruhsal güç kuşanmaktan, şeytana, cinlere
ve günah üzerine zaferli bir iman yaşamından
bol bol söz eden günümüzün kilise ve bireylerin
ruhsal yaşamı konusunda acaba ne söylenebilir?
Dillerle konuşmayan öbür kilise ve bireylerin
ruhsal yaşamına kıyasla daha mı farklı?
Ruhsal olgunluk, kutsallık, sevgi, hizmet,
özveri, sabır, esenlik ve birlik gibi Kutsal
Ruh'un ürünleri, güya dillerle konuşan bu
kilise inanlılarında daha fazla mı belirgin?
Hayır! Gerçekte bu kişilerin diğer inanlılardan
hiçbir ruhsal üstünlüğü yoktur. Dillerle
konuşmayı yüceltenlerin amacı bu söylemlerle
insanları kendilerine ve bu temelsiz uygulamaya
çekmektir. Bu akımın önderlerinden Donald
Gee bu kilise, ya da bireylerin ruhsal yaşamlarının
söylenen, ya da beklenen kutsallık yaşamından
çok uzakta olduğunu belirginlikle itiraf
eder.
7. 1Korintliler 12-14 bölümlerin genel bağlamı
da diller armağanının bireysel ruhsal yaşamın
gelişimi için verildiği düşüncesini dışlar.
«Bilmediği dilde konuşan kendi kendini geliştirir»
sözleri imanlının kendi odasında bireysel
dua bağlamıyla değil, inanlılar topluluğunda
diğer imanlıların önünde dillerle konuşmasıyla
ilgilidir. 1Korintliler 12-14 bölümlerinde
anlatılan ruhsal armağanların tümü de inanlılar
topluluğu önündeki kullanımıyla ilgilidir.
Elçi Pavlus, eğer biri topluluk önünde çevirisiz
biçimde dillerle konuşur ya da dua ederse,
bu şekilde ancak kendini bina eder, diğerlerine
de yararı olmaz diyor. Burada diller armağanının
inanlının «özel dua dili» oluşuna ve bunun
kilise dışında bireysel tapınış esnasında
kullanılması gerektiğine ilişkin kesinlikle
hiçbir söz bulunmaz; hatta ima bile yoktur.
Elçi Pavlus belirgin biçimde çeviren yoksa
dillerle konuşanın «susmasını» öngörür
(1Ko. 14:28). Bunu bireysel dua yaşamına
taşımaz
Yine vurgulayalım ki, ne Kutsal Kitap'ta
ne de kilise tarihinde, inanlıların kendi
odasında bireysel tapınış ya da dua esnasında,
ruhsal güç bulmak ve gelişmek amacıyla dillerle
konuşup dua ettiğine ilişkin hiçbir örnek
ve kanıt bulunmaz. Elçi Pavlus'un da ruhsal
gücünü dillerle konuşmaktan aldığı düşüncesi
tümüyle uydurmadır ve buna ilşkin en ufak
bir söz yoktur.
SORU 18. BU DURUMDA
«BİLMEDİĞİ DİLDE KONUŞAN KENDİNİ GELİŞTİRİR»
SÖZÜ NASIL ANLAŞILMALI?
Bu sözler dillerle konuşmanın gerçek özünün
bir tanımı değil Korintliler kilisesinde
nasıl uygulandığının bir tasviridir. Bunun
gerçek bir tanım olması Pavlus’un bildirileriyle
tümüyle çelişir, çünkü tüm ruhsal armağanların
başlıca amacı bireysel gelişim değil topluluğun
gelişimidir. Bağlamı dikkate almadan bu
sözleri aynen uygularsak gerçekte bunu bireysel
duada değil toplulukta uygulamamız gerekir
ki, bu elçi Pavlus’un 1Korintliler 14’te
geliştirdiği tüm öğretilere aykırı düşer.
Belirtildiği gibi Korint kilisesinde diller
armağanı çevirilerek topluluğa ve topluluğun
yararına kullanılacağına sadece Tanrı'ya
yöneltilen, anlaşılmayan bir dua ve övgüye
dönüştürülmüştü. Yine bu çevirilerek topluluğun
ruhsal gelişimi için kullanılacağına konuşan,
bunu kendi yararına kullanıyor- du. Kısaca,
elçi Pavlus inanlı birinin toplulukta çevirisiz
biçimde dillerle konuşma- sının kendini
bina ettiğini söylerken bununla o kişinin
diğerlerinin gözünde, benliğini öne çıkararak
«kendini» bina ettiğini anlatmak istiyordu.
Pavlus’un burada ironik bir dil kullandığı
belirgindir. Yine dikkat edilsin ki, elçi
Pavlus dillerle konuşan kendi ruhsal yaşamını
bina ediyor demiyor, «kendi kendini» yani,
kendi «ego»sunu bina eder diyor.
Hiç kuşku yok ki, bizde olan yetenekleri,
ruhsal armağanları topluluğun yararı ve
gelişimi için kullandığımızda bizler de
bina olur, gelişiriz. «Başkasına su verene
su verilecek» sözünün ima ettiği gerçek
gibi (Özd. 11:25). Ama Kutsal Ruh'un verdiği
her bir armağanın amacı kendini geliştirmek
değil, başkalarının gelişmesi ve yararı
içindir. Bir inanlı Korint kilisesinde olduğu
gibi topluluğun yararı için olan bir armağanı
kendi çıkarı, yararı için ya da alkış toplamak
amacıyla kullanırsa, o zaman gerçek amacından
çıkmış sayılır. Sonuç olarak, 1Korintliler
14:2'deki sözlere dayanarak dillerle konuşma
armağanının bireysel ruhsal yaşamı bina
etmek için verildiğini savlamak ve zaferli
bir iman yaşamı sürdürmek için de dillerle
konuşmak gerektiğini öğretmek Kutsal Kitap
desteğinden yoksun sakat bir öğretiştir.
SORU 19. ROMALILAR 8:26'DA BELİRTİLEN RUH'UN
KENDİSİ SÖZLE ANLATILAMAZ İNİLTİLERLE BİZİM
İÇİN
ARACILIK EDER» SÖZLERİ DİLLERLE DUA ETMEKLE
Mİ İLİŞKİLİDİR?
Dillerle konuşmayı savunanlar dillerle hiçbir
bağlantısı bulunmayan Kutsal Kitap'ın birçok
ayetlerinde bile dillerle konuşma düşüncesini
görürler. Örneğin, Romalılar 8:26 ayeti.
Oysa burada «anlatılamaz iniltilerle aracılık
hizmetinde bulunan inanlılar değil, Kutsal
Ruh'tur. Romalılar 8:2223 ayetlerinde elçi
Pavlus tüm yaratılışın ve insanlığın da
«inlediğini» belirtir (bkz. Mez. 19:1-5).
Buna dayanarak tüm yaratılı- şın dillerle
konuştuğu savlanabilir mi? Ayetin bağlamının
gösterdiği gibi «iniltiler- le» ifadesi
sözsüz iniltileri içerir oysa ki, bu insanların
konuştuğu diller seslidir. Kutsal Ruh’un
duada bizi desteklediği, Tanrı’nın istemine
uygun biçimde dua etmemize yardımcı olduğu
ve Mesih benzerliğinde bizim için aracılıkta
bulunduğu bir gerçektir. Ama O kesinlikle
inanlının kimliğini devre dışı bırakarak
inanlının yerine inanlının sesiyle Tanrı’ya
dua etmez. Dikkat edilmezse bu yaklaşım
mistik dinlerde görülen ruhların insan benliğini
devredışı bırakarak varlığı ele geçirme
yanılgısına yöneltir ki, bu, Kutsal Ruh’un
inanlıda çalışma biçimine tümden aykırıdır.
Bu yaklaşım, bir kardeşin müjdeleme sahasındayken
inanlılardan işittiği şu sapkın inanca sürükler:
«Diller bir armağan değil Kutsal Ruh’un
kendisidir.» Özetle, birçok tanrıbilimcinin
de onayladığı gibi gerçekte Romalılar 8:26
ayetin dillerle dua etmekle bağı yoktur.
Yahuda 1:20'deki sözlerin de dillerle dua
etmekle bir ilgisi yoktur, Efesliler 5:1819'da
da belirtildiği gibi sadece Kutsal Ruh'un
önderliği ve yardımıyla dua etmekten söz
edilir. Yuhanna 4:24'te de İsa Mesih dillerle
tapınıştan söz etmez, burada yürekten, Kutsal
Ruh'tan etkilenerek sunulan gerçek tapınış
söz konusudur. Mesih bu sözleri söylerken
diller armağanı da henüz verilmemişti. Vurgulanmalı
ki, Rabbimiz, önderimiz ve örneğimiz İsa
Mesih de dillerle konuşmamış ya da dua etmemiştir.
Mesih'in kaydedilen bütün duaları anlaşılır
ve halk dilindeydi (Yu. 17). Vaftizci Yahya
da Kutsal Ruh'la dolu olmasına rağmen dillerle
konuşmamıştır
(Luk 1:15; 41-42).
SORU 20. DİLLERLE
KONUŞMAK KUTSAL RUH VAFTİZİNİN BELİRGİN
BİR BELİRTİSİ OLABİLİR Mİ?
6,7,8’inci sorularda Kutsal Ruh vaftizini
inceledik. İsa Mesih öğrencilerinin Kutsal
Ruh'la vaftiz olunacağını önceden duyurmuştu
(Elç. 1:5). Bu Pentikost günü gerçekleşti,
günümüzde de yürekten her Mesih'i kabul
edenin yaşamında gerçekleşmeye devam ediyor.
Önceden de belirttiğimiz gibi Kutsal Ruh
vaftizi Kutsal Ruh'un tövbe edenin yüreğinde
gerçekleştirdiği ruhsal değişim, bağışlanma,
arınma ve yeniden doğuş eylemlerini içerir.
Bu yeniden doğuştan sonra edinilen ve aranılması
gereken ikinci bir ruhsal deneyim değildir.
Açıklandığı gibi, bir insan iman edip tövbe
ettiği anda Ruh’ta vaftiz de gerçekleşiyor
(su vaftizi bunun dışsal bir göstergesidir).
Kutsal Ruh vaftizi inanlının yaşamında bir
kereye özgüdür, ikinci kere olmaz.
İncil’de, birkaç özel durumda Kutsal Ruh'un
inişine dillerle konuşma ve peygamberlik
etmenin eşlik ettiği bir gerçektir. Ama
bu özel durumlardan yola çıkarak dillerle
konuşmanın her inanlının Kutsal Ruh'la vaftiz
olunuşunun ayrılmaz ve standart bir belirtisi
olduğunu öne sürmek temelsiz bir savdır.
Ne yazık ki, «Yeni Yaşam Açıklamalı Kutsal
Kitap» notlarında bu konuda şunları okuruz:
«Günlerimizde dillerle konuşma gibi gözle
görülür belirtiler olmadıkça Kutsal Ruh
vaftizinin gerçekleştiği varsayılmamalıdır»
(sf. 1504).
İsa Mesih'in kendisi Yuhanna 14, 15, 16
bölümlerinde detaylı biçimde Kutsal Ruh'un
verilişi, işi ve hizmetlerini anlatır. Ama
hiçbir zaman Mesih, Ruh'un inanlılara gelişini
ve onlarda bulunuşunu dışavuran dillerle
konuşma gibi bir belirtiden söz etmez. Eğer
dillerle konuşma Kutsal Ruh vaftizinin ayrılmaz
bir belirtisi olsaydı, kuşkusuz Mesih bundan
söz edecekti. Kutsal Kitap belirginlikle
«hepimizin bir beden olmak üzere aynı Ruh'ta
vaftiz edildiğini» bildirse de, her inanlının,
dillerle konuşma armağanına sahip olmadığını
duyurur (1Ko. 12:13,30).
Özellikle vurgulanmalı ki, Elçilerin İşleri
ve diğer yazıtlarda anlatılan bir yığın
tövbe ve Kutsal Ruh'un inanlılara geliş
olaylarında dillerle konuşmaktan hiç söz
edilmez. Örneğin, Pentikost günü tövbe edip
vaftiz olunan üçbin kişinin dillerle konuştuğuna
ilişkin hiçbir söz ya da imleme yoktur.
İman, tövbe ve vaftizi anlatan Elçilerin
İşleri'nde bulunan şu ayetlerde de dillerle
konuşulmaya hiç değinilmez: Elç.
4:4; 5:14; 6:7; 8:36; 9:42; 11:21; 13:12,43;
14:1,21; 16:14,34; 17:4,11,12,34 vb. Acaba
bu kişilerin gerçek Hıristiyanlar olmadığı
ya da Kutsal Ruh'la vaftiz olunmadığı düşünülebilir
mi? Dillerle konuşma her gerçek inanlının
yaşaması gereken ruhsal bir deneyim ve bir
belirtiyse neden bu kişilerin dillerle konuşmasından
söz edilmiyor? Kalan diğer Kutsal Yazılar'da
da (Romalılar, Galatyalılar, Efesliler,
Filippeliler, Koloseliler, 1 ve 2 Petrus'un
mektupları, Yuhanna'nın mektupları vb.)
bundan hiç söz edilmez. Bu ayetleri gözardı
ederek sadece birkaç özel durumu anlatan
ayetlere takılarak dillerle konuşmayı Kutsal
Ruh vaftizinin ayrılmaz belirtisine dönüştürmek
ve her inanlının dillerle konuşması gerektiğini
savlamak ne derece sağlıklı ve doğrudur?
Elçilerin yaşadığı özel Kutsal Ruh vaftizi
ve diller deneyimi ölçü niteliğinde alınırsa,
bu durumda Pentikost günü işitilen «güçlü
rüzgar sesinin» ve beliren «ateşten dillerin»
bugün de mutlaka Kutsal Ruh vaftizine bir
belirti olarak görülmesi gerektiğini beklemek
gerekmez mi? Neden bir belirti alınsın,
buna eşlik eden diğer belirtiler gözardı
edilsin?
Dillerle konuşmayı gerçeğin, Kutsal Ruh'u
almanın ve Ruh'la vaftiz olunmanın ayrılmaz
bir belirtisi olarak kabul etmek ve öğretmek
büyük bir yanılgıdır. Böyle olsaydı, mormon
tarikatı gibi dillerle konuşan bir yığın
dinsel akımlar hakkında ne düşünmemiz gerekirdi?
Katolik kilisesinde dillerle konuşan ve
Meryem anayı yücelten, resim, heykel ve
suretleri şereflendi- ren karizmatiklerle
ilgili ne denmelidir? Bu dinsel akımlarda
görülen dillerle konuşma olgusunun acaba
aynı tanrısal Ruh'tan bir armağan olarak
geldiğini düşünebilir miyiz? Dillerle konuşan
bu dinsel akımların üyelerinin de gerçekten
Kutsal Ruh'la vaftiz olduğunu söyleyebilir
miyiz? Yine ilginçtir ki, dillerle konuşan
bu sayısız farklı dinsel akımların üyeleri
hemen hemen aynı dinsel duygu, sevinç ve
deneyimi yaşadıklarına tanıklık eder. Bedende
sıcaklık, yürekte yeni bir coşku, sevinç,
ve daha fazla hizmet etme isteği vb. gibi.
Sonuç olarak, dillerle konuşmayı Kutsal
Ruh vaftizinin ayrılmaz bir belirtisi niteliğinde
sunmak ve öğretmek Kutsal Kitap öğretileriyle
örtüşmeyen sakat bir öğretidir.
SORU 21. DİLLERLE
KONUŞMA ARMAĞANI YAHUDİ HALKINA UYARI VE
YARGI NİTELİĞİNDE VERİLMİŞ BİR BELİRTİ OLABİLİR
Mİ?
Elçi Pavlus 1Korintliler 12, 13,14 bölümlerde
dillerle konuşma bağlamındaki bütün açıklamalarını
şu düşünceye bağlar:
«Kutsal Yasa'da şöyle yazılmıştır: “Rab,
‘Yabancı diller konuşanların aracılığıyla,
yabancıların dudaklarıyla bu halka sesleneceğim;
yine de beni dinlemeyecekler!’ diyor.” Görülüyor
ki, bilinmeyen diller imanlılar için değil,
iman etmeyenler için bir belirtidir. Peygamberlikse
iman etmeyenler için değil, imanlılar için
bir belirtidir» (1Ko. 14:21-22).
Bu ayetler gerçekten çok önemlidir, çünkü
Pavlus'un dillerin amacı ve kullanımı hakkında
söylediklerinin tümünü özetler ve sonuçlar.
Kutsal Ruh neden böyle bir armağanı kilise
topluluğuna verdi? Dillerle konuşmanın başlıca
amacı nedir? Dillerin özü nedir ve neyin
belirtisidir? İşte Pavlus'un bu sözleri
bu önemli sorulara yanıt oluşturur. İlkin,
belirttiğimiz gibi burada konusu edilen
dillerle konuşma öyle bilinmeyen diller
değil, bilinen ve uluslarca konuşulan yersel
dillerdi (1Ko. 14:21). Sonra, dillerin özellikle
Yahudi halkı bağlamında bir belirti olarak
verildiğini okuyoruz. «Yabancıların dudaklarıyla
bu halka sesleneceğim» derken belirginlikle
Yahudi halkından söz ediliyor. En sonunda,
dillerin imanlılar topluluğu için değil,
ama imansız Yahudiler için bir belirti olduğunu
okuyoruz. Bu belirginlikle dillerin inanlıların
Kutsal Ruh'la vaftiz olunuşuna bir belirti,
ya da ruhen gelişimini sağlayan bir armağan
olamayacağını kanıtlar. Bu armağan iman
etmeyenleri uyaran, düşündürmeye yönlendiren
bir belirtidir.
Yeşaya kitabından yapılan bu alıntı peygambersel
olarak Yahudi halkı için önemli bir uyarı
içerir. Diller armağanı aracılığıyla Tanrı
İsrail halkına seslenir, onları gerçek bir
tövbeye ve Mesih'i kabul etmeye çağırır.
Eğer bu çağrıya yanıt vermezlerse, önceden
de gerçekleştiği gibi yabancı diller konuşan
uluslar onların yerini alacak ve onlara
hükmedecektir. Yabancı diller armağanıyla
Tanrı aynı zamanda Mesih'in kurtarmalık
işinin ve müjdenin sadece Yahudiler için
değil, tüm uluslar için olduğunu da bildiriyordu.
İman eden Yahudiler'le uluslardan imana
gelenlerin Mesih'in kurtarmalık işiyle birleşerek
tek bir bedeni, tek bir kiliseyi, topluluğu
oluşturacağı zamanın artık geldiğini duyuruyordu.
Diller armağanının içerdiği mesaj buydu.
Yahudiler için kutsal olan tek bir halk
ve yine kutsal olan tek bir dil vardı, bu
da kendi dilleriydi. Diğer uluslar ve diller
onlar için bayağıydı. Ama Tanrı, yabancı
diller armağanıyla Yahudi halkına, tüm ulus
ve dillerin kabul edilir, kutsal olduğunu
duyuruyordu. Çoğunluğu Yahudiler’- den oluşan
ilk yüzyıl kiliselerinde yabancı dillerle
konuşan ve Tanrı'yı öven bir inanlının varlığı
Yahudiler için bir uyarı belirtisiydi. Dikkat
edilirse diller armağanı Kutsal Kitap'ta
tek başına bir köşede değil, ama sürekli
Yahudiler’in bulunduğu ortamlarda kullanılmıştır.
Elçilerin İşleri 10. bölümde İncil müjdesinin
elçi Petrus aracılığıyla nasıl putperest
uluslara ulaştırıldığını ve onların da bunu
kabul ederek nasıl Kutsal Ruh'u alıp Mesih'in
ruhsal bedeni kiliseye dahil olduğunu okuruz.
O günden bu yana Kilise, yani inanlılar
topluluğu sadece Yahudiler'den değil, Mesih'e
iman eden tüm uluslardan oluşmaktadır.
Dillerle konuşma belirtisi İ.S. 70 yılında
Romalılarca tapınağın yıkılışı ve imansız
Yahudi halkının sürgüne götürülmesiyle,
amacına ulaştı, gerçekleşti. Yahudi halkı
yargılandı ve yeniden ruhsal uyanışına dek
bir tarafa bırakıldı. Şimdi Tanrı tek bir
halkın değil, tüm ulusların, kurtuluşuyla
ilgileniyor. Hatırlayalım ki, Tanrı Babil
kulesini kuran isyankar insanları da farklı
diller sağlayarak yargılamış ve dağıtmıştı
(Ya. 11). Tanrı asırlar sonra yine, gizemli
bir elin duvara yazdığı ve kralın anlayamadığı
«Mene mene tekel farasi» (Tanrı senin krallığının
günlerini saydı ve ona son verdi) ifadesiyle
de Babil imparatorluğuna son vermişti (Dan.
5:25-28). Yabancı diller gerçekten bir yargı
uyarısıdır.
SORU 22. DİLLERLE
KONUŞMA ARMAĞANI SON BULDU MU?
Belirttiğimiz gibi dillerle konuşma belirtisi
İ.S. 70'te Yeruşalim'in ve tapınağın yıkılışıyla
Yahudiler için amacına ulaştı. Mesih'in
ruhsal bedenini oluşturan kilise artık sadece
Yahudiler’den değil iman eden her ulustan
oluşuyor. Birçok tanrıbilimci dillerin bu
şekilde gerçek amacına ulaştığını ve böylece
bu tarihten itibaren armağanın son bulmaya
başladığını belirtirler. Özellikle kilisenin,
inanlılar topluluğunun kurulup Yeni Antlaşma,
İncil'in yazılmasıyla bu armağana artık
gereksinim kalmamıştır. Elçi Pavlus da gerçekten
«yetkin olan geldiğinde» peygamberliklerin,
dillerin ve bilginin son bulacağını duyurmuştu
(1Ko.13:8-10). «Yetkin olanın gelişi» bağlam
uyarınca Mesih'in yeryüzüne dönüşünü betimler.
Ama Yakup 1:25'e göre bunu «mükemmel, yetkin
Yasa» Yeni Antlaşma'nın yazılışı olarak
da anlayabiliriz. Elçi Pavlus yine şunları
söyler:
«Ne var ki, yetkin olan geldiğinde sınırlı
olan ortadan kalkacaktır. Çocukken çocuk
gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi
düşünürdüm. Yetişkin biri olunca çocukça
davranışları bıraktım» (1Ko. 13:10-11).
Kural olarak, bir şeyin daha iyisi ya da
mükemmeli olduğunda eskisi bırakılır, olgunlaşan
kişinin çocukluk duygularını ve düşüncelerini
bıraktığı gibi, mum ışığının da yerini elektrik
ışığına bırakması gibi. Daha yetkin olan
İncil yazıları tamam- landığında sınırlı
dil ve peygamberliklerin yerini kendiliğinden
daha güvenilir ve sağlam olan bu Kutsal
Yazılar’a bırakmasından daha doğal ne olabilir?
Diller bağlamında elçi yine şöyle der:
«Kardeşler, çocuk gibi düşünmeyin. Kötülük
konusunda çocuklar gibi, ama düşünmekte
yetişkinler gibi olun» (1Ko. 14:20).
Bu sözler dillerle konuşma armağanının,
peygamberlikte bulunmanın Kilisenin ilk
kuruluş dönemlerine, yani çocukluk zamanına
ait armağanlar olduğunu belirtir. Ama elçiler,
peygamberler vb. aracılığıyla imanlılar
topluluğu kurulup, belirli bir yetkinliğe
ulaşınca, bu armağanlar yerini kayda geçirilen
Kutsal Söz’ün yetkisine bıraktı. Eğer bunlar
olduğu gibi devam etseydi inanlılar yönlendirilme
ve yetki konusunda sürekli bir ikilemde
bulunacaktı. Kilise’nin kurulup temellerinin
atılışından sonra inanlıların yeni vahiylerle
değil Kutsal Kitap'ta açıklanan «elçilerin
ve peygamberlerin koyduğu temel üzerine
bina edip» gelişmesi gerekir:
«Elçilerle peygamberlerden oluşan temel
üzerine inşa edildiniz. Köşe taşı Mesih
İsa'nın kendisidir. Bütün yapı Rab'be ait
kutsal bir tapınak olmak üzere O'nda kenetlenip
yükseliyor» (Ef. 2:20-21).
Bir yapının temeli bir kez atılır bir kaç
kez değil. Armağanların aynen süregeldiğini
söylemek temelin daha konulmamış ve onaylanmamış
olduğunu ima eder ki, bu yanlış olur. İbraniler
mektubunun yazarı da belirginlikle diller
de içinde olmak üzere ruhsal armağanların
hıristiyan bildirisinin gerçekliğini onaylar
bir özelliğe sahip olduğunu belirtir:
«Başlangıçta Rab tarafından bildirilen bu
kurtuluş, Rab'bi dinlemiş olanlarca bize
doğrulandı. Tanrı da belirtiler, harikalar,
çeşitli mucizeler ve kendi isteği uyarınca
dağıttığı Kutsal Ruh armağanlarıyla buna
tanıklık etti» (İbr. 2:3-4).
Kilisenin kurulup hıristiyan duyurusunun
onaylanışından sonra bu armağanların ilk
yüzyıdaki gibi yürürlükte olmadığını bu
sözler teyit eder görünüyor. Bazı armağanların
son bulduğu bazılarının da farklı biçimde
devam ettiği gerçektir. Kutsal Kitap çok
net ve açık biçimde elçilik, peygamberlik
ve doğrudan Kutsal Ruh'tan ilham edilme
gibi armağanların ilk dönem elçileriyle
son bulduğunu belirtir. Örneğin, 12 elçilerden
sayılan Yahuda'nın yerine elçi atanması
gerektiğinde şu koşullar arandı ve buna
uygun sadece iki kişi bulundu:
«Yahya'nın vaftiz döneminden başlayarak
Rab İsa'nın aramızdan yukarı alındığı güne
değin bizimle birlikte geçirdiği bütün süre
boyunca yanımızda bulunan adamlardan birinin,
İsa'nın dirilişine tanıklık etmek üzere
bize katılması gerekir.” Böylece iki kişiyi,
Barsabba denilen ve Yustus diye de bilinen
Yusuf ile Mattiya'yı önerdiler» (Elç. 1:21-26)
Elçiler ve Eski Antlaşma peygamberleri gibi
peygamberlik etmek, doğrudan Tanrı'- dan
ilham alma armağanı da son bulmuştur. Böyle
olmasaydı bugün peygamber olduğunu savlayan
kişilerin yazılarını ve öğretilerini de
tanrısal söz olarak kabul edip, Yeni Antlaşma
yazılarına eklememiz gerekirdi ki, böyle
bir şey tümüyle sapkınlık olur (Va. 22:18).
Başka önemli bir soru: bugün tapınış için
toplanıldığında, acaba 1Korintliler 14:2433'te
öngörüldüğü gibi hala peygamberleri, dillerle
konuşanları ve diğer ilham edilenlerin yönlendirişi
beklenmeli midir? Elbette hayır! İlk zamanlarda
kilisenin yönlendirilişi ve yaşamı için
gerekli Yeni Antlaşma yazıları henüz tamamlanmadı-
ğından, ilk dönem kiliseleri doğallıkla
elçiler ve peygamberlerce yönlendiriliyordu.
Ama şimdi Yeni Antlaşma yazıları elimizde
olduğundan artık peygamberlerce yönlendirilmeye
gereksinim yoktur. İnanlı kiliseleri için
gerekli olan tüm vahiy ve yönlendirilmeler
İncil'de bulunduğundan, bugün inanlılar
aldatıcı yeni yeni vahiylerin değil sadece
İncil gerçeklerinin ardınca gitmelidir.
Belirgindir ki, Yahudi halkı bağlamında
verilen ilk diller armağanı amacına ulaşmış,
son bulmuştur. Kilise tarihinde dillerle
konuşma armağanına hemen hemen hiç rastlanmaması
da bunu doğrular görünüyor. Hatırlayalım
ki, Tanrı İsrail halkı çölde bulunurken
onlara gökten özel yiyecek, man sağladı.
Ama vaat edilen ülkeye ulaştıklarında, Tanrı
onlara bu yiyeceği vermeyi durdurdu. Artık
kendi elleriyle çalışıp yiyeceklerini kendileri
sağlamalıydı.
Diller konusunda şu gerçeği de belirtelim:
Bugün harika biçimde Kutsal Kitap hemen
hemen her dile ve lehçeye çevrilmiş durumdadır.
Dünyadaki 7 milyara yaklaşan her ulus, kendi
ana dilinde İncil'i okuyabiliyor. Yine bir
yığın inanlı çok güç koşullarda en zor dil
ve lehçeleri öğrenerek İncil müjdesini dünyanın
en uzak bölgelerine dek ulaştırıyor. Bugün
birçok dili konuşup çevirebilen bir yığın
inanlılar vardır. Acaba bundan daha güzel
bir diller hareketi olabilir mi? Kilisenin
ilk yapılanma döneminde belirli amaç doğrultusunda
verilen bu mucizevi armağanın yerini bugünün
dil öğrenimine bıraktığını düşünmek acaba
yanlış mı olur? Çölde sağlanan ama vaat
edilen ülkeye ulaştıklarında duran man yiyeceği
gibi. Önceden de belirttiğimiz gibi, bununla
Tanrı’nın bu armağanı artık kimseye vermeyeceğini
söylemek istemiyoruz. Tanrı istediği zaman
müjdeleme amacıyla, belirli özel durumlarda
bu armağanı yine bir inanlıya sağlayarak
insanları kurtuluşa yönlendirebilir.
Sonuç olarak, günümüz kiliselerinde konuşulan
«diller» Kutsal Kitap'ın dillerle konuşmak
öğretisiyle örtüşmüyor. Çünkü Yahudi halkı
için verilen belirti, Hıristiyan inanlıları
için bir belirtiye dönüştürülmüştür. Yine
Yahudi halkının yargılanışı için verilen
bir belirti, Hıristiyanlar için bereketin,
Kutsal Ruh vaftizinin ve ruhsal iman hayatının
gelişiminin belirtisine dönüştürülmüştür.
Bu ciddi bir çarpıtmadır.
SORU 23. DİLLER BAĞLAMINDA
GÜNÜMÜZ KİLİSELERİNİN DÜŞTÜĞÜ YANILGILAR
NELERDİR?
1. Anlaşılan gerçek insan dillerini anlaşılmaz
göksel dillere dönüştürmek.
2. İnanlılar topluluğunun yararı ve gelişimi
için verilen bu armağanı kişisel yarara
dönüştürmek.
3. Toplulukta çevirilerek inanlılar için
kullanılacağına kendi odalarında bireysel
tapınış için kullanmak.
4. Kutsal Ruh vaftizini birden ikiye çıkarmak.
5. Kutsal Ruh tarafından verilen tek armağanı
iki farklı armağana dönüştürmek.
6. Kutsal Ruh'u almayı iki aşamaya bölmek.
7. Kutsal Ruh'un verdiği ve son sırayı tutan
bir armağanı en üstlere çıkararak aranması
gereken başlıca armağana dönüştürmek.
8. Yahudi halkı için belirti niteliğinde
verilen armağanı inanlılar topluluğu için
bir belirtiye dönüştürmek.
9. İsrail halkının yargılanışı niteliğindeki
armağanı inanlılar için bereket ve Kutsal
Ruh vaftizinin belirtisine dönüştürmek.
10. Özel durumlarda beliren bu armağanı
her inanlı için genel belirtiye dönüştürmek.
Konuyu samimiyetle inceleyenler için bu
yanılgı ve çarpıtmalar büyüktür.
SORU 24. GÜNÜMÜZDE
KONUŞULAN DİLLERİN KÖKENİ NEREDENDİR?
Dillerle konuşma olsun, diğer sıradışı olay
ve mucizeler olsun genellikle üç kaynaktan
gelir: Tanrısal, şeytansal ve insansal.
İnsansal ya da şeytansal kaynak
Farklı dinsel akımların dillerle konuşması
Kutsal Kitap'ın öğretileriyle örtüşmüyorsa,
doğallıkla bunların kökeni Tanrı'dan kaynaklanmaz.
Kutsal Ruh kesinlikle Kutsal Kitap'a aykırı
davranmaz ve daima onunla uyumlu biçimde
çalışır. Bu durumda onların kaynağı ya insanın
pisikolojik yapısında, ya da doğrudan başka
ruhlarda – cinlerde aranmalıdır. Bugün inanlılar
topluluklarında konuşulan dillerin büyük
kısmının tamamiyle insanın duygusal ve psikolojik
yapısından kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bunlar, ne Tanrı'nın Ruh'undandır, ne de
şeytan ya da cinlerden. Bunlar Korint kilisesinde
de görüldüğü gibi, insanın bilinçaltından
kaynaklanan bedensel görünümdür. Uçlarda
bulunup sahte öğretiler taşıyan diğerlerininse,
kötü ruhların - cinlerin etkisinde dillerle
konuştuğunu da açıkça söyleyebiliriz. Günümüzün
birçok kiliselerinde konuşulan dillerin
tanrısal kaynaklı olmadığı şu gerçeklerden
de anlaşılabilir.
1. Bölücülük ve üstünlük ruhu: Gerçekte
bu öğreti ve bu öğretiyi savunan akımlar
inanlılar topluluğuna birlik yerine bölünmeler
getirmiştir ve getirmektedir. 1906'da Amerika,
Los Angeles'te biçimlenmeye başlayan bu
akım, gerçekte birçok bölünmeye ve yeni
eğilimli başka akımların belirmesine neden
olmuştur. Vurgulanmalı ki, bu akımın üyeleri
var olan inanlı topluluklarına sızarak,
diller bağlamındaki öğretilerini kabul ettirmeye
ve bu öğretiyle insanları kendi öğreti ve
kiliselerine çekmeye, ya da kiliseyi içerden
değiştirmeye çabalarlar. «Kutsal Ruh'un
Bizi Şaşırtan Gücü» kitabında Jack Deere
tüm enerjisiyle Kutsal Ruh'un armağanlarının
son bulmadığını aynen devam ettiğinini kanıtlamaya
çabalar. Ardından da bu armağanlara inanmaya
başlayan önderleri armağanların ardınca
gitmeyen kilise- lerden ya istifa etmeye
ya da Rab kendilerini çağırdıysa bu kiliseleri
içten değiştir- meye çağırır (sf. 200).
Bu öğretiyi benimseyen, dillerle konuşan
inanlılar kendilerini gerçek ve üstün düzeyde
inanlılar olarak görür, dillerle konuşmayanlara
da ikinci derece inanlılar gözüyle bakarlar.
Örneğin, her inanlının dillerle konuşması
gerektiğini savlayan John Bewer, şaşırtıcı
biçimde kendi hizmetlerini, yazdığı kitapları,
ruhsal konular- da bilgisini, yaptığı toplantılarda
Kutsal Ruh'un hazır oluşunu, verdiği vaazlarını
ve şifaları bol bol över. Sonra da, aşağılayıcı
bir tavırla dillerle konuşmayan kiliseleri
ve önderlerini Kutsal Ruh'un hazır bulunmadığı
kuru kiliseler niteliğinde tanımlayarak
küçümser. John Bewer de dillerle konuşmayı
iman yaşamının neredeyse doruk noktasına
ulaştırır, vaaz ve ruhsal hizmetlerinin
başarı ve etkinliğini buna bağlar. Yine
belirtilmeli ki, kendini «peygamber» ve
«elçi» ilan edip peygamber- liklerde bulunan
vaiz ve önderler özellikle bu akımlarda
belirir.
2. Bu akımın üyeleri kendi ruhsal bireysel
deneyimlerini Kutsal Kitap yetkisinin üstüne
çıkarır. «Dillerle konuşma» deneyimini yaşayan
kendini yavaş yavaş rüyalar, görümler, peygamberlikler,
ilhamlar vb. gibi diğer mistiksel deneyimlere
açar. Bunlar sonuçta öyle bir aşamaya ulaşır
ki, bu kişilerin ruhsal yaşamlarını ve inançlarını
biçimleyen yetkiye dönüşür. Kutsal Kitap'ın
yetkin yetkisi sulandırılarak ikinci dereceye
indirgenmiş olur. Örneğin, ruhsal armağanlar
konusunda birçok çarpık öğretiler içeren
«Kutsal Ruh'un Armağan- ları» kitabında
David Pytches, rüyaların «göksel Babamızın
bizi uyarmak, yönlendirmek ve iyileştirmek
amacıyla kullandığı en tatlı ve özel açıklama
yolları» olduğunu belirtir, daha sonra da
ezoterik rüya tabirlerlerini aratmayacak
biçimde rüyada görülen «hayvanların, nesnelerin,
insanların ve olayların» ne anlamlara gelebileceğini
açıklamaya gider (sf. 126-132).
İnanlıları üçüncü dalga adlandırılan karizmatik
akıma ve görüşlerine yönlendirmeyi amaçlayan
ilahiyatçı Jack Deere’nin «Kutsal Ruh’un
Bizi Şaşırtan Gücü» başlıklı kitabı da buna
başka bir örnektir. Bilgece hazırlanan bu
kitabı okuyan biri Kutsal Kitap’a ve temel
öğretilere karşı genel bir eminsizlik duygusu
hissedecek, karizmatik akımlarda görülen
her tür tuhaf ve mistik olayları bile Kutsal
Ruh’un işlevi niteliğinde hoş karşılayabilecek
bir aşamaya gelecektir. Yazar peygamberlik
sözü, görüm ve rüyalardan sonra Kutsal Kitap
hakkında şunları belirtir:
«Tabi ki Tanrı günümüzde Kutsal Kitap aracılığıyla
da konuşuyor; ancak benim anlatmaya çalıştığım
şey bu değil. Ben, Tanrı'nın bizimle konuşmak
için seçtiği diğer yollardan söz ediyorum.
Kutsal Kitap dışında ve asla Kutsal Kitap'la
çelişmeyen yollar!» (sf. 243; yine bkz.
sf. 245). İşte Tanrı’nın Kutsal Kitap dışı
yollarla da insanlığa konuştuğu bu tür yaklaşımlardır
ki, inanlıları Kutsal Kitap’ın yetkisinden
ve yeterli oluşundan adım adım uzaklaştırarak
mistisizme sürüklüyor. Örneğin, dillerle
konuşma deneyimini yaşamış birine bu deneyimin,
ya da buna benzer başka deneyimlerin Kutsal
Kitap dışı olduğunu ayetlerle gösterseniz
bile, kendisi «ben kendi deneyimlerimle
gördüm ve yaşadım» diyerek söylediklerinizi
kulak ardı edecek, gösterdiğiniz ayetlerin
de etki ve yetkisi olmayacaktır. Kilise
azizlerinin heykelleri önünde dua ederek
şifa bulduğuna tanıklık eden bir katolik
genci hatırlıyorum. Bu şifadan sonra heykellerin
önünde dua etmenin önemine o denli bağlanmış
ve inanmıştı ki, bu konuda kim ne derse
desin, bir kulağından girip öbüründen çıkıyor
gibiydi.
Bizler, inanlılar olarak ruhsal yaşamımızı
ve inançlarımızı kendi bireysel ve değişken
deneyimlerimiz üzerine değil, Tanrı'- nın
sağlam ve sonsuz Sözü olan Kutsal Kitap
üzerine kurmalı ve yönlendirmeliyiz
(2Ti. 3:15-17). Kutsal Kitap'ı kendi değişken
deneyimlerimizin ışığında anlamak ve yorumlamak
kuşkusuz büyük yanılgı ve yanlışlara götürür.
3. Sahte peygamberlikler: Bu akımın önderleri
dillerle konuşma ya da sözüm ona esinlenme
aracılığıyla birçok peygamberlik ve vahiyler
aldıklarını öne sürerler. Bu öncüler Mesih'in
adıyla birçok kişinin has- talıklardan şifa
bulduğunu, farklı bağlar- dan özgürlüğe
kavuştuğunu bildirir, ya da kişinin geleceğiyle
ilgili çeşitli peygamberliklerde bulunurlar.
Ama bunlar çoğu zaman düş kırıklığıyla sonuçlanır
ve sonuçlanıyor. Bu sahte peygamberlikler,
bunları duyuran kişilerin Tanrı'dan olmadığını
gösteriyor. Şu ayetlerdeki uyarı sözleri
sadece sapkın tarikatların değil, ama inanlı
topluluklarının toplantı salonlarında da
büyük harflerle yazılarak duvarlara kazılmalıdır:
«Bir sözün RAB'den olup olmadığını nasıl
bilebiliriz?’ diye düşünebilirsiniz. Eğer
bir peygamber RAB'bin adına konuşur, ama
konuştuğu söz yerine gelmez ya da gerçekleşmezse,
o söz RAB'den değildir. Peygamber saygısızca
konuşmuştur. Ondan korkmayın» (Yas. 18:21-22).
«Her Şeye Egemen RAB diyor ki, “Size peygamberlik
eden peygamberlerin dediklerine kulak asmayın,
onlar sizi aldatıyor. RAB'bin ağzından çıkanları
değil, kendi hayal ettikleri görümleri anlatıyorlar.
“Uydurma düşler gören peygamberlere karşıyım”
diyor RAB. “Bu düşleri anlatıyor, yalanlarla,
boş övünmelerle halkımı baştan çıkarıyorlar.
Ben onları ne gönderdim, ne de atadım. Bu
halka hiç mi hiç yararları yok» diyor RAB»
(Yer. 23:16,32, bkz. 13:1-12).
4. Sahte öğretiler: Özellikle dillerle konuşulan
bazı Hıristiyan akımlarında şu sahte öğretiler
hızlıca yayılmaktadır:
1. İnsan bir tanrıdır.
2. Gerçek inanlı yoksul değil tersine zengin
olmalıdır (refah müjdesi).
3. Gerçek bir inanlının hastalanması, ya
da hasta kalması anormaldir.
4. Tüm hastalıkların gerisinde cine tutulma
olayını görürler.
5. Yeniden doğan gerçek inanlıların da cine
tutulacağını öğretirler.
6. Mesih'in kurtarmalık işini haçta değil,
ölüler diyarında, şeytan ve cinlerin elinde
acı çekerek tamamladığını öğretirler.
7. Mesih'in ölüler diyarında Kutsal Ruh
tarafından yeniden doğum yaşadığını öne
sürerler.
8. Mesih'in sadece günahlarımızı taşı- makla
kalmadığını ama günahın ta kendisi olduğunu
öğretirler.
9. Bu akımlar genelde kadınları kiliselerde
vaiz, ya da çoban-pastör olarak atarlar.
10. Bu akımlar kendini peygamber, elçi gören
ve sürekli Tanrı'yla, Mesih'le, Kutsal Ruh
ve meleklerle senli-benli konuşan önder
ve üyelerle doludur.
11. Bu akımların bazı önderleri insanların
zayıf sağlık durumundan yararlanarak şifalar
ve özgürlükler vaat ederler. Toplandıkları
bağışlarla da refah ve zenginlik içinde
yüzerler. Hizmetlerini desteklemeyip eleştirenleri
de lanetleyecek kadar ileri giderler.
12. Yeni Çağ felsefesinden kaynaklanan (görüntüleme,
sözün gücü, yaratıcılığı) birçok mistiksel,
sakat, tehlikeli öğretiler Hıristiyan kisvesinde
kiliselere sızdırılır.
13. Bu akımların düzenlediği «övgü hizmetleri»
neredeyse eğlenceli dünyasal müzik konserlerine
dönüştürülmüştür.
14. Yine çok ilginçtir ki, bu akımın birçok
önderi dillerle konuşan diğer bütün kiliselerle
ortak çalışmaya da hazırdır. Onlar için
Kutsal Ruh'un vaftizi ve dillerle konuşmak
birliğin ve gerçekte olmanın temelini oluşturur.
Önemli olan neye inanıldığı, hangi kiliseye
bağlı olunduğu değil, ama Ruh'la vaftiz
olunarak dillerle konuşmaktır. Katolik Kilisesinin
Papa'sı son senelerde özellikle dillerle
konuşan bu karizmatik akımın önderleriyle
diyaloğa girmiş ve açıkça onları katolik
kilisesine dönmeye çağırmıştır. Ne vahimdir
ki, bu önderlerden bazıları bu çağrıyı kabul
ederek katolikliğe geçmiştir. Sıralanan
bu öğreti ve uygulamaların Tanrı'nın Ruh'undan
değil, elçi Pavlus'un konusunu ettiği karanlık
kaynaklardan geldiği belirgindir:
«Ruh açıkça diyor ki, son zamanlarda bazıları
yalancıların ikiyüzlülüğü nedeniyle aldatıcı
ruhlara ve cinlerin öğretilerine kulak vererek
imandan dönecek» (1Ti. 4:1).
5. Dillerle konuşanların çoğunluğu Kutsal
Ruh'un etkisinde değil, dini önderlerin
– kişilerin telkini altında dillerle konuşur.
Örneğin, Derek Prince adlı tanınmış bir
vaiz, eğer inanlı dillerle konuşmak için
ilk adımı atmazsa, hiçbir zaman dillerle
konuşmayacağını duyurur. İnanlıların dillerle
konuşmasını sağlamak için onun önerdiği
ilk adımsa, her inanlının ağzını açıp ana
dilini kullanmama koşuluyla, imanla anlamını
bilmediği herhangi bir ses çıkarması, cümle
uydurması ve bunu yüksek sesle dua biçiminde
art arda tekrarlamasıdır. Bu öneriyi izleyen,
uygulamaya koyan bireyler ve topluluklar
birkaç dakika sonra hepsi birden «dillerle
konuşmaya» başlıyor. Bundan hemen sonra
Matta 7:11-12 ayetlerini hatırlatarak
Derek Prince topluluğa, artık Kutsal Ruh'la
vaftiz edilerek dillerle konuştuğu güvencesini
veriyor ve ardından da bundan kesinlikle
kuşku duymamaları gerektiğini telkin ediyor.
«Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna
taş verir? Sizler kötü yürekli olduğunuz
halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi
biliyorsanız, göklerdeki Babanız'ın, kendisinden
dileyenlere güzel armağanlar vereceği çok
daha kesin değil mi?» (Mat 7:11-12).
Derek Prince bu metodla binlerce inanlının
dillerle konuşmasını sağladığını belirtir.
O bu şekilde sadece Protestanların değil,
yüzlerce Katoliğin de dillerle konuşmasına
aracı olduğununu duyurur
(http://youtu.be/fk2zla6fk2zla6Dfk2zla-6DW_M).
«Kutsal Ruh'un armağanları» başlıklı kitabında
David Pytches de dillerle konuşma armağanını
elde etmenin en uygun yollarından birinin
sıcak bir banyo ortamı olduğunu belirtir!
«Tanrı'dan bu armağanı istedikten sonra
mümkün olduğu kadar gerginlikten kaçınmanız
yerinde olur. Aksi halde armağanı almanıza
engel olmuş olursunuz. Sıcak bir banyo uygun
bir yer olabilir. Tanrı'yı banyoda istediğimiz
gibi övebilir ve yeni bir dilin gelmesi
için rahat bir ortam yaratabiliriz» (sf.
67).
Sevgili inanlı kardeşim, şimdi şu soruyu
soralım: Kutsal Kitap'ın konusunu ettiği
Kutsal Ruh'un inanlılara verdiği dillerle
konuşma armağanı gerçekten bu mudur? Kutsal
Ruh vaftizi bu mudur? İnanlıların dillerle
konuşma armağanını ve Kutsal Ruh vaftizini
böyle önceden yaratılan uygun ortamlarda
aldıklarına ilişkin Kutsal Kitap'ta herhangi
bir örnek var mıdır?
Yanıt «hayır»dır! Kutsal Kitap'ta anlatılan
Kutsal Ruh vaftizi ve dillerle konuşma armağanı
kesinlikle elçiler tarafından bu tür metodlarla
alınmadı ve verilmedi. Daha ötesi Kutsal
Kitap'ta Ruh'la vaftiz olmayı ve dillerle
konuşmayı arayan tek bir inanlı örneği bile
yoktur. Dillerle konuşanlar bunun peşine
düşmediler, aramadılar, bu türden insansal
metodlara da kesinlikle başvurmadılar. Bunu
onlara uygun görüp egemen biçimde sağlayan
vaizler, ya da yaratılan uygun ortamlar
değil, Kutsal Ruh'un kendisiydi (1Ko. 12:11).
Belirgindir ki, bu türden «dillerle konuşmak»
Kutsal Ruh'tan kaynaklanmıyor ve tamamiyle
insansaldır ve bazen de şeytansal. Dillere
çok değer verilip konuşulan topluluklarda
vaize ya da topluluğa ayak uydurabilmek,
dışlanmamak, dikkat- leri üzerine toplamak
ya da ruhsallığını kanıtlamak ve kendini
öne çıkarmak için taklit yoluyla dillerle
konuşanların sayısı da küçümsenemez. Ne
yazık ki, konuşulan çoğu «diller» birçok
kiliselerde farklı metodlarla öğrenilen,
geliştirilen daha sonra da Kutsal Ruh’a
mal edilen insansal uygulamaya indirgenmiştir.
Kanıtlandığı gibi bu tür uydurma söz ve
hecelerin sürekli tekrarlanmasıyla iman
etmeyenler bile dillerle konuşabiliyor.
Ruh bilimcileri, psikologlar bazı duygusal
durumlarda, coşturan müzik, hipnoz, telkin
ya da etki altında bu tür deneyimlerin rahatlıkla
yaşayabilineceğini bildirirler. Belirtilmeli
ki, bu insan kaynaklı dillerle konuşmayla,
cinlerin etkisiyle konuşma arasında çok
ince bir ayırım bulunur (Yak. 3:15).
SORU 25. ACABA İNANLILAR CİNLERİN ETKİSİNE
GİREBİLİR Mİ?
Cinler her ne kadar dışardan imanlının yüreğine
ve düşüncesine saldırsa ve etkilemeye çalışsa,
da gerçekte hiçbir imanlının yüreğinde cin
ya da şeytan konut kuramaz. Çünkü o yürekte
Kutsal Ruh vardır. Tanrı'nın Ruhu’yla cin
ruhlarının aynı tahtı, aynı yüreği aynı
anda paylaşamayacağı Kutsal Kitap'ın belirgin
bir ger-
çeğidir (1Ko. 6:19; 2Ko. 6:14-16). Çoğu
inanlılar Matta 7:11-12'ye dayanarak Tanrı'nın
kendi çocuklarına kötü şeyler vermeyeceğini
söyler. Elbette ki, Tanrı kendi bağlıla-
rına kötü şeyler vermez. Ama şeytanın ve
kötü ruhların saldırılarına izin verebilir.
Aslında insanın kendisi verdiği kararlarla
şeytanın ve kötü ruhların etkisine girer.
Nasıl mı? Eğer bir inanlı Tanrı'nın Sözü'yle
yetinmez ve aşırı bir şekilde yeni yeni
deneyimlerin ardına takılırsa, kötü ruhlar
bundan yararlanarak devreye girebilir, inanlıları
sahte diller konuşmakla, görümler, rüyalar,
peygamberliklerle saptırabilir. Elçi Pavlus'un
şu uyarısı sürekli akılda tutulmalıdır:
«Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık
meleği süsü verir. Ona hizmet edenlerin
de kendilerine doğruluğun hizmetkârları
süsü vermesi şaşırtıcı değildir» (2Ko. 11:14-15;
bkz.
2Se. 2:3, 7-12).
Özellikle «Kutsal Ruh'un inişi» için düzenlenen
özel toplantılara katılanlar kolayca cinlerin
etkisine girebilirler. Kutsal Ruh'un inişi
için böyle özel «bekleme» toplantıları düzenlemek
başlıbaşına Tanrı Sözüne aykırıdır, çünkü
Kutsal Ruh çoktan, Pentikost günü zaten
inmiş ve hizmetini yeryüzünde sürdürmektedir.
İnsanlar coşkulu müziğin etkisinde ve konuşmacının
hararetli konuşmasında, bağırıp çağırmasında,
bazen de hoplayıp zıplamasında ve telkinleri
altında transa düşerek kötü güçlerin etkisi
altına girebilirler. Bu coşkulu trans haline
girenler dillerle konuşmaya, doğrudan Tanrı
adına konuşmaya (Rab şöyle diyor... burada
şu hastalığı bulunan biri var..), ya da
doğrudan Tanrı konuşuyor gibi (senin kaygılarını
biliyorum, acılarını görüyorum. Seni seviyorum,
senin için oğlumu gönderdim vb.), türünden
konuşmalara başlarlar. Topluluğun, kişilerin
üzerine üflerler; öyle ki, özel biçimde
bereketlenip meshedilsin, ya da şifa bulsun.
Bazen önderin «ateş!» «dokun!» haykırışıyla
yabansı bir gücün etkisinde sırt üstü yere
yığılır hayvan sesleri çıkarmaya, yerde
tepelenip yuvarlanmaya, titremeye, kusmaya,
sağa sola koşmaya, ya da şarhoş gibi davranıp
isterik biçimde gülmeye başlarlar. Bazen
de kilise önderi hipnotizm, üfürükçülükle
eşdeğer biçimde kişilerin başlarına dokunarak
bayıltır, uyutur. Dakikalarca yerde uzanıp
kalan bu kişiler bunu Ruh’un bir bereketi
ve meshi kabul ederler. Oysa giderek popüleştirilmeye
çalışılan bu karanlık uygulamaların Kutsal
Kitap’ta hiçbir desteği yoktur. İsa Mesih,
melekler ve öğrencileri asla insanları kendilerinden
geçirip düşürmemiş, uyutmamış, bayıltmamıştır.
Tersine düşenleri «kalk!» «güçlü ol!» diyerek
yürek-
lendirmişlerdir (Va. 1 :17 ; Elç. 9:6; 12:7).
«Ruhta bayılma», «düşme», «meshedilme» ya
da «ruhta gülme» gibi ifadelerle tanıtılan
bu türden karanlık deneyimleri Hinduizmin
Kundalini gibi mistik akımlarda da görmek
mümkündür (https://
www. youtube.com/watch?v= RVAu1u Gkew&feature=youtu.be)
Yine «özgür edilme hizmeti» adı altında
yapılan birçok uygulamalar gerçekte inanlıları
adım adım ruhsal esarete sürükleyen karanlık
uygulamalardır.
Belirgindir ki, bu uygulamaların Kutsal
Ruh'tan kaynaklandığını söylemek Tanrı'nın
Ruh'una aykırıdır. Ne yazık ki, günümüzde
bu tür mistik ve karanlık uygulamaları uygulayan
ve soru 24’te belirttiğimiz sahte öğretileri
şu vaizlerin hizmet ve vaazlarında görmek
mümkündür: Benny Hinn, Rodney Howard-Brown,
John Arnott, , John Wimber, Paul Cain,
Derek Prince, Yongi Cho, Kenneth Hagin,
Kenneth Copeland, Reinhard Bonnke Oral Roberts,
Joel Osteen, Joyce Meyer, William Branham
vb..
Ne yazık ki, bu kişilerin tehlikeli ve zararlı
öğretiler içeren kitapları türkçeye de çevirilmiş
ve bunlar imanlıların topluluğunda rahatça
okunmakta ve dağıtılmaktadır.
SORU 26. BUGÜN BİZLER DE DİLLERLE KONUŞMA
ARMAĞANINI ARAMALI MIYIZ?
Daha önce belirtildiği gibi, dillerle konuşma
armağanını aramak doğrultusunda Kutsal Kitap'ta
hiçbir söz, buyruk ya da öğüt yoktur. Tersine
elçi Pavlus 1Korintliler 14'te inanlıları
dillerden öte anlaşılır
biçimde peygamberlikte bulunmaya çağırır.
Aynı zamanda Kutsal Kitap'ta dillerle konuşma
armağanını alanlar bunu hiç aramadan, ardına
düşmeden Kutsal Ruh'un egemen istemi doğrultusunda
aldılar. Sonuç olarak, eğer bizler «yazılmış
olanın dışına çıkar» (1Ko. 4:6), Kutsal
Kitap'ta aranması öngörülmeyen herhangi
bir şeyi aramaya başlarsak, Kutsal Kitap'a
ve Kutsal Ruh'a aykırı davranışta bulunmuş
oluruz. Bilelim ki, böyle bir adım bizlere
gerçek tanrısal esenliği ve bereketi getirmez,
tersine bizi tehlikeli ve yanlış yönlere
sürükler.
SORU 27. DİLLERLE
KONUŞARAK ÇOK BEREKETLENDİĞİNİ, HUZUR BULDUĞUNU,
RAHATLAYIP TANRIYA DAHA YAKIN OLDUĞUNU SÖYLEYENLERE
İLİŞKİN NE DÜŞÜNÜLMELİDİR?
Her şeyden önce bu tür rahatlama, iyi hissetme
duygularını Kutsal Ruh'un bir işlevi ya
da bereketi niteliğinde algılamak yanlış
olur, çünkü aynı rahatlık ve huzur hislerine
Hıristiyanlık dışında dillerle konuşanlar
arasında da rastlanır. Onlar da bunun sağladığı
«bereketlere» tanıklık ederler. Örneğin
dillerle konuşan Katolik karizmatlar bundan
haz aldıklarını ve bunu uyguladıkça kendilerini
Tanrı'ya daha yakın hissetiklerini, Meryem
anaya ve azizlere karşı daha fazla sevgi
ve saygıyla dolduklarını bildirirler. Kilise
sakramentlerini (takdis törenlerin) de diller
deneyiminden sonra kendileri için daha anlamlı
ve daha zengin bir içerik kazandığına tanıklık
ederler.
Mistiksel dillerle konuşma deneyimini yaşayanların
bu türden duygulara bürünmesi doğaldır,
çünkü bunlar insanın bilinçaltından, benliğinden
kaynaklanan psikolojik, ruhsal durumlardır.
Bir kimse bu türden hisleri duygulu bir
müzik dinlediğinde, roman okuduğunda ya
da duygulara seslenen bir film seyrettiğinde
de yaşayabilir. Kuşkusuz şeytan ve cinleri
de insanları sahte öğretilere, sahte ruhsal
uyanışlara çekmek için bu türden huzur,
rahatlatıcı gibi görünen deneyimleri destekler.
Bir bayan Yoga konusunda şöyle diyordu:
«Her gün Yoga seanslarıma katılıyorum. Yoga'ya
bayılıyorum, çünkü bana büyük rahatlık ve
güç sağlıyor». Bu türden rahatlık ve huzur
getiren deneyimler aldatıcı, tehlikeli ve
tuzak doludur. Oysa gerçek bir inanlının
sevinç, huzur ve esenlik kaynağı bu türden
duygusal, mistiksel deneyimler, dillerle
konuşmalar değil, Tanrı Sözü olan Kutsal
Kitap'ın hergün okunuşu, düşünülmesi ve
Tanrı'yla
bireysel ilişki olmalıdır (Mez. 1:2-3; 19:7-11).
Dillerle konuşmayı savunanlar sürekli bunun
sağladığı bereket, sevinç ve huzurdan söz
eder ama neden olduğu bir sürü ruhsal zarar
psikolojik bozukluklarından söz etmezler.
Bunun neden olduğu ruhsal dengesizliklere
sadece bir örnek verelim. Dillerle konuşmayı
her sorunun ruhsal ilacı olduğuna inanan
biri günde 10-12 saat dillerle konuşmaya
başladı. Ama gün be gün bu uygulama onun
sevincini boğuyor, korku ve kuralcılığa
yönlendiriyordu. Bu kişi belirginlikle inayet
anlayışını yitirmiş biçimde imandan uzaklaşmakta
olduğuna tanıklık eder (La foi charismatique,
Florent Varak, p. 60).
Şeytan inanlıları gerçek tapınıştan ve Kutsal
Kitap gerçeklerinden koparmak için tüm cin
ordularını kiliselere, inanlı topluluklarına
salmıştır. Şeytan'ın kiliseleri, inanlıları
tuzağına düşürmek için kurnazca tasarladığı
özel metodları bulunur. Bunlardan en önemlilerinden
biri, Kutsal Ruh'un eylemlerini taklit etmektir.
Unutulmasın ki, başlangıçtan bu yana sahte
mucizeler, belirtiler, görümler, sıradışı
olaylar insanlığı saptırmak için Şeytan'ın
elinde çok güçlü bir koz ya da silah olmuştur
(Çık. 7:10-12). Kutsal Kitap Mesih'in yeryüzüne
dönüşünden önce bu saptırıcılık ruhunun
daha da belirgin olacağını belirtir. Gerçekte
günümüzde Şeytan sahte belirti ve mucizelerle
büyük Babil'i hazırlamaktadır (Mat. 24:4-5,24;
Va. 13:1-8). Kutsal Kitap gerçeklerine sımsıkı
sarılmanın ve ruhen uyanıklığın gerekliliği
yaşamsaldır.
SORU
28. YOEL 2:28-32 AYETLERİ
UYARINCA SON GÜNLER İÇİN RUH-
SAL UYANIŞLAR, PEYGAMBERLİKLER, DÜŞ VE GÖRÜMLERİN
ÇOĞALACAĞINI BEKLEMELİ MİYİZ?
Birçok Hıristiyan bu sözlere dayanarak son
günlerde tüm insanlık üzerine Kutsal Ruh'un
döküleceğini, büyük ruhsal uyanışların yaşanacağını,
gençlerin, yaşlıların rüyetler görerek peygamberlikte
bulunacağını, çok mucize ve belirtilerin
gerçekleşeceğini düşünür ve bekler. Bu beklenti
şu üç nedenden dolayı temelsizdir:
1. Önce Yoel'in bu sözleri tüm uluslara
yönelik bir peygamberlik değil, Yahudi halkına
yönelik bir peygamberliktir. «Bütün insanlar»
sözü konunun bağlamında belirginlikle Yahudileri,
onların gençlerini ve yaşlılarını gösterir
(Elç. 2:5). Zaten bu ruhsal uyanış Pentikost
gününde Yahudiler arasında olmuştur. Bu
uyanış seneler sonra Kornelyus'un tövbesiyle
uluslara ulaşsa da bu peygamberlik gerçekte
Yahudi halkı bağlamındadır.
2. Elçi Petrus Kutsal Ruh'la yöneltilerek
belirtiyor ki, Yoel'in bu peygamberliği
kısmen de olsa Pentikost günü gerçekleşmiştir:
«Petrus yüksek sesle kalabalığa şöyle seslendi:
“Ey Yahudiler ve Yeruşalim'de bulunan herkes,
bu durumu size açıklayayım.. Bu gördüğünüz,
Peygamber Yoel aracılığıyla önceden bildirilen
olaydır» (Elç. 2:14-17).
Sonuç olarak bu peygamberlikler Pentikost
günü, Yahudi halkı üzerinde kısmen gerçekleşti.
Ama peygamberlikler uyarınca biliyoruz ki,
bu sözlerin gelecekte Yahudi halkı üzerinde,
kesin ve tam bir gerçekleşmesi de olacaktır.
Mesih'in yeryüzüne gelişinden önce, Yahudi
halkının Mesih'i tanımaya başlamasıyla bu
ruhsal uyanış gerçekleşmeye başlayacak ve
Mesih'in bin yıllık saltanatının başında
da tam bir gerçek olacaktır (Zek. 12:10).
3. Şu gerçek de vurgulanmalı ki, Kutsal
Kitap'ta son günlerde, ulusların büyük ruhsal
uyanışlar yaşayacağına ilişkin hiçbir peygamberlik
bulunmaz. Tersine, Kutsal Kitap'ta imansızlığın
giderek artacağını ve imandan büyük bir
dönüşün
yaşanacağı duyurulur (bkz. Mat. 7:15-23;
24:5;
Elç. 20:29-31; Rom. 16:17-19; 2Ko. 11:4;
2Se. 2).
Kuşkusuz, İncil'in iyi haberi «tüm uluslara
bir tanıklık olarak vaaz edilecektir» (Mat.
24:14). Ama bu onların büyük uyanışlar yaşayıp,
hepsinin tövbe edeceği anlamına gelmez.
Sonuç olarak, son zamanlarda belirdiği söylenen
ruhsal uyanışlar, peygamberlikler, düş ve
görümler konusunda hepimiz uyanık olmalı
ve saptırılmamak için sürekli sağlam duruş
almalıyız.
SORU 29. ACABA BUNLARDAN
ARTIK KUTSAL RUH'UN TÜM ARMAĞANLARININ SON
BULDUĞUNU VE ARTIK MUCİZE, BELİRTİ, ŞİFALARIN
OLMAYACAĞI SONUCUNU MU ÇIKARMALIYIZ?
Hayır! Böyle bir yaklaşım da doğru ve sağlıklı
olmaz. Bizler kuşkusuz, Kutsal Ruh'un inanlılar
topluluğu için öngördüğü ruhsal armağanları
keşfetmeli ve uygulamaya koymalıyız öyle
ki, inanlılar topluluğu gelişsin, canlar
kurtulsun ve Tanrı her şeyin üstünde yüceltilsin.
Aynı zamanda Kutsal Kitap'ın talimatları
uyarınca bizler hastaların şifa bulması,
cine tutulmuşların ya da etkisinde olanların
özgür olması, ruhsal uyanışlar için sürekli
dua etmeliyiz. İnandığımız Tanrı bugün de
duaları işiten, yanıtlayan, mucizeler gerçekleştiren
her şeye Kadir Yahve Tanrı'dır. Tanrı'nın
sıradışı işler yapacağına inanmıyorsak,
bu durumda Kutsal Kitap'ı bir kenara koymalı
ve artık dua da etmemeliyiz. Ama bunu asla
söylemiyoruz. Bizim burada güttümüz amaç
Kutsal Ruh adı altında sunulan Kutsal Kitap
dışı görümler, sahte peygamberlikler, sahte
uyanış ve yanlış öğretilere karşı kardeşleri
uyarmak ve onların içten ve pak adanmışlıktan
uzaklaşmamasına yardım etmektir. Elçi Pavlus'un
da belirttiği gibi:
«Sizler için tanrısal bir kıskançlık duyuyorum.
Çünkü sizleri el değmemiş kız gibi tek ere,
Mesih'e sunmak üzere nişanladım. Ne var
ki, yılanın Havva'yı kurnazlığıyla aldatması
gibi, düşüncelerinizin Mesih'e olan içten
ve pak adanmışlıktan saptırılmasından korkuyorum»
(2Ko. 11:2-3).
Bu belirti ya da mucizesel olayların inanlı
topluluklarımızın, etkinliklerimizin ve
vaazlarımızın ana konusuna dönüştürülmemesi
için de dikkatli olmalıyız. Ana konumuz
haça gerilen ve üç gün sonra dirilerek günah,
ölüm ve şeytan üzerine yengi kazanan Mesih
olmalıdır. Elçi Pavlus'un yine duyurduğu
gibi:
«Yahudiler doğaüstü belirtiler ister, Grekler'se
bilgelik arar. Ama biz çarmıha gerilmiş
Mesih'i duyuruyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası,
öteki uluslar da saçmalık sayarlar» (1Ko.
1:22-23).
SORU 30. NEDEN İNANLILARIN ÇOĞU BELİRTİ,
MUCİZE VE MİSTİK DENEYİMLERİN ARDINCA GİDER?
Kuşkusuz bu yeni bir arayış değildir. İnsanlık
başlangıçtan bu yana bu tür gizemli, sıradışı
olaylara sürekli özel bir ilgi ve merak
duymuştur. Mesih «kötü ve vefasız
kuşak bir belirti ister» der (Mat. 12 :39).
İnanlıların bu tür olaylara ilgi duymasının
farklı nedenleri vardır.
1. Bireysel yenilik, güç bulma, topluluklara
canlılık, ruhsal uyanış getirme düşüncesi.
2. Bazı inanlılar da çoktan tanrısal egemenlikte
yaşadıklarını düşünerek, farklı belirti
ve mucizelerin kilise topluluklarında doğallıkla
yaşanması ve görünmesi gerek- tiğini üstelerler.
İsa Mesih «dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır»
(İbr. 13:8) sözlerine dayanarak İncil'de
anlatılan bütün belirti ve mucizelerin bugün
de aynen devam etmesi gerektiğini savlar
ve beklerler.
Mesih'in, Tanrı'nın değişmediği, her zaman
aynı olduğu belirgin gerçektir. Ama bu demek
değildir ki, Tanrı geçmişte yaptığı her
şeyi olduğu gibi yinelemeli ve yerine getirmelidir.
Örneğin, Tanrı aynıdır diyerek Kızıl denizi
yardığı gibi, bugün de Marmara denizini
ikiye ayırmasını Tanrı'dan beklemeli miyiz?
Yine, Tanrı'nın çölde İsrail halkına göksel
mana sağladığı gibi, bugün de bizlere aynı
göksel yiyeceği indirmesi için dua etmeli
miyiz? Gerçekte, tüm Kutsal Kitap tarihinde
belirti ve mucizevi olayların bollukla göründüğü
dört büyük dönem olmuştur. Bu belirti ve
mucizeler de her zaman belirli bir amaç
doğrultusunda Tanrı'nın planı uyarınca gerçekleşmiştir.
a. Musa'nın döneminde, İsrail halkının esaretten
özgür olması ve çölde korunarak vaat edilen
ülkeye uluşması amacıyla.
b. İlya peygamber döneminde, putperestliğe
kayan İsrail halkının yeniden Yahve Tanrı'ya
yönelmesi amacıyla.
c. İsa Mesih döneminde, O'nun vaat edilen
Kurtarıcı Mesih oluşunun kanıtlanışı amacıyla.
d. Elçilerin döneminde de hem elçilerin
elçiliğinin kanıtlanışı, hem de yeni kurulan
inanlılar topluluğunun sağlamlaşması amacıyla
bol mucizeler olmuştur.
Bunun dışında kalan diğer dönemlerde, bu
türden belirti ve mucizelerin giderek azaldığı,
kaybolduğu görülür. Elbette, bu demek değildir
ki, Tanrı değişmiş ya da gücü zayıflamıştır.
O her zaman aynıdır. Ancak O her şeyi Kendi
tanrısal istemi ve planı uyarınca yapar.
Bazı dönemlede O planı uyarınca belirti
ve mucizeleri sınır-
lamıştır (1Sa, 3:1; Mez. 77:7-14; Yuh. 10
:41: Luk.
4:25-27).
3. Bazı inanlılar da dünya, günah ve şeytan
üzerine daha fazla güç, daha fazla yetki
ve daha fazla zaferli yaşam diyerek mucize,
belirti ve peygamberliklerin ardına düşüyor,
aşırı uçlara ve mistiksel yollara yöneliyor.
Bunları aramanın ardında yatan sinsi bir
neden de, Korintos toplulu- ğunda da görülen
gizli gurur, üstünlük, yetki hırsı ve kendini
kanıtlama arzusu olabilir. Birçoğu bu arayış
hırsını doğrulamak için Markos 16:16-18
ayetlerini hatırlatarak belirtilerin müjdeyi
onaylamak için sürekli devam etmesi gerektiğini
vurgular. Ama belirttiğimiz gibi, bugün
bizim gerçeğin onayı için belirtiye ihtiyacımız
yoktur, çünkü gerçek zaten Mesih'in ölümü
ve dirilişiyle, ilk yüzyıldaki belirtilerle
onaylanmış bulunuyor (İbr. 2:2-4).
4. Bazıları da yine Mesih'in «size doğrusunu
söyleyeyim, benim yaptığım işleri, bana
iman eden de yapacak; hatta daha büyüklerini
yapacaktır» (Yu. 14:12) sözlerini hatırlatarak
kendilerini bu arayışa kaptırır. Ama dikkat
edilsin ki, Mesih benim yaptığım mucizelerden
değil, işlerden daha büyüklerini yapacaklarını
söyledi. İnanlıların bugün Mesih'in yardımıyla
Mesih'in yersel hizmetinde gerçekleştirdiği
işlerden daha büyüklerini gerçekleştirdiği
bir gerçektir. Mesih o zaman 12 öğrencisiyle
özellikle İsrail bölgelerinde bu halk bağlamında
hizmet gördü. Ama elçi Petrus Pentikost
günü vaaz ettiğinde aynı günde 3.000 kişi
tövbe etti. Daha sonra İncil'in müjdesi
yeryüzünün dörtbir bucağına, tüm uluslar
arasında yayıldı ve yayılıyor da. Gerçekten
de Mesih'in öğrencilerinin işleri Efendileri'nin
işlerinden çoktur, ama belirti ve mucizelere
gelince asla! Akıl sahibi hangi inanlı bugün,
Mesih'in gerçekleştirdiği mucizelerden daha
büyüklerini gerçekleştirdiğini öne sürebilir
ve bunu kanıtlayabilir? Mesih'in şu sözlerini
de asla unutmayalım:
«Sahte peygamberlerden sakının! Onlar size
kuzu postuna bürünerek yaklaşırlar, ama
özde yırtıcı kurtlardır...O gün birçokları
bana diyecek ki, Ya Rab, ya Rab! Biz senin
adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla
cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok
mucize yapmadık mı? O zaman ben de onlara
açıkça, 'Sizi hiç tanı- madım, uzak durun
benden, ey kötülük yapanlar!' diyeceğim»
(Mat. 7:15-23).
Şeytan ve cinlerin Kutsal Ruh armağanlarını
taklit ederek sahte belirti ve mucizeler
yapabileceği gerçeği asla unutulmasın. Bu
karanlık güçler sahte belirti ve armağanlar
yoluyla sahte, yüzeysel uyanışlar sağlayarak
inanlıları saptırmakta ustadır. Mesih'in
yersel hizmeti döneminde, Kutsal Ruh'un
iş ve eylemleri şeytan ve cinlere mal edilerek
Ruh'a karşı günah işlenmekteydi. Zamanımızdaysa
tam tersi gerçekleşiyor: Seytan ve cinlerin
iş ve eylemleri
Kutsal Ruh'a mal edilerek Ruh'a karşı suç
işleniyor (Mat. 12:24; 2Se. 2:9).
SONUÇ
Sevgili inanlı okuyucu, bu incelemenin sonuna
varırken size kardeşce birkaç söz yöneltmek
istiyorum. Her şeyden önce, Kutsal Kitap
vaatları uyarınca size şu güvenliği vermek
isterim: Eğer siz Mesih'e iman ettiyseniz,
tövbe ederek O'nu yaşamınıza çağırdıysanız
bilin ki, yeniden doğarak Kutsal Ruh'la
vaftiz olundunuz. Kurtuluş bularak adınız
yaşam kitabında yazıldı. Siz Mesih'te ruhsal
yaşamınız için gerekli her şeye sahipsiniz
(bkz. Kol. 2:10).
Kuşkusuz bu demek değildir ki, bizler tam
bir mükemmelliğe ve ruhsal olgunluğa erişmiş
bulunuyoruz ve hiçbir şeye gerek-
sinimimiz yoktur (bkz. Flp. 3:13-14). Bizler
yaşamımızın sonuna dek daha fazla Mesih'e
benzer olmak için çaba sarfetmeliyiz. Önümüze
konulan bu ruhsal koşu ve savaşı yüreğimizdeki
kurtuluş güvencesiyle, kutsal bir yaşamla
sürekli Mesih'e ve Sözü'ne bakarak sürdürmeliyiz
(1Yu.
5:13; İbr. 12:1-2).
İlk yüzyıl inanlılarına sürekli şu aldatıcı
düşünce aktarılıyordu: «Mesih'e iman etmek,
O'nu izlemek çok iyidir ama bu yeterli değildir.
Sizin aynı zamanda sünnet olunarak Musa'nın
yasasını da tutmanız gerekiyor, yoksa kurtuluşa
kavuşamazsınız». Şimdi de bunun farklı bir
yorumu inanlılar için vurgulanıyor: «Tövbe
etmeniz, Mesih'i kabul etmeniz çok iyi ama
bu yeterli değildir, gerçek ve etkin bir
imanlı olmak için Kutsal Ruh'la vaftiz olmanız
ve dillerle konuşmanız gerekiyor». İlk yüzyılda
olduğu gibi, zamanımızdaki bu dayatma da
tümden yanlıştır ve elçi Pavlus'un konusunu
ettiği «başka ve sahte bir incildir» (Gal.
1:6-9).
Dillerle konuşma öğretisinin içerdiği bir
tuzak da, dillerle konuşmaya başlayanın
bu şekilde artık ruhsal yaşamın doruğuna
ulaştığı kanısıdır. Ruhsal yaşamın olgunluğu
ve gerçekliğini dillerle konuşmayla sınırlamak
ve ölçmek şeytansal bir aldatıdır. Elçi
Pavlus Kutsal Ruh'un inanlıda gerçekleştirdiği
gerçek ruhsal yaşamı ve bunun ürünlerini
şöyle özetler:
«Ruh'un ürünüyse sevgi, sevinç, esenlik,
sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak
huyluluk ve özdenetimdir. Bu tür nitelikleri
yasaklayan yasa yoktur. Mesih İsa'ya ait
olanlar, benliği, tutku ve arzularıyla birlikte
çarmıha germişlerdir. Boş yere övünen, birbirine
meydan okuyan, birbirini kıskanan kişiler
olmayalım» (Gal. 5:22-25).
Eğer dillerle konuşmuyorsanız, bunu kesinlikle
bir eksiklik olarak görmeyin. Siz Mesih'te
tüm zenginliğe sahipsiniz ve Tanrı size
mutlaka size uygun başka bir armağan sağlamıştır.
Ruhsal güç ve ruhsal yaşamın başarılması
dillerle konuşma gibi, mistiksel bir uygulamayla
ilişkilendir- mek tamamıyla Kutsal Kitap
dışı karanlık bir düşüncedir. Hatta bu türden
bir ugulama birçok ruhsal danışmanın belirttiği
gibi, inanlıyı ruhsal bunalıma, depresyona
ve mistiksel ve zararlı bir bağımlılığa
sürükler.
«Yahudiler doğaüstü
belirtiler ister, Grekler'se bilgelik arar.
Ama biz çarmıha gerilmiş Mesih'i duyuruyoruz.
Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar
da saçmalık
sayarlar» (1Ko. 1:22-23).
Büyük Son'a yaklaşmakta olduğumuz bu dönemlerde,
inanlıların ve önderlerin Tanrı'nın Sözü'nü
daha derinden incelemeye, tanrısal gerçeklere
sıkı sıkıya sarılmaya ve özellikle «ruhları
ayırt etme» armağanına ne derece ihtiyacı
olduğu belirgindir. Tanrı'nın duyurduğu
«yok oldu halkım bilgisizlikten» sözleri
de gerçekten yüreklerde işlenmeli (Hoş.
4:6). Pavlus da şu derin gerçeği vurgular:
«Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, sağlam
öğretiye katlanamayacaklar. Kulaklarını
okşayan sözler duymak için çevrelerine kendi
arzularına uygun öğretmenler toplayacaklar.
Kulak larını gerçeğe tıkayıp masallara sapacaklar.
Ama sen her durumda ayık ol» (2Ti. 4:3-5).
İnanlı Kutsal Ruh adı altında sunulan her
şeyi asla kabul etmemeli, tam tersine bunları
Tanrı Sözü'nün süzgecinden
geçirmelidir (bkz. Elç. 17:11; 1Yu. 4:1-2;
Va. 2:2).
Kılavuzumuz geçici duygu ve coşkular değil,
Tanrı'nın değişmez sağlam Sözü olmalıdır.
Bu nedenle bu yazı yoluyla sizi belki de
kullanmakta olduğunuz, dillerle konuşmak,
peygamberlikte bulunmak, görümler, rüyalar
ya da vahiyler gibi, sıradışı olguları Kutsal
Kitap ışığında gözden geçirmeye çağırıyoruz.
Tanrı'ya bu bağlamda şöyle bir dua yöneltebilirsiniz:
«Ey Tanrım, uygulamakta olduğum peygamberlikler,
görümler, dillerle konuşmam, vahiyler vb.
eğer Sen'den, Senin Kutsal Ruh'undan kaynaklanmıyorsa,
onları benden uzaklaştır. Ben, Sana ve Sözü'ne
sadık bir inanlı olarak yaşamak ve hizmet
etmek istiyorum. Oğlun, İsa
Mesih'in adıyla. Amin»
Her gün Kutsal Kitap'ınızı okuyun, dua edin
ve gün be gün Kutsal Ruh'la daha
Bu incelemeyi bireysel tanıklığımla sonuçlamak
istiyorum. Yeni tövbe ettiğim sıralarda,
İstanbul'da evlerde yapılan toplantılarda,
sürekli inanlıların rüyalar, görümler, vahiyler
aldıkla- rını işitirdim. Onları dinlerken
kendi kendime soruyordum: «Neden ben bu
türden rüyetler görmüyorum ve böyle tecrübe
ler yaşamıyorum? Acaba ben, gerçek bir inanlı
değil miyim?» Birgün bu konuda özellikle
dua ettim: «Rab, eğer isteğinse, ben de
bu türden deneyimler görmek ve yaşamak istiyorum».
Duadan hemen sonra önümde duran Kutsal Kitap'ımı
açtım ve gözüme ilişen şu ilk ayeti okudum
ki, bu benim bütün soru ve arayışlarıma
belirgin ve kesin bir yanıt oldu:
«Ey adam,
iyi olanı sana bildirdi; ve hak olanı yapmak,
ve merhameti sevmek ve Tanrı'nla alçak gönüllü
olarak yürümekten başka RAB
senden ne ister?» (Mika 6:8).
Sarkis Pachaian
BRÜKSEL İNCİL (AVEDARANAGAN) KİLİSESİ
Rue du Heysel 20
1020 Bruxelles sarkispa@gmail.com
GSM : 0484 13 90 50
KAYNAKLAR
1. PAUL ENNS, Introduction à la théologie,
(France: Editions Clé, 2009).
2. CHARLES C.RYRIE, ABC de la théologie
chrétienne, (France: Editions La Maison
de la Bible, 2005).
3. ALAIN NISUS, Pour une foi réfléchie,
Théologie pour tous, (Suisse: Editions La
Maison de la Bible, 2011).
4. WAYNE GRUDEM, Théologie Systématique,
(France : Editions Excelsis Sarl, 2007).
5. JOHN MACARTHUR, Les épitres de Paul,
Commentaires sur le Nouveau Testament, (Canada
:
Editions Impact).
6. RALPH SHALLIS, Le don de parler diverses
langues, (France : Editions CCBP, 1982).
7. ALFRED KUEN, Le Saint Esprit, baptême
et pleinitude, (Suisse : Editions Emmaus,
1976).
8. ALFRED KUEN, Le renouveau Charismatique,
une évaluation, (Suisse : Editions Emmaus,
1975). 9. F. LEGRAND, Le signe du parler
en langues, (Suisse : Editions de Bérée,
1990).
10. FLORENT VARAK, La foi charismatique,
(France : Editions Clé, 1994).
11. JOHN R.W. STOTT, Du bapteme à la plénitude,
(France : Editions Emmanuel, 1977).
12. PIERRE ODDON, Une mise au point, (France
: Editions Diffusion de l’Evangile, 1998).
13. G. H. LANG, D’où viennent ces langues?,
(France : Editions du CCBP, 1983).
14. RENE PACHE, Notes sur les Actes des
Apotres, (Suisse : Editions Emmaus, 1988).
15. DAVE HUNT, T.A. MCMAHON, La séduction
de la chrétienté, (France : Editions Parole
de vie, 1989).
16. HOWARD CARTER, Questions et réponses
sur
les dons spirituels, (France : Editions
Viens et vois, 1982).
17. A.THOMAS-BRES, DONALD GEE, HAROLD
HORTON, Dossier sur le parler en langues,
(France :
Editions Viens et vois, 1988).
18. P.H. EMIRIAN, Le don du Saint-Esprit,
(France : Editions Lumière des nations,
1983).
19. WOLFGANG BUHNE, La troisième vague,
(Suisse : Editions la Maison de la Bible,1992).
20. DONALD HUBBARD, Le don des langues,
(Suisse : Editions La maison de la Bible,
1996). 21. ROGER LIEBI, Sprachenreden oder
Zungenreden, (Deutschland : Editions Christliche
Literatur-Verbreitung, 2006).
22. RUDOLF EBERTSHAUSER, Die Charismatische
Bewegung im Licht der Bibel, (Deutschland:
Editions Christliche Literatur-Verbreitung,
1998). Ve daha başka birçok yayınlar.
fazla dolmayı arayın. Ancak bu şekilde zaferli
ve mutlu bir yaşama sahip olabilirsiniz
(Ef. 5:15-21; 2Pe. 3:17-18).
|